Genel Başkan Dr. Devlet Bahçeli'nin Türk Tarih Kurumu'nun Değerli Başkan ve Üyeleri, Saygıdeğer Bilimadamları ve Tarih Araştırmacıları, Kıymetli Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Sözlerime başlarken, bu önemli ve anlamlı günde sizlerle birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti ifade ediyor; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Türk Tarih Kurumu'nun 70. Kuruluş Yıldönümü münasebetiyle, bir millet için tarihin ne manaya geldiğini gören ve bu Kurumu milletimize kazandıran Büyük Atatürk'ü huzurlarınızda bir kez daha rahmet ve şükranla anıyorum. Hepinizin de bildiği gibi, insanlık tarihinin akışına yön veren milletlerden biri olmasına rağmen, Türk tarihinin en eski ve önemli kaynakları yabancı araştırmacılar tarafından ortaya konulmuştur. Cumhuriyet dönemine kadar da, ne yazık ki, kapsamlı ve sistemli bir şekilde Türk Tarihi araştırmaları yürütülememiş ve eserleri verilememiştir. Milletinin büyüklüğüne ve üstün vasıflarına yürekten inanan Atatürk, milletimizin dilini, kültürünü ve tarihini en iyi şekilde bilmeden muasır medeniyetler seviyesine ulaşılamayacağını gördüğü içindir ki, bu konuları en önemli ve öncelikli meseleler arasında değerlendirmiştir. Dilin, kültürün ve tarihin Türk Milleti'nin Türkiye dışındaki kardeşleriyle ilişkilerinin geleceği açısından da bir köprü olduğuna işaret ederek, bu yapıların sağlam tutulmasını istemiştir. Genç Cumhuriyetin erken döneminde Türklerin tarihini aydınlatmak ve yeni Türk Devletinin dayandığı tarihi temelleri ortaya çıkarmak için 1931 yılında ilk adı Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti olan Tarih Kurumunu kurmuştur. Hayatının son günlerine kadar, çalışmalarını yakından takip ettiği kurumun yaşaması ve gelişmesi için de özel bir titizlik göstermiştir. Aradan geçen 70 yıllık süre boyunca, Türk Tarih Kurumu, Atatürk'ün, tesbit ettiği çerçevede, kuruluş amaçlarına paralel bir çalışma temposu ve gelişme çizgisi ortaya koymuştur. Türklerin ve Türkiye'nin tarihsel sorunları, çağdaş sosyal bilimlerin metodolojik yaklaşımlarıyla, modern tarihçiliğin kazandığı yeni bakış açılarıyla ele alınmış; ülke içinde ve dışında pek çok belge, bilgi ve araştırmaya dayalı bilimsel faaliyetler yürütmüştür. Bu gün, çok büyük bir ihtisas kütüphanesi bulunan, her yıl yüzlerce basılı materyal üreten Kurum, inanıyorum ki, başarılı hizmetleriyle bilim dünyasındaki ve milletimizin gönlündeki güzide yerini koruyacaktır. Değerli Bilim Adamları, Sayın Basın Mensupları, Bu vesileyle, tarih anlayışımıza ilişkin kısa bir değerlendirmede bulunmak ve milletimiz bakımından güncelliğini koruyan bir konuya değinmek istiyorum. Tarih, bir milletin veya ülkenin sadece geçmişini aydınlatmaya yönelik bir çaba ile sınırlı değildir. Diğer bir deyişle, tarih milletlerin yarattığı kültürlerin, medeniyetlerin ekonomik ve sosyal dokuların geçmişini araştırırken aslında bu güne ışık tutar. Sosyo-kültürel sistemlerin nasıl süreklilik içerisinde değişerek devam ettiğini ve kendisini yeni şartlarda yeniden ürettiğini ortaya koyar. Dolayısıyla tarihe, geçmişte yaşanmış ve orada kalmış vak'alar olarak yaklaşmak, bir anlamda toplumun kollektif hafızasından yararlanmayı küçümsemekle eşdeğer anlamlar taşır. Bunun içindir ki, tarihin, hep, insanlara birşeyler öğretmek için hazır olan bir öğretmen olduğunu, ancak sadece bunu kavrayabilenlere bir şeyler öğeretebildiğini düşünmek, doğru ve anlamlı bir yol olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüz dünyasında, milletlerin dünden bugüne uzanan gelişme dinamikleriyle birlikte, hangi medeniyet ve kültür dairesine ait olduğu sorularının cevabı, insanlara gündelik hayatın içinde bir kimlik oluşturmanın geniş bir çerçevesini sunmakta ve onları tarih bilincine taşımaktadır. Tarih, milletler için aynı zamanda ilham, enerji ve ümit kaynağıdır. Tarihimizi noksansız ve iyi öğretmek, sahip olduğumuz muhteşem kültür ve medeniyet hazinelerimizin daha da güçlenerek nesiller arasında intikalini temin edecektir. Bu bilinç ve birikimin, insanın kendi iç dünyasına yansıması, bireysel ve toplumsal ufkumuzun birlikte zenginleşmesi, çağdaş dünyada belki bütün zamanlardan daha fazla önem kazanmış bulunmaktadır. Çünkü, toplumlar arasındaki ilişki yoğunlukları ve dünyamızdaki değişmeler, bir taraftan kültür ve medeniyetlerin etkileşimine büyük ivme kazandırırken, diğer taraftan insanlarda kültürel yabancılaşma, parçalanma ve kimlik kayması gibi bir çok sorunlara da kapı aralamıştır. Bu açıdan yaklaşıldığı zaman, tarih bilinci ile insanların kendi kimlik ve değerlerini koruyup geliştirebilmeleri önem arzetmektedir. Kısacası, tarih bilinci olmadan