27.03.2001 - TBMM Gup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM'de yaptığı Grup Konuşması
17 Nisan 2001

 

Kıymetli Milletvekili Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Grubumuzun bu haftaki toplantısına başlarken, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Artık, bütün vatandaşlarımız tarafından çok iyi bir şekilde bilindiği gibi, ekonomik krizin aşılarak yeniden büyüme sürecine geçiş, önümüzdeki en büyük mesele olarak durmaktadır. Sebepleri ve oluşum süreci itibariyle uzun yılların birikimine dayanan ekonomik krizin sosyal etkileri de maalesef büyük olmuştur.

Toplumun hemen her kesimine yansıyan kriz ortamı ile birlikte, mali ve reel sektörlerde büyük bir durgunluk, üretim ve istihdamda daralma meydana gelmiştir. İnsanlarımız da sokaklara dökülerek tepkilerini ortaya koymuş, en kısa zamanda makûl bir çıkış yolu bulunmasını istemiştir.

Bunun içindir ki, uzun bir zamandan beri ülkemizin, insanlarımızın ve doğal olarak siyasetin ilk gündem maddesi olma özelliğini koruyan ekonomik kriz ortamından sağlıklı bir şekilde çıkmak gerekmektedir. Dolayısıyla, öncelikle belirsizlik sendromunu aşmak, daha sonra da toplumsal ve ekonomik hayatı normal gelişme dinamizmine kavuşturmak bizim için büyük bir öneme sahiptir.

Hükümetimiz tarafından hazırlanarak geçtiğimiz Cumartesi günü açıklanan yeni ekonomik programın en öncelikli hedefi de, bu anlamda, toplumsal bir rahatlama ve güven ortamının tesisidir.

Programa yönelik olarak, gerek yurt içerisinde çeşitli kesimlerden ve piyasalardan, gerekse uluslararası ekonomi çevrelerinden gelen olumlu tepkiler geleceğe yönelik ümitlerimizi arttırmaktadır. İnşallah, bir taraftan krizin ağır ve yıpratıcı etkilerini ortadan kaldırmak, diğer taraftan da ekonomik gelişmemizi hızlandırmak mümkün olacaktır.

Hepsinden önemlisi, sık sık içine düştüğümüz krizlerin Türk ekonomisinin kötü kaderi olmaktan çıkması için gerekli adımların atılmasıdır. Sağlıklı bir ekonomik alt yapıyı inşa anlamına gelen yapısal dönüşüm bunun için hayatiyet arz etmektedir.

İkinci önemli nokta ise, Kasım, özellikle Şubat kriziyle birlikte bozulan ekonomik ve sosyal dengelerin, sürdürülebilir ekonomik gelişme zemininde yeniden kurulması oluşturmaktadır. Ekonomik programın başarıyla uygulanmasıyla birlikte, enflasyonun giderek düşürülmesi, gelir dağılımı adaletsizliğinin düzeltilmesi, yoksulluk sınırının altında yaşayan insanlarımıza sosyal destek programlarının uygulanması büyük önem taşımaktadır.

Hem toplum, hem de devlet olarak bu hayatî görevimizi ihmal edemeyiz. Çünkü ülkemizin yeni yüzyılda, ancak toplumsal ahengi ve huzuru güçlendirerek yol alma şansı vardır.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Özellikle insan kaynakları ve tarihsel birikimi gibi potansiyel zenginlikleri itibariyle, dünyanın en güçlü ülkeleri arasında yer alabilecek olan ülkemizin, bugün içerisinde bulunduğu sıkıntılı durumun en önemli sebebinin yıllar boyu süren, duyarsız, sorumsuz, geleceği görmekten uzak ve savurgan kötüyönetimler olduğu hepinizin malûmudur.

Kamu kaynaklarının verimsiz ve müsrifçe kullanılması, hizmetlerin kalitesiyle eşdeğerde olmayan ölçülerde pahalı sunulması, topluma kapalı, hesap vermeyen, hatalarının ve suistimallerinin sonucunu topluma fatura etmekten çekinmeyen bir yapının varlığı, şu ana kadar sorunların derinleşerek büyümesine neden olmuştur.

Gelinen noktada, artık Türkiye'nin bu yapıyı koruyamayacağı, mutlaka değiştirmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Yoksulluğun ve yolsuzlukların da kaynağı olan bu yapının dönüşmesi için de güçlü bir toplumsal dayanışma ve kararlılık gerekmektedir.

Çünkü, yıllar boyu süren bu yapı ile birlikte, bundan yararlanan, bu şekilde varlığını sürdüren çeşitli çıkar şebekeleri doğmuş ve büyümüştür. Bir önceki ekonomik porgramın uygulanması esnasında da, milletimizin gayet net bir şekilde gördüğü gibi, bu tür organizmaların her aşamada programı sabote etmeye dönük, güçlü muhalefeti ortaya çıkmıştır.

İşte bu sebeple, Türkiye'nin artık hem bu kamburlarından kurtulması ve hem de yılların birikimi olan ve artık geciktirilemeyecek hale gelen sorunlarının çözümüne gitmesi gerekmektedir. Bu temel dönüşümü gerçekleştirilemediğimiz takdirde, yeniden başa dönmemizin de kaçınılmaz gözüktüğünü unutmamak lazımdır.

Dolayısıyla, ekonomik program çerçevesinde, yapısal düzenlemeler ağırlıklı olarak ele alınmış bulunmaktadır. Üstelik, bu düzenlemelerin en kısa vadede gerçekleştirilmesi ve ülkemizin her şeyden önce vatandaşlarımız nezdinde, daha sonra da uluslararası kamuoyunda, istikrarsızlıkla, yolsuzluk ve savurganlıkla başa çıkamayan ülke imajından bir an önce kurtulması şarttır.

Ülke olarak, kamu kaynakları yağmacılığıyla, yolsuzluklarla ve organize şuç örgütleriyle mücadelemizi bu nedenledir ki, daha da kararlı ve ısrarlı bir şekilde sürdürmek zorundayız. Bunu da, ne pahasına olursa olsun başarmak mecburiyetinde olduğumuzu unutmadan yapmak durumundayız.

Sürekli ekonomik darlık ve krizle mücadele eden ve bir çok fedakarlıklara katlanmasına rağmen her seferinde de başa dönen bir ülkenin insanları olarak elbette ki, vatandaşlarımızda siyasete ve bürokrasiye karşı bir güvensizlik duygularının gelişmesinden daha tabiî bir şey olamaz. Burada, siyasetçilere ve kamu yönetimine düşen görev, tekrar tekrar aynı sıkıntılarla boğuşmamak için köklü ve rasyonel düzenlemeleri gerçekleştirmek ve uygulamaktır.

Muhterem Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Hepinizin de çok iyi bildiği gibi, ne kadar gerçekçi ve özenle hazırlanırsa hazırlansın bütün programların bir takım eksik ve hatta aksayan yönleri olabileceği ihtimalini gözardı edemeyiz. Ancak, uygulama ile birlikte programın gerektiği hallerde aksayan yönlerine hızlı müdahale etmek mümkün olabilir veya yeni ihtiyaçlara yönelik tedbirler geliştirilirse başarılı olma şansı yükselir.

Yine bu ve benzeri durumlarda halkın ve özellikle de örgütlü toplum kesimlerinin desteğinin, başarıya ulaştıran en büyük faktörlerden birisi olduğu unutulmamalıdır. Bu sebeple, Hükümetimiz tarafından açıklanan yeni ekonomik programın başarılı olabilmesi için, öncelikle bütün toplum kesimlerinin desteğini yanımızda bulabilme konusundaki hassasiyetimizi ve arzumuzu bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Çünkü, uzun bir zaman sürecine yayılan programla birlikte, bütün vatandaşlarımıza düşen sorumluluklar ve hatta fedakârlıklar bulunmaktadır. Sorumlulukların toplumsal bir sahiplenme duygusunu içermesi gibi, fedakârlıkların da mutlaka adil olması çok önem arz etmektedir.

Çünkü, ülkemizin ve insanlarımızın kaderi haline gelmiş ve artık taşımakta güçlük çektiğimiz bu bozuk ekonomik yapının bir an önce düzeltilebilmesi, ancak bu şekilde bir dayanışma, yardımlaşma ve anlayış birliği içerisinde olmamızla mümkün olacaktır.

Yine burada bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Bugünlerde, toplumumuzun pek çok kesimi tarafından siyasette yeniden yapılanma ihtiyacından ve devletin küçülmesi zorunluluğundan bahsedilmektedir. Bu görüşlerde büyük ölçüde haklılık payı bulunduğu da açıktır. Bir kere, hantal ve verimsiz bir yapının finansmanı bizlere çok pahalıya mâl olmakta, akabinde, dünyaya ayak uydurmakta güçlük çekmekteyiz. Dolayısıyla, Türkiye'nin önünü açmamız, lider ülke olmamız güçleşmektedir.

Fakat, bunu gerçekleştirmenin, kendisini sorunların tesbiti ve varlığını dile getirmenin dışında bir şeyle yükümlü görmeyen anlayışlarla mümkün olamayacağının da bilinmesinde, büyük yarar vardır.

Ne yazık ki, bir taraftan, devlet ve yönetim yapısına ilişkin ciddi eleştiriler getiren, diğer yandan kendi konumunu da bu eleştiriler içerisinde gözden geçirmesi gereken pek çok kesim bunu yapmamaktadır.

Devletin daha etkin ve verimli hizmetler vermesi kaydıyla, hantal yapısını terketmesi, buna mukabil özel sektörün ve üçüncü sektör dediğimiz sivil ve örgütlü toplumun hizmetler alanında öne çıkması bizim her zaman savunageldiğimiz görüşlerdir. Fakat, şu ana kadar, kamu hizmetlerinin yeniden yapılandırılması için atılan adımlardan biri olan özelleştirme konusunda yaşanan sorunların tek sorumlusunun devlet olarak görülmesini kabullenmek de, hakkaniyetle bağdaşır bir tavır olamaz.

Bugüne kadar, gerçekleşen özelleştirmelerle, vatandaşlarımıza ve özellikle de bu sektörlerde çalışanlara özelleştirmenin zorunluluğu noktasında bir fikir verilebilmiş, güven telkin edilebilmiş değildir. Ne yazık ki, özelleştirme ile kamunun elinden çıkarılan birçok kuruluşun, bugün ya yeniden devlete iade edildiğine veya kapısına kilit vurularak başka faaliyet alanlarına kaydığına şahit olunmaktadır.

Diğer yandan, siyasi ve idari yapının daha etkin ve verimli bir şekilde var olabilmesi için de zaruri olan üçüncü sektörün daha güçlü bir yapıya kavuşması için önünün açılması gereği de ortadadır.

Bugün, dünyanın bir çok ülkesinde, kamuya ek bir yük getirmeksizin son derece sistemli ve anlamlı bir şekilde gerçekleştirilen başta sosyal yardımlaşma ve dayanışma hizmetleri olmak üzere pek çok gönüllü faaliyet ülkemizde yine devlet tarafından gerçekleştirilmek durumundadır. Mevcutlar da, maalesef, devletle eklemlenerek yaşayacak biçimde kurgulandığı ve kurulduğu için, en ufak bir ekonomik bunalım ortamından en fazla etkilenen oluşumlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kısacası, Türkiye'nin, savurgan ve verimsiz yönetim yapısından kurtulması için özelleştirmeyi gerçekleştirmesi gerekmektedir. Ancak, bunu, toplumun sırtına yeni yükler getirecek biçimde değil, hem kamunun gereksiz yüklerini alacak ve hem de ek kaynaklar yaratacak biçimde yapması büyük önem taşımaktadır. Diğer yandan da, gönüllüleştirmeyi sağlaması, yani, devletin vermekte olduğu birtakım hizmetleri üçüncü sektöre devretmesi zarureti doğmaktadır.

Bütün bunları yapamadığımız takdirde, ne devleti daha etkin hale getirmiş, ne de devlete eklemlenmiş, şu veya bu şekilde kamu kaynaklarını emen yapılardan kurtulabilmemiz mümkün olacaktır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Bu yıl için kamu harcamalarında geçtiğimiz yıllara göre daha yoğun bir tasarruf öngörmekteyiz. Bunu yaparken de elbette ki, kamu hizmetlerini kesintiye ve zaafiyete uğratmayacak, ama bütçe açığını en aza indirecek bir ölçünün gözetilmesine önem vermekteyiz.

Fakat, ne her yıl uygulanan tasarruf tedbirleri ile ve ne de bu yıl için daha radikal bir şekilde uygulamaya konulan önlemlerle, tek başına kalıcı bir başarı sağlanamayacağı açıktır. Kamu açıklarını azaltmanın en geçerli yolunun, devlet harcama reformunun gerçekleştirilmesi olduğu, bütün çıplaklığıyla ortada durmaktadır.

Verginin tabana yayılması, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması ve vergi kaçaklarının daha iyi denetlenmesi gibi yöntemlerle kamu gelirlerini artırmak mümkündür. Fakat, bunları yaparken de önemli olan husus, toplumsal destek ve güvenin olup olmadığıdır.

Vatandaşlarımızın, kamu harcamalarına kuşku ile yaklaştığı, ortaya çıkan yüzlerce yolsuzluk ve yozlaşma örneğinin bu duygulara haklılık kazandırdığı ve pekiştirdiği bir ortamda, tasarruf düşüncesi ne kadar haklı gerekçelere dayanırsa dayansın, ne kadar iyi uygulanırsa uygulansın, sonuçta istenildiği ölçüde etkinlik sağlayamaz.

Halbuki, bunun bizim her zaman ve zeminde ifade ettiğimiz gibi, bir harcama reformu ile kurumlaştırılması durumunda insanlarımızın güvenerek destek vereceği bir boyut ortaya çıkacaktır.

Hiç şüphe yok ki, böyle bir reformun en bariz unsurlarından birisini de yönetimde şeffaflığın sağlanması oluşturmaktadır.

Açık toplum rejimini ifade eden demokrasinin, üç temel özelliği bulunmaktadır. Bunlar: temsil, katılım ve denetimdir. Açıklık ile, kamu ekonomisinin ve yönetiminin denetimine imkan verilmiş olur. Bunun içindir ki, kamu kurum ve kuruluşlarının yılda en az bir kez faaliyetlerine ilişkin olarak hazırladıkları raporları kamuoyuna sunmaları ve bu raporun içeriğinde, mali durumları, istihdam yapıları, yaptıkları faaliyetler ve harcamaları yer almalıdır.

Yine bu çerçevede, başta sivil toplum örgütleri olmak üzere, vatandaşlarımızın devlet yönetimi ile ilgili olarak anayasa ve yasalarda açık ve net olarak sınırlandırılmış haller dışında bilgi alma hakkı bulunmalıdır.

Vatandaşlarımız, gerekli hallerde, kamusal kararların alındığı kurumların toplantılarına katılabilmeli ve kendilerini ifade edebilmelidir.

Bunun için, gerekli yasal ve anayasal zeminin oluşturulması elzem duruma gelmiştir. İnsanlarının görüşlerini yansıtamadığı, kararlarına güvenemediği ve katılamadığı yönetimlere destek olmasını, sorunların çözümünde önüne koyacağı acı faturalara katlanmasını beklemek hiç de gerçekçi değildir.

Bu çerçevede, Hükümetimiz tarafından gerçekleştirilen büyüklü küçüklü yüzlerce yolsuzluk ve çete operasyonunun neticesinin ne olduğu da yine vatandaşlarımız tarafından merak edilmektedir. Bunların neticelerinin bir an önce alınarak, kamuoyuna açıklanması gerekmektedir. Kamu yönetiminin aldığı kararlara destek olması istenen, düzenli vergi vermesi beklenen, siyasete güven duyması arzulanan insanlarımızın katılımını sağlamak için başka bir gerçekçi yol bulunmamaktadır.

Kıymetli Milletvekilleri,

Değerli Basın Mensupları,

Huzurlarınızda son olarak, haklı tepkilerini ortaya koyan ve sesini duyurmak isteyen vatandaşlarımıza değinmek istiyorum.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, insanlarımızın yönetime karşı seslerini duyurma ve bir anlamda da uyararak yardımcı olma amacını taşıyan bu eylemlerin haklı ve demokratik bir zemini bulunmaktadır.

Bu zemin, bir takım provakatörlerin, ekonomik ve siyasi ikbal avcılarının yönlendirmeleriyle amacından uzaklaştırılmamalı ve demokrasi dışı oluşumlara kurban edilmemelidir. Hiç şüphe yok ki, bugün sokaklarda hak arayan vatandaşlarımızın dile getirdiği gelir dağılımı adaletsizliği, hayat pahalılığı, yönetimde yozlaşma Hükümetimizin de en fazla üzerinde durduğu ve ortadan kaldırmaya çalıştığı konuların başında gelmektedir.

Hükümetimizin amacının, yılların birikimi olarak günümüze intikal eden bu sorunların bir daha yaşanmaması olduğu bilinmelidir.

Bu eylemler yapılsa da yapılmasa da zaten kronikleşmiş olan bu sorunların mutlak surette ortadan kaldırılması için çaba gösterilmektedir. Önemli ve anlamlı olan, halkımızın demokratik haklarını kullanırken meşru talep ve tepkilerini gölgeleyip istismar etmek isteyenlere fırsat verilmemesidir.

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye şu anda kriz ve belirsizlik sendromunu aşarken, ciddi bir dönüşümün de eşiğindedir. Bu süreci daha fazla ertelemek önümüzdeki yıllarda sorunların karşımıza daha da artarak çıkmasını istemekle eşdeğer anlamlar taşımaktadır.

Ülkemizin ve insanlarımızın bu zor ve kötü günleri gelecekte tekrar yaşamaya mahkûm olmaması bizlerin elindedir. Bugün, krizlerin aştığı yaraları sararken, aynı zamanda geleceği daha sağlam temeller üzerinde kurma mecburiyetimizi ihmal edemeyiz. Hepimizin görev ve sorumluluğumuzun esasını, milletimizin güvenini ve ümidini yeniden yükselterek yarınlara daha kararlı ve emin adımlarla yürüyebileceğimiz imkânları ve araçları geliştirmek oluşturmaktadır.

Bilinmelidir ki, sorunlardan yılmanın ya da kaçmanın Milliyetçi Hareket'in siyaset anlayışında yeri yoktur. Bunu çarpıtmak ve işine geldiği gibi yorumlamak isteyenler ise, yine milletimizin engin sağduyusunun ağırlığı altında ezilip hüsrana uğrayacaktır.

Türkiyemizin, sürekli kriz ortamında kalması durumunda kolay siyaset yapacaklarını zannedenler yanıldıklarını anladıklarında vakit çok geçmiş olacaktır.

Unutulmamalıdır ki, milletimiz kriz ortamının sıcaklığı geçtiğinde ülkesi için gerçekten mücadele edenlerle, şov yapıp kargaşadan medet umanları çok daha iyi ayıracaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle Yüce Heyetinizi bir kez daha selamlıyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.


Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı