25.03.2001 - Antalya'daki 3. Bölge İstişare Toplantısında Yapılan Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Antalya'daki 3. Bölge İstişare Toplantısında Yaptığı Konuşma
25 Mart 2001

 

Sayın Bakanlar,

Değerli Milletvekilleri,

Parti Teşkilatlarımızın Kıymetli Temsilcileri,

Muhterem Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bugün, genişletilmiş bölge teşkilat toplantılarımızın üçüncüsünü gerçekleştirmek üzere bir araya gelmiş bulunuyoruz. Sözlerimin başında, kıymetli dava arkadaşlarımla birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek istiyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, hoş geldiniz diyorum.

Antalya il teşkilatımızın ev sahibi olduğu bugünkü toplantımızın anlam ve önemi çok büyüktür. Bu toplantılar, her şeyden önce, partimizin her kademesinde yer alan çalışma arkadaşlarım ile görüşme, dertleşme ve paylaşma imkanı vermektedir. Toplantımızı, ülkemizin Şubat ayı içinde girdiği ekonomik krizi aşma hazırlıklarının sürdüğü bir dönemde yapıyor olmamız da, önemini arttıran bir diğer faktördür.

Bu durumu vesile addederek partimizin ülke gündemine ilişkin değerlendirmelerini kamuoyuyla bir kez daha paylaşmak istiyorum.

Öncelikle ifade etmek isterim ki, kriz anları, sadece Türkiye için değil, her ülke için bir çok açıdan turnusol kağıdı işlevi görür. Yani, kriz anları, siyasetçilerin yanında, aydınların, medyanın ve sivil toplum örgütlerinin sorumluluk bilincinin önem kazandığı, demokratik duyarlılıkların test edildiği kritik süreçlerdir. Bu dönemlerde, gerçek vatansever ve demokratlar ile, slogan ve konjonktür demokratlarının ve fırsat avcılarının birbirinden kalın çizgilerle ayrıldığı görülür.

Ülkemizde bir ayı aşkındır olup bitenlere ve yaşanan tartışmalara bu açıdan bakıldığında, siyaset kurumunun ve onu sürekli suçlu ilan etmeye çalışanların gerçek konumunu ve işlevlerini tayin etmek çok daha kolaylaşmış bulunmaktadır.

Aynı şekilde, ülkemizin ekonomik gelişme mücadelesindeki temel açmazlarının yanında, millet olarak en çok ihtiyaç duyduğumuz değerlerin neler olduğu, bir kez daha çarpıcı biçimde ortaya çıkmaktadır.

İster muhalefette, ister iktidarda olsun, her siyasi partinin, bütün bu sorun ve tartışmalardan ileriye dönük dersler çıkarması çok önem taşımaktadır. Bunu yaptıkları ölçüde, Türkiye'nin sağlıklı gelişme ihtiyacına cevap vermeleri mümkün olacaktır.

Bilinmelidir ki, her önüne gelenin suçlu ve sorumlu aradığı ülkelerde gerçek suçlu ve sorumluları tespit edip cezalandırmak imkansızdır. Herkesin demokrasi ya da halk adına konuşma alışkanlığından vazgeçmediği bir rejimde gerçek bir demokrasiden ve milli iradenin etkinliğinden söz etmek çok zordur. Yine, herkesin en az kendi çıkarı ve geleceği kadar, millet ve ülke çıkarını düşünmediği, ortak yararı önemsemediği yerlerde toplumsal huzur, güven ve dayanışma hep çok uzaklarda olacaktır.

İşte, Milliyetçi Hareket Partisi'nin yaklaşımları böyle bir duyarlı anlayıştan beslenerek hayatiyet kazanmaktadır. Bunun için de Partimiz, Türkiye'mizi sürekli çıkar kavgalarına, akla-kara ikilemlerine davetiye çıkartan politikalara karşı mücadelesini her alanda sürdürmektedir.

Kim ne derse desin, iki yıla yaklaşan iktidar ortaklığı dönemimiz, böyle bir mücadelenin sorumluluk duygusu içinde verildiği önemli bir örnek oluşturmaktadır. Gerek ekonomik kriz eksenli olarak yürütülen bazı kampanyalara, gerekse Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimizde takınılan tavırlara bakılsın, bu gerçek bütün çıplaklığıyla görülecektir.

Bu tür dönemlerde partimize karşı ileri geri konuşan ve yazanların ahlâkî ve siyasi duruşlarının basit bir tahlili bile, bizim yaklaşımlarımızın ne kadar yerinde olduğunu kanıtlamaya yeterlidir. Birbirinden çok farklı ideolojik ve kültürel kamplara mensup olanların Milliyetçi Hareket'i ortak hedef seçmiş olmaları boşuna değildir. Ancak bilinmelidir ki, Onlar konuşup yazdıkça Milliyetçi Hareket'in stratejik değeri ve duruşu daha iyi anlaşılmaktadır.

Yine bilinmelidir ki, Türkiye'nin kaderi üzerinde hiç haketmedikleri halde etkin bir pozisyona sahip olmaya çalışanlara karşı Milliyetçi Hareket'in yürüttüğü tarihi mücadele her şartta sürecektir. Bizim, geçmiş ile geleceğin buluşmasına, devlet ile milletin kucaklaşmasına yönelik ısrarlı tutumumuzu sabote etmek isteyenler dün olduğu gibi, yarın da emellerine ulaşamayacaktır.

Hangi maske, hangi kisve altında olursa olsun, ülkemizin ve partimizin dirliğini hedef tahtası yapanların hevesleri kursaklarında kalacaktır.

Sözün kısası, Milliyetçi Hareket Partisi var oldukça, güçlü, zengin ve etkin Türkiye meşalesi hiç sönmeyecektir.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Doğrudan ekonomik krize ilişkin değerlendirmelere geçmeden önce, bu hususlara bir kez daha vurgu yapmamın sebeplerini sizler de yakından biliyor, duyuyor ya da okuyorsunuz. Tarihi hasımlıklarının yanında, ekonomik krizi bulunmaz bir fırsat olarak algılayanlar, topluma ve siyasete değişik elbiseler dikmek için "siyaset terzisi" misyonuna soyunmaya başlamışlardır.

Geçmişte benzeri çabalarının sonuç vermediğini bilmelerine rağmen, yine sihirli siyasi formül ve reçete pazarlamaya başlamaları anlamlıdır. Bu durum ve psikoloji üzerine herkesin kafa yormasında büyük fayda vardır. Bu mânâda unutulmaması gereken çok önemli bir nokta bulunmaktadır. Hiç kimsenin, kendini Türk toplumundan daha akıllı ve kararlı zannederek durumdan vazife çıkartmasına gerek yoktur.

Bizim milletimiz, sorumluyu da, suçluyu da, çıkarcıyı da, simsarı da ayırt etmesini iyi bilen, gerektiğinde kendi siyasi iradesine en iyi şekilde sahip çıkabilen sağduyulu bir millettir. Dolayısıyla, Milletimizin başkalarının yönlendirme çabalarına, kışkırtıcı beyanlarına ihtiyacı yoktur.

Bu sebeple, şu anda, hayatiyet arz eden mesele, ekonomik sıkıntıların bir an önce aşılması, piyasaların şiddetle ihtiyaç duyduğu güven ortamına kavuşmasıdır. Diğer bir deyişle, aciliyet arz eden husus, ülkemizin içine düştüğü kritik tablonun en kısa zamanda normalleşmesi için herkesin güç birliği yapmasıdır. Aksi tutum ve davranışların, hiç kimseye bir yararı olmayacağı gibi, mevcut durumun daha da kötüleşmesine hizmet edeceği kesindir.

İşte bizim hem hükümet ortağı, hem de parti olarak yapmaya çalıştıklarımızın özeti bu anlayışta yatmaktadır. Yani, takip ettiğimiz yol, krizin en az zararla nasıl atlatılacağının hesabını yapmak ve ona göre davranmak olmuştur. Bunun dışında herhangi bir yaklaşıma öncelik atfetmenin, mevcut şartlarda başka bir arayışa girmenin, ülkemiz açısından daha ağır bir bedelin ödenmesi anlamına geleceği açıktır.

Cefakar, Fedakâr Dava Arkadaşlarım,

Hatırlanacağı üzere 1999 yılının çok ağır iç ve dış şartlarına rağmen 57. Hükümet temel bir tercih sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. 1999 yılının sonunda Uluslararası Para Fonu'yla bir anlaşma da yaparak hepinizin bildiği "Enflasyonla Mücadele ve Ekonomide Yeniden Yapılanma Programı"nı devreye sokmuştur.

Özellikle 1990'lı yıllarda Türkiye'nin ekonomik ve sosyal dengelerinin iyice bozulması, ekonomimizin artık yönetilemez bir boyuta sürüklenmesine yol açmıştır. Kronik yüksek enflasyon ve yolsuzluk kamburlarının altında ezilmeye başlayan, mali dengeleri alt üst olan Türk ekonomisi geçici ve göz boyayıcı tedbirler yerine, daha kapsamlı tedbirlere şiddetle ihtiyaç duyar hale gelmiştir. 57. Hükümetin temel tercihi bu yönde olmuş ve ciddi bir program hayata geçirilmiştir.

2000 yılı başında uygulanmaya başlanan ekonomik programın, ülke genelinde belirli ölçülerde de olsa bir iyimserlik havası yarattığı ve nispeten de başarılı sonuçlar ortaya koyduğu bilinmektedir. Bu dönem zarfında programa verilen desteğin yanında, haklı haksız birçok eleştiri de yöneltilmiştir.

Bunlar arasında programın arkasında yeterli siyasi desteğin bulunmadığı eleştirisi, önemli bir paya sahiptir. Bize göre, programın uygulanmasına yöneltilen en haksız eleştiri budur. Hükümetin üç partili koalisyon yapısına rağmen, programın arkasındaki siyasi desteğin, geçmişte uygulanan benzer programlardan çok daha fazla olduğunu ifade etmeye gerek bile yoktur.

Bizler, parti çıkarı hesabı yapmadan büyük boyutlara ulaşan ekonomik sorunların üzerine kararlılıkla gidilmesi için elimizden gelen bütün çabayı ve fedakarlığı ortaya koymaya devam ediyoruz. Zaten, mevcut zorluklar içinde geriye gidişin biran önce durdurulması ve daha sonra da iyileştirilmesi, tek doğru ve akılcı seçenektir. 2000 yılı içinde gözlenen başarılı sonuçların en önemli sebepleri arasında, siyasi desteğin ve kararlılığın büyük bir etkisi bulunmaktadır.

Kasım ve Şubat aylarında ortaya çıkan ve mevcut programın öngörülen şartlar içinde sürdürülebilmesini imkânsız kılan malî krizlerin sebebi, siyasi desteğin yokluğu ya da yetersizliği değildir. Bu ifademiz, hükümetin yaşanan gelişmelerden birinci derecede sorumlu tutulmasına bir engel teşkil etmemektedir. Burada önemli olan bu iki hususun birbirine karıştırılmamasıdır. Her demokratik rejimde, hükümetlerin halkına karşı birinci derecede sorumlu bir konumda bulunması kaçınılmazdır.

Ama en az bunun kadar doğru ve açık olan bir başka husus daha vardır. Böyle bir prensipten hareket ederek bütün faturayı siyaset kurumuna kesmek de çok yanlıştır. Bunun yanında, az ya da çok sorumlulukları bulunan diğer kişi ve kurumların kriz tacirliğine soyunanlara ya da krizden nemalananlara fırsat vermemesi gerekir.

Kritik süreçlerde yapılması gereken, iktidarıyla, muhalefetiyle ve diğer kurumlarıyla sen-ben kavgasını bırakarak ekonomimizi süratle rahatlatıp sağlıklı bir gelişme çizgisine kavuşturmaya çalışmaktır. Millet olarak, başarmaya mahkûm olduğumuz bir dönemde, ülkenin önüne yeni engeller çıkartmaktan şiddetle kaçınmak şarttır.

Bilindiği gibi, bankacılık sektörü başta olmak üzere, birçok sektörün modern ve güçlü bir ekonomik sistemin işleyişini mümkün kılacak donanıma ve kültüre sahip olamayışı, zaman zaman büyük tıkanıklıklara ve krizlere yol açabilmektedir. Kamu yönetiminin hantal ve savurgan yapısından kurtulamayışı, yolsuzluk ve usulsüzlüklerden beslenen unsurların direnci, sağlıklı bir sosyo-ekonomik gelişmeyi zorlaştırmaktadır.

Kasım ayında patlak veren ve büyük bir maliyetle kontrol altına alınmaya çalışılan malî krizin ardından iki-üç ay sonra yeni bir krizin ortaya çıkması, ekonomik programın mevcut özellikleri ve hedefleriyle sürdürülmesini imkânsız hale getirmiştir. Herkesin titiz ve dikkatli davranmasının gerekliliği had safhada olan bu tür dönemlerde, her sorunu böyle bir özeni göstererek tartışmanın ve eleştirmenin, zararı değil, faydası olacaktır.

Bugün yeni programın sacayakları inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bir taraftan ekonominin soğutulması çabaları dikkatli bir şekilde yürütülmekte, diğer taraftan da yeni kaynak arayışları devam etmektedir. Bu iki tablo şekillendiği ölçüde, ekonomik programın temel özellikleri ve hedefleri de kesinleşerek yürürlülüğe girecektir. Başka bir deyişle, zorlu ve sıkıntılı durum karşısında zorunlu olarak atılması gereken adımlar atılmaya çalışılmaktadır.

Bu çerçevede yürütülen tartışma ve spekülasyonların da hiçbir kıymeti yoktur. Hükümetin alacağı kararların ve uygulayacağı politikaların arkasında durmayacağını iddia etmek, abesle iştigaldir.

Vatandaşlarımız bilmelidir ki, son günlerde ard arda gelen zamlar bu zorunluluğun çok tatsız bir ürünüdür. Ancak zam oranlarının en asgari seviyede tutulmaya çalışıldığının da bilinmesi gerekmektedir. Zamlar, hiçbir hükümet için arzu edilir bir uygulama değildir. Milliyetçi Hareket Partisi'nin içinde yer aldığı bir hükümet için ise, hiç değildir.

Zamların, toplumsal sıkıntıları ve adaletsizlikleri de beraberinde getirdiği, en azından arttırdığı açıktır. Böyle sevimsiz durum karşısında bizim hükümet olarak bir görevimiz daha vardır. Dar gelirli vatandaşlarımızın durumlarının daha da kötüleşmesini engellemek için, yeni tedbirleri de devreye sokmak kaçınılmazdır. Bunun için ücret ve maaş politikasının da yeni oluşan ekonomik dengelere ve büyüklüklere göre gözden geçirilmesi şarttır. Ekonominin rayına oturmasıyla birlikte bu iyileşme sürecinin de hız kazanması önem arzetmektedir.

Sözün özü, yeni bir yüzyılın başında ülke ve toplum olarak uzun yılların birikimi olan ayak bağlarımızdan süratle kurtulmamız için, yeni bir seferberlik başlatmamız ve bütün toplum kesimleri olarak dayanışma içinde bulunmamız bir zorunluluktur. Bu sebeple, sağduyu ve akıl ile hareket ederek, sancılı geçiş dönemini en az toplumsal maliyetle atlatmak gerekmektedir.

Kısacası, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, her şartta ve zamanda Türkiye'den ve Türk Milleti'nden yana olmaya devam edeceğiz.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bugün üzerinde durmak istediğim bir diğer önemli konuyu, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde yeni bir dönüm noktasını ifade eden "Ulusal Program" oluşturmaktadır. Bu program, Avrupa Birliği yönetiminin ülkemizin üyeliğine bakış açısını ortaya koyan Katılım Ortaklığı Belgesi'nin ardından, Türkiye'nin yaklaşımlarını yansıtan bir belgedir. Bu prosedür, her aday ülkenin Birlik ile ilişkilerinde izlediği aşamalar arasında önemli bir yere sahiptir.

Bilindiği gibi, uzun ve sancılı bir geçmişi bulunan ve daha çok belirsizliklerle ve oyalamalarla geçen tam üyelik maceramız, 57. Hükümet döneminde belirli düzene kavuşmuştur.

Özellikle son 15 yıldır giderek somutlaşan ve bir devlet politikası haline gelen tam üyelik tercihi, bugün yeni bir aşamaya girmiş bulunmaktadır. Ülkemize karşı çoğu zaman ön şartların dayatılmaya çalışıldığı, haksızlık yapıldığı yıllar ve gelişmeler, hafızalarımızdaki canlılığını korumaktadır. Partimizin, bu süreçteki soğukkanlı ve kararlı tutumu, hiç tartışmasız onurlu ve adil bir birlikteliğin yolunu açmaya yönelik olmuştur.

Yine hatırlanacağı üzere, son bir yıl içinde Milliyetçi Hareket karşıtları ile Türkiye karşıtları ağız birliği yaparak partimizin politika ve söylemlerine karşı açıkça tavır almışlardır. Milliyetçi Hareket Partisi'nin varlığını ve özellikle de hükümet ortağı olmasını, Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin ve reform yolunun tıkanmasıyla eşdeğer olarak görmüşler ve zaman zaman da kampanyalar başlatmışlardır.

Şimdi görülmektedir ki, Milliyetçi Hareket Partisi, gelişmelerin ve reformların önünü açan, ama çarpık zihniyetli çevrelerin gözü kapalı siyasetlerinin önünü tıkayan bir hizmeti yerine getirmiştir. Bugün Türkiye'nin geldiği noktanın en çarpıcı özeti budur. Sadece neme lazımcı ya da teslimiyetçi yaklaşımları savunanların yazılarına ve konuşmalarına bakmak, bunu görmek için yeterlidir.

8 Kasım 2000 tarihinde ilan edilen ve geçtiğimiz sonbahar ayları boyunca tartışılan Katılım Ortaklığı Belgesi hakkında en sorumlu, açık ve dürüst tepkiyi ortaya koyan parti, Milliyetçi Hareket Partisi olmuştur. O günlerde bize karşı çıkanlar, daha önce de, daha sonra da her milli mesele karşısında benzer tavırları ortaya koyanlardan başkaları değildir.

Türkiye'nin tarafında oldukları dahi belli olmayanların milli haklarımızı ve çıkarlarımızı savunmasını da beklemek, tabii ki yanlış olacaktır.

Bu zamana kadar ülkemize karşı yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınan ve çeşitli sebeplerle ön şartlar arayışında olan Avrupa Birliği yönetimlerine bu yanlışlıkların hatırlatılması, maalesef onlardan çok, Türkiye'deki bazı çevreleri rahatsız etmiştir.

Ama bu tür çevrelerin seslerinin çok çıkması, ne bizim samimiyetle inandığımız yaklaşımlardan vazgeçmemize, ne de milli kanaatlerin yanlış bir şekilde yönlendirilmesine yol açabilmiştir.

İnanıyoruz ki, bugün Türk Milleti'nin büyük bir çoğunluğu Avrupa Birliği üyeliğini temel bir tercih olarak benimsemekte, ama ilişkilerimizin mutlaka onurlu ve samimi bir birliktelik temeli üzerine oturmasını istemektedir. Türkiye'nin haklarının gözardı edilmesinden, ön şartların dayatılmasından rahatsızlık duymakta, kendi çıkar ve hassasiyetlerine de saygı gösterilmesini beklemektedir.

İşte, Milliyetçi Hareket, 8 Kasım'dan bu yana ortaya koyduğu kararlı tavrı ile aziz milletimizin sağduyulu yaklaşımlarının savunucusu ve takipçisi olmuştur. Önyargılı bakış açıları bu gerçeği örtmeye yetmemektedir.

Son bir aydır nihai şeklini alması için yoğun hazırlıklar yürütülen ve geçen hafta başında da resmen açıklanan "Ulusal Program", bu gerçeğin gözle görülmesi bakımından da önem taşımaktadır. Bu belge, sonuçta Türkiye'nin milli hassasiyetlerinin dikkate alındığı kapsamlı bir çalışma olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Bu program, ülkemizin, Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecinde yapmak istediklerini göstermesinin yanında; Türkiye'nin yeni çağın başında atması gereken adımları, yapması gereken reformları da ifade etmektedir. Kamu kurumlarının ve sosyo-ekonomik sistemin Türk insanının refah ve mutluluğuna daha fazla katkı sağlaması için gerekli olan sosyal, siyasi ve ekonomik dönüşümlerin ayrıntılı bir listesini ortaya koymaktadır. Belgenin bu boyutlarıyla da önem ve değer taşıdığı açıktır.

Ülkemizin Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecinde kararlılığının da bir göstergesi olan programın, Avrupalı muhataplarımız tarafından da çok iyi karşılanması ve kavranması gerekmektedir. Bunun için de Türkiye'ye nasıl yaklaşmaları gerektiğini çok iyi tespit etmeleri, tarihsel ön yargılarından ve basit çıkar hesaplarından kurtulmaları önem arzetmektedir. Avrupa Birliği yönetiminin bugün yapacağı tercih, şüphesiz nasıl bir Avrupa ve Dünya arzuladıklarının da bir göstergesi olacaktır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Sözlerime, başladığımız noktaya dönerek son vermek istiyorum.

Hiçbir zaman unutulmamalı ki, ülkemizin içinde bulunduğu sorunları yenebilmek, önünü tıkayan engelleri aşabilmek için siyaset kurumunu kötülemek ve karalamak çözüm değildir. Sorunların çözüm yolu, siyasetin itibarını yükseltmekten, siyaset kurumunu güçlendirmekten geçmektedir. Yine, siyaseti ve dolayısıyla demokrasiyi zedelemek anlamına gelen yaklaşımlar yerine, doğru ve yanlışı iyi ayırt etmek, tüzel kişiliklere zarar vermekten kaçınmak gerekir.

Tabi ki, böyle bir süreçte öncelikli görev siyasetçilere aittir. Ama en az bunun kadar önemli olan husus, ülke üzerinde etkin olan diğer sosyal ve ekonomik aktörlere de büyük görev ve sorunlulukların düştüğü gerçeğidir.

Son zamanlarda yaşanan gelişmeler, siyasetin itibarını ve etkinliğini yükseltmekten çok, sunî arayışlar ve gelişi güzel eleştiriler şeklindeki bir anlayışın, tekrar tedavüle sokulmaya çalışıldığı görülmektedir.

Bu, Türkiye'miz için de, demokrasimiz için de bir çıkmaz sokaktır. Bilinmelidir ki, sorunların çözümüne öncülük edecek olan da, siyaseti yenileyecek olan da bizatihi siyasetin kendisidir. Siyaset kurumu kendisini geliştiremediği, ülke sorunlarına çözüm bulamadığında ise, müracaat edilecek yer bellidir. Bu yer, her zaman milletin kendisi olacaktır. Dolayısıyla bu yer, hiçbir zaman bazı lobiler ve çevreler olmayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, böyle bir anlayışla yoluna devam edecektir. Partimiz, Türkiye'nin en ağır sorunlarını bile büyük bir kararlılıkla sırtlayıp yoluna daha güçlü bir ülke olarak devam edebilmesi için, elinden gelen bütün gayreti ortaya koyacaktır.

Biliyor ve inanıyoruz ki, Yüce Allah da, aziz milletimiz de, her zaman iyi niyetli çalışanlarla, samimi ve dürüst olanlarla beraberdir. Bizim de bunun idraki içinde kutlu yolculuğumuza her şart altında devam edeceğimiz kesindir.

Bu duygu ve düşüncelerle bütün kıymetli dava arkadaşlarımı ve Antalyalı vatandaşlarımı bir kez daha en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Sağolun, varolun.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı