08.04.2001 - Adana'daki 4. Bölge İstişare Toplantısında Yaptığı Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Adana'daki 4. Bölge İstişare Toplantısında Yaptığı Konuşma
8 Nisan 2001

 

Sayın Bakanlar,

Değerli Milletvekilleri,

Teşkilatlarımızın Kıymetli Temsilcileri,

Muhterem Arkadaşlarım,

Aziz Adanalı Hemşehrilerim,

Değerli Basın Mensupları,

Sözlerime, bu gün sizlerle birlikte olmaktan duyduğum büyük gurur ve mutluluğu ifade ederek başlamak istiyorum. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz.

İlkini İzmir'de, İkincisini Bursa'da, üçüncüsünü Antalya'da yaptığımız Bölge İstişare Toplantılarımızın dördüncüsünü bu gün 9 vilayetimizden gelen siz değerli arkadaşlarımla birlikte Adana teşkilatımızın evsahipliğinde gerçekleştiriyoruz. Huzurlarınızda başta il başkanı olmak üzere değerli il yönetim kurulu üyelerine ve Adanalı hemşehrilerime teşekkürlerimi sunuyorum.

Bilindiği üzere, siyasi partilerin varlıklarını sürdürebilmesi ve güçlenerek büyüyebilmesi ancak toplumsal talep ve ihtiyaçlarla ülke şartlarını ve milli hedefleri uyumlu hale getirmeleri ile doğru orantılıdır. Yani, vatandaşların beklentilerini cevaplayabilmelerine, karşılaşılabilecek sorunları aşma ve ülkenin geleceğini şekillendirebilme kabiliyetlerine bağlıdır. Bu da ancak, çok dinamik, canlı, güçlü bir teşkilat yapısı ile mümkündür.

Kim ne derse desin, teşkilatları ve üyeleri arasında güçlü bir bağ, dinamik bir iletişim sürecine sahip olan Milliyetçi Hareket Partisi, bu açıdan diğer partilerden çok farklı ve ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Buna ek olarak, vatandaşla içiçe olmakla popülizmi ve günübirlik siyaseti birbirine karıştırmamak gibi bir üstün vasfı daha bulunmaktadır.

Hiçbir zaman, siyaset ve gelecek hesapları ile konjonktürel başarıları ülke ve millet çıkarlarının önüne çıkarmamıştır. Bugün ülke ve millet olarak yaşadığımız sıkıntılar, dar siyasi hesapların değil sağduyulu bir şekilde hareket edip krizin en az zararla, en kısa zamanda aşılması hesabının yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Milliyetçi Hareket bu sorumlu ve duyarlı tavrını şartlar ne olursa olsun sürdürmeye devam edecektir.

Bu anlamda inşallah, bugünkü birlikteliğimiz de hayırlara vesile olacak, burada, hep beraber ülke ve parti meseleleri üzerinde karşılıklı bilgi alış verişinde bulunma, konuşma, dertleşme imkanını bulacağız.

Muhterem Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Son birkaç aylık ülke gündeminin ağırlıklı maddesini geçtiğimiz yılın Kasım ayında bankacılık sisteminin zafiyetinden kaynaklanan mali kriz ve şubat ayı ortalarında bu krizin yeniden nüksetmesiyle ortaya çıkan ekonomik kriz oluşturmuştur. Olumsuz etkileri devam eden bu ekonomik krize ilişkin olarak değerlendirmelerimi siz değerli arkadaşlarımla ve kamuoyu ile paylaşmak istiyorum.

Bu süreçte, bazı çevrelerin ekonomik krizin arkasına sığınarak, siyaset kurumuna ve siyasetçilere yönelik olarak geliştirmeye çalıştıkları kaos ortamının sorunun çözümüne katkıda bulunmak bir yana, daha da derinleştireceği hususu da gözardı edilemeyecek kadar yalın gerçeklerdir. Toplumda panik ve umutsuzluk yaratmayı amaçlayan ve sonuçlarının nerelere kadar uzanacağı belli olmayan bu girişimlerin, sadece siyasetin toplumsal tabanını daraltmakla kalmayacağı, kurumlaşma sıkıntısı yaşayan demokrasi kültürümüzde de tahribatlara yol açacağı bilinmelidir.

Hiç şüphesiz ki, insanlarımızın haklarını arama, toplumsal sorunlar karşısında tepkilerini ortaya koyma ve çözümün bir parçası olma noktasında gösterdikleri hassasiyetler, ancak saygı duyulması gereken üstün hasletlerin ifadesidir.

Olaylar ve sorunlar karşısında duyarsız kalan ya da sorumluluk hissetmeyen insanlardan müteşekkil toplumların dünya yüzünde hiç bir zaman iddiaları olmamıştır ve bundan sonra da olması mümkün değildir. Yine güçlü sivil inisiyatiflerin olduğu yerlerde sorunların çözümüne daha kolay ulaşmak, toplumsal dinamikleri harekete geçirebilmek; mesleki yardımlaşma ve dayanışma duygu ve eğilimlerini güçlü kılmak mümkündür. Bunun içindir ki, her zaman sivil inisiyatiflerin gelişmesi, insanlarımızın beklentilerinin ve iradelerinin her zeminde etkin ve doğru olarak yerini bulması en samimi ve kararlı olduğumuz konular arasında yer almaktadır.
Fakat, sivil inisiyatiflerin hak arama ve karar süreçlerinin aktif bir parçası olma girişimlerinin umulan toplumsal faydayı sağlayabilmesi için mutlak surette demokratik değer ve kuralların dışına taşmaması şarttır. Sivil toplumun tepkilerinin demokratik kurumlar ve kuralların dışında bir mecraya yönelmesi durumunda sorunların giderek içinden çıkılmaz bir hal alması kaçınılmazdır. Böyle bir süreçte, ne sorunlara çözüm getirilebilir ve ne de arzulanan demokratik açılımlar sağlanabilir.

Kısacası, şu anda, millet ve devlet olarak çok sıkı bir dayanışma içerisinde olmamız gerektiği açıktır. Yaşadığımız sıkıntılı dönemde en çok dikkat edilmesi gereken husus, üzerlerine herhangi bir yük veya sorumluluk binmesi halinde bunu kabullenemeyeceklerini göstermiş olanların çirkin siyasi oyunlarıdır. Bu siyasi zihniyetin sahiplerinin insanlarımızın haklı tepki ve reflekslerini suistimal etmeye de, istismar etmeye de hakları yoktur.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Yaşamakta olduğumuz ekonomik kriz ortamının çok ağır şartları ihtiva ettiğini ve insanlarımızın büyük bir kısmının bundan etkilendiğini görmemek veya kabullenmemek mümkün değildir. Huzurlarınızda, bazı hususların altını bu çerçevede bir kez daha çizmekte yarar görüyorum.
Öncelikle, Cumhuriyet tarihinde benzer ekonomik krizler yaşandığını ve halkımızın büyük sıkıntılar çektiğini unutmamak lazımdır. Bu bağlamda en çok dikkat çeken nokta, sıkıntıları aşmak için ciddi tedbirlerin alınmayışı, kalıcı politikalar yerine geçici çözümler ile yetinilmiş olmasıdır.

Herşeyden önce, 1990'lı yıllar boyunca uygulanan politikaların sosyal ve ekonomik dengeleri bozduğu, ülkemizin kronik enflasyon, ağır iç ve dış borçlar, faiz yükü ve yolsuzlukların altında ezilen bir ülke haline geldiği ve bu sorunların artık siyasi istikrarın temini ve korunmasının da en büyük engeli haline dönüştüğü bir gerçektir.

Böyle bir dönemde göreve gelen 57. Hükümet, günü kurtarmak ve Türkiye'nin sorunlarını artıracak politikalar yerine, köklü ve kalıcı çözümlerin arayışında olmuştur.

Biliyoruz ki, kamu harcamalarını disipline edememiş, mali altyapısını sağlamlaştıramamış, dar ve orta gelirli insanlarını enflasyonun ağır ve ezici baskısından kurtaramamış ve üstelik bu sorunları kronikleştirmiş bir Türkiye'nin, dünyanın lider ülkeleri arasında yer alması, insanlarının geleceğine dair umut verebilmesi, ancak bu olumsuzlukları ortadan kaldırmasıyla mümkündür.

Ayrıca, kamu kaynaklarının israf edildiği, siyasette ve ekonomide kirlenme olduğu, yoksulluğun toplumda geniş bir taban bulduğu ve artık Türkiye'nin bu sorunları ertelemesinin veya görmezden gelmesinin mümkün olmadığı hususu bütün toplumumuzun müştereken dile getirdiği çarpıcı gerçekler olarak ortaya çıkmıştır.

Hepinizin de çok iyi bildiği gibi, yolsuzlukla mücadelede önemli sonuçlar elde edilmiş, irili ufaklı yüzlerce, çete, mafya ve özentileri çökertilmiştir. Kanundışı hiç bir oluşuma, içinde, arkasında, önünde her kim olursa olsun müsaade edilmeyeceği gösterilmiştir.

Şu anda, ekonomik krizin ulaştığı boyutlar, ne yazık ki, bu alanda elde edilen başarıları ister istemez gölgeleyecek hale gelmiştir. Fakat, bu günler geçtiğinde, krizin sisleri, bulutları dağıldığında alınan mesafenin önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Yine bu süreçte, bazı çevreler tarafından Hükümete yöneltilen eleştirilerde IMF'yle yapılan anlaşma sıklıkla dile getirilmektedir. Bilindiği üzere, 57. Hükümetten önce de birçok hükümet tarafından IMF ile 16 kez masaya oturulmuş ve anlaşmalar imzalanmıştır. Bu anlaşmalardan pek çoğunun altında imzası olanlar, kısmi ölçülerde de olsa ilk kez başarı sağlamış olan ekonomik programı bahane ederek, Hükümeti siyasi nezaketi dahi aşan ölçülerde eleştirmekten geri durmamışlardır.
Sadece "eleştirmiş olmak için eleştirmek" mantığının tipik tezahürleri olan bu anlayışlarla bir yere varmak, Türkiye'nin önünü açarak krizleri aşmak mümkün değildir.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Kriz sürecinden en fazla etkilenen toplum kesimlerinin yeniden rahata kavuşturulabilmesi için gerekli çalışmalar bütün ayrıntılarıyla yapılmaktadır. Bu konuların yanı sıra, Hükümetimiz için üretim ve istihdamda konjonktürel olarak baş gösteren daralmanın giderilmesi de büyük önem taşımaktadır.

Fakat, takdir edileceği üzere, gerek bu tür kriz ortamlarından sıyrılabilmek ve gerekse böylesine uzun soluklu programlarda hedeflere ulaşabilmek için şart olan unsurların başında siyasi istikrar ve kararlılık kadar, toplumsal desteğin varlığı da gelmektedir.

Bu tür programları uygularken, yeni düzenlemelere ihtiyaç duyan tek ülke olmadığımızın bilinmesinde yarar vardır. Önemli olan bu tür tıkanmalarda paniğe kapılmadan, kriz ortamını başka alanları ve bilhassa siyasetin doğasını tahrip etmeden çözüme ulaşma çabası içerisinde olmaktır.
Bu çerçevede, uygulanan ekonomik istikrar programı krizlerle birlikte yenilenme ihtiyacını hasıl etmişse de, şunu da kabullenmek lazımdır ki, enflasyonun, Türkiye kararlı ve ısrarlı olduğu takdirde yenilemeyecek bir 'canavar' olmadığı da ortaya çıkmıştır.

Yeni bir perspektifle hazırlamakta olduğumuz ekonomik programla yine, enflasyonla mücadele, iç ve dış borç faiz sarmalının kırılması, yolsuzluklardan takatsiz hale gelmiş ekonomik ve siyasi sistemin rehabilitesi, yoksulluğun insanlarımızın kaderi olmaktan çıkarılması ve en önemlisi lider Türkiye idealimizin tahakkuku için yolumuza devam edeceğiz.

Cefakar, vefakar Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Ülkemizi kriz ortamından çıkarmak için yoğun bir çaba içerisinde olma sorumluluğumuzun yanı sıra, Türkiye'nin birçok önemli iç ve dış sorununa karşı da eş zamanlı olarak aynı duyarlılığı gösterme mecburiyetimiz bulunmaktadır.

İnsanlarımız üzerinde ağır bir psikolojik baskı da oluşturan kriz ortamı, Türkiye'nin hayati öneme sahip olan diğer problemlerinin göz ardı edilmesi sonucuna yol açmamalıdır.

Dolaysıyla, ülkemizi adeta dünyadan izole etme ve sorunlarını aşamaz bir duruma getirme tehlikesini de beraberinde taşıyan bu havadan bir an önce sıyrılmamız, yine geleceğe umutla bakabilmenin arayışında olmamız gerekmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi'nin olaylara ve sorunlara yaklaşımında soğukkanlı olmayı ve sorumlu davranmayı ilke edinmesinin temelinde de bu yatmaktadır.

Türkiye gibi, köklü, büyük, güçlü bir ülkenin elbette ki, zamandan ve şartlardan kaynaklanan sıkıntıları, açmazları ortaya çıkacaktır. Önemli olan bunları aşmak değil midir?

Siyasetçiye ve siyaset kurumuna düşen en temel görev bu değil midir?
İster muhalefette ve isterse iktidarda olsun, her siyasi partimizin ve toplumsal etkileme gücü olan resmi veya sivil her kurum ve kuruluşumuzun bu günleri atlatabilmek, Türkiye'yi yeniden güven ortamına taşımak gibi tarihi ve kaçınılmaz bir sorumluluk ve görevi bulunmaktadır. Bu aşamada, yaşanan sıkıntılı ve güç durumun sebepleri ve boyutlarını ele alırken çözümsüzlüğe değil, çözüme katkı sağlamanın esas olması gerekir. Aksi yaklaşımların hiçbir kimseye, hiçbir fayda sağlamayacağının en canlı şahidi yine kendi yakın tarihimizdir.
Fakat, kim ne yaparsa yapsın, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, herkesi, en az kendi çıkarı ve geleceği kadar milletin ve ülkemizin çıkarını da düşünmeye çağırıyoruz.

Bilinmedir ki, toplumsal huzur, güven ve dayanışmanın tesisi ancak bunu samimi bir şekilde istemekle ve bu yönde çalışmakla mümkündür. Türkiye'nin ve insanlarımızın yeniden çıkar kavgalarına, akla-kara ikilemlerine yol açan politikalara hapsedilmemesi için iktidarıyla muhalefetiyle bütün siyasi partilerimizin ve sivil toplum örgütlerinin büyük ve önemli yükümlülükleri vardır.

Milliyetçi Hareket Partisi, bu mânâda üzerine düşen görev ve sorumluluğun gereğini yerine getirmektedir ve bundan sonrası için de yine aynı şekilde samimiyetini ve kararlılığını muhafaza edecektir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Huzurlarınızda, ülkemizin sanayi, ticaret ve tarım hayatına yön veren şehirlerinden birisi olan Adana'da tekrar ifade etmek istiyorum: Şu anda ülkemizin en öncelikli meselesi, piyasalarda güvenin temini ve ekonomik sıkıntının aşılmasıdır. Bunun için de herkese düşen tarihi ve ağır sorumluluklar bulunmaktadır. Sorumluluklarını ve görevlerini ihmal edenlerin veya yapmaktan kaçınanların kritik günlerin etkisi geçtiği zaman milletimizin huzurunda hiç bir anlam ve önemlerinin kalmayacağı iyi bilinmelidir.

Böyle zamanlarda, demokrasi kuralları ve parlamento dışında çözüm arayanların sonu hep hüsran olmuştur.
Yaşanan olağandışı günleri, geleceğin siyaset planlamasının zemini haline getirmek için daha da ağırlaştırmaya uğraşanların da yine bu çerçevede bir kez daha düşünmelerinde yarar bulunmaktadır. Bu millet, kendisinin en zor, sıkıntılı günlerinde ister siyasi, isterse ekonomik vurgun peşinde koşanlardan, şartları içinden çıkılmaz hale getirmek isteyenlerden bunun hesabını bir gün mutlaka soracaktır. Ama, bu günlerin geride bırakılmasında büyük bir fedakârlık ve samimiyetle üzerine düşen görevleri yerine getirenlerden de, iktidarıyla, muhalefetiyle ilgisini ve desteğini eksik etmeyecektir.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Görüldüğü gibi Türkiye'nin içine girmiş bulunduğu krizin aşılması ekonomik tedbirlere, uygulanacak programa bağlı olduğu kadar siyaseten ortaya konulacak tutarlı yaklaşımlara da bağlıdır. Hatta şunu söyleyebilirim ki, ekonomik programı oluşturmak ve onu doğru bir yöntemle uygulamak da öncelikle siyasi karar süreçleriyle ilgilidir. Dolayısıyla, bu aşamada kriz karşısında takınılacak siyasi tavır daha da önem kazanmaktadır.

Krizin aşılması hususunda yeni bir ekonomik program ve yeni politikalar oluştururken hassasiyetle üzerinde durduğumuz husus ekonomik krizin sosyal ve siyasi sahalara yayılmadan çözülmesiyle ilgilidir. Oysa meseleyi ekonomik platformda ele almak, sorunların çözümüne yönelik herhangi bir alternatif ortaya koymak bir tarafa, çözüme katkı dahi yapacak durumda olmayan çevrelerin meseleyi, hükümet meselesine indirgemeleri birkaç bakımdan oldukça düşündürücüdür.

Bunlardan birincisi, bu anlayış sahipleri ekonomik krizi çözmeye değil, onu siyasi ve sosyal bir krize dönüştürmeye yönelik çalışmalar yapma çabası içerisindedirler. İkincisi bu tavırlar yeniden bir kısır döngünün içine girilmesi anlamına gelir ki, bilindiği gibi bugünlerde ortaya atılan ara rejim tartışmaları bizatihi bu yöndeki bir çağrı veya adımdır. Bu tartışmaların "teknokratlar hükümeti", "milli mutabakat hükümeti" kurma arayışları şeklinde başlayarak ülkeyi sonu karanlıkla biten bir ara rejime götürdüğünü tecrübelerimizden biliyoruz. Geçmişte bunlara benzer gelişmelerin yaşandığını hepimiz hatırlıyoruz.

Türkiye zaten kısa olan demokrasi hayatında dokuz ara dönem hükümeti tecrübesi yaşamıştır ve bunların hiçbiri ülkemizin temel dertlerine çözüm getirmedikleri gibi, birçok bakımdan kalıcı tesirler bırakmışlardır.
Bu tesirlerden birincisi, demokratikleşme sürecini aksatarak, kesintiye uğratarak Türkiye'ye ve çağa yakışmayan, demokratikleşme dinamikleri zayıflatılmış bir ülke haline getirmesi şeklinde kendini göstermiştir. Bir diğeri ise, ülkemizin karşılaşılan her önemli meselede, her kritik durumda demokrasi dışında bir çözüm varmış gibi, anti-demokratik bir yaklaşımı canlı tutan bir siyasi zihniyetin yerleşmesine yol açmasıdır.

"Teknokratlar hükümeti" veya "milli mutabakat hükümeti" gibi formüllerin arkasında gerçek bir siyasi irade ve siyaseten sorumlu bir kurum bulunmadığı aşikârdır. Sorumluluğun belli ve açık olmadığı yapılarda siyasi partilerin farklı arayışlar içerisine girmesi kaçınılmazdır. Bunun için ortaya koydukları icraatlar ve bıraktıkları işler ile bugüne kadar hep başarısız oluşumlar olarak kalmışlardır.

Bugün ülkemizin böyle maceralara girmek için ne zamanı, ne de harcayacak kaynağı vardır.
Türkiye demokrasi içerisinde krizi çözebileceğini ortaya koyarak üzerine örtülmek istenen bu anti-demokratik örtüyü veya anlayışı parçalayıp atmak durumundadır. Ülkemizi 21. yüzyılda yeniden az gelişmiş ülkelerde yaşanan anti-demokratik siyasi yapılara benzer yöntemler uygulayan bir ülke haline getirmeye kimsenin hakkı yoktur.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Şunu açıkça ifade ederim ki, bugünkü ekonomik kriz, demokrasi içerisinde siyasi ve toplumsal istikrarı koruyarak çözülebilecek düzeydedir. Türk siyaseti, meclisiyle ve partileriyle bunu başaracak güçtedir.

Bunun için ekonomik alanda nelerin yapılması gerektiğini biliyoruz. Burada üzerinde durmamız gereken ilk husus krizi besleyen panik ortamının yok edilmesi korku psikolojisi şartlarından uzak bir yaklaşımın benimsenmesi gereğidir. Unutmalıyım ki, böyle bir toplumsal psikoloji makro dengelerini kurmuş ekonomilerde bile tahripkar etkiler yaratabilir.

Türkiye'yi sadece yaşanılan ekonomik krizden değil; sürekli olarak kriz üreten çarpık ekonomik yapıdan da kurtarmak gerekmektedir.
Bu yapısal değişmeleri gerçekleştirmeden uygulanacak programlar kısmi başarılardan sonra yeniden başarısızlığa uğrama eğilimine girebilirler. Böyle bir yapısal değişme programının çerçevesi kapsamında dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır.

- Ekonomide reel kesimle finans sistemi arasındaki ilişkileri sürdürülebilir bir büyüme yaklaşımına göre düzenlemek zorunluluğu vardır. Finans kesiminin örgütlenmesinde egemen olan rant ekonomisinin yarattığı olumsuz etkiler düşünüldüğünde böyle bir değişimin önemi daha iyi kavranabilir.

- Kamu kesimi verimlilik ve etkinlik ilkelerine göre daraltılarak iç borçlanma-yüksek faiz-düşük verim sarmalından kurtarılarak ekonomik akılcılığın gereğine göre yeniden örgütlenmelidir.

- Enflasyonist büyüme modelinin yarattığı gelir dağılımı bozukluklarını tasfiye edici bir tasarruf yatırım ve gelir dağılımı politikasına geçilmesi mecburiyeti vardır.

- Ücret ve maliye politikalarında emeğin ve sektörlerin üretkenliğini esas alan bir uygulamaya yönelmek kaçınılmaz hale gelmiştir. Böyle bir yaklaşım emeğin üretkenliğini arttıracağı gibi reel sektörde daha dinamik olan unsurların rekabet gücünü de büyütecektir.

- Kamu kaynaklarına dayalı rant ekonomisini tasfiye edici içe yönelik kapalı sanayileşme anlayışından vazgeçilerek, rekabetçi ve dışa yönelik bir sanayileşme stratejisi temel alınmalıdır.

- Bu çerçevedeki bir yapısal değişme programı, özelleştirme politikalarını rant aktarmaktan çıkarıp, rekabet fonksiyonu olarak gören bir politika değişimi demektir. Yine, enflasyon, faiz ve rant arasında 20 yıldır kökleşmiş bulunan ilişkileri koparıp reel ekonomide büyümeyi ve dışa açılmayı teşvik edici olumlu etkiler yaratacaktır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Biz yaşanılan gelişmeler karşısında her adımda sorumluluğumuzun bilincinde olduğumuzu ortaya koyduk. Bugün burada bu krizden çıkma konusunda da sorumlu bir şekilde davranmak gereğini vurgulamak istiyorum.  

İfade ettiğimiz hususlar, ülkemizin sadece bu sorunları aşabileceğini göstermekle kalmayıp, bu krizden güçlenerek çıkmamızı sağlayacak bir yapısal değişim ihtiyacına ve imkânına da işaret etmektedir.
Biz Türkiye'nin bunu başaracağını söylüyoruz. Çünkü Türk insanının ve ülkemizin gücünün bunu yapmaya muktedir olduğuna inanıyoruz.

Cefakâr, Vefakâr Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Huzurlarınızda son olarak Yüce Milletime seslenmek istiyorum:

Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük ve güçlü bir devlettir. Tarihi boyunca da pek çok krizler görmüş ama hepsini de atlatmasını bilmiştir.
Bu gün, yüz yüze bulunduğumuz kriz ortamını da, yine toplumsal dayanışmamızı muhafaza ederek, toplumsal barış ve huzuru bozacak her türlü tutum ve davranışlardan kaçınarak ve soğukkanlılığımızı koruyarak aşacağımız bilinmelidir.

Hiçbir vatandaşım, karamsarlığa kapılmamalı, ümidini yitirmemelidir. Devletine, milletine ve kendisine olan güvenini kaybetmemelidir. Sosyal kesimlerimizin ekonomik sıkıntılarını, geçim zorluklarını, yoksulluktan kurtulma arzularını istismar ederek, bu gerçeğin arkasına gizlenerek, demokrasi dışı yaklaşımlarla sadece siyasi ihtiraslarının peşinde koşanlara iltifat etmemelidir. Önemli ve anlamlı olan, sıkıntılı durumlarda demokrasiye sahip çıkmak ve yaşatmaktır.

Bütün çarpıtma ve karalama çabalarına rağmen, Milliyetçi Hareket Partisi böyle bir gerçekçi anlayışın samimi savunucusu olmayı ve milletimizin yaralarını sarma azmini ve çabasını sürdürecektir. Aziz milletimiz yaşadığımız kritik günleri en kısa sürede aşarak yolumuza devam edeceğimizden emin olmalıdır.

Yarınlar bizimdir, milletimizindir.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha içtenlikle selamlıyorum. Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.


Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı