Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 93’ncü yıl dönümünü hep birlikte kutluyor, bu aziz millet emanetinin anlam ve önemini bir kez daha heyecanla idrak ediyoruz. Konuşmamın başında muhterem heyetinizi ve ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımı sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, ilk Meclis’in saygıdeğer üyelerini, aziz şehitlerimizi ve tüm milli mücadele kahramanlarını hürmet ve hayranlıkla anıyor, hepsine Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
Değerli Milletvekilleri, Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920 tarihinin bir Cuma günü, Ulus’taki taş binada açılması son iki asırlık hadiselerin en mühim halkası, en önemli hamlesidir. Bu büyük adım Türk milleti için yeni bir milat, kutlu bir başlangıç ve sağlam bir irade olarak tarihimizdeki yerini almıştır. Büyük Millet Meclisi’nin açılışındaki anlamı kavrayabilmek, niyet ve hedefleri anlayabilmek için evvela 23 Nisan 1920’ye gelesiye kadarki vakaları iyi tahlil ve tarif etmek lazımdır. Bilindiği üzere, Türk milleti on yıllarca süren savaş ve mücadelelerden yorgun ve bitkin çıkmış, vahim ölçüde insan ve toprak kayıpları yaşamıştır. Yüzyıllarca hâkimiyetimiz altında bulunan, kutlu ceddimizin adalet ve merhametle yönettiği vatan coğrafyaları bir bir kaybedilmiştir. 1900’lü yılların başından itibaren daha da saldırganlaşan ve vahşileşen emperyalist komplo, İmparatorluğumuzun üzerine kâbus gibi çökmüş, milli varlıklarımızı gizli anlaşmalarla paylaşmış ve arasında bölüşmüştür. Maalesef sorun olarak tanımlanan, sorun olarak ilanı yapılan her konu başlığından sonra biraz daha gerilemek, biraz daha çekilmek, biraz daha taviz vermek neredeyse kader halini almıştır. Tıpkı bugünkü gibi; demokratikleşme, özgürleşme, reform, çözüm ve barış sözleri dün sömürgeci zihniyetin içimizi karıştırmak ve bölmek için benimsediği propaganda silahları arasında yer almış, sonuçta kaybetmek milletimiz için malum ve makûs son olmuştur. İmparatorluk döneminin son bir asrında, kışkırtma ve tahriklerle yeşeren bağımsızlık hareketleri periyodik olarak her tarafımıza sıçramış, her yanımızı yavaş yavaş budamıştır. Bilhassa 19’ncu yüzyılda hasta adam olarak gösterilen Osmanlı İmparatorluğu, küresel çıkar hesaplarının, zalim amaçların ve kanlı hesaplaşmanın tam merkezinde kalmıştır. Türk milletine tahammülsüz çevreler içimize durmadan fitne saçmışlar, birlikte yaşama idealimizi sakatlamışlar ve vatanlaştırdığımız yerleri elimizden almak için oyun üstüne oyun sahnelemişlerdir. Balkanlar’da, Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da yaşadığımız ağır travmalar, acı verici yenilgiler ve yürek burkan geri çekilişler ifadeye çalıştığım bu hususların doğal bir neticesinden başka bir şey değildir. Yine bugünkü gibi etnik temelli provokasyonlar, ayrılma ve dağılmayı sağlayacak tertipler; isyanlara, başkaldırılara ve ayrılmalara ardına kadar kapı aralamıştır. Başta ana dil talepleri, özerk yönetim istekleri olmak üzere, sanal sorunlara çözüm önerileri eninde sonunda bizi mağlubiyetle yüz yüze bırakmış ve de boynumuzu bükmüştür. Bunun altında doğal olarak, gelişmelerin boyutunu okuyamayan, milli kimliği ve milli mevcudiyeti görmezden gelen zayıf yönetimlerin, çare ve çıkışı milli köklerden ziyade başka yerlerde arayan batı hayranı sözde aydın zihniyetinin bulunduğu esasen tümüyle ortadadır. Bu atalet ve kördüğüm içinde, çözüm isteyenler Balkanlar’a çullanmışlar, çözüm bekleyenler kutsal topraklara üşüşmüşler, barış yaygarası koparanlar dört bir yanımıza kanlı tezgâhlarını kurmuşlardır. Tarihi Şark Meselesi kapsamında sürekli faal halde bulunan emperyalizmin kanlı dişlileri milletçe sahip olduğumuz kaynaklarımızı, kaynaşmamızı ve yaşama kararlılığımızı çiğnemek, öğütmek ve nihayetinde de yutmak için elinden geleni vicdansızlığı sergilemiştir. Yaklaşık bir asır önce Balkanlar’daki yıkıma bakınız, Kuzey Afrika’daki çözülmelere dikkat ediniz, Ortadoğu’daki çöküşe samimiyetle eğiliniz ne yazık ki hep bu gerçekleri rahatlıkla görebileceksiniz. Bunun için tarihten ders çıkarmak, tecrübelerden istifade etmek ve aynı hataları bir daha tekrarlamamak hepimiz için, özellikle de siyasi sorumluluk taşıyanlar adına paha biçilemez bir önemdedir.
Değerli Milletvekilleri, İzaha çalıştığım bu tarihi hakikatlerin yanı sıra, 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı’ndan 16 Mart 1920 İstanbul’un işgaline kadar geçen süre Büyük Millet Meclisi’nin mayasını çalmış, adeta sütunlarını dikmiştir. Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra aziz vatanımız işgal ve istilaya uğramış, Türk milleti zifiri bir karanlığı yaşamak mecburiyetinde bırakılmıştır. Şu zillet ve çapsızlığa bakınız ki, Mondros’tan dönen heyet, devletin bağımsızlığının tamamıyla kurtarıldığını müjdelemiş, ortaya çıkan mütarekenin umulandan çok daha iyi sonuçlandığını, sanki eşitler arasında yapıldığını ifade edebilmiştir. Bu heyete göre İstanbul’a tek bir düşman askeri dahi çıkmayacak, sanıldığının aksine ülkenin işgal edilmesi de söz konusu olmayacaktır. Ne var ki, çok kısa bir süre sonra düşman postallarının Anadolu’nun dört bir yanına nasıl ulaştığı, bağımsızlığımızın nasıl ufalandığı açıklıkla görülmüş ve ortaya çıkmıştır. Ayağının dibini dahi görmekten aciz anlayışlar, aynı zamanda kısır ve sığ zihniyetler gerçeklerden uzak, basiretten mahrum bir şekilde her şeyin güzel olacağını, huzurun ve esenliğin hemen geleceğini duyururken hep yanılmışlar hem de milletimizin hayat haklarına kast etmişlerdir. Büyük Millet Meclisi’nin şartlarını oluşturan asalet ve yüksek erdem, meselelere dar ölçekten, güdük bir mantıktan bakmadığı için her zaman vizyoner olmuş, ihtiyat ve temkini elden bırakmamış, Türk milletinin kaderine çok şükür leke sürdürmemiştir. Gazi Mustafa Kemal ve kurucu kahramanlar aziz milletimizin egemenliğine tam bir sadakat göstermişler ve 23 Nisan 1920’de Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atmışlardır. Büyük Millet Meclis’i, işgal yıllarının iç karartıcı şartlarına rağmen, bağımsız yaşamaktan başka seçeneği olmayan büyük milletimizin muazzam bir eseri olarak Ulus’taki taş binada hilalin umut güneşi gibi doğmuştur. Yalnızca milletten güç alan, milletin varlığından heyecan duyan ve milleti yaşatmak konusunda tavizsiz olan milliyetçi kahramanlar, adım adım teşkilatlanarak, hızla büyüyerek ve sabırla çalışarak 23 Nisan 1920’de bu muazzez millet eserini vücuda getirmişlerdir. Milli mücadelenin her şeyden önce meşruiyete ve milletin iradesine dayandığı Meclis’in açılışıyla gösterilmiştir. Biliyoruz ki, ilk Meclis, Türk milletine mensubiyetin, arkasından inanmanın ve nihayetinde de milleti kurtuluşa inandırmanın demokratik platformu, dualı mekânı ve eşsiz bir destanıdır. Büyük Millet Meclisi, her şeyin bittiğinin düşünüldüğü bir dönemde, asil milletimizin içinde saklı duran kudreti canlandıran ve vatan savunmasında ilham kaynağı yaparak seferber eden milliyetçi fikriyatın abide bir şaheseridir. İlk Meclis’teki katılımcılık, çoğulculuk ve demokratik ruh milleti özne yapan bir millilik pırıltısının iftihar belgesi ve başyapıtıdır. Bu milli katılımcılık ve milli temsil kaygısı daha sonraki yıllarda Cumhuriyetimizde şekil ve anlam bulacak, milli egemenlik, milli irade ve demokratik kültürümüzün temelini teşkil edecektir. Milli mücadelemiz, öncelikle Türk milletinin bağımsızlığa duyduğu derin bağlılıkla, sonrasında ise Büyük Millet Meclisi’nin komutasında ve liderliğinde başarıya ulaşmıştır. Bu itibarla, Yüce Meclisimiz savaşlar kazanan, vatan kurtaran övüncümüz, başımızın tacı ve milli cevherimizdir. Özel bir ihtimam ve liyakate sahip Büyük Millet Meclisimiz, vatan toprakları tamamıyla işgalden kurtuluncaya ve Türk milleti bağımsızlığına kavuşuncaya kadar devam eden milli mücadelenin beyni ve kalbidir, bu sebeple de Gazi’lik unvanını tam olarak hak etmiştir. Ne hazindir ki, Meclisimizin kuruluşundan geçen 93 yıl sonra, milli birliğimiz kırılmaya, milli kimliğimiz tahrip edilmeye çalışılmaktadır. Özenle üzerinde titrememiz gereken bin yıllık derin kardeşlik hukuku etnik fırsatçıların elinde heba edilmek istenmektedir. İlk Meclis’in mukaddes kuruluş yıldönümünü anarken, asla hatırımızdan çıkarmamız gereken husus şudur: Kurucu kahramanlarımızın ve muhterem ecdadımızın bizlere bıraktığı milli emanetlerden, kanları ve canları pahasına bizlere hediye ettikleri milli değerlerden hiçbir şekilde vazgeçilemeyecek, ödün verilemeyecektir. Vatanımızın bölünmez bütünlüğü, devletimizin üniter yapısı, Türk milletinin şeref, itibar ve birliği Gazi Meclis’in kırmızıçizgilerindendir ve ihlal edilemeyecektir. Hiç kimse ilk Meclis’i yanlış yorumlamamalı, hiç kimse milliyetçi kahramanların dönemsel olarak kullandıkları bazı ifadeleri terse çekmemelidir. Bugün ihtiyaç duyulan milli şuur, milliyetçi perspektif Büyük Millet Meclisi’nin kutlu hatırlarında ve muhteşem eserlerinde hala kor gibi durmaktadır. Bunlardan şayet tereddüdü olan varsa zahmet edip Ulus’a kadar gitmeli ve geçmişin muhasebesini dürüstçe yapmalıdır.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, 23 Nisan ayrıca çocuk bayramı olarak da kutlanmaktadır. Buradan tüm evlatlarımızın bayramını kutluyor, hepsine aileleriyle birlikte mutlu, huzurlu ve başarılarla dolu bir ömür diliyorum. Unutulmasın ki, her çocuk bir gelecektir, her çocuk Türk milletinin umududur. Bu düşüncelerle, 93 yıl önce çatısı altında bulunmaktan gurur duyduğumuz TBMM’ni bize emanet eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, dava arkadaşlarını ve aziz şehitlerimizi tekrar minnet ve rahmetle anıyorum. Konuşmama son verirken, sizleri, ekranları başındaki aziz vatandaşlarımızı bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
|