13.02.2001 - TBMM Gup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Konuşması
13 Şubat 2001

 

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Sözlerime başlarken, yüksek heyetinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Geçtiğimiz hafta, maalesef, dört önemli vefat haberiyle hatırlanacak hüzünlü bir hafta olmuştur. Ülkemizin dini, fikrî ve kültürel hayatında özel yerleri olan dört büyük şahsiyeti kaybetmiş bulunuyoruz.

Önce, sevenlerinin nezdinde müstesna bir yeri olan Esad Coşan Hoca, daha sonra Türk kültür ve edebiyatına çok önemli hizmetleri geçmiş büyük milliyetçi ve fikir adamı Ahmet Kabaklı Hoca, spor yazarlığının duayeni İslam Çupi ve son olarak ülkemizde medya ahlâkının yılmaz savunucusu olan örnek gazeteci Nezih Demirkent Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur.

Ülkemizin yetiştirdiği bu mümtaz ve müstesna şahsiyetlere Yüce Allah'tan rahmet, ailelerine, dostlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bugün, insanlığın yeni arayışlara girdiği, baş döndürücü gelişmelere tanık olduğu, diğer taraftan geçmişin sıcaklığının günümüze taşınmaya çalışıldığı zorlu bir yüzyılın başında bulunuyoruz. Gerçekten de, son zamanlarda, insanlık tarihinin temel ayırt edici vasfı olan değişim ve sürekliliği gözle görülür kılan önemli gelişmeler yaşanmaktadır.

Bir yandan küreselleşme sürecinin ulaştığı boyutlar gözleri kamaştırmakta, küresel yönetim ve insan hakları politikalarının uygulanabilirliği tartışılmaktadır. Yine, teknolojinin yol açtığı gelişmelerin insanlığı nasıl bir geleceğe doğru sürüklediği meselesi üzerine kafa yorulmaktadır.

Diğer yandan da, küreselleşme sürecinin beraberinde getirdiği yeni sosyal açmazlar ve eşitsizlikler giderek daha çok önem kazanmaktadır. Küreselleşme gerçeğinin iki somut yüzüne işaret eden bu tablonun önümüzdeki dönemde daha çok belirginleşeceği anlaşılmaktadır.

Bu durumun, diğer bir deyişle küresel kutuplaşma ihtimalinin en bariz göstergesi, geçtiğimiz günlerde Davos'ta yapılan geleneksel "Dünya Ekonomik Forumu" ile aynı tarihlerde Brezilya'nın Porto Alegre şehrinde düzenlenen "Dünya Sosyal Forumu" olmuştur. Çok ciddi boyutlarda toplumsal ve siyasi karşılıkları olmasa da bu iki platformun sembolik önemi büyüktür.

Sonuçta ortaya, küreselleşmenin kaçınılmaz bir süreç olduğu, ancak etkileri giderek gözle görülür hale gelen yeni eşitsizliklere ve adaletsizliklere yol açtığı şeklinde müşterek bir kanaat çıkmıştır.

Bizim Türkiye olarak buradan çıkarmamız gereken genel sonuç ise, küreselleşme sürecinin labirentlerinde kaybolmamak için yeni çağın temel dinamiklerini iyi kavramak ve sosyal yıkımlara yol açmasını engellemektir. Bunun için de, yeni bir uluslararası sorumluluk bilincinin ve çabasının gelişmesine katkı sağlamak elzem olmaktadır.

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Dünyada bu gelişmelerin yanında, geçmişin karanlık dehlizlerinde sıkışıp kalanların bazı tarihi sorunları hortlatmaya çalışmaktan geri durmadıkları görülmektedir. Bazı çevreler ve ülkeler, etnik ve dini farklılıkları ya da soykırım silahını kullanarak mesafe almaya çalışmaktan vazgeçememektedirler.

Bu tür oyunlara en çok muhatap olan ülkelerin başında hiç şüphesiz Türkiye'miz gelmektedir. Avrasya'nın kalbinde yer alan Türkiye, hasmane duygu ve politikalarla köşeye sıkıştırılmaya ve nefes alamaz hale getirilmeye çalışılmaktadır.

Sözün kısası, ülkemiz, hem sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinin yetersizliği, hem de dış tezgahların çeşitliliği sebebiyle tarihin değişen yüzünden daha çok değişmeyen çirkin yüzüyle muhatap olmaktadır.

Tarihi ve insani bir birlikteliğe hazırlandığı komşuları ve dostları tarafından bazen iyi niyet eli uzatılmakta, bazen de sorunlara boğulmak istenmektedir. Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimizin ister son beş yıllık, isterse son bir yıllık serüvenine baktığımızda bu şaşırtıcı manzara ile karşılaşmamak mümkün değildir. Bu gerçeği, Avrupa Birliği yönetimine körü körüne bağlı olanların dışında herkes görmektedir.

Bilindiği gibi, Türkiye, soğuk savaş dönemini en ağır şartlarda yaşamış olmasına rağmen dostluğunu ve güvenirliliğini kanıtlamış bir ülkedir. Türkiye'nin bugün yaşadığı sıkıntıların temelinde, geçen elli yıl boyunca bu sebeple ödediği ağır faturaların büyük bir rolü vardır.

Ülkemizin bugün karşılaştığı tavır ise, iyi niyetten, tutarlılıktan, en önemlisi de dürüst ve açık bir işbirliği anlayışından yoksun bir muamele olmaktadır. Dün bölücü yıkıcı terör örgütlerine çeşitli seviyelerde sağlanan lojistik desteklerin ardından bugün "soykırım silahıyla" hançerlenmek istenmektedir. Ermeni soykırım masalının yanına Rum soykırım yalanları da eklenerek cephe genişletmeye çalışmanın başka bir anlamı bulunmamaktadır.

Sadece tarihi gerçeklere değil, uluslararası dostluk ve işbirliği ahlâkına da sığmayan bu durum, tabii ki Türkiye'den gerekli cevapları almaya devam edecektir. Türk Milleti'nin geçen yüzyılın başında çok daha zor şartlar altında verdiği cevabı yeni yüzyılın başında da tekrar vermekten çekinmeyeceğini, herkes iyi bilmek zorundadır.

Bizler inanıyoruz ki, tarih bilgisinden, hukuk mantığından ve insaftan yoksun bu ve benzeri çabalar, geri tepmeye mahkumdur.

Bilinmelidir ki, demokrasi ve insan hakları her isteyenin istediği gibi kullanabileceği bir araç değildir. Demokrasi ve insan hakları, söylemi kadar pratiği de özen ve titizlik isteyen beşeri değer ve imkânları ifade eder. Böylesine değer ve imkânları sulandırmaya, hele bir silah olarak kullanmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

Avrupa kültür ve değerler sistematiğinin doğal özelliği olarak görülen bu değerlerin, bütün insanlığın ortak malı ve sosyal hayatın bir parçası haline gelmesinin yolu da bellidir. Bu yol, hiçbir zaman çifte standartların, intikam duygularının ve önyargıların biçimlendirdiği bir yol olmayacaktır. Daha 50 yıl önce kendi bünyelerinde, birkaç yıl önce de Balkanlarda gözleri önünde vukuu bulan insanlık trajedilerini unutup, geçen yüzyılın başına saplanıp kalmanın ahlâkî bir izahı yoktur.

Bu yetmiyormuş gibi, ideolojik hafıza kaybının yanında başka tarihi gerçeklerin çarpıtılmaya çalışılması, sadece çağdaş devlet anlayışına değil, tarihe de bir ihanettir. İçine girilen yeni çağda daha çok önem kazanan insan haklarının, ona en çok sahiplenenler tarafından altının oyulması, tarihin geri döndürülmeye ve beşeri kazanımların yok farz edilmeye çalışılmasından başka bir anlama gelmeyecektir.

Herşeyden önce böylesine büyük bir hatayı telafi etmenin çok zor olacağı unutulmamalıdır. Giderek, seviyesiz ve sevimsiz bir hal alan uluslararası girişimlerin, sadece Türk Milleti'nin tarihine ve saygınlığına değil, insanlığın ortak geleceğine ve değerlerine yapılan bir saldırı olduğunu iyi görmek lazımdır. Avrupa'da dürüst aydınların ve duyarlı kamuoyunun bu gerçeği iyi kavramaları, istikrarlı ve müreffeh Avrupa projesinin başarısı için de çok önem taşımaktadır.

Ayrıca bilinmelidir ki, Türk Milleti ve Devleti, haksızlıkları görmezlikten gelip çirkin oyunlara seyirci kalacak da değildir. Kendisine yönelen her türlü taarruzu göğüsleyecek, her türlü kuşatmayı yaracak güce ve iradeye sahiptir. Bu gerçeği, Türkiye'nin dostları da, karşıtları da böyle bilmelidir.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Görüldüğü gibi, sözde soykırım iddiaları ülkemize yönelik husumet zincirine yeni halkaların eklenmesine yol açan bir boyut kazanmaktadır. Bütün bu durumları tesadüfi gelişmeler olarak değerlendirmek, maalesef giderek imkânsız hale gelmektedir.

Bunun için, devlet ve millet olarak dimdik ayakta durmamız, milli birliğimizi diri tutmamız gerekmektedir. Başta Dışişleri Bakanlığımız olmak üzere, ilgili bütün kurum ve kuruluşların duyarlı ve kararlı bir şekilde hareket etmeleri, kamuoyunun desteğini sürekli kılmaları zorunludur.

Ülkemize karşı yeniden canlandırılan uluslararası ittifakın girişimlerini bertaraf etmek için elzem olan diğer bir husus da, hiç şüphesiz ekonomik istikrarın ve sağlıklı büyüme eğiliminin kalıcı hale getirilmesidir.

Uzun yıllardır ayakları üzerine sağlam basamayan ve sürekli koltuk değneklerine ihtiyaç duyan ekonomimizin, konjonktürel darbeler sonucunda kolayca sendelediği herkes tarafından bilinmektedir. Kronik başbelaları faiz ve borç sarmalı ile yoksulluk ve yolsuzluk kamburu olan Türk ekonomisinin, bunlardan kurtularak istikrarlı büyüme şartlarına ve güven verici bir görünüme kavuşması kolay olmamaktadır. Yapısal sağlığı bozuk olan bir ekonominin, spekülatif dalgalanmalar ve sıkıntılar karşısında dayanması da zor olmaktadır.

Geçmişte ekonomimizin yapısal sorunlarını aşmak için atılan adımların ya zamansız ya da yetersiz olması kriz halinin süreklilik arz etmesine yol açmıştır. İşte, hükümetimizin zor şartlara rağmen bir yıldır yürüttüğü mücadele, ekonomimizin yapısal bozukluklarını giderici, kendi ayakları üzerinde durabilmesini temine yöneliktir.

Takdir edileceği üzere, en az çeyrek asırdır yüksek enflasyonla yaşamaya alışmış ekonomik aktörlerin ve buna göre şekillenmiş yapının dönüşümü de kolay olmamaktadır. Bunun için de, siyasi istikrar ile ekonomik istikrar arasında var olan karşılıklı bağımlılık ilişkisinin sağlam bir temel üzerinde gelişmesi gerekmektedir.

Bizim hem parti, hem de hükümet olarak öncelik atfettiğimiz ve her türlü olumsuzluğa rağmen gerçekleştirmeye çalıştığımız siyasi ve ekonomik istikrarın anlam ve önemi, sadece geçmiş dönemlerle mukayese edildiğinde görülecek bir husus değildir. Son 13-14 aydır yapılanlar, gelecekte de takdir edilecektir.

Ekonomik programın, 2000 yılı uygulaması bazı eksikliklere ve sıkıntılara rağmen başarılı olmuştur. Aynı yılın Kasım ayının ikinci yarısı ile Aralık ayının ilk yarısına damgasını vuran mali kriz ise, bu başarıyı nispeten gölgelemiştir.

Çeşitli vesilelerle, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, yüksek faiz şartlarına göre şekillenen ve sağlam temeller üzerine oturmayan bankacılık sisteminin yeni şartlara adaptasyon güçlüğü çekmesi kaçınılmazdır. Finans sektöründe, uzun yıllardır konuşulan ama bir türlü hayata geçirilemeyen genel bir denetim ve uyarı sisteminin yokluğu, kırılgan yapıyı daha da bozmuştur.

Hem bütünüyle Türk ekonomisinin, hem de uygulanan ekonomik programın yumuşak karnının bir bölümünü oluşturan mali sistemin yeniden yapılandırma ihtiyacı had safhadadır. Bu yapının dönüştürülmesi, dolayısıyla mali sektörün istikrarlı ekonomik büyümenin lokomotiflerinden biri haline gelmesi çok önem taşımaktadır. Bunun için de duyarlı ve kararlı tavrın üç boyutta sürdürülmesine ihtiyaç vardır. Genel ekonomik sistemin performansı ve hükümet politikaları bu boyutlardan sadece birini oluşturmaktadır. Diğer boyutlarda ise, finans sisteminin yapısı ve işleyişiyle, tek tek finans kuruluşlarının kendi politikaları ve dinamizmleri yer almaktadır.

Görüldüğü gibi, finans sisteminin daha sağlıklı bir yapıya kavuşması, bu üç boyutta izlenecek politikaların paralelliğine ve başarısına bağlıdır. Bunu temin ettiğimiz ölçüde finans sektörünün ekonomik gelişmeye ve istikrara daha fazla katkı sağlaması mümkün hale gelecektir.

Bizler, bütün ekonomik sektörlerde ve kuruluşlarda böyle bir sorumluluk ve dayanışma bilincinin varlığına inanıyoruz. Türk ekonomisi sağlıklı gelişme çizgisini koruyup geliştirdikçe bundan herkesin ve her kesimin kazançlı çıkacağını unutmamak gerekir. Çünkü kritik geçiş dönemini en az zararla atlatarak daha güzel günlere kavuşmak için böyle bir anlayışın yerleşmesi çok önem taşımaktadır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

8 Şubat tarihinde, hemen hemen bütün reel ve mali sektör temsilcilerinin katılımıyla yapılan istişare toplantısı, bu açıdan da yararlı olmuştur. Bütün sektör temsilcilerinin görüş ve önerilerini dile getirmesi, şikayetlerini aktarması, önümüzü daha iyi görmek bakımından çok önemlidir.

Böyle bir "ekonomik zirve"nin kamuoyunda da geniş yankı uyandırdığı görülmektedir. Hatırlanacağı üzere, geniş katılımlı ekonomik zirveye iki temel eleştiri yöneltilmiştir. Birinci eleştiri, zirvenin önemli ama geç kalınmış bir toplantı olduğu yönündedir. İkinci eleştiri ise, hükümetin ekonomik programın arkasındaki kararlılığından vazgeçeceği ve popülizme meyledeceği şeklinde bir iddiaya dayanmaktadır.

Geç kalınmış bir teşebbüs görüşü, haklılık payı olan bir eleştiri olarak mütaala edilebilir. Bu tür bir istişare ve dayanışma zirvesinin daha önce toplanmasının anlamlı olacağını iddia etmek ise mümkündür. Ancak, bu zirvenin hükümetin ekonomik programından rücu etmesi anlamına geldiğini iddia etmek ise mümkün değildir.

Her şeyden önce, ekonomik programın bir yıllık uygulama sonuçlarının taraflar arasında değerlendirilmesi ve geleceğe ilişkin beklentilerin ortaya konması çok yararlı olmuştur. Hükümetin başta dar gelirli vatandaşlarımız olmak üzere, toplumun bütün kesimlerinde ve ekonominin her sektöründe ciddi fedakârlıkların yapıldığı bir süreçten geri dönmek gibi bir planı ve çabası yoktur. Bu aşamada yanlış bir adımın geleceğin kaybedilmesi anlamına geleceği açıktır.

Zirvenin amacı, ekonomik programın başarıya ulaşması için kararlılığı ortaya koymak ve ihtiyaç varsa ilave tedbirlerle süreci takviye etmektir. Diğer bir deyişle, hedefe en sağlıklı biçimde ve en az zararla ulaşmaktır.

Bundan sonra ülke olarak daha dikkatli, özenli ve kararlı bir şekilde ekonomik toparlanma ve yeniden yapılanma sürecinin amacına ulaşmasını sağlamamız gerekmektedir. Bu süreçte, meclisimize ve hükümetimize olduğu kadar, ekonomi yönetimine, ilgili kuruluşlara ve özel sektörümüze büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir.

Özellikle faiz oranlarında kontrollü bir düşüşün mutlaka temin edilmesi, enflasyon hedefleriyle uyumlu bir seyir takip etmesinin sağlanması zorunludur. Bu sebeple de, geniş bir dayanışma ve işbirliği örneği sergileyerek faiz engelini ortadan kaldırmamız şarttır. Bunu başarmak için, temel gücümüzü, ülkemize olan sevgi ile geleceğimize olan güvenin oluşturduğunu unutmamak yeterlidir.

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

İnanıyorum ki, önümüzdeki altı ayı ekonomik programın ruhuna ve hedeflerine uygun bir şekilde geçtiğimiz taktirde, Türk ekonomisinin önü büyük ölçüde açılmış, halkımız da rahatlamış olacaktır.

Gün, ekonomide "felaket senaryoları" ve "iflas edebiyatı"yla siyaset üretme zamanı değildir. Bilakis, kalıcı bir istikrara, huzura ve güvene ihtiyacı olan bir millet için siyaset üretip, ülkenin geleceğine sahip çıkma zamanıdır.

Kısacası, başarıya susamış bir millete samimiyetle hizmet etme zamanıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son veriyor, hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı