Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 2 Nisan 2013
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
2 Nisan 2013

 


Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Konuşmama başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Umut kırıcı, can sıkıcı onca gelişmeye rağmen; doğanın uyandığı, toprağın renklendiği, yeşilin gözleri büyülemeye başladığı bahar aylarının içinden geçiyoruz.

Bir tarafta ruhumuzu bunaltan, içimizi karartan, geleceğimizi kapatan hadiseler zinciri varken; diğer tarafta baharın cümbüşü, baharın çekiciliği her yanı sarmaktadır.

Bir tarafta yüreğimizi burkan, sevincimizi çalan, huzurumuzu gölgeleyen olaylar bir biri ardına vizyona sokulurken; diğer tarafta milli ilkelerin, manevi iddiaların ve yüksek değerlerin peşinde olan millet evlatları heyecan vermekte, ümitle dolmamızı sağlamaktadır.

Geçtiğimiz hafta sonunda Antalya’da gördüğümüz, muhatap olmaktan kıvanç duyduğumuz coşkunun ve cesaretin özeti tamı tamına işte budur.

Öncelikle şu hususun altını çizmek isterim ki; partimizin belediye başkanlarıyla Antalya’da düzenlediğimiz toplantının çok yararlı sonuçlara vesile olacağı kanaatindeyim.

Bu kapsamda, partimizin sorumluluğu altında bulunan belediye yönetimlerinin bugüne kadarki çalışmaları gözden geçirilmiş ve bundan sonraki hedeflerimizle ilgili detaylı bilgilendirme ve fikir alışverişi yapılmıştır.

Parti olarak, 30 Mart 2014 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimleri’nin çok önemli ve kritik sonuçlara neden olacağını biliyor ve bunun için tüm tedbirlerimizi şimdiden alıyoruz.

Bu nedenle önümüzdeki demokratik yarışa çok ciddi ve çok güçlü şekilde hazırlanıyoruz ve en iyi neticeyi elde etmek istiyoruz.

Mevcut belediye başkanlarımızın başarılı çalışmaları, iyi niyetli tutumları ve dürüst yönetim anlayışları şüphesiz hepimizin gururudur.

Bunun için huzurlarınızda MHP’li tüm belediye başkanlarına teşekkür ediyor, gayretlerinin devamını diliyorum.

Yerel yönetimler alanında yaptıklarımız ve icraatlarımız esasen yapacaklarımız hakkında herkese bir fikir vermektedir.

Amacımız milletimize hizmet götürmek; varlığını, birliğini ve dirliğini emniyete almaktır.

İlave olarak insanımızı refaha ulaştırmak, sorunlarını bitirmek ve şikayetlerini dindirmektir.

Elbette Türkiye’nin mamur hale gelmesi, istikrar bulması şarttır, bunun gecikmesi, geciktirilmesi doğru olmayacaktır.

Dengeli şehirleşme, sağlıklı yapılaşma, geniş yaşam alanları, rahat ulaşım imkanları, insana yaraşır çevresel düzenleme, alt yapı ihtiyacının bütünüyle giderilmesi, temiz hava, temiz içme suyu, temiz caddeler belediyeciliğin ana meseleleri arasında yer almalıdır.

Gururla söyleyebilirim ki, partimizin belediye başkanları, imkansızlıklara, iktidar engellemelerine ve iktidar kaprislerine rağmen verdiği sözleri tutmuş, yerel yönetimlerde yüz akımız haline gelmiştir.

İnşallah partimiz gelecek yılki seçimlerde çok başarılı bir sonuca ulaşacak ve böylelikle iktidarın müjdesini verecektir.

İddiayla söylüyorum ki, 3 Kasım 2002’nin rövanşı mutlaka alınacak, AKP zihniyeti iktidardan paldır küldür düşecektir.

Gelişmeler bu yöndedir.

Partimize yönelik her geçen gün büyüyen destek bunu göstermektedir.

Antalya’da vatandaşlarımızın muazzam ilgisi, gösterdikleri sıcak yakınlık, her tarafta izdihama varan karşılama ve sevgi seli hepimizi sevindirmiştir.

Antalyalı kardeşlerim Türkiye’nin halinden memnuniyetsiz, hükümetin tercihlerinden ve izlediği politikalardan oldukça rahatsızdır.

Antalya’nın her köşesi, Antalya’nın her insanı AKP’yle daha fazla gidilemeyeceğini, bu devranın kapanması gerektiğini haykırmaktadır.

√       Antalya, Türk kimliğine yapılan baskı ve tacizleri reddetmektedir.

√       Antalya, Türklüğü çökertme ve anayasadan çıkarma fütursuzluğuna şiddetle itiraz etmektedir.

√       Antalya, milliyetçiliği ayaklar altına alacak kadar kontrol ve dengesini kaybeden eşbaşkanlara haddini bildirmek için sabırsızlanmaktadır.

Manavgat’ın kararı, Gazipaşa’nın niyeti, Alanya’nın düşüncesi budur.

Serik’in inanmışlığı, Aksu’nun samimiyeti ve diğer vatan yörelerinin muhabbeti bize bunları işaret etmektedir.

Antalyalı vatandaşlarım;

√       Türk milletinin yanında, bölücülerin karşısındadır.

√       Türk bayrağının gölgesinde, hainlerin ensesindedir.

√       Türklüğün safında, etnik fitnenin uzağındadır.

Artık insanımız AKP’nin aciz, köksüz, yetersiz ve kötü niyetli politikalarından bıkmış durumdadır.

Hükümetin, Türkiye’nin kaderini PKK’ya bağlaması Antalyalı kardeşlerimi öfkelendirmiştir.

Hükümetin, Türk milletinin varlık ve birlik haklarını bölücü canilere devretme utanmazlığı Antalyalı kardeşlerimi aşırı ölçüde kaygılandırmıştır.

Nitekim Antalya kararını vermiş, AKP’yi çoktan gönlünden silmiştir.

Anlaşılan, hükümet için hezimet dolu günler önümüzdedir.

Mağlubiyetin soğuk duşu, yenilginin acı yüzü AKP’yi dört gözle beklemektedir.

Toroslar’ın yiğit insanları hainlere izin vermeyecektir.

Toroslar’ın gözü pek insanları teröristlerle düşüp kalkan AKP’ye tüm yolları kapayacaktır.

Ve biliyorum ki, Toroslar’dan kalp atışı hissedildiği müddetçe, Yörüklerin sesleri duyulduğu ve vatanımızın pencerelerinden kardeşlik ışığı canlı şekilde yandığı sürece bu necip millet bölünmeyecek, bu aziz vatan batmayacak ve Türkiye Allah’ın izniyle bitmeyecektir.

Çünkü bu kararlılık, Türk milletine mensubiyet duyan milliyetçi-vatanseverlerin müşterek duygu ve düşüncesidir.

Buradan Antalyalı her kardeşime, bu ilimizde hayatını kazanan, geleceğini arayan, ekmeğinin peşinde olan herkese en içten duygularımla birlikte selamlarımı gönderiyor, Cenab-ı Allah’tan başarı ve esenlikle geçecek bir ömür temenni ediyorum.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Sözlerimin bu aşamasında ekonomideki gelişmelere kısa da olsa temas etmek istiyorum.

Dün açıklanan 2012 yılı büyüme rakamları Türkiye ekonomisinin olumsuz tablosunu adeta tescillemiştir.

Buna göre geçtiğimiz yılın son çeyreğinde yüzde 1,4; yılın bütününde de yüzde 2,2 büyüyen ekonomi beklentileri boşa çıkarmıştır.

Böylelikle büyüme ivmesi ters tepmiş ve hedeflerin gerisine düşmüştür.

Aynı şekilde ekonomik büyüme, hükümetin Orta Vadeli Program’da öngördüğü yüzde 3,2’lik seviyenin de altında gerçekleşmiştir.

AKP’nin büyüme rakamlarını sürekli revize etmesi bir sonuç doğurmamış ve beklenen akıbeti öteleyememiştir.

Ayrıca 2012 yılı Gayri Safi Yurt İçi Hasıla da 786,3 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir.

İç talepteki daralmanın büyümeyi frenleyen başlıca faktör olduğu anlaşılmıştır.

Düşen büyüme daha fazla işsizlik demektir.

Gerileyen büyüme daha az yatırım, daha az fabrika demektir.

AKP hükümetinin ekonomideki başarısızlığı, yetersizliği artık tüm çıplaklığıyla ortadadır.

AB ekonomilerinin durumunu göstererek, Euro Bölgesi’nin binde 6 daralmasını mazeret olarak ileri sürerek büyümedeki düşüşe bahane aranması, müflis siyasetçilerin başvuracağı çaresizlik olarak görülmelidir.

Sıcak paradan geçinen, düne kadar küresel imkanlardan faydalanan ve üretimi dışlayan bir ekonomi politikasıyla ilerleme kaydedilmesi pek tabiidir ki imkansızdır.

Ekonomi her tarafından açık vermekte ve insanımız feryat etmektedir.

Özellikle borç sorunu kritik bir noktaya gelmiştir.

Bilhassa 2002’de 130 milyar dolar olan dış borçlar, 2012’nin üçüncü çeyreğinde 326,3 milyar doları bulmuştur.

AKP zihniyeti her alanda tel tel dökülmektedir.

Sosyal, duygusal, insani ve ekonomik nitelikli bir yara olan işsizlik meselesi de geçtiğimiz yıllar içinde bir türlü çözülememiş, bilakis yoğunluk, etkinlik kazanarak kökleşmiştir.

Görünen odur ki,

√       AKP hükümeti insanımızı işsiz bırakmış, borçlandırmış, hayat pahalılığı altında ezmiştir.

√       AKP hükümeti, vatandaşlarımızı çaresizliğe, sıkıntıya ve parasızlığa terk etmiştir.

Zamlar, vergiler dayanılmaz noktalara çıkmıştır.

AKP’nin yönettiği Türkiye’de;

√       İnsanımız aç, işsiz ve yoksuldur.

√       Memur endişeli ve yarınından umutsuzdur.

√       Esnaf meteliğe neredeyse kurşun atmaktadır.

√       Emeklimiz perişan ve gariptir.

√       Çiftçimiz feryat etmekte, 2/B sorunu can yakmaktadır.

Hafta sonunda Antalya’daki ziyaretimiz sırasında 2/B meselesinin kanayan ve bir an önce çözülmesi gereken bir mesele olduğunu tekrar gördük ve yerinde şahit olduk.

Hükümet 2/B arazileri konusunda vicdansız, adaletsiz ve insafsız kararlar almıştır.

Atalarından kalan yaklaşık yüz elli yıllık topraklarını ekip biçen, nafakalarını çıkaran kardeşlerim, hükümet zulmüne uğramıştır.

Tapulu olarak babadan, dededen intikal eden arsalar, araziler; hükümet tarafından rayiç bedel üzerinden fiyatlandırılmış, satışa çıkarılmıştır.

Üstelik 2/B mağduru vatandaşlarım hükümet tarafından azarlanmış ve işgalci olarak hayasızca suçlanmıştır.

Vatandaşımız, kendi toprağını satın almak zorunda bırakılmıştır.

Parasızlıktan kıvranan vatandaşlarım, belirlenen rayiç bedel üzerinden, aslında anasının ak sütü gibi helali olan toprağını nasıl alacaktır?

AKP hükümeti, kimin malını kime satmanın derdindedir?

Yandaşlar, hükümet destekli rantiyeciler, fırsatçılar, emek ve göz nuru toprakları ucuza kapatmanın mı hesabındadır?

Bir yıl içinde iki defa Meclis’te gündeme gelen 2/B meselesinde, maksat sorunları çözmek değildir.

AKP’nin amacı, yandaşa rant yaratmak, buraları da rayiç bedel üzerinden peşkeş çekmektir.

Hükümet terör örgütüyle Türkiye’yi konuşmaktadır, ama 2/B mağduru kardeşimizi ciddiye almamaktadır.

Başbakan Erdoğan İmralı canisine iyilik perisi kesilmiştir, ama Kaş’tan Gazipaşa’ya kadar her kardeşimi kasıp kavuran 2/B sorununu ağzına dahi almamıştır.

Bu haksızlıktır, bu insafsızlıktır ve mutlaka düzeltilmelidir.

Biz parti olarak 2/B sorununu yakından takip edecek ve bu sorunun altında hırpalanan kardeşlerimizin de her zaman yanında olacağız.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Bugünkü zaman diliminde karşı karşıya olduğumuz hırçın yüzler, hınç dolu bakışlar, fırsat gözleyen karanlık emeller, birbirine eklemlenerek ilerleyen şaibeli ilişkiler silsilesi ülkemizin genel tablosu hakkında hepimize bir vermektedir.

Türk milletinin buhranlı dönemleri; pusuya yatmış sinsi niyetlerin, kalleş düşüncelerin, düşman tavırların birden bire belini doğrulttuğunu ve harekete geçtiğini her defasında ispatlamaktadır.

Tarihimizin zorluklarla iç içe geçmiş herhangi bir dönemini numune olarak alıp inceleyiniz, eminim ki fırsatçıları, etnik leş avcılarını, münafıkları, işgüzarları ve işbirlikçileri anında tanımanız mümkün olacaktır.

Bunlar, hangi devirde yaşarsa yaşasın birbirine benzeyen, fikir ve düşünce konusunda aralarında herhangi bir aykırılık bulunmayan vicdanı silik, irfanı delik, milli ahlakı bitik bir zümrenin temsilcileridir.

Bu zevatın milletimizin tökezlediği her devirde ön plana çıkma ve seslerini çok çıkarma gibi alışkanlıkları, özellikleri vardır ve bu her zaman da olmuştur.

Temelsiz demokrasiden en çok bahseden, sahte özgürlüklerin üzerinde en çok duran, barışı, mütarekeyi avazı çıkracasına dillendiren bunlardır.

Milliyetçi olmak gerilik, milli ve manevi değerleri en üst perdeden seslendirmek ve sahiplenmek bu anlayışa göre çağ dışılıktır.

Bunların vatanı ruy-i zemin, milleti nev-i beşerdir.

Her durumda yabancıları öven, ama yerliyi mahkum eden bunlardır.

Mazimize saldırıp, milli kültürümüze vuran; ama sıra başkalarının tarihi ve sosyal yapılarına gelince birden bire hayranlık içinde gönüllü misyonerliğe girişen bunlardır. 

Kompleksleriyle, şahsiyet noksanlıklarıyla her değerimizi sorgulayan, yargılayan ve aşağılamaya meyyal olan bunlardır.

Hayatlarının hiçbir döneminde Türk milletine aidiyet şerefinden nasiplenemeyen, gerçekte yersiz, yurtsuz ve yarınsız olduklarını fark edemeyecek kadar da körelmiş olan zavallılar bunlardır.

Çanakkale önleri şehadet denizine, Çanakkale sırtları mahşer ortamına dönmüşken; yabancılara göz kırpan, rahatlarını bozmamak için her ahlaksızlığa dümen çeviren bahsettiğim bu zümrenin uzantılarıdır.

Sarıkamış’ta onbinlerce vatan evladı soğuk havada ecelle boğuşup ruhlarını teslim ederken, Beyoğlu’nda kahkahalarla birbirlerini ısıtan, eğlence mekanlarında kendilerinden geçen gafiller bu zümrenin elebaşlarıdır.

Milli mücadele ateşi Türk milletinin bahtını ve alnını aydınlatırken, memleketin her köşesi esarete başkaldırmışken; işgal komiserleriyle gizli anlaşmalar yapan, bağımsızlıktan ödleri kopan vatan ve millet cellatları bu zümrenin referanslı isimleridir.

Mehmetçik giyecek çarık, yiyecek ekmek, içecek su bulamazken; bireysel çıkarları doğrultusunda yabancı postalları yalayacak, emperyalizmden kariyer vesikası umacak kadar alçalmış ve insanlığından olmuş maskeli yüzler, bu zümrenin hatırlı kişileridir.

Tendürek’te, Allahuekber’de, Cudi’de, Kato’da, Yüksekova’da, Şırnak’ta, Tunceli kırsalında, hülasa vatanın her köşesinde Türk milletinin hak ve helalini canı pahasına savunan askerimiz, polisimiz, korucumuz şehit olurken; şampanyanlar patlatıp, göbekler atan, sonra da demokrasi ve özgürlük mavalı okuyan bu zümrenin torunlarıdır.

Dün demokrasiye küfredip, fakat bugün tam zıt konumda misli görülmemiş bir heyecanla duruş gösterenler ve bölücü demokratlıkta tez yazacak kadar ilerleyenler bu zümrenin neslidir.

Barış diyen, çözüm ve süreç yaygarası koparan, Kandilseverler arasında bulunarak PKK’ya methiyeler düzen, hayatlarında her şey olup da, bir tek Türk olamayan, Türk milletinin hakkını teslim edemeyen bu çürümüşlerdir.

Bunlar ki, yeri gelince Komünist, yeri gelince liberal; bir gün demokrat, diğer gün otokrat; bazen Marksist, bazen özgürlükçü; işlerine gelince muhafazakar, işlerine gelmeyince ilerici sıfatlarını anında kullanabilmektedir.

Bunlar ki, işgal yıllarında İngilizci, Fransızcı, Wilsoncu, sömürge soytarısıdır; bugünkü zaman diliminde Kürtçü, PKK’lı, bölücü, BOP’çu, çözümcü olarak görülmektedir.

Bunların kalbinde kilise, dilinde cami vardır.

Yine bunlara göre bölücü olmak, bölen sıfatını taşımak zamanın ruhunu yakalamak, modernliğin gereğini yerine getirmektir.

Takdir edeceğiniz üzere, bunların sayısı öyle çoğalmış, öylesine artmıştır ki, hayrete düşmemek, kaygıya kapılmamak mümkün değildir.

AKP hükümeti bastırılmış tüm uç, uçuk ve uçarı fikirleri canlandırmış, milli varlığın üzerine sevk etmiştir.

Geçmişte Türkiye’nin üniter ve milli devlet yapısını gizli veya açık, ağır veya yumuşak tonlarla tenkit edenler şimdi tam bir fikir, eylem ve ağız birliği içine girerek sözde çözüm ve barış mevzisinde buluşmuşlardır.

Hatta bu çevrelerin kanlı terör örgütüne duydukları derin sempati ve İmralı canisine içten içe besledikleri bağlılık tüm yönleriyle yüzeye çıkmıştır.

Bu gelişmeler tesadüf olarak görülmemelidir.

Büyük ve hain bir plan adım adım yürütülmekte, Türk milletini çözmek, kötürüm bırakmak ve bölmek için her oyun oynanmakta, her kurnazlık sahnelenmektedir.

Her ortam ve fırsatta ısrarla söylediğim gibi, tehlike büyüktür.

Türkiye’yi tasfiye etmek, Türk milletini parçalara ayırmak konusunda fazla iştahlı olan bölünme aktörleri, AKP öncülüğünde tüm milli ve manevi emanetlere düşmanca davranmaktadır.

Eğer önlem alınmazsa, Türk milleti olan bitenleri fark etmezse, Başbakan Erdoğan’ın ustalık dönemi yıkımın, yıkılışın ve yok oluşun karanlık bir devri olacaktır.

AKP’nin küresel hedefler doğrultusunda planladığı, ardından İmralı canisiyle kurduğu ihanet masasında son rötuşlarla olgunlaştırdığı ve nihayetinde de ilan ettiği ‘Yeni Türkiye’ vaadi bu felaketin sadece bir bölümüdür.

AKP ve yanında hizalanan çok sesli ihanet ittifakı, 10 yılı aşkın bir süredir, ellerine geçen her fırsatı kullanmışlar ve adım adım şu günkü noktaya gelmişlerdir.

Bu kirli ittifakın içinde az önce bahsettiğim zümre bir hayli belirleyici ve etkileyici olmuştur.

Bunlar ihanetin normal görülmesi ve AKP’nin istenilen kıvama gelmesi için de epey efor ve emek sarfetmişlerdir.

Üzülerek söylüyorum ki, ülkemiz, AKP tarafından sürüklendiği uçurumun kenarında, üzerinde derin ve karanlık senaryoların test edildiği kobay bir ülke durumuna düşürülmüştür.

Türkiye kapsamı çok geniş ve çok boyutlu işleyen, aynı zamanda da her türden propagandisti bulunan bölücülük ve terör operasyonu altına alınmıştır.

Bu kapsamda hem iç, hem de dış faktörler bileşik kapların çalışmasına benzer şekilde çoktan devreye girmiştir.

AKP’nin PKK’yla birlikte gerçekleştirdiği sözde çözüm ve barış çağrılarının kabullendirilmesi, savunulması ve toplum ölçeğinde yayılması amacına matuf olan süreç mekanizmasının içinde;

√       Değişik tarihlerde PKK’ya sözde ateşkes ve barış davetleri yapan, şiddeti lafta eleştirip esasta benimseyen, imzalanan bildirilerle bölücülüğü aklamaya çalışan sivil toplum kuruluşları vardır.

√       Girişim, dayanışma, platform, oluşum gibi adlarla bir araya gelerek ihanete çanak tutan terör ve bölücülükten nemalanan mihraklar, akil olarak övülen akılsız ve vicdansızlar sıra sıra dizilmişlerdir.

√       Milletimizin tam karşı cephesinde yer alan fikirleri, bilimsel temele oturtmak için üniversite zeminlerini alet eden laçkalaşmış demokrasi taraftarları yan yana gelmişlerdir.

√       Küresel telkinlere ve yönlendirmelere maruz kaldıklarından haberli ya da habersiz, tasarlanan çöküş ve çözülme güzergahının tetikçisi haline gelmiş sözde strateji kuruluşları yer almaktadır.

√       Ekranlarda çokbilmişlik taslayan, yorumlarıyla milletimizi yanıltmayı meslek edinmiş, kafaları karıştırmak ve algıları şekillendirmek için talimat üzere hareket eden ne idüğü belirsiz uzmanlar, çanak soru soran ucube moderatörler bulunmaktadır.

√       Milletimizi yanlışa düşürmek, kanaatini etkilemek amacıyla, çoğunlukla siyasetin ve gücün kontrolüne girmiş, sipariş anketlerle topluma istikamet çizmeye çalışan kamuoyu araştırma şirketleri kurulan bu mekanizmanın önemli halkaları arasındadır.

√       Sahip oldukları gazete ve televizyon imkanlarını tamamen iktidar emrine vermiş, yandaşlığın, tarafgirliğin üst bir formuna geçmiş bazı medya sahipleriyle, kalemlerini kiralamış, aydın geçinen, aslında karanlığın ta kendisi olan yazar-çizer takımı süreç mekanizmasının gözü kapalı savunucuları olarak dikkat çekmektedir.

Türkiye hain tuzaklarla kuşatılmış, gerilim ve hezeyan diline tam teslim edilmiştir.

Siyasi ihtiraslarına gem vuramayan, siyasi dalgalanmaya alan açan, rejim ve sistem sorunlarına ortam hazırlayan bir yönetim yapısı geleceğimizi belirsizliklere, birlikteliğimizi risklere mahkum etmiştir.

Ülkemiz kısır bir döngünün içine hapsedilmiş durumdadır.

Bugünkü şartlarda, özellikle medya vasıtasıyla, demokratik özerlik, bölgesel yönetim, eyaletleşme, federalizm, yerel sembol ve bayrak, farklı dillerde eğitim gibi kabul edilemeyecek teklifler, iktidar ve bölücü ortakları tarafından tartışmaya açılmış haldedir.

Deyim yerindeyse Türkiye ve Türk milleti sürüklendiği var oluş, yok oluş sınırında, tüm milli değer ve güvenlik ilkelerinden yalıtılmak üzeredir.

Başbakan Erdoğan kendi egolarını, bölünmeye dönük adımlarını ve bireysel hedeflerini gerçekleştirmek için her değerimizle uğraşmaya, her mirasımızla boğuşmaya, her dokunulmaz hakkımızla didişmeye başlamıştır.

Bu zihniyet nefisinin ve yabancı projelerin kuklası olduğunu, PKK’nın kuyruğuna takılarak yapmayacağı tahribatın olmayacağını artık net olarak göstermiştir.

Başbakan Erdoğan’ın eyalet sistemiyle ilgili sözlerini bu çerçevede ele almak lazımdır.

Kendisi, eyalet sisteminin güçlü devletlerde sorun ve endişe yaratmayacağını, 2023’de Başbakan olursa bunu önereceğini soğukkanlılıkla söylemiştir.

Anlaşılan bu şahsiyet aklını peynir ekmekle yemiş ve bitirmiştir.

Başbakan Erdoğan Türkiye’nin milli ve üniter yapısından aşırı ölçüde huzursuzdur.

Burada aklımıza Başbakan’ın eyalet yönetimiyle ilgili İmralı canisine ve PKK terör örgütüne bir söz verip vermediği sorusu gelmektedir.

Başbakan Erdoğan açıklamalıdır.

Başbakan Erdoğan konuşmalı ve milletimize cevap vermelidir.

İmralı canisiyle yürütülen müzakerelerde, müsait bir zamanda eyalet yönetimine geçilmesi konusunda bir umut verilmiş midir?

Başbakan Erdoğan Türkiye’nin eyaletlere bölünerek parçalanmasına yeşil ışık yakmış mıdır?

Türkiye’nin idari bütünlüğünü bozmak ve sabote etmek maksadıyla ne tür bir çalışma ve hazırlık içine girilmiştir?

Milleti 36’ya ayıran, etnik kimlikleri coşturan bu zihniyet, teröristlere daha neleri vaat etmiş, çözüm diyerek Türkiye’nin nelerinden ödün vermeyi göze almıştır?

Başbakan Erdoğan İmralı canisine, önce özerklik, ardından eyaletleşme ve nihai aşamada da Kürdistan’ın kurulması için söz vermiş midir?

AKP’nin çözümü bu mudur?

AKP’nin barışı Türkiye’nin bölünmesi midir?

Başbakan Erdoğan; hukukunu, siyasi niteliğini, ilkelerini ve kurallarını korumakla mükellef olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni, hangi hakla, hangi yetkiyle eyalete dönüştürmekten bahsetmektedir?

Türk milleti daha hangi ihanetleri görecek, daha neleri duyacaktır?

Bilinsin ki, eyalet sistemi tam anlamıyla federal bir yönetimdir.

Kalkınma ajanslarıyla bunun tohumları saçılmış, Yeni Büyükşehir Belediyesi Kanunuyla da federal yönetim yapısının yeşermesi sağlanmıştır.

AKP hükümeti Türk devletinin her niteliğini sarsmaya ve yerinden oynatmaya yüzsüzce, edepsizce cüret etmiştir.

Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, seçimle iktidar olan bir siyasi partinin bu kadar kontrolden çıkması, bu kadar küstahlaşması ve bu kadar hasmane tavır takınması ne görülmüş, ne de işitilmiştir.

Artık mızrak çuvala sığmamaktadır.

Türk milleti, toptan imha olacağı kıyamet gününe adım adım götürülmektedir.

Başbakan Erdoğan ile terörist Öcalan, aynı kundakta pışpışlanan kanlı ve bölücü felaket elçileri haline gelmişlerdir.

İmralı canisiyle Başbakan aynı zamanda Türk milletinin gardiyanı olmaya namzet olduklarını her türlü açıklama ve ifadeleriyle kanıtlamışlardır.

Başbakan Erdoğan bilmez midir ki, böylesi bir teşebbüs, böylesi bir eğilim ve böylesi bir tavır ihanettir, hainliğin ötesidir.

Başbakan Erdoğan bilmez midir ki, sözleri, düşünceleri ve saçmalıkları suçtur ve büyük bir rezalettir.

Yine Başbakan Erdoğan bilmez midir ki, Cumhuriyet’i yıkmak, Türkiye’yi etnik coğrafi bölgelere ayırmak, kurulu düzenimizi çatlatmak küfürdür, düşmanlıktır ve azgınlıkla eşdeğerdir.

Bu kafa yapısıyla Türkiye nereye kadar gidecektir?

Türk milleti federasyoncu, bölücü, terörist meraklısı, terör himayecisi bir Başbakan’a daha ne kadar tahammül edecektir?

Milli ve manevi bağlılıklarından şüphe etmediğim AKP’ye oy vermiş kardeşlerim, gidişata tepki göstermeli, ses vermeli ve mutlaka gelişmelere söyleyecekleri bir şeyleri olmalıdır.

AKP’li vatansever milletvekili arkadaşlarım Başbakan’ın düşüncelerini nasıl benimseyebilmekte, nasıl onay verebilmektedir?

İmralı canisinin peşine düşen, bölücü dayatmalara kucak açan Başbakan ve hükümetini AKP’liyim diyen herhangi bir vatandaşım nasıl masum görebilecektir?

Başbakan Türkiye’yi federasyona dönüştürmek için mi oy almıştır?

Başbakan Türk milletini bölmek için mi destek istemiştir?

Başbakan Türklüğü Haçlı hesapları uğruna eritmek ve budamak için mi millet huzuruna çıkmıştır?

Bu kişi, bir tarafta federasyondan ve 36’ya dilimlenmiş milletten bahsederken; diğer tarafta tek vatanı ve tek milleti hangi yüzle ağzına alabilmektedir?

Ortak kurucu halk, federal yapılanma, ana dilde eğitim, tarihin hataları ile yüzleşme ve geçmişin yargılanması adı altındaki parçalanma önerileri Başbakan ve hükümeti tarafından birer birer yürürlüğe konulmaktadır.

Bunların tam olarak gerçekleşmesi halinde; ortada ne üniter devlet, ne milli devlet, ne Türk milleti kavramı ve birliği kalacak, 90 yıl önce şekillenen temel yapılanma ve kurucu değerler bütünüyle ortadan kalkacaktır.

Bu durumun Türk milleti ve elbette ki Milliyetçi Hareket Partisi için hiçbir şart ve zeminde kabul edilmesi mümkün değildir.

Burada böylesi bir tarihi ihanete hazırlanan, bunu aklından geçiren bütün odaklara şunları söylemek isterim:

Anadolu, tesadüfen vatan olmuş bir coğrafyanın adı değildir.

Milyonlarca aziz millet evladının yüzyıllarca yurt tutması ile oluşmuş muazzam bir doğuşun ve doğruluşun bizatihi kendisidir.

Türkiye Cumhuriyeti, lütuf ile kurulmuş bir sömürge artığı değildir.

Dönemin emperyalist devletlerine karşı verilmiş bir kutlu savaşın, dökülen kanların, verilen canların mübarek bir eseridir ve böyle de kalmaya devam edecektir.

Türk milleti, tesadüfen zuhur etmiş, alt kimliklerin ortaklığı ve ittifakı değildir.

Binlerce yılda kardeşlik ve kucaklaşma ile oluşan, milli kültürün, milli kimliğin ve milli şuurun tecelli ettiği ve yükseldiği muhteşem bir terkibin tanımıdır, ifadesidir.

Bu şekilde devamlılığını sağlamaya da; Başbakan’a, canibaşına, bölücü güruha, küresel planlara rağmen Allah’ın izniyle devam edecektir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Başbakan Erdoğan fırsatını bulduğu her anda MHP’ye saldırmaktadır.

Bize her türlü iftirayı atmakta, her türlü karayı çalmanın ucuzluğuyla oyalanmaktadır.

Başbakan bizim üzerimizden prim elde edeceğini, çözüm süreci isimli ihaneti masum göstereceğini zannetmektedir.

Geçtiğimiz hafta katıldığı bir televizyon programında, eyalet sistemiyle ilgili düşüncelerini aktarırken bizim tarih bilmediğimizi pişkince gündeme getirmiştir.

Bu programda kendisi Osmanlı’da Lazistan ve Kürdistan eyaletlerinin varlığını söylemiş,  bizim de bunu görmezden geldiğimizi iddia etmiştir.

Ve daha ileriye giderek, bizim etnik mücadele verdiğimizi milletimizin karşısında, utanmadan sıkılmadan, yalan sözlerle belirtmiştir.

Bize göre Başbakan ve AKP’li yöneticilerin iki vahim eksikliği ve açığı vardır.

Birincisi tarih bilmemeleri, ikincisi ise muazzam bir beşeri kudret olan milleti anlamamalıdır.

Bu iki noksanlık, bu iki alandaki cehalet AKP’nin musibet haline gelmesine yetmiş ve artmıştır.

Şurasını inançla ve gönül rahatlığıyla açıklamak isterim ki, bizim tarihe bakışımızla Başbakan ve partisinin bakışı arasında büyük bir farklılık ve üzeri örtülemeyecek bir başkalık vardır.

Çünkü biz Türk tarihine; etnikçi, bölücü, kimlikçi, yabancı menfaatini kollayan, işgalcileri kutsayan bir ilkellikle değil, milliyetçi şuurla bakarız ve milliyetçi perspektifle kavrarız.

Tarih bizim ilham kaynağımızdır.

Milletimizin binlerce yıllık birikimi ve binlerce yıllık yazgısıdır.

Türk tarihini yanlışa kılıf yapmak, kutlu ceddimizi bölünmeye alet etmek, dönemsel olarak uygulanan, ama daha sonra vazgeçilen bazı yönetim biçimlerini bugüne taşıyarak gerekçe oluşturmak en hafif deyimle zihinsel özürlülüktür.

Başbakan Erdoğan Osmanlı’nın bir döneminde uygulanıp, 19’ncu yüzyılın ikinci yarısında kaldırılan eyalet yönetiminin nelere yol açtığını, hangi isyan ve kalkışmalara kapı araladığını bilmeyecek kadar tarih bilgisinden ve tarih bilincinden uzaktır.

4 Kasım 2012 tarihindeki 10’ncu Olağan Büyük Kurultay konuşmam da belirttiğim gibi, bazı dönemlerde devlet yönetimindeki sorumsuz kişiler ikbal ve mevki beklentisiyle günlerini geçirirken, bilerek veya bilmeden gaflet ve dalaletle bölücülüğe ivme vermişlerdir.

Bu konuda Tanzimat Fermanı bir eşik ve dönüm noktası olmuştur.

Osmanlı Devleti’ni fikri ve fiziki bakımdan bölmek isteyen batılı güçler, Kürdistan ve Lazistan gibi sözde eyaletler adı altında yeni bir coğrafi bölge ve suni bir kimlik oluşturmanın tertibine soyunmuşlardır.

Ancak bu uzun sürmemiş, söz konusu idari düzenlemenin sakıncaları anlaşılınca hemen yürürlükten kaldırılmıştır.

Dua ve hürmetle yad ettiğimiz aziz ecdadımız bölücülüğe ve bölünmeye yeltenenleri darağaçlarında sallandırmış, devlet nizamını, toprak bütünlüğünü korumak için can almış, can vermiştir.

Bununla ilgili sayısız tarihi hakikati söylemek mümkündür.

Türk devlet geleneğinde, millet ve devlet bekası her türlü mülahazanın üstünde ve önündedir, bu nedenle de bir çakıl taşının muhafazası için bile ordular seferber edilmiştir.

Başbakan bunları bilmez, okusa da hiçbir sonuca ulaşamaz.

Zira Başbakan, her şeyiyle millet ve tarih şuuruna kapalı olduğunu defalarca göstermiş ve ortaya koymuştur.

Başbakan Erdoğan kendisine ille de tarihten bir örnek alacaksa; ona tavsiyemiz, hamam tellalı Patrona Halil’i öğrenmesi, yenilik düşmanı Kabakçı Mustafa’yı okuması ve gövdesiyle başı başka başka yerlerde bulunan Tepedelenli Ali Paşa’yı anlamasıdır.

Daha da yetmezse, kendisinin ve müzakereci dostlarının izinden gittiği;

√       Balkan Dağları’nda silahlarından Türk kanı damlayan çetelerin,

√       Osmanlı’nın başını ezdiği ve hayatlarını zindan ettiği isyan elebaşlarının,

√       Emperyalistlerle emel birliği yapan, değişik kisve ve hedeflerle başkaldıran suçluların,

√       Devlet ebet müddet, millet ebet müddet anlayışını çiğnemeye kalkışan bedbahtların ibretlik sonunu incelemeli ve gerekli dersleri çıkarmalıdır.

Başbakan unutmasın ki, büyük Kürdistan’ı akıllara sokmak için tarihi tahrif etmesi, yalpalayarak kendisine tutunacağı dal araması beyhude bir uğraştır.

Türk tarihinin hiçbir sahifesinde ihanete cevaz ve rıza yoktur.

Zira Türk milletinin ihanete göz kırpması, müsamaha göstermesi ve sırtını sıvazlaması mümkün değildir.

Aziz milletimiz sadakatsizlerin, vefasızların ve hıyanete bulaşanların her daim tepesine binmiş, gırtlağına çökmüş ve kahrıyla da helak etmiştir.

Başbakan’ın bizimle tarih konusunda aşık atmasına nefesi ve birikimi yetmeyecek, her şey bir yana, isyankarlara ve hainlere karşı sergilediği özel ilgisi hayatı boyunca bir gölge gibi varlığını takip edecektir.

 

Değerli Milletvekilleri,

AKP hükümetinin sözde çözüm süreci PKK’nın iyice şımarmasına ve tavizler listesini peş peşe hükümetin önüne koymasına neden olmuştur.

Teröristler, güya sınır dışına çıkmak için TBMM’nin kanun çıkarmasını şart olarak koşmuş ve güvence talep etmişlerdir.

Görüldüğü kadarıyla PKK, hukuki bir çerçeve oluşturulması ve yasal bir kılıf teşekkül ettirilmesi için kurnaz ve küstahtır.

Terörist örgütün buradaki amacı, TBMM tarafından muhatap görülme ve meşru bir aktörmüş gibi değerlendirilme beklentisidir.

İmralı canisinin mesajları, BDP’li bölücülerin dayatmaları ve dağ kadrosunun beyanları aslında hep buna yöneliktir.

PKK, öylesine bir hava yakalamış, öylesine bir cesarete kavuşmuştur ki, legal ve kanuni bir örgüt gibi hareket etmeyi sanki kendisinde hak olarak görür duruma gelmiştir.

Zannederseniz ki, 40 bin kişinin katili PKK değildir.

Yine zannederseniz ki, Türk milletine ölüm kusturan bu terör örgütü değildir.

Hiç şüphesiz bunun sorumlusu PKK’ya imkan tanıyan, pazarlıklarla yakasını kaptıran ve hasiyetini iki paralık eden AKP hükümetidir.

Terör örgütünün, sınır dışına çıktı çıkmadı, çıkıyor çıkmıyor muamması her türlü aşağılayıcı ve yaralayıcı diyaloglara sahne olmaktadır.

Başbakan Erdoğan, 29 Mart 2013 tarihinde, CNN Türk ve Kanal D ortak yayınında, silahla sınır dışına çıkılmasına karşı çıkmış ve teröristlere yönelik olarak; “İster gömsünler, ister mağaraya bıraksınlar, ama silahsız gitsinler” açıklamasında bulunmuştur.

Bu halde, elinde silah olmayan militanlara güvenlik güçlerimizin göz yumacağını, sessiz kalacağını ve ateş etmeyeceğini belirtme gereği duymuştur.

Yani, suçlular, şehitlerimizin kanlıları, Türk devletine meydan okuyan isyankarlar şayet silah bırakırlarsa, türkü söyleyerek, şen şakrak şekilde geldikleri gibi gideceklerdir.

Buradan anlaşılacağı üzere PKK’nın yaptığı yanına kar kalacaktır.

Üstüne üstelik, her zaman girip çıktıkları sınır hatlarımızdan AKP’yi selamlayarak geçeceklerdir.

Başbakan’ın mantığı, isteği ve dileği budur.

Başbakan Erdoğan, “silahın susması demek, silah eldedir, ateşlenebilir anlamına gelir” demiştir.

Ne var ki, daha düne kadar, İmralı canisiyle ortak bir ağız halinde, “silahlar sussun fikirler konuşsun” diyen kendisidir.

“Silahı bırakır masaya gelirsiniz” diyen kendisidir.

“Silahlarınızı ayaklarınızın altına alacaksınız ve siyasetinizi parlamentoda yapacaksınız” diyen kendisidir.

“Silah değil siyaset konuşsun” diyerek terör örgütüne tüm pazarlık kanallarını açan da yine kendisidir.

Şimdi ise teröristlerin silahla sınır dışına çıkmalarının müdahale edilmesi gereken bir durum olarak izah etmekte ve böyle görmektedir.

Güvenlik güçlerimizin silahlı militanlara müsaade etmesinin ise yardım ve yataklık yapmak suçu olacağını seslendirmektedir.

Burada Başbakan’a göre tek mesele silahtır.

Silahını mağaraya veya meçhul bir yere bırakan terörist aklanmış olacak, birden bire temize çıkmış sayılacaktır.

Teröristler eğer silahsız olurlarsa kafileler halinde, güvenlik güçlerimizin gözü önünde, ilk fırsatta tekrar geri gelmek kaydıyla sınırlarımızdan çıkıp gideceklerdir.

Sormak lazımdır ki, böylesi keyfi bir hukuk uygulaması dünyanın neresinde vardır?

Mehmetçiğimiz, özel harekâtçı polislerimiz kendilerine kurşun sıkanları seyretmeye nasıl tahammül edecekler, bu zillete nasıl katlanacaklardır?

Teröristlerin kaçının eyleme girdiği, kaçının vatan evlatlarımızın canına kıydığı nereden bilinecektir?

Şehit aileleri, gazilerimiz, 1984 yılından beridir terörle mücadele eden kahramanlarımız bu müptezelliğe nasıl dayanacaklar, katillerin uğurlanmasını nasıl kabulleneceklerdir?

Terör suçluları elini kolunu sallayarak, kurban olarak gördüğü güvenlik güçlerimizin önünden nasıl ve hangi yüzle yürüyüp sınırlarımızdan çıkacaklardır?

Türk milletinin varlığını korumak için gözünü daldan, budaktan sakınmayan kahramanlarımıza ne söylenecek, nasıl gönülleri alınacaktır?

PKK’yla helalleşip, güvenlik güçlerimize sırt mı dönülecektir?

Teröristlerin tek suçu silah taşımak mıdır?

Bugüne kadar işledikleri cinayetler, döktükleri kanlar, şehit ettikleri vatan evlatlarının hakları ne olacaktır?

Başbakan Erdoğan PKK’ya genel af vaat ettiğinin farkında mıdır?

Teröristlere güvence verme yetkisini nereden almakta, “hadi gidin, işiniz rast gelsin”, deme densizliğini kendisine nasıl yakıştırmaktadır?

PKK’lılar ülke dışına göstere göstere giderken hangi hukuk kuralı uygulanacaktır?

Başbakan Erdoğan’a önerimiz kendisinin de teröristlerin arasına karışması ve sınırlarımızdan dönmemek üzere çıkıp gitmesidir.

Bizim açımızdan tek çıkış PKK’lıların silahlarını güvenlik güçlerine teslim etmesi, arkasından da Türk mahkemelerinde yaptıklarının hesabını vermeleridir.

Bunun dışında başka bir yol, başka bir çare yoktur; aksine tevessül edenler hıyanetin çamuruna saplanıp kalacaklardır.

Bilinsin ki, PKK militanlarının, silahlı veya silahsız bir vaziyette sınır ötesine geçişlerine izin vermek alenen suçtur, asla da cezasız kalmayacaktır.

Başbakan Erdoğan, askerimizi, polisimizi teşebbüs ettiği ihanetine ve suçuna ortak edemeyecektir.

Caniler nerede görülüyorsa orada etkisiz hale getirilmelidir ve bu Türk milletinin varlığı ve emniyeti için vazgeçilmez bir önemdedir.

Başbakan Erdoğan’ın İmralı canisine yaptıklarını övünerek anlatması da tam bir skandaldır.

Buna göre canibaşı hayata döndürülmüştür.

Şu işe bakınız ki, kendisine kanlı takımını izlemesi için televizyon verilmiş, spor yapması için yeni imkanlar sunulmuştur.

Başbakan Erdoğan “verip vereceğim bu kadar” diyerek, medya üzerinden canibaşına mesaj göndermiş, zımnen sanal bir müzakere ortamı yaratmıştır.

Sayın Başbakan sorarım sana, bundan sonra teröristbaşına daha ne verebilirsin ki?

√       Müebbet terör suçlusunu siyasal aktör haline getiren sensin.

√       Canibaşının mesajlarına ve mektuplarına dağıtım hizmeti veren sensin.

√       Militanlarına talimat vermesi için ortam hazırlayan sensin.

√       Anayasa yazımı konusunda görüş bildirmesine imkan sağlayan sensin.

√       Sözde liderliğini kitlelere bayrağın inmesi pahasına onaylatan sensin.

√       Bölücü fikirlerini kamuoyuna yansıtan sensin.

√       İmralı’yı ayak yoluna çeviren sensin.

√       Pazarlıklarla yakanı kaptıran, siyasi şerefini hiçleştiren ve milli gururunu zelil eden de sensin.

Artık İmralı canisi daha ne isteyebilecek, daha ne bekleyebilecektir?

Her şeye sayende kavuşmuş, fiili özgürlüğünü zorlamalarla elde etmiştir.

Sayın Başbakan, bize göre yapacağın tek şey kalmıştır: O da, Başbakanlık makamından kalkman ve yerine canibaşıyı oturtmandır.

Başbakan Erdoğan, İmralı canisiyle madem bu kadar yakınlık kurmuştur, o halde bu ikili yandaş bir televizyon kanalında İmralı adasından yapılacak canlı yayına birlikte katılarak düşüncelerini milletimize açıklamalıdırlar.

İmralı canisi demokratik konfederal yönetimi, Başbakan da BOP’u anlatmalı ve Türk milleti bu iki bölünme simasını tüm yönleriyle tanımalıdır.

Açıkça görülmektedir ki, AKP’nin bölücü teröre taviz ve teslimiyet üzerine bina ettiği çözüm süreci iflas sınırına dayanmış, falso vermiştir.

PKK süreci sönmeye başlamıştır.

Kaldı ki Türk milleti bütünüyle bu sürece karşı çıkmış ve onay vermemiştir.

Ancak ne yapılırsa yapılsın İmralı canisi ve PKK’yla yapılan görüşmelerin hesabı mutlaka sorulacaktır.

Başbakan Erdoğan ve hükümeti işlediği suçların vebalini üstlenmek durumunda kalacaktır.

PKK sözcüsü gibi konuşan AKP’li yöneticiler, çirkinliklerinin, iğrenç benzetme ve müfteriliklerinin bedeline er yada geç katlanacaklardır.

√       Milliyetçi Hareket’e bölücü diyen bereketsiz ağızlar,

√       Soyunda maraz, hamurunda leke olan yaygaracı hasisler,

√       Çatışmadan beslendiğimizi, öfkeden, nefretten, kırıp dökmekten feyizlendiğimizi söyleyen terörist diller,

√       Şehit istismarı yaptığımızı, kandan geçindiğimizi, terörü siyasetimize alet ettiğimizi hayasızca gündeme getiren eşkıya yedekleri inşallah gerekli cevabı Türk milletinden fazlasıyla alacaklardır.

AKP’nin her taraftan silmeye çalıştığı “Ne Mutlu Türküm Diyene” seslenişi kabusu olacak ve bu siyaset bezirganlığını siyasetten silip süpürecektir.

Bu düşüncelerle grup toplantımıza katılan siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve saygıdeğer misafirlerimizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, hepinize sağlık, başarı ve mutlulukla geçecek bir hafta diliyorum.

Sağ olun, var olun.