Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Sözlerime başlarken hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bu gün öncelikle, ekonomimizin krizden çıkış sürecinde alınan mesafelere değinmek, hükümetimizin ve meclisimizin bu çerçevede gerçekleştirmekte olduğu yapısal dönüşümler üzerinde durmak istiyorum. Huzurlarınızda, altını çizmek istediğim bir diğer önemli konuyu ise, siyasetin konumuna ve rolüne ilişkin değerlendirmeler oluşturmaktadır. Hepinizin de bildiği gibi, Kasım ve Şubat krizlerinin sadece mali sektör üzerinde sınırlı kalmayıp, bütün sektörlere yansımış olması Hükümetimizi, yeni bir ekonomik program uygulamaya sevketmiştir. Bu program çerçevesinde, toplumumuzun bütün kesimlerinin katılımıyla, içerisinde bulunduğumuz zor ve sıkıntılı günleri geride bırakarak, Türkiye'nin önünü açmak en temel hedefimizdir. Krizi aşma, yeni ekonomik kaynaklar oluşturma ve yapısal reform çabalarına ilişkin olarak sağlanan gelişmeler de bu anlamda bizlere cesaret vermektedir. Herşeyden önce, gerek meclisimiz ve gerekse hükümet, yıllar boyu hemen her platformda dile getirilen ve mutlaka yapılması istenen pek çok düzenlemeye el atmış bulunmaktadır. Türkiye'nin yaşadığı ekonomik krizi aşmak için ortaya konulan çaba ve çalışmalar bugün bir çıkış noktasına gelmemizi sağlamıştır. Milletimizin yaşadığı sıkıntılar ve yaptığı fedakârlıklar bütün açıklığıyla ortadadır. Burada şunu önemle belirtmek istiyorum ki, Milliyetçi Hareket Partisi, bu krizden çıkış için gerekli olan tavrı siyasi fedakârlık düzeyinde ortaya koymuştur. Türkiye'nin aydınlığa çıkması için her zaman her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olduğumuzu izah etmeye bile gerek yoktur. Ayrıca vurgulamak isterim ki, ülkemizin ve insanlarımızın bugününü ve geleceğini belirleyen girişimlerin ve çalışmaların şimdiye kadar yapılmayıp, böyle bir dönemde gerçekleşiyor olması bir ölçüde üzüntü vericidir. Çünkü, bugün yapılan ve yapılmakta olan çalışmaların pek çoğu yıllar önce, bu krizlerle karşılaşılmadan önce yapılması gereken düzenlemelerdir. Ne var ki, ülkemizin pek çok meselesi gibi, bu konularda da sürekli ertelemeye gitme kolaycılığı ve oy avcılığı tercih edilmiş, bu durum da sorunların derinleşerek bugünlere intikaline sebep olmuştur. Ülkemiz uzun yıllar enflasyonist bir büyüme modeline ekonomik ve toplumsal gelişme arayışına girmiş olmanın ağır bir maliyeti ile karşılaşmıştır. Bu modelle meydana gelen ekonomik değişimler toplumsal gelişmeyi sağlamaya yetmemiştir. Türkiye'de yaşanan bu çelişki büyük ölçüde ülkemizin toplumsal sorunlarının kaynağında yatan önemli bir olgu haline gelmiştir. Enflasyonist büyüme modelinin esas mekanizmasının, sabit gelir gruplarından, küçük üreticilerden ve özellikle ücret türü gelir elde eden kesimlerden enflasyon yoluyla diğer kesimlere gelir transferini sağlamak olduğu bilinmektedir. Bu bir sermaye birikim modelidir. Fakat Türkiye'de bu modelle elde edilen birikimin yetersiz olduğu, toplumsal ve ekonomik kalkınmayı finanse edecek tasarruf düzeyi eksik kaldığı için enflasyonist büyüme kaçınılmaz olarak iç ve dış borçlanmaya dayalı iktisat politikalarıyla birlikte yürütülmüştür. Türkiye'nin sağlıklı bir ekonomik ve toplumsal gelişme modeline geçmesi için gereken köklü yapısal reformlar vardır. Bu yapısal reformları bazılarının zannettiği gibi, sadece bir iki kurumun özelleştirilmesine indirgemek meseleyi yapısal boyutlarda algılamamak demektir. Biz bu yapısal reformların geniş ölçekte kapsamlı bir şekilde ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Bunlardan en önemlisi, Türkiye'de rekabetçi piyasa ilişkilerinin kurumlaşmasını sağlayacak düzenlemelerin yapılmasıdır. Türk kamu ve özel sektörü, korumacı, rekabetten uzak ithal ikameci modelin kanatları altında ülkeye döviz kaybettirici, kalite ve verimliliği göz ardı eden anlayış ve yaklaşımdan bir türlü uzaklaşmak istememenin bedelini bütün ülkeye ağır ödettirmiştir. Bugün Türk müteşebbislerinin de ekonomik faaliyetleri dışa açık ve rekabetçi bir sisteme uyum sürecini tamamlamaları gerekmektedir. Çünkü, dünya standartlarında üretim yapamayan sektörlerin devlet desteğiyle ayakta durmasının kamu ekonomisini ne hale getirdiği açıkça ortadadır. Değerli Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Gerçekten de, bugün önümüzde geçmişten günümüze birikerek intikal eden büyük bir sorunlar yumağı bulunmaktadır. Kısa vadeli çıkarlar uğruna ertelenen ve çözümünden kaçınılan sorunlar, zaman içerisinde karşımıza daha da büyüyüp adeta çözülemez hale gelerek çıkmaktadır. Bunun içindir ki, benzeri bunalımlara bir daha dönmemek ve insanlarımızı tekrar tekrar aynı sıkıntılarla yüz yüze bırakmamak amacıyla, sorunların yerinde ve zamanında çözümüne yönelik bir çalışma niyetinin ve biçiminin ortaya konulması artık kaçınılmazdır. Milliyetçi Hareket olarak bizler, bir taraftan böyle bir yaklaşımı sergilerken, diğer taraftan da bu tür ortamın oluşmasına katkı sağlamanın çabası içindeyiz. Bazı çarpık zihniyetlerin anlamadığı ya da anlamak istemediği gerçek budur. Bilinmelidir ki, onların anlama sıkıntısı bu gerçeği değiştirmeye yetmeyecektir. Borç ve faiz sarmalında sıkışıp kalmış olan ülkemizin kendisine yeterli ve sürdürülebilir bir finansman yapısına kavuşabilmesi için, "ürettiğinden fazlasını tüketen", "tükettiğinden fazlasını ise israf eden" bu yapıyı mutlak surette kırması gerekmektedir. Ekonomik krizin sıcaklığının yerini ümide ve güvene bırakmaya başladığı şu günlerde, her türlü kısır çekişmenin, siyasi beklentilerin bir tarafa bırakılarak atılması gereken başka hayati adımlar da bulunmaktadır. Bunlar arasında şüphesiz kamu harcama reformunun gerçekleştirilmesi de önemli bir yere sahiptir. İktidarıyla, muhalefetiyle ekonomik krizler konusunda yeterince deneyim sahibi olan siyasi yapının, artık Türkiye'nin önündeki en büyük handikaplardan biri olan kamu harcama sistemini gözden geçirmesi şarttır. Devlet-vatandaş ilişkisinin sağlıklı bir zemine kavuşması, yönetimin toplumsal destek ve itibarının yükselmesi için böyle bir dönüşümün gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bunun daha iyi kavranabilmesi için, mevcut sistemin avantajlarını politik beklentilere ve getirilere tahvil ederek gelinen noktada, artık ülkemizin gideceği bir yer olmadığını herkesin çok iyi bilmesi ve görmesi zarureti ortadadır. Bu bağlamda, kamu harcama reformunu tamamlayıcı bir işleve sahip olan kamu denetim sisteminin etkin ve verimli bir hale getirilmesi hususu üzerinde de özenle durmak gerekmektedir. Hepinizin hatırlayacağı gibi, geçmişte Türkiye'yi "temiz siyaset ve yönetim" arayışlarına iten, skandal boyutuna varan kirliliklerin hiçbirisi normal denetim mekanizmaları içerisinde ortaya çıkarılamamıştır. Bunların hepsi, çeşitli tesadüflerin neticesinde kamuoyunun gündemine girmiştir. Halkımızda siyasete ve bürokrasiye ilişkin sürekli sorgulayıcı, şüpheci yaklaşımlar daha çok bu olaylar neticesinde yer etmeye başlamıştır. Siyasetçilere, kamu görevlilerine ve ekonomik alana yönelik bu kuşkucu ve sorgulayıcı tavırlar tabii olarak bir güven erimesini de beraberinde getirmiştir. Bunun önüne geçmenin en etkili yollarından birinin, denetim mekanizmalarının sağlıklı ve işler hale getirilmesinden geçtiği açıktır. Günümüzde, kamu hizmetlerinin pek çoğunun denetlenemediği, denetimlerin ise beklenen ve gereken verimlilikte olmadığı bilinen gerçeklerdir. Bu durum devam ettiği sürece de, ne kamu harcamalarında bir disiplin sağlamak ve ne de kamu hizmetlerinde kaliteye ulaşmak mümkün olmaktadır. Keza, harcama denetiminde kamu kesimini bir bütün olarak denetleyecek mekanizmanın geliştirilmesi şarttır. Ayrıca, kamuoyunun kamu harcamaları konusunda bilgilendirilmesi ve hassasiyetlerinin dikkate alınması zarureti vardır. Burada, artan borç stoğumuz da gözetilerek, yatırım bütçesi sistemi ile borç yönetiminin ilişkilendirilmesi ve carî harcamalar için borçlanmaya izin verilmemesinin artık elzem olduğu da görülmelidir. Bunun dışında, alınacak önlemlerin önemli bir kısmı ise adalet sistemimizi ilgilendirmektedir. Rüşvet ve yolsuzlukların önlenebilmesi için Türk Ceza Kanunu başta olmak üzere mevzuatımızda gerekli değişiklik ve düzenlemelere gidilmesi gerekmektedir. Yargının doğal işleyişini bozmaya yönelik çabaların adaletin tecellisine müdahale anlamı taşıyacağı açık olmakla birlikte, gecikmesinin de aynı neticeyi verdiği görülmelidir. Dolayısıyla, toplumu bir ur gibi kemiren rüşvet ve yolsuzlukla mücadele edebilmek için bu tür davaların daha hızlı görülmesini sağlayacak bir yargılama sisteminin acilen oluşturulması şarttır. Ancak bugün, en ufak bir kamu gücü suîstimâlinin ortaya çıkmasıyla birlikte, bunun o suçu işleyenlerin yanında tüm kamu görevlilerine ve bütünüyle siyaset kurumuna fatura edilmesinin temelinde de siyasi ve idari denetimin yetersizliği önemli bir paya sahiptir. Bunun yanında, çeşitli niyet ve hesapların sonucu olan siyaset kurumuna yönelik yıpratma kampanyalarının da rolünü unutmamak lazımdır. Yolsuzluklara karşı Cumhuriyet tarihinin en büyük mücadelelerinin yürütüldüğü bir dönemde, siyaset kurumunun böyle bir çaba içerisine girdiği bir zamanda yine müzmin ve periyodik krizlerin kaynağına yönelik köklü yapısal reformlara girişildiği bir anda siyasete yöneltilen bu haksız ve yersiz eleştirileri iyi değerlendirmek durumundayız. Şunu açıkça ifade etmek istiyorum ki, siyaseti ve meclisi karalama kampanyası açanlar, aynı zamanda demokratik kültüre ve hukuk devletine de zarar vermektedir. Toplumun siyasete yansıyan iradesini küçümsemek, siyaset sahasını daraltarak toplumsal dayanışmayı zedelemekten öteye bir anlam taşımaz. Siyaset kurumunun ve dolayısıyla demokratik yol ve yöntemlerin devre dışı kaldığında, sorunların hangi makûl mekanizmalarla çözülebileceğinin açık ve tutarlı bir izahını da yapmak zorunludur. Kriz ortamlarında tek suçlu ve sorumlu olarak siyasetçinin ve meclisin görülmesinin ve zaman zaman da karalanmaya çalışılmasının hiç kimseye bir faydası yoktur. Gerçek ve güçlü bir adaletin ön şartını, suçlu ile suçsuz arasında yapılacak ayrımdaki isabet derecesinin oluşturduğuna şüphe yoktur. Hiç kimse, kriz süreçlerinde yoğunlaşan toplumsal tepkileri ve keskinleşen duyguları istismar ederek atılacak temellerin üzerine sağlam binaların inşa edilemeyeceğini aklından çıkarmamalıdır. Kıymetli Dava Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Huzurlarınızda, siyasi aktörlere ve toplumun bütün kesimlerine bir çağrıda bulunmak istiyorum: Türkiye'nin yarınlarında da bu sıkıntıların yaşanmaması için öncelikle bir zihniyet değişikliği şarttır. Böyle bir zihniyet dönüşümünün de, siyasetten ekonomiye, bürokrasiden medyaya kadar bütün alanlarda gerçekleşmesi gerekir. Bizim, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, her zaman altını çizdiğimiz bir tesbitimiz, yolsuzlukların toplumsal ve ekonomik gelişme için en büyük tehdit ve tehlike olduğudur. Bir toplumdaki yozlaşma ve yolsuzluk oranı, o toplumdaki yoksulluğun da en büyük göstergesidir. Şayet, yozlaşma ve yolsuzlukla mücadelede başarılı olunamazsa, yoksulluğun da önüne geçilemez. Bunun içindir ki, siyasetin de, kamu yönetiminin de, iş hayatının da her türlü yozlaşma ve yolsuzluklardan arındırılması, küçük-büyük bütün gayri meşru kanalların tıkanıp yapıların çökertilmesi bizim için büyük bir önem taşımaktadır. Geçen iki yıllık dönemde, bu yolda aldığımız mesafeler bütün kamuoyunun malûmudur. Son yılların en büyük ve kapsamlı operasyonları ile arkasında veya içinde kimin olduğuna bakılmaksızın bütün organize suç sebeklerine karşı amansız bir mücadele sürdürülmektedir. Bu kararlı mücadelemiz bundan sonra da kesintiye uğratılmaksızın devam edecektir. Her platformda ve her vesile ile yolsuzluk ve yoksullukla mücadele ilkesini ortaya koyan Milliyetçi Hareket Partisi, hiç bir zaman kısa vadeli beklentilerle, kişisel çıkar hesaplarıyla Türkiye'nin ufkunu daraltan, geleceğine ipotek koyan davranışlara izin vermemiştir ve bundan sonra da vermeyecektir. Kısacası, Türkiye'deki alışkanlık ve çıkar anlayışına dayalı yapının değiştirilmesinin esasları, siyasi yapıda da köklü değişmelerden geçmektedir. Bu değişmeler sivil toplumun güçlenmesi, demokratik değerlerin egemen kılınması ve milli kimliği geliştirecek bir kültür stratejisiyle bütünleştirilmek durumundadır. Görüldüğü gibi, Milliyetçi Hareket Partisi'nin siyaset etme tarzında kısa vadeli değil uzun soluklu düşünmek, günü kurtarmak değil ülkeyi esenliğe taşımak esastır. Bu esas bundan sonra da değişmeyecektir. Değerli Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Yaşadığımız kriz süreci toplumumuzun geniş kesimleri üzerinde etkili olmakla birlikte, baş edilemeyecek boyutta da değildir. Bilinmelidir ki, bizler ülke olarak krizi aşıp daha adil ve güçlü bir ