Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, Muhterem Milletvekilleri, Sayın Misafirler, Değerli Basın Mensupları, Konuşmamın başında hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Türk milletinin bağrından çıkan büyük Türk düşünürü ve şairi Yunus Emre’nin anıldığı "Uluslararası Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası” 3-11 Mayıs tarihleri arasında kutlanmaktadır. Bugünkü grup toplantımız da bu tarihi döneme tekabül etmiştir. Yunus Emre’nin, yaşadığı çağda Türkçe’yi çok iyi kullanması ve eserleri yoluyla kalıcılaştırması Türk milletinin yüz aklarından birisi yapmıştır. Bildiğiniz gibi, Yunus Emre, Anadolu’da Türk birliğinin ve kardeşliğinin sağlanmasında rol almış manevi önderlerin rehber ve öncü isimlerinden birisidir. O’nun insan sevgisi ile yoğrulmuş şiirleri yüzlerce yıl dilden dile gönülden gönüle ulaşarak, vatan yaptığımız bu topraklarda dirliğin, düzenin ve huzurun kökleşmesine kaynaklık etmiştir. Allah sevgisi ve beşeri sevgiyi tasavvuf ile kaynaştırmış, her şeyden önce insan olmanın doğasını, kardeşlik duygusunun erdemini ve ilahi aşkın terbiyesini, muhteşem bir manzum terkip ile ortaya koymuştur. Bugünkü ortamda, ihtiyacımız olan sevgi ve hoşgörüyü Yunus’un mesajlarına nüfuz ederek bulabileceğimizi biliyor ve inanıyorum. Yaratılanı yaratandan ötürü hoş gören bir yüksek vicdanın, Türkçe seslenişinin ve Türkçe bakışının aziz milletimizde bugün de cevap ve yankı bulacağını ümit ediyor, büyük Türk ozanı ve tasavvuf ehli Yunus Emre’yi hayranlıkla, sevgi ve saygıyla anıyor, kendisine Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
Değerli Milletvekilleri, Türkiye, yaklaşık 10,5 yıldır, karanlık bir dönemin ve fetret devrini aratmayacak gelişmelerin tasallutu ve tahripkâr sonuçları altında kalmıştır. AKP’yle geçen bu sürede, milletimizin aleyhine, devletimizin zararına olacak ne varsa harekete geçirilmiş, gün yüzüne çıkarılmıştır. Türkiye korkularla, kuşkularla ve karmaşık ilişki ağlarıyla bezenmiş ağır bir ortama mahkûm edilmiş; güven, nezaket, iyi niyet, dayanışma, kardeşlik ve yardımlaşma yıpranmış ve yere çakılmıştır. Türkiye’nin son 10,5 yıllık zaman diliminde; √ Doğruluk gerilemiş, yalan ilerlemiştir. √ Dürüstlük irtifa kaybetmiş, aldatma ve kandırma itibar elde etmiştir. √ Milli kimlik zayıflamış, Türkiyelilik saçmalığı zafere yaklaşmıştır. √ Türkçe inmiş, anadil talepleri irileşmiştir. √ Milli ve üniter devlet sistemi kayıplar vermiş, özerklik, federasyon ve konfederasyon talepleri adım adım mevzi kazanmıştır. √ Milli tez ve iddialar kötülenmiş, bölücü ve terörist emeller kibirlenmiş, iyice kinlenmiş ve keskinleşmiştir. AKP’yle birlikte milli ve manevi değerler anlamsızlığa ve boşluğa bırakılmıştır. Dört bir koldan yürütülen istismar kampanyaları, koordinasyon halinde sürdürülen psikolojik harekâtlar; akıl almaz dedikodulara ve vicdanların kabullenmediği şaibelere neden olmaktadır. Hükümet ihaneti masumlaştırmak amacıyla her pis tezgahtan istifade etmektedir. Başbakan Erdoğan, bölünmüş, parçalanmış ve dağılmış bir Türkiye’ye ulaşmak için her yolu mubah görmektedir. Bu nedenle kavramlar asıl anlamlarından soyutlanmakta, manevi kıymetler gerçek manalarından koparılmaktadır. Başbakan ve partisinin bölücülükle uzlaşma çabaları, teröristlerle barışma ve kucaklaşma arayışları hiçbir şekilde izah edilemeyecek anormalliklere meydan açmakta, ivme vermektedir. Bu uğurda kullanılmadık, malzeme yapılmadık ve aşındırılmadık bir şey de kalmamıştır. Ancak ve ancak bir münafığın, bir gıybet ehlisinin, günahkar bir ruhun başvurabileceği tüm çirkinlikler pişkince sergilenmekte, kaba şekilde sahnelenmektedir. Başbakan ve hükümetinin en sık müracaat ettiği konu ise analarımızın akan gözyaşlarıdır. Analar ağlamasın sözü PKK’yla yapılan pazarlıkların adeta paratoneri olmuş, hainliklerin gizlendiği adeta bir sığınak olarak görülmüştür. 1 Ağustos 2009 tarihinde başlatılan ve sürekli isim değiştirerek en sonunda milli birlik ve kardeşlik projesi olarak kararlaştırılan PKK açılımının ilanından buyana, hükümetin başlıca ezberi analarımızın gözyaşları olmuştur. Ne var ki, AKP açıldıkça, yıkıma yol açacak açılımlarla Türk milletinin her tarafını açtıkça analar ağlamış, gözyaşları sele dönüşmüştür. Başbakan Erdoğan’ın PKK’yla kurduğu yakınlık, teröre karşı gösterdiği tolerans, saldırıları artırarak analarımızın yavrularını toprağa gömmüş ve şehitlerimizin yası son yurdumuzu baştanbaşa kaplamıştır. İmralı canisine ilik nakli yapan, terör örgütüne heyecan veren Başbakan, analarımızı perişan etmiş, ağıtlar yakmalarına yol açmıştır. Annelik elbette yüce bir duygudur. Annelerimiz elbette her türlü hürmet ve vefaya layıktır. Hiçbir anne acı çekmemelidir. Fani hayatta hiçbir anne evlat acısıyla imtihan edilmemelidir. Annelerimizin mübarek gözyaşları mezar taşlarının başında dökülmemeli, kınalı elleri evlatlarının sere serpe yattığı kara toprağa değmemelidir. Anne feryadı dayanılmazdır. Anne çığlığı katlanılamazdır. Biliyoruz ki, ateş düştüğü yeri yakmaktadır. Biliyoruz ki, şehit evlatlarının sızısını en çok analar, babalar, eşler ve yavrular çekmektedir. Bu itibarla Başbakan ve hükümetinin annelerimizin gözyaşlarını istismar etmeleri tarifi ve tanımı olmayan bir çarpıklıktır. Hafta sonu idrak edeceğimiz Anneler Günü öncesinde herkesin bir kez daha konumunu, beyanlarını ve niyetlerini gözden geçirmesi şarttır. Ana yüreğinin, ana kalbinin ve ana vicdanının kanatılmaması, teröristlerle pazarlıklara yol yapılmaması bir şeref ve ahlak meselesidir. Biz annelerimizin beklentilerini biliyoruz. Biz annelerimizin özlemlerinin farkındayız. Ve biz gencecik evlatlarını kaybeden tüm annelerimizin acısını da paylaşıyoruz. Annelerimizin yaşlı gözleri, üzgün yüzleri bölücülerin geçim kapısı değildir. Analar ağlamasın sözünü PKK’yla yapılan müzakereleri masumlaştırmak için saptıranlara sesleniyorum ki, sizlere yazıklar olsun. Analarımızın gözyaşlarını teröristlerin ölüm saçan niyetleriyle eşitlemeye kalkan pazarlıkçılara açıklıyorum ki, sizlere yazıklar olsun. Analarımızın hıçkırıklarını, iç çekişlerini ve hüzünlü bakışlarını bölücü örgütün çıkarlarına yönlendiren eşbaşkanlara, terör düşkünlerine, yeni mandacılara, zalimlerin paryalarına haykırıyorum ki, hepinize yazıklar olsun, Cenab-ı Allah sizleri bildiği gibi yapsın. Annelerimizin yetişmemizdeki payı ve emekleri paha biçilemezdir. Bizi dünyaya getirip büyüten, yemeyen yediren, içmeyen içiren, giymeyen giydiren, sabırla üzerimize titreyen annelerimiz güzelliğin, merhametin, inceliğin ve sevginin eşsiz yüzleridir. Yüce Dinimiz İslam, Cennetin annelerin ayağının altında olduğunu müjdelemiş, anneye verdiği önem ve değeri bu şekilde göstermiştir. Türk milletinin içinden çıkan her kahramanı bir anne yetiştirmiştir. Bu coğrafyayı bize vatan yapan ecdadımızın beşiklerini de anneler sallamıştır. Belki annelerimiz kavrulmuştur, belki üzülmüştür, belki de figanlarla bağırlarını dövmüştür; ama evlatlarının fedakârlıklarıyla, üzerinde yaşayacağımız bir vatan, mensubu olmaktan gurur duyduğumuz bir millet, sonsuza kadar sahipleneceğimiz bir Türk ismini miras olarak bırakmışlardır. Merhum şairimiz Mithat Cemal Kuntay’ın ifade ettiği gibi; bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Hamd olsun, Türk vatanı kendisini feda etmekten kaçınmayan evlatları konusunda talihlidir. Türk milleti varlığını koruyan hayır dualı isimler açısından şanslısıdır. Vatan ve milletimiz, canından olan aziz şehitlerimizin yüzü suyu hürmetine asırladır hür ve müstakil şekilde yaşamaktadır. Bunun arkasındaki yegâne güç de elleri öpülesi analarımızdan başkası değildir. Ve hiçbir şehit anası da, teröristlerin, kanlı ellerin yakınlarıyla aynı kategoriye sokulamayacak, bir ve aynı görülemeyecektir. Şehit analarımız bizlere emanettir. Şehit analarımız bizlerin haysiyetidir. Evlatları boşa mücadele etmemiştir. Kınalı kuzuları boş yere canından olmamıştır. Aksini düşünenlere fırsat tanımayacağız, Allah’ın izniyle ağızlarının payını da her ortamda vereceğiz. İnanıyorum ki, analar ağlamasın temennisiyle kirli niyetlerine mazeretler arayanlara en kalıcı ders ve istismarlarına en etkili karşılık da bizzat annelerimiz tarafından verilecektir. Bu vesileyle, tüm şehitlerimize ve hayatlarını kaybeden elleri öpülesi annelerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Aramızda bulunan annelerimiz başta olmak üzere, bütün annelerin Anneler Günü’nü şimdiden tebrik ediyor, hepsine saygılarımı sunuyor, mutlu ve huzurlu bir Türkiye’nin temellerini birlikte atacağımıza içtenlikle inanıyorum.
Değerli Milletvekilleri, Geçtiğimiz hafta İstanbul’daki 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarının sancılı ve sarsıcı olaylara neden olması hepimiz için üzüntü verici olmuştur. Taksim inatlaşması yüzünden sokaklar savaş alanına dönmüş, saldırı ve mütecaviz eğilimler tehlikeli şekilde tırmandırılmıştır. En başta hükümet, muhtemel hadiselerin seyrini okuyamamış, gerekli tedbirleri alamamış, işçilere ve sendikalara yalnızca “Taksim’e gelmeyin” demekle iktifa etmiştir. Gerilimin yönünü göremeyen veya görmek istemeyen hükümet, 1 Mayıs kutlamalarına katılanlara orantısız güç kullanarak Türkiye’yi tıpkı bir üçüncü dünya ülkesinin seviyesine indirmiştir. Hedef ayrımı yapılmaksızın gerçekleştirilen kontrolsüz ve ölçüsüz müdahaleler 1 Mayıs’ı kana, gaza ve tazyikli suya bulamıştır. Bu ortamı fırsat bilen marjinal ve aşırı uç örgüt militanları sahneye çıkmışlar, bir kez daha şiddet ve saldırılardan nasıl geçindiklerini canice göstermişlerdir. Kalabalıkların arasına sızan bölücü ve yıkıcı unsurlar, sapanlarla, demir misketlerle, kaldırım taşlarıyla ve molotoflarla zehir saçmışlardır. Şehir eşkıyaları arabaları yakmışlar, camları kırmışlar ve etrafa her türlü zararı vermişlerdir. Bu arada yasadışı bir örgüt üyesi olarak gösterilen 17 yaşındaki bir kız çocuğunun başına da gaz bombası isabet etmiş, 1 Mayıs’ın anlam ve özelliği tamamen gölgelenmiştir. Günlerdir bu kız çocuğunun elinde taşıdığı şişenin sirke mi, molotof mu olduğu yazılmış, çizilmiş ve tartışmaların odak noktasına yerleştirilmiştir. Diğer provokatörlerin, saldırganların ve azmettiricilerin üzerine gidilmesi gerekirken, meselenin magazinleştirilmesi, söz düellolarına boğulması elbette kabul edilemeyecektir. Bizim en çok dikkatimizi çeken husus ise, sözde çözüm ve barış sözlerinin ulu orta seslendirildiği bir dönemde, huzurdan bahsedildiği bir tarih aralığında, bu esef verici olayların zuhur etmiş olmasıdır. Görülmektedir ki, sınır ötesine çıkma hazırlığı yaptığı ileri sürülen teröristlerin uzantıları şehirleri mesken tutmuşlar; resmen 1 Mayıs’ı kundaklamışlar ve terörize etmişlerdir. İstanbul’daki manzaralar, teröristlerin dağdan şehre indiğinin en açık kanıtı olarak değerlendirilmelidir. Süreç ihaneti bu canilere fayda etmemiş, bayramlaşma ve helalleşme zırvaları da bir sonuç doğurmamıştır. Bizim açımızdan önemli bir başka konu ise, işçi sendikalarının göz göre göre yangına körükle gitmeleridir. Bilindiği üzere, bu sendikalardan bazılarının genel başkanları sözde Akil İnsanlar Heyeti içinde yer almıştır. Anlaşılan bunların aklı kendilerine bile yetmemiş, çözüm ve barış şakşakçılığına soyunmaları bir işe yaramamıştır. Hükümetle DİSK ve diğer bazı sendikalar arasındaki itiş kalkış emeğin ve dayanışmanın gününü sabote etmiş, sulandırmış ve ileri demokrasi iddialarının aslında ilkel bir demokrasiden başka bir şey olmadığını ortaya koymuştur. Taksim inatlaşması Türkiye’yi germiş, İstanbulluların huzurunu kaçırmıştır. Temennim odur ki, 1 Mayıs günü, İstanbul’da şahit olunan çirkin tablodan başta AKP hükümeti olmak üzere herkes gereken dersleri çıkarmalıdır. Burada, bazı münferit aşırılıklar ve sert tutumlar dışında, talimatları uygulayan emniyet güçlerimizi topyekûn suçlamak ve töhmet altında bırakmak da bize göre doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Sorgulamak lazımdır ki, toplumsal güvenliği temin etmekten bile aciz, asayiş ve düzeni sağlamaktan dahi bihaber olan iktidar anlayışıyla daha nereye kadar gidilecek, bu yeteneksiz kadrolara ne kadar tahammül edilecektir? Başbakan ve hükümeti başarısızlığın markası haline geldiklerini anlamalıdırlar. Yetersizliğin, tahammülsüzlüğün ve öngörüsüzlüğün içine battıklarını daha fazla kırıp dökmeden, daha da küçülmeden fark etmelidirler.
Muhterem Milletvekilleri, Bir devletin üç kurucu unsuru vardır. Bunlar; ülke, millet ve egemenlikten oluşmaktadır. Bu üç unsur birbiriyle yakından ilgili ve ilişkili olup, birbirini tamamlamaktadır. Devletin oluşması, saygın bir yere ulaşması ve meşru bir mevkie gelmesi bu üçlü yapının varlığıyla mümkündür. Adalet ise kurucu unsurlar arasındaki dengeyi ve devamlılığı sağlayan en önemli bağlayıcı ve düzenleyici faktör olarak varlığını göstermektedir. Aziz ecdadımızın kurduğu tüm devletlerde bu esaslar hayati nitelik taşımıştır. Bunlardan birisinden verilecek tavizin nerede duracağı, nereye kadar uzanacağı ve hangi neticelere ortam açacağı az çok bellidir. Bu yüzden Türk devlet sisteminde beka meselesi, bütünlük kaygısı her zaman önemli, her zaman öncelikli ve her zaman ilk sıradadır. Türk devlet geleneğinde tesadüflere yer yoktur. Kurucu unsurlar arasında hiyerarşi, derecelendirme ve sıralama yapılmamış ve hatta yapılmasına da gerek duyulmamıştır. Ülkemiz son derece stratejik bir coğrafyanın içinde, küresel enerji ve ulaştırma yollarının güzergahında bulunduğundan dolayı üzerindeki hesaplar hiç eksik olmamış ve düşmanca tavırlar hiç azalmamıştır. Tarihin her devrinde Türk milletine dönük ayak oyunları, kumpaslar, açık veya gizli operasyonlar hiç bitmemiştir. Son yurdumuzdaki hayat haklarımız, birlik ve devamlılığımız birilerini sürekli rahatsız etmiş, farklı arayışlara yöneltmiştir. Bazen doğrudan, bazen dolaylı olsa da, zalim amaçlar, emperyal hedefler zayıflamamızı, birbirimize düşmemizi ve iç karışıklığa sapmamızı temin etmek için tetikte beklemişler, bundan da hiç yorulmamışlardır. Bu çevrelerin gayeleri, Türk milletinin birliğini kırmak ve ateşe atmak noktasında toplanmıştır. Bu çevrelerin gayeleri, Türklüğün bitirilmesi, bin yıllık hukukun bozulması ve bağımsızlığımızın kaybedilmesi konusunda düğümlenmiştir. Bunun için de her komplonun içine, her karanlık ilişkinin ortasına hevesle girmişlerdir. Son vatanımızdaki varlık ve birlik haklarımıza kem gözle bakan küresel şarlatanlar, içimizdeki işbirlikçi kolları, bunların silahtarlığını yapan cinayet şebekeleri, ekonomik tetikçiler, özgürlük ve demokrasi dalkavukları, besiye çekilen bazı sözde aydınlar esaretin lobisi olarak yan yana dizilmişlerdir. Bunlar tarihin her devrinde iştahlı şekilde intikamlarını bilemişler, türlü yöntemlerle önümüze kuyu kazmışlar, kurucu unsurları yok etmeyi ve çatısını uçurmayı amaçlamışlardır. Milletçe kaybettiğimiz her toprağımızın, geride bıraktığımız her insanımızın ve her hayal kırıklığımızın merkezinde bu insan suretinde dolaşan vahşiler, fırsatçılar ve ruhunu satmışlar vardır. Bunlar ki, Balkan yenilgisinden dolayı coşmuşlar, adeta bayram ilan etmişlerdir. Bunlar ki, kutsal topraklardan geri çekilmemize kınalar yakmışlardır. Bunlar ki, Birinci Dünya Savaşı’ndan boynumuz bükük çıkmamıza methiyeler düzmüşlerdir. Bunlar ki, Paris Barış Konferansı’ndaki aşağılamalara, Sevr Barış Anlaşmasıyla dayatılan ölüm metnine mersiyeler yazmışlar, övgüler yağdırmışlardır. Hatta ve hatta, son yurdumuzun paramparça olma ihtimalini, dış dünyaya ve denizlere bağı büyük oranda kopmuş bir avuç toprağın bahşedilmesini alkışlamışlar ve tasdik etmişlerdir. Ne de olsa barış sağlanmış, ne de olsa kan durmuş, ne de olsa savaş bitmiştir. Artık silahlar konuşmayacak, ölümler yaşanmayacak, düşman bayrağı asılınca her şey tozpembe olacaktır. Bölücüler, milleti bilmeyen ilkel beyinler, işgalcilere şirin görünerek koltuklarında kalacaklarını zanneden iktidar sahipleri, köleliği benimsemiş nankörler, manevi değerlerimizi istilacıların menfaatine koşan vicdansızlar bu kötülüğe hizmet etmişler ve teşvik etmişlerdir. Çok şükür Türk milletiyle ters düşmüş lekeli güruhun evdeki hesabı milli mücadele ruhuna uymamış, alevlenen bağımsızlık ülküsü Türk vatanını hainlerden, sömürgecilerden ve yabancıları dost bilen gafillerden kazımıştır. Ancak bugün benzeri bir tehlike ve tehditlerle tekraren yüze yüze kaldığımız kesinlikle inkâr edilemeyecektir. Yine ne olduğu belirsiz barış isteyenler başını kaldırmıştır. Yine köksüz, soysuz ve alengirli çözüm diyerek yaygara koparanlar meydana çıkmıştır. Yine işbirlikçi kafile küresel hesapların peşine düşmüştür. Yine teröristler, maneviyat işportacıları süreç diyerek bir araya gelmişlerdir. Zorbalar ittifak halindedir. Milliyetçilikten korkan, milletin birliğinden ürken izansızlar ayaktadır. Türk milletini bölünmeye ikna etmek, PKK’yı meşrulaştırmak için tüm imkanlar seferber edilmektedir. Başbakan Erdoğan ve İmralı canisi ortaklığının güdümüne girenler Türkiye’ye etnik nifak ihraç etmek, hüsran ve hezimet nakil etmek için ellerinden geleni yapmaktadır. 63’lükler yurdumuzun her köşesinde bölücülüğün propagandasıyla meşguldür. Başbakan Erdoğan’ın maşa olarak kullandığı ve vaatlerle Anadolu’nun bereketli bağrına gönderdiği 63 aklını yemiş bir ayı aşkındır faaliyet halindedir. Başbakan şimdi de bunları milli mücadele yıllarında teşekkül ettirilen ‘İrşad Heyeti’ne benzetmiş ve akıllara durgunluk veren bir cahilliğin içine batmıştır. Bir defa, bırakınız 63’lükleri İrşad Heyeti’yle bir görmeyi, bu ikisi arasında benzerlikler ya da paralellikler kurmak dahi kimsenin harcı değildir. Eğer kast ettiği sonu t ile biten irşat kelimesinin “çirkin ve suratsız” olan bir diğer anlamı ise diyeceğimiz bir şey yoktur. Biliniz ki, 63’lükler PKK’nın elinden tutmuş, bölücü hedeflerin mihmandarı olmuş ve bölünmeyi vaaz etmiştir; İrşad Heyeti ise Türk milletinin birliğini ve bağımsızlığını savunacak yüksek ahlakla gönüllere girmiş, saygıyı hak etmiştir. 63’lükler, Öcalan canisine bebek katili denmesin diyerek taraflarını belli etmiştir; İrşad Heyeti de Anadolu’daki isyan ve işgal konusunda milletimizi aydınlatmış, milli mücadeleye çağırmış ve milliyetçiliğin yanında durmuştur. Hele hele sormak lazımdır ki, bu 63 kişi Başbakan’a göre kimleri irşad, yani doğru yola getirmekle görevlendirilmiştir? Türk milleti yanlış yolda mıdır ki birileri irşadla vazifelendirilmiştir? Türk milleti terbiye edilmesi ve hizaya getirilmesi gereken kuru bir kalabalık mıdır ki irşad edilmektedir? Aziz milletimiz bunları duymalıdır. AKP’ye oy veren muhterem kardeşlerim Başbakan’ın gerçek yüzünü tanımalıdır. Başbakan’a göre bunlar irşad heyetiyse, mürşid kimdir, kimlerden oluşmaktadır? Bu durum karşısında, Başbakan kendisini nerede görmektedir? Bu zihniyet ilginç şekilde 63’lüklere tepki gösterenlerin toplamda 4 bin 980 kişi olduğunu ifade etmiştir. Sayın Başbakan; ya sen dört işlemi bilmiyorsun, yeniden abaküs başına oturman lazımdır; ya da birileri seni ciddi şekilde yanıltmaktadır. Doğrudur, merhum Mehmet Akif Ersoy’da İrşad Heyeti’nin içinde bulunmuştur. Başbakan ve 63 akilli bilmiyorsa hatırlatırım ki; Merhum vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy, 19 Kasım 1920 günü Kastamonu Nasrullah Camii’nde yaptığı heyecan düzeyi yüksek konuşmasının bir bölümünde aynen şunları ifade etmiştir: “Milletler topla, tüfekle, zırhlı ordularla, tayyarelerle yıkılmıyor ve yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki rabıtalar çözülerek herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi menfaatini temin etmek sevdasına düştüğü zaman yıkılır. Atalarımızın “Kale içinden alınır” sözü kadar büyük bir söz söylenmemiştir, evet, dünyada bu kadar sağlam, bu kadar şaşmaz bir düstur yoktur.” Ülkemizin bugünkü hal ve gidişatına baktığımızda, 93 yıl önce dile gelen bu sözlerin ne kadar doğru ve isabetli olduğu muhakkak ki anlaşılabilecektir. Bugün kalemiz içten tahrip edilmektedir. Başbakan ve 63’lükler bu amaçla yekpare ve yekvücut olmuş asil milletimizi yanlışa ortak etmek ve PKK’nın tezlerini onaylatmak için her kılığa girmektedirler. Kaba ve üstünkörü bir siyaset metoduyla gayri milli, gayri insani ve gayri ahlaki tüm yollara tevessül etmektedirler. Başbakan Erdoğan millete omuz silkerken, bölünmüşlüğe omuz vermektedir. 63’lükler bölücülüğe göz kırparken, milletimizi yalanlarla, asılsız bilgilerle oyalarken, milli değerlerimizi dağlamaktadırlar. Bunlar tezatların ve tereddütlerin bağrına çöreklenirken, Türk milletinin vakarından, milli şuurun uyanmasından ürkmekte, korkmakta ve tepkileri değersizleştirmeye yeltenmektedir. Bu 63’lükler, manevi emanetlerimizi, mübarek mirasımızı ve kutsi inançlarımızı ikbal arayışlarına, kinle pekişmiş istikbal kaygılarına telaş ve panikle seferber etmekten dolayı yüzleri kızarmamaktadır. Şundan emin olun ki, milli mücadele kahramanları aleyhine fetvalar veren din bezirgânlarıyla, milli ruhu kırmaya çalışan BOP’çuların ve 63’lüklerin arasında asla bir fark yoktur. İşgalcilerin menfaatini gözeten, emperyalizmin uşaklığından terfi uman şahsiyetsizlerle; bölücü terörün aklanması, canilerin itibar ve saygınlık kazanması için uğraşan dışı İslam, içi küresel proje olan sefalet yuvaları yakın akrabadır ve birinci dereceden de hısımlardır. Geçmişten bugüne bunların çizgileri hiç değişmemiştir. Bunlar şirke kayacak ve firavunlara taş çıkartacak kadar milli ve manevi değerlere arkalarını dönmüşlerdir. Tarih boyunca Türk milleti bu bozguncularla ve bu düşmanca bakışlarla sürekli muhatap kalmıştır. Bunların kökü hiç kurumamış, bunların nesli hiç tükenmemiş ve bunların arkası hiç kesilmemiştir. Türklüğe hasımlık bunların ortak anlayışı, ortak paydasıdır. Vatana kin, bayrağa öfke, millete karşıtlık bunların müşterek özelliğidir. Yüce dinimiz ne çektiyse bunların elinden çekmiştir. İslam’ın sancaktarı, İslam’ın yüz akı, İslam’ın kınına girmeyen kılıcı büyük Türk milleti, değişik zamanlarda bunların her şekle ve her kalıba giren oyunlarıyla karşılaşmıştır. İsimler değişmiş, sıfatlar başkalaşmış, mekânlar farklılaşmış, ama niyetler hiç değişmemiştir. Çağlar nehir gibi akmış, zaman rüzgâr gibi geçmiş; küfrün, şirkin ve cahilliğin boyutları hiç azalmamıştır. Güzelliğin çirkinlikle, doğruluğun yalanla, rahmani tutumun iblisle ezelden başlayan müsabakası hiç dinmemiş ve dinmeyecektir. Bu aşamada son olarak diyeceğim odur ki, Sayın Başbakan, 63’lükleri ille de benzeteceğin birileri varsa, o da milli tarihimize 150’likler olarak geçen sabıkalı hainlerden başkası olmayacaktır, olmamalıdır.
Değerli Milletvekilleri, Başbakan Erdoğan, bölücülüğün ikinci el piyasasında, İmralı canisi ve terör örgütüyle inanılmaz bir pazarlığa tutuşmuştur. Pazarlık edilen Türk milletidir. Pazarlık edilen Türk vatanıdır. Pazarlık edilen başkanlık sistemiyle birlikte özerklik, federasyon ve konfederasyondur. Başbakan Erdoğan İmralı’da pazarlıkçı, Kandil’de barışçı, Ankara’da çözümcü, haftaya gideceği Vashington’da BOP’çu, Erbil’de peşmergeci, Brüksel’de AB’ci, Erivan’da Taşnak’çı, geçmişte milli görüşçü, şimdilerde hamuduyla götürücü ve iftiracı olarak oldukça farklı özellikleri üzerine almıştır. Bizim hükümet olduğumuz yılları ağzına dolayan Başbakan, kendisini rehabilite ve teskin etmek amacıyla, iktidar yıllarımızda İmralı canisiyle görüşüldüğünü ileri sürmüştür. İmralı’da yatan canibaşı 15 Şubat 1999 tarihinde yakalanmıştır. Bir gün sonra Türkiye’ye getirilmiş ve doğruca İmralı cezaevine gönderilmiştir. Bunlar oluyorken Milliyetçi Hareket Partisi henüz TBMM’de değildir ve 56’ıncı hükümet işbaşındadır. Terösitbaşının yargılanmasına 31 Mayıs 1999 tarihinde başlanılmıştır. Sayın Başbakan bilmelisin ki, İmralı canisi sadece ve sadece bağımsız yargı marifetince sorgulanmış, kendisinden işlediği cinayetlerin hesabı sorulmuştur. Pazarlık başka bir şeydir, sorgulama, ifade alma, soruşturma ve kovuşturma başka bir şeydir. Nasıl bir yalana batmışsın ki, sorgulamayla pazarlığı birbirine göz göre göre karıştırıyor, bundan da çıkar umuyorsun? Sen AKP’ye oy vermiş vatandaşlarımı, vatansever AKP’li milletvekili arkadaşlarımı saf, bir şey bilmez, bir şeyden de anlamaz mı sanıyorsun? Başbakan ayrıca bize 1999 yılında, “Genelkurmay mı size bağlıydı, yoksa hükümetiniz mi Genelkurmay’a bağlıydı? MİT mi size bağlıydı, siz mi MİT’e bağlıydınız? Jandarma mı size bağlıydı, yoksa siz mi Jandarma’ya bağlıydınız? Adalet Bakanlığı mı size bağlıydı, yoksa siz mi Adalet Bakanlığı’na bağlıydınız?” türünden zincirleme sorular yöneltmiştir. Sayın Başbakan acaba vereceğim cevapları idrak edebileceğin ve özümseyebileceğin bir algılama kabiliyetin var mı, doğrusunu istersen merak ediyorum. Bizim kime bağlı olduğumuzu cümle alem bilmektedir ve bu da büyük Türk milletinden başkası değildir. Bizim Türk milletinden başkasına yüz sürmemiz, vesayetini kabul etmemiz ve telkini altına girmemiz ne duyulmuş, ne de görülmüş bir şeydir. Pazarlık yapa yapa senin gözün hiçbir şey görmemekte, kafan bir şeyi almamaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin direncini kırmak, itibarını zedelemek Başbakan’ın çapını ve zihin çerçevesini aşacak ve komik durumlara düşürecektir. Sayın Başbakan asıl sen kime bağlısın? İmralı’ya mı bağlısın, Kandil’e mi bağımlısın? İcazeti kimden aldın, kimler tarafından yetkilendirildin, bu hallere nasıl düştün? Sen Türkiye Cumhuriyet’i Başbakanı mısın? Yoksa BOP’un kıdemli Eşbaşkanı mısın? Uyguladığın politikaların fikir babası kim ya da kimlerdir? Başbakan Erdoğan tarih olmaktansa tarih yaptıklarını iddia etmiştir. Başbakan’ın yaptıklarını söylediği tarih milletimizin yararına olmadığına göre, kimlerin lehinedir? Başbakan Erdoğan hangi tarihten bahsetmektedir? Söylemeye çalıştığı, İmralı canisiyle yürüttüğü pazarlıklar tarihi midir? PKK’yla birlikte başrol oynadığı tarih yeni Anayasayı da kapsamına almakta mıdır? Altı adımda teröristler nasıl aklanırın ya da üç aşamada Türkiye nasıl bölünürün tarihi mi yazılmaktadır? Başbakan Erdoğan 57’nci koalisyon hükümetiyle uğraşmayı bir kenara bırakarak bu soruların cevabını vermelidir. Bugün herkesin kalitesi, hedefi ve niyeti ortadadır. Milliyetçi Hareket Partisi’ne dil uzatmak ve yalanlarla karalamaya çalışmak Başbakan’ı kurtaramayacaktır. Beşşar Esad’a bebek katili, cani ve katil diyerek yüklenen, ama bir adım ötesinde bu sıfatların Türk milleti tarafından verildiği teröstbaşıyla pazarlıklar yapan Başbakan Erdoğan yaptıklarının bedelini bir bir ödeyecektir. Çünkü süreç ihanetinin seli hem kendisini hem de bölücü yandaşlarını önüne katıp sürükleye sürükleye adaletin karşısına çıkaracaktır. Bu arada, Başbakan’ın hatırına birden bire merhum Başbakanlarımızdan Necmettin Erbakan Hocamız gelmiştir. Yaşarken sırtından vurduğu merhum Erbakan’ı bugünlerde anması, gecikmeyle de olsa yediği hakkının karşılığını vermeye çabalaması kendisi adına bir gelişmedir. Başbakan Erdoğan’ın 1993 yılı Kasım ayında yaptığı bir konuşmasında; “benim memurum işini bilir demek suretiyle rüşveti, yolsuzluğu, suiistimali meşrulaştırmakla” suçladığı merhum Cumhurbaşkanlarımızdan Turgut Özal’ı takdir ve şükranla idrak etmesi de bir o kadar manidardır. Başbakan Erdoğan çözüm ve barış sözleriyle milletimizi kandırmaya bu iki değerli devlet adamını kullanarak ulaşacağını zannediyorsa yanıldığını kesinlikle görecektir. Bu siyaset anlayışının, yaşarken vefa göstermediklerini, ebediyete göçtükten sonra hatırlaması geçtir, istismardır ve tıpa tıp şark kurnazlığıdır.
Muhterem Milletvekilleri, Gerek bugüne kadar yaptığımız bütün uyarılar, gerekse hükümetin sözde çözüm sürecine verdiğimiz tepkiler tutarlı, samimi ve milli gerçeklere dayanmaktadır. Hükümetin İmralı canisiyle birlikte düğmeye bastığı süreç hıyaneti, küresel güç tarafından bölgemizin yeniden tanzimine yönelik olarak sütre gerisinden tekemmül ettirilen parçalanma ve dağılma projesidir. Başbakanın eşbaşkanlığını yaptığı ve özellikle İslam dünyasının yıkımı ile sonuçlanacak olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir ayağıdır. Bunun yanı sıra, hükümetin terörle demokrasi arasında kurmaya çalıştığı yanlış ilişkiler ağı ve bu konulardaki şaşı bakışı özellikle Avrupa Birliği dayatmalarının eseridir. Terör sona erecek, analar ağlamayacak, huzur gelecek, ekonomi büyüyecek, sorunlar bitecek gibi kavramlarla ilerletilen çözüm süreci, bu kıvam ve dozda giderse çok büyük siyasal, sosyal sorunlar doğuracak ve Türk milleti etnik temelli bölücüler tarafından tahrip edilecektir. Önüne gelenin yaptığı “ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlük” vurgularına ve hatta yeminlerine rağmen süreç Türk milletini yok oluşa sürükleyecektir. AKP zihniyeti, "Türk milleti" kavramından duyduğu anlaşılmaz rahatsızlığın sonucu olarak, sosyo-kültürel bir zenginlik olan millet mefhumunu baştan beri ırk ve kavim körlüğü içinde değerlendirmiştir. Bu mantık kapsamında, etnik ve kültürel farklılıkların anayasal zemin bulması halinde iki milletli, iki devletli bir yeni yapı mukadder hale gelecektir ki, önümüzdeki yeni anayasa hazırlığı böylesi bir riski taşımaktadır. Anayasa’nın kırmızı çizgileri, kurulan ittifaklar tarafından sorgulanacak, aşındırılacak ve bir noktadan sonra fırsat bulunursa üzeri çizilecektir. Bilhassa yüksek yargı yöneticilerinden gelen eleştirisel ve son derece düşündürücü çıkışlar bunun bir göstergesi olarak ele alınmalıdır. PKK’nın elinde silahla anayasa dayatması ve AKP’nin de buna meyyal ve müsait olması büyük sorunların önümüzde durduğuna işarettir. Süreç, bir ayrışma ve ikiye bölünme ile bile sınırlı kalamayacak, Türklük kendi vatanında etnik unsur seviyesine indirgenecek, ilerleyen yıllarda yavaş yavaş silinip gidecektir. Türkçe dışındaki dilleri kamusal alana taşıyacak gelişmeler hem devlet yapısını, hem millet bütünlüğünü ortadan kaldırma tehlikesi taşıdığından dikkatle izlenmeli ve milletimiz tüm olan bitenleri bilmelidir. Sözde çözüm süreci, İmralı canisini yeniden örgüt lideri haline getirerek diriltmiş, hükümetle muhatap hale yükseltmiştir. Süreç bu şekilde ilerlerse, bin yılda yoğrulmuş milli kimlik geri dönüş gösterecek, yaşanacak sosyolojik kırılmanın telafisi asla mümkün olamayacaktır. Devletin üç kurucu unsuru için büyük badireler ihtiva eden sürecin devamı halinde, milli devlet ve üniter yapı çözülecek ve çökecektir. Milli kimliğin, bu kimliği oluşturan maddi ve manevi alt yapının, tarihi, sosyal ve kültürel kaynakların adım adım imhası gündeme gelecektir. AKP; BDP, PKK ve gözdağlarıyla rehin alınırsa bir de CHP, anayasa yoluyla Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkacaklar, yerine ismi değişmiş, milleti tükenmiş, küresel emellere kurban verilmiş derme çatma bir yapıyı hayata geçireceklerdir. Eğer bu olmazsa, Başbakan Erdoğan referandum kartını devreye sokarak anayasa değişikliği için harekete geçecektir. Bu muhtemel referandum bir plebisite, yani Türk milletinin varlığını oyladığı bir ortama davetiye çıkaracaktır. Yakın gelecek bu kadar tehlikeli, bu kadar vahim gelişmelere gebedir. Unutulmasın ki, süreç ihaneti çerçevesinde atılan ve atılması planlanan bütün adımlar Anayasal suç niteliği taşımaktadır. Hangi devlet kurum ve kurullarının arkasına saklanılırsa saklanılsın hükümet iradesinin devleti dönüştürmeye ve değiştirmeye yetkisi bulunmamaktadır. Böylesi bir hak Türk milleti tarafından kimseye verilmemiştir ve verilemeyecektir. Bu yüzden, PKK’lıların beşerli gruplarla sınır ötesine gidişini seyretmek, termal kameralarda maç izler gibi tepkisiz takip etmek suçtur ve uyarmak isterim ki, bu sorumluluktan başta hükümet olmak üzere hiç kimse muaf olamayacaktır. Bir kez daha sormak isterim ki, yarın başlayacağı iddia edilen PKK’lı teröristlerin sınır ötesine çekilme işlemine, yürürlükteki hukuk kaidelerinin neresinde cevaz vardır? Bile bile, göre göre terör örgütü mensuplarının çıkıp gitmesine sırt dönmek, sınırlarımızda cirit atan suçlulara mealen güle güle gidin demek hangi kurumun, hangi faninin altında kalkabileceği bir teslimiyet ve kendini bilmezliktir? Ve Bu gelişmelerin hiçbir noktasında Milliyetçi Hareket yer almayacak, destek olmayacak ve hepsinden önemlisi de asla sessiz kalmayacaktır. Sonuna kadar güvendiğimiz milletin iradesi, milletin kanaatleri ve milletin direnci bizim anlayışımıza göre içte ve dışta karşımıza çıkartılmak istenen bütün dayatmaların sonuca ulaşmasında en önemli engeldir. Bu nedenle, Türkiye'de milletin beklentileri hilafına değişim ve dönüşüm arzu edenler, iktidarda bile olsalar bu niyetlerini başaramamışlar, milli vicdanın uyanıklılığı ve baskısı ile düşüncelerini ertelemek veya terk etmek durumunda kalmışlardır. Bundan sonra da kesinlikle bunlardan birisi olacaktır. Türk milleti kaderine sahip çıkacak, çözülmeye ve yıkıma müsaade etmeyecektir. Başbakan Erdoğan ve hükümeti gün gelecek sözde çözüm ve barış sürecinden zorlama ve karşı çıkışlarla çark edecek, ama yaptıklarının vebalinden de kurtulamayacaklardır. Milliyetçilik yükselmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi’ne teveccüh hızla büyümektedir. Türk milleti bu defa MHP’de karar kılacağının işaretini vermektedir. Süreç anketleri, AKP’yi şişiren uydurma kamuoyu araştırmaları asılsızdır ve gerçek anket meydanlardadır, milletimizin bize gösterdiği yoğun ilgi ve sevgi gösterisindedir. Şunlardan herkes emin olsun ki; Hiç kimse İmralı canisinin affını göremeyecektir. Hiç kimse Kürt kökenli kardeşlerimi PKK’ya kuyruk yapamayacak, temsilcisi gibi gösteremeyecektir. Hiç kimse PKK’nın Türkiye’yi rehin almasına şahit olamayacaktır. Hiç kimse aziz şehitlerimizin, kutlu ceddimizin kemiklerini sızlatamayacak, büyük Türk milletini mahcup edemeyecektir. Bunun güvencesi milliyetçi - ülkücü vatansever kardeşlerimdir, bunun güvencesi “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözlerini bayraklaştırmış milli iradedir ve bunun teminatı Milliyetçi Hareket Partisi’nin her şeyi göze alan mücadele kararlılığıdır. Bu düşüncelerle konuşmama son verirken, Spor Toto Süper Ligi’nin bitimine iki hafta kala şampiyonluğa ulaşan Galatasaray Futbol Kulübümüzün değerli futbolcularını, teknik heyetini ve yöneticilerini kutluyor, sizleri sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Sağ olun, var olun. |