ne tarihi bütünlüğü anlamak, ne de bugün sahip olduğumuz değerleri kavramak mümkündür. Değerli Bilimadamları ve Tarih Araştırmacıları, Sayın Basın Mensupları, Bilindiği gibi, insanlığın bir yandan yeni arayışlara girdiği, baş döndürücü gelişmelere tanık olduğu, diğer taraftan geçmişte yaşanan hadiselerin tesirlerinin zamanımıza taşınmak istendiği yeni bir yüzyılın, henüz ilk baharında bulunuyoruz. Bu süreçte, tarihin, insanlık için geleceği aydınlatan bir yol gösterici olması, giderek daha çok önem kazanmaktadır. Tarihin böyle bir role sahip olması, hiç şüphe yok ki insanoğlunun kendi elindedir. Bütün dünya milletleri için geçerli olan bu evrensel kural, ancak fanatizmin ve kin kaynaklı düşmanlıkla geçerliliğini yitirmektedir. Büyük Atatürk'ün hassasiyetle ifade ettiği "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır" veciz sözünün ne kadar haklı temellere dayandığının somut bir örneğini yaşamaktayız. Ne yazık ki, bu gün sözde Ermeni Soykırımı iddialarına böyle bir mahiyet kazandırılmıştır. Oysa ki, sahip olduğumuz tarihsel mirasın en önemli özelliklerinden birisi de, ırkçılık ve ayrımcılığa hiçbir zaman yönelmemiş olmasıdır. Bundan dolayıdır ki, bin yıllar boyunca, Türk milleti diğer milletlerle içiçe devletlerde yaşayabilmiş ve dünyanın en uzun süreli ve en büyük imparatorluğunu kurabilmiştir. Bütün tarihi belge, kayıt ve şahitliklere rağmen, gerçekler görmezden gelinerek, aziz milletimiz, bir soykırım masalıyla yaralanmak istenmiştir. Üstelik, bu çabalara milletleri ve tarihi yargılama hakkı olmayan Parlamentolar alet edilmiştir. Elbette ki, tarih, parlamentoların kararlarıyla, lobilerin çabalarıyla değiştirilemez. Bu tür girişimler Türk miletinin şanlı ve şerefli tarihini lekeleyemez. Fakat, tarihi gerçekleri perdeleyen, dostluk ve işbirliği anlayışı ile bağdaşmayan tutum ve davranışları görmezden gelmemiz de mümkün değildir. Unutulmamalıdır ki, Dünyanın hangi ülkesinde ya da parlamentosunda kabul edilirse edilsin, gerçeklere dayanmayan bu iddiaların tarihi değiştirme gücü olmadığı gibi, Türkiye-Ermenistan ilişkilerine fayda getirmesi de mümkün değildir. Tarihin, ibret alınarak bugün ve gelecek için değerlendirilmesi yerine, adeta hesaplaşmaların ve kavgaların cephaneliği gibi kullanılmasının da hiçbir kimseye veya millete bir şey kazandırmayacağı da ortadadır. Ümit ve temenni ediyorum ki, Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirerek iktisadi ve siyasi işbirliği ağları oluşturmuş ülkeler, lobilerin, menfaat gruplarının ve günlük siyaset rüzgarlarının etkisinden sıyrılarak serinkanlı, rasyonel bir bakış açısı yakalarlar. Fakat, böyle bir makûl yaklaşıma ulaşılsa da ulaşılmasa da, gelecekte de benzer sorunlar yaşanmaması için, başta Türk Tarih Kurumu'muz olmak üzere, bütün bilim adamlarımıza ve araştırmacılarımıza daha çok çalışmak, belgelerle sabit olan haklılığımızı dünya kamuoyuna çok iyi anlatmak gibi önemli bir görev düşmektedir. Bütün bu doğruları tespit ve gerekleri yerine getirme konusunda öncelikli görevi üstlenen Türk Tarih Kurumu'nun, bir yandan eğitim kurumlarımıza, bir yandan da yabancı bilim adamlarına ve kuruluşlarına rehberlik etmesinin önemi her geçen gün artmaktadır. Aynı şekilde, Sovyetler Birliği'nin çökmesinin ardından gerek Balkanlarda, gerekse Asya'da önemli siyasi değişmelerin meydana geldiği ve bu coğrafyaların Türk tarihçilerine yeni araştırma sahaları ve konuları oluşturduğu bilinmektedir. Başka bir deyişle, Türkiye'nin, ata yurtlarında kendi kültürünü ve tarihini araştırması kaçınılmaz ve önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır. Buna karşılık Türk Cumhuriyetleri arasındaki yakınlaşma, stratejik bir mevkide bulunan Türkiye üzerinde, yeni politikalar geliştirilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu safhada ihtiyaç duyulan bilimsel araştırmaları yapmak görevi, pek tabii olarak Türk Tarih Kurumu'na da düşmektedir. Türk Tarih Kurumu başta olmak üzere, bütün araştırma kuruluşlarının bu alanlarda hassasiyetlerini koruması ve çalışmalarını artırarak sürdürmesi gerektiği açıktır. Değerli Bilimadamları ve Tarih Araştırmacıları, Sayın Basın Mensupları, İnanıyorum ki, tarih bilinci ve tarihin önümüze koyduğu birikim, ülkemiz ve milletimiz için yeni bir yükselme ve gelişme dalgasını başlatacak ve yeni yüzyılın lider ülkeleri arasında yer almamızda mühim bir rol oynayacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle yüksek heyetinizi bir kez daha selamlıyor, Türk Tarih Kurumu'nun bu günlere gelmesinde emeği geçen bütün bilim adamlarını, tarih araştırmacılarını ve çalışanlarını saygı ve şükranla anıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |