06.02.2001 - TBMM Gup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Konuşması
6 Şubat 2001

 

Sayın Basın Mensupları,

Öncelikle yüksek heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama, gerilimli geçen bir haftanın ardından daha seviyeli ve verimli bir meclis çalışmasının hakim olmasını temenni ederek başlıyorum.

Geçtiğimiz Cumartesi günü Merkez Yönetim Kurulu toplantımızın açılışında da ifade ettiğim gibi, 30 Ocak akşamı yaşanan gelişmeler sonucunda bir milletvekili arkadaşımızın kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmesi hepimizi derinden yaralamış ve üzmüştür. İnşallah, benzeri hadiseler bir daha tekrarlanmaz ve milletimizin meclisine olan güven ve saygısı bir daha sarsılmaz.

Ancak, bu taşkınlık ve gerilim ortamı neticesinde gerçekleşen müessif hadisenin gerek muhalefet ve gerekse medya tarafından değerlendiriliş biçimi hakkaniyetten uzak ve yakışıksız bir uslûpla cereyan etmiştir.

Bu konunun yargıya intikal etmiş olmasından dolayı, hem partimize hem de iki milletvekili arkadaşımıza yönelik iddia ve ithamlara karşı erken bir değerlendirmede bulunmak istemiyoruz.

Yargı süreci tamamlandığında tabii olarak bu konuda gerekli değerlendirmelerde bulunmaktan ve gerçekleri milletimize ifade etmekten çekinmeyeceğiz.

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bilindiği üzere, yerleşik demokrasilerin ayırt edici vasıflarından birini, hiç şüphesiz muhalefetin varlığı ve etkinliği oluşturur. Muhalefetin yaşamasına ve kendisini geliştirmesine imkan tanımayan sistemleri demokratik parlamenter rejim olarak tanımlamak mümkün değildir.

Demokrasilerin doğasında, farklı sosyal kesimlerin ve taleplerin örgütlenip siyasi zeminlerde yarışarak milletin güvenini kazanması çabasının vazgeçilemezliği yatar. İşte böyle bir yarışın sonunda şekillenen iktidar ile muhalefet olgusu, demokratik rekabetin kurumlaşmasını ifade eder.

Bütün demokrasiler açısından bu süreçte belirleyici olan iki temel prensipten söz etmek mümkündür. Bunlardan birincisi, siyasi rekabeti düzenleyen kurallar üzerinde güçlü bir mutabakatın varlığı ve siyasi aktörlerin bu kurallara olan saygısıdır. İkinci temel prensip ise, milletin güvenine ve desteğine olan bağlılığın siyasi faaliyetlerin temel ölçüsü haline getirilmesindeki samimiyet ve kararlılıktır.

Dolayısıyla, siyasetin ana eksenini oluşturan iktidar ile muhalefet, demokratik rejimin yaşatılması ve geliştirilmesinde de hayati bir role sahiptir. Unutulmamalı ki, iktidar-muhalefet ilişkileri, sadece rejimin işleyişi ve etkinliği açısından değil, demokratik siyasi kültürün gelişmesi bakımından da belirleyicidir.

Türk demokrasi tarihine bu bağlamda yaklaştığımızda, kökeninde sağlıklı bir iktidar-muhalefet geleneğinin tesis edilememesinin yol açtığı bir çok ciddi krizle karşılaşılmaktadır. Çünkü böyle bir geleneğin yokluğu, en azından zayıflığı, siyasi sistemlerin çözüm ve değer üretme kabiliyetini zaafa uğratan temel bir dinamik olmaktadır. Böyle bir zaaf durumunun süreklilik kazanması meşruluk sorununu da beraberinde getirmektedir.

Zannediyorum buradan şu sonuca varmak yanlış olmayacaktır. Muhalefet, demokratik rejimin gelişmesinde olduğu gibi, sorunların çözümünde de, en az iktidar kadar öneme sahiptir. Aralarındaki esas fark, iktidarın doğrudan sorumluluk sahibi bir konumda bulunuyor olmasıdır. Muhalefetin bu çerçevedeki sorumluluğu ise daha dolaylıdır.

Milletimizin, iktidarların başarısızlığına endeksli bir muhalefet anlayışına pirim vermeyeceğini de unutmamak lazımdır. Burada, başlı başına alternatif politikalar üretemeyen, ülke sorunlarının çözümü için elverişli bir siyasi zeminin oluşmasına katkı sağlayamayan muhalefet partilerinin de başarısızlığa mahkum olduğu unutulmamalıdır.

Görüldüğü gibi, iktidar ile muhalefet partilerinin ülkenin kaderi üzerinde söz konusu olan rolleri, aynı zamanda kendi akıbetleriyle de paralellik arz etmektedir. Bunun için, başta rekabet alanları ile uzlaşma konuları arasındaki sınırların çok iyi tayin edilmesi olmak üzere, siyasi yapının ve süreçlerin niteliği hakkında iktidar ile muhalefetin asgari bir uyuma özen göstermesi zorunludur. Siyasetin rekabetçi yönü kadar, sorun çözme becerisinin gelişmesi ve saygınlığının öncellikle siyasi aktörler tarafından korunması da çok önemlidir.

Ülkemizde siyasette tıkanma ve güven erozyonu meselesi, bütün bu konularda yeterli bir duyarlılık sergilenemediği için ortaya çıkmaktadır. Yapıcı ve sorumlu bir muhalefetin yokluğu, hoşgörü ve uzlaşma zemininin yokluğuyla eşdeğerdir. Benzer bir değerlendirmeyi iktidarların muhalefetle olan ilişkilerine göstermesi gereken özen açısından da yapmak mümkündür.

Yine ülkemizde, iktidar muhalefet ilişkilerinin parlamento içi ve dışı zeminlerde görünümü pek iç açıcı olmadığı için uzlaşmacı demokratik kültür yeterince gelişmemiştir. Buna ek olarak, siyasi mücadeleyi ölüm kalım meselesi haline getiren zihniyetlerin varlığı ülkenin önünü tıkayan bir başka faktör olmuştur.

Seçim ve siyasi partiler kanunlarıyla birlikte siyaset alanını düzenleyen temel kurallar oluşturan meclis iç tüzüğünün stratejik önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Çünkü, çarpık siyasi zihniyetlerle, tartışmalı ya da yetersiz olan siyasi kurallar bir araya geldiğinde siyaset kurumunun kendi altını oyan bir yapıya dönüşmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi, son günlerde tekrar alevlenen iç tüzük tartışmalarını böyle bir çerçeve içinde ele almakta, sözde bir demokrasi havariliğinin yerini gerçekçi bir demokratik yaklaşımın almasını arzulamaktadır.

Mecliste yaşanan gecikme ve çatışmaların neticesinde, şüphesiz ki, en büyük zararı milletimiz ve demokrasimiz görmektedir. Meclis'imiz, hiç haketmediği halde vatandaşın gözünde yasa yapamaz, yürütmeyi gereği gibi denetleyemez, verimliliği ve etkinliği düşük bir yapı olarak algılanmaktadır. Meclisimizi böyle bir duruma düşürmeye de hiçbir siyasetçinin ve partinin hakkı yoktur.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Bilindiği gibi, halen yürürlükte bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü, 1961 Anayasası'na uygun olarak hazırlanmıştır. Aradan geçen yıllar içerisinde, yeni bir anayasanın yürürlüğe girmesine ve Parlamento çalışmalarında etkin ve verimli bir ortam sağlayacak değişikliklere ihtiyaç duyulmasına rağmen, bir türlü ele alınıp değiştirilme yoluna gidilmemiştir.

Dolayısıyla, içtüzük değişikliği bir zaruret halini almış ve Parlamento gündemine taşınmıştır.

Bu değişiklikle, yapılmak istenen, Türkiye'yi yeni bin yılda kutup başı ülkeler arasına taşıyacak verimli bir yasama faaliyeti için zemin oluşturmaktır. 21. Yüzyılı karşılayan, 21. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu anlamda tarihi bir misyonu bulunmaktadır. Ülkemizin ve insanlarımızın yarınları için ivedilikle görüşülmesi ve sonuçlandırılması gereken yüzlerce meselenin ele alınması, ne yazık ki, Türkiye Büyük millet Meclisi'nin çalışma usul ve esaslarını belirleyen içtüzükteki boşluklardan ya da istismara açık düzenlemelerden dolayı mümkün olamamaktadır.

Kurul ve kurallarıyla, dolayısıyla çalışma temposuyla, yeni yüzyılın hız ve dinamiklerine ayak uyduramayan, en anlamlı ve hayatî konularda bile karar almakta veya uzlaşmakta güçlük çeken bir Meclis görüntüsüne Türkiye Büyük Millet Meclisi de, Türk milleti de layık değildir. Atılan her adımda, görüşülen her konuda kriz doğuran, anlaşmazlık üreten bu siyasi iklimin mutlaka değiştirilmesi ve daha üretken, daha hızlı ve titiz çalışan bir yapının oluşturulması şarttır.

Bizim meclisimizin, dünyanın pek çok parlamentosunda rastlanmayacak ölçüde halkla iç içe olduğu ve milletvekillerimizin üstlendikleri görevlerin zorluğu hesaba katıldığında, tek başına yasama faaliyetlerine ayrılan zamanı artırmanın kalıcı bir çözüm olamayacağı görülmektedir. Dolayısıyla, Genel Kurul'da etkin ve verimli çalışma ortamını sağlamak kaçınılmaz olmaktadır.

Muhalefetin, İçtüzük değişikliğini adeta bir sistem ve rejim sorunu haline getirmesini anlayabilmek mümkün değildir. Çünkü, geçmişte, bu sıkıntıları sıklıkla dile getiren, tüzük değişikliği ihtiyacına vurgu yapan pek çok milletvekili halen bu partilerin çatısı altında siyasi hayatlarını sürdürmektedir.

Parlamento gündemine gelen yasa tasarılarının, her maddesinin ve hatta yürürlük maddelerinin bile, önergelerle tıkanmasının ve yasama çalışmalarının engellenmek istenmesinin muhalefet etmenin gereği olarak değerlendirilemeyeceği ortadadır. Keza, buradan hareketle, muhalefetin sesinin kısılması istendiği şeklindeki yorumların da gerçekleri ifade etmediği açıktır.

Nitekim, son dönemde yoğun bir çalışma temposuna girmiş bulunan Yüce Meclis'te, içtüzükteki boşlukları kullanarak engelleme ve tıkama girişimleri ile sıkça karşılaşılmıştır. Bu tutum ve davranışlar ne yazık ki, milletimize sadece zaman kaybı ve sorunlarına getirilen çözümlerin ertelenmesi olarak yansımıştır.

Değerli Arkadaşlarım,

Bugün TBMM'nin çalışma düzenini belirleyen iç tüzükte bir değişikliğe neden ihtiyaç duyulmaktadır? Hali hazırda yürürlükte bulunan iç tüzük neden yetersiz görülmektedir. Bu konular üzerinde kısa bir değerlendirmede bulunmak istiyorum.

TBMM 21. dönem 3. yasama yılında ülkemizin önünde çözüm bekleyen devasa sorunlara ilişkin yasal düzenlemelerin bir an önce hayata geçirilmesi mecburiyeti hepiniz tarafından iyi bilinmektedir.

Şimdi bir an düşünelim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yasa tasarı ve tekliflerinin esas ve talî komisyonlardan sonra yürürlülükte bulunan iç tüzük uyarınca Genel Kurul'da tümü üzerinde görüşülme süresi;

-Komisyon raporunun okunup okunmamasına,

-İktidar partisi grupları adına konuşma yapılıp yapılmamasına,

-Maddelere geçilip geçilmemesine ilişkin oylamanın açık ya da işaretle yapılmasına göre değişmek üzere, en az 1 saat, en çok 2 saat 40 dakikayı bulmaktadır.

Söz konusu yasa tasarı ve tekliflerinin bir maddesinin görüşülmesi;

-Maddenin okunması nedeniyle uzunluğuna,

-İktidar partisi grupları tarafından konuşma yapılıp yapılmamasına,

-Soru cevap işleminin uzunluğuna,

-Maddenin fıkra sayısına ve fıkralar için önerge verilip verilmemesine,

-Maddenin oylamasının açık ya da işaretle yapılmasına göre değişmek üzere, en az 32, en çok 2 saat 10 dakika sürmektedir.

Dolayısıyla, sözgelimi, birer fıkralı 3 maddelik bir kanun tasarısı veya teklifinin yukarıda belirtilen esaslar dahilinde görüşülme süresi en az 2 saat 39 dakika, en çok 9 saat 36 dakikaya ulaşmaktadır.

Yine, mevcut iç tüzüğümüze göre Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul'u salı, çarşamba ve perşembe günleri saat 15.00'den 19.00'a kadar toplanmakta, başka bir deyişle, günde 4, haftada 12 saat çalışmaktadır.

Ancak hatırlayacağınız gibi, 21. yasama döneminde haftalık çalışma gün ve saatleri artırılarak, %160'lık bir çalışma verimliliğine ulaşmak mümkün olmuştur. Bu yoğun çalışma temposuna rağmen, 21. dönemin birinci ve ikinci yasama yılında Genel Kurul'da yasama işlerinden %19'u, denetim işlerinden %27'si ancak sonuçlandırılabilmiştir.

Yine bu dönemde, 1355 yasa tasarısı ve teklifi ile Kanun Hükmünde Kararname Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulmuş, bunlardan 254'ü görüşülerek 204'ü yasalaştırılabilmiştir.

Bu dönemde, Meclis'e gönderilen ve halen komisyonlarda ve Genel Kurul'da bekleyen 150 kanun tasarısı ile geçmiş dönemden kalan 281 Kanun Hükmünde Kararname, toplam olarak yaklaşık 5300 maddeden oluşmaktadır.

Mevcut iç tüzüğümüze göre, daha önce ifade ettiğimiz normal çalışma düzeni ve süreleriyle bu yasa tasarı ve teklifleri ile Kanun Hükmünde Kararnamelerin görüşülebilmesi en az 12 yıl 3 ay, en fazla 48 yıl olacaktır.

Bu değerlendirmeye geçen yasama döneminde Meclis'e gönderilen ve bu yasama döneminde yenilenen 100 yasa tasarısı ile komisyonlarda ve Genel Kurul'da görüşülmeyi bekleyen 620 yasa teklifi dahil değildir.

Şimdi, 57. Cumhuriyet Hükümeti döneminde 3 yıllık ekonomi programını destekleyen yasa tasarıları ile köklü yapısal reformları gerçekleştirecek tasarıların ne kadar sürede görüşülebileceğini takdirlerinize bırakıyorum.

Görüldüğü gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, verimli ve etkin bir çalışma dönemi ile ağır çalışma düzeni arasında bir tercih yapmak zorundadır. Türk siyasetçisi, demokrasilerde elzem olan denetim ve tartışma görevine zarar vermeden çözüm üreten ve işleyen bir meclis yapısına mutlaka kavuşmalıdır. Bu telaşlanacak ya da rahatsız olunacak herhangi bir yaklaşım değildir. Bilakis, elbirliğiyle hayata geçirilip paylaşılması gereken milli ve demokratik bir görevdir.

Değerli Milletvekilleri,

Kıymetli Basın Mensupları,

Milletimizin önüne, Türkiye meselelerini kavrayan, çözüm üreten sorumlu siyaset anlayışını koyduğumuz zaman insanımızın buna ne denli sahip çıktığını çeşitli örneklerden biliyoruz. Bugün Türk milliyetçilerinin görevi dünyada yaşanan gelişmeleri kavramak, insanlığın ortak kaderine ilişkin sorunları çözecek, Türkiye'nin içinde bulunduğu açmazları aşacak siyaset anlayışını ortaya koymaktan geçmektedir.

İnsanlığın, 21. Yüzyılla birlikte yeni bir geleceği kurmanın heyecan ve arayışı ile meşgul olduğu bir dönemde, Türkiye'nin ufkunu iç çekişmelerle karartarak, siyasi didişmeleri politika yapma sanatı haline getirenlere ayıracak ne vaktimiz vardır ne de bunlarla uğraşmak ülkemize herhangi bir katkı sağlayacaktır.

21. Yüzyılda Milliyetçi Hareketi bekleyen görev, siyaseti çözüm ve değer üretici bir kurum haline dönüştürmektir. Bu anlayışın kalıcı bir yaklaşım haline gelmesi ancak ve ancak demokratik değerlerden beslenen sorumlu bir siyaset kültürünün oluşumuna bağlıdır. Türk toplumunun değerlerine saygılı, onun taleplerini siyasi sisteme temel girdi olarak taşımaya dönük bir siyaset etme tarzı aynı zamanda demokratikleşme sürecinin de esas dinamiği olacaktır. Toplumumuzun demokratikleşmesi ise, Türkiye'nin küresel süreçte etkin bir şekilde yer almasını sağlayacak bir güç kaynağı olacaktır.

Bugün evrensel ölçekte yaşanan gelişmeler, 21. Yüzyılın artık zamanı ve enerjisini iç çekişmelere harcayan toplumların sonunu hazırladığını göstermektedir. Bu aynı zamanda bu tür toplumların entrikacı siyasetçilerinin de tarihi ömürlerini tamamlaması anlamına gelmektedir.

Türkiye'nin içine kapalı ekonomik yapısını dışa açık rekabetçi özelliğe kavuşturmak, Türk kültürünü kendi uygarlık sahasından başlayarak dinamik bir hale getirmek, yeni bir siyasetçi anlayışı ve yeni bir siyasi yaklaşımı ortaya çıkarmak köklü yapısal değişme programlarıyla mümkündür.

21. Yüzyıl bir anlamda kültürde önce milli kimliğe dayalı bir inşa oradan evrensele açılmayı başarmayı gerektirirken, teknik alanda bilgi teknolojilerine geçmeyi, ekonomide rekabetçi piyasayı, siyasette katılımcı demokrasiyi kurumlaştırmayı başaran toplumların yükseldiği bir yüzyıl olacaktır.

Bunları başarmadan yol almak mümkün olmadığına göre önümüzde başarılması gereken bir çok görev, ulaşılması gereken çok sayıda hedef var demektir.

Ancak, Türkiye'nin içinde bulunduğu manzara ve sorunlar, yeni çağın gerekleriyle örtüşmemektedir. Bunu aşacak siyaseti üretmenin zemini, şüphesiz Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Bunu başarmanın yöntemi ise uzlaşma ve diyalogdur.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak 18 Nisan seçimlerinden bu yana izlediğimiz politikaları eleştirenlerin bugün giderek hırçınlaştıkları görülmektedir. Bunların hırçınlıklarının ve endişelerinin daha da artması ülkemize zarar verdiği gibi, kendilerine de bir faydası dokunmayacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Önümüzdeki günlerde bu hırçın ve saldırgan siyasi yaklaşımların sahiplerinin bizlere yönelik tahrikleri daha da artabilir. Onlara vereceğimiz cevap kesinlikle onların uslûbuyla olmamalıdır. Biz burada toplumsal barışı kurmanın yolunun her zaman siyasal uzlaşmadan geçtiğini söyledik. Bugün de aynı şeyi söylüyoruz: Uzlaşma ve diyalog bizim siyasetteki temel yöntemimizdir. Partimize karşı kim hangi uslûbu kullanırsa kullansın, bizi çatışmanın ve kavganın tarafı haline getirmeyi başaramayacaktır. Çünkü bunu başarmaları demek, görevimizi yapmamızı engellemeleri anlamına gelmektedir. Kendi yöntem ve ilkelerimizden taviz vermenin, her zaman başkalarının işine geldiğini gözden uzak tutmamamız lazımdır.

Türkiye'de hakim siyaset etme biçimini sürdürmek, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni kavga, kışkırtma ve karşılıklı bağrışmalar mekânı getirmek isteyenlere fırsat vermemeliyiz.

Unutmayalım ki, Yüce Meclis Türkiye'nin sorunlarının temel çözüm üretme mekânı olmaktan çıktığı zaman ülkemiz vakit kaybetmeye devam eder, sorunlar ertelendikçe, çözülemez hale gelir. Bunun için yapmamız gereken şey meclisi her zaman için problemlerin çözüm kaynağı olarak işleyen bir kurum halinde tutmayı başarmaktan geçmektedir.

Bundan dolayıdır ki, başta bütün milletvekillerimizin bu hassasiyette olma mecburiyeti vardır. Yüce Meclis'in, ülke sorunlarına sahip çıkarak çözüm üretmesi milletvekillerinin millete karşı sorumluluklarının ahlâki bir şartı olduğu kadar, siyaseten de temel görevleri arasında yer almaktadır.

Bu duygu ve düşüncelerle yüksek heyetinizi bir kez daha saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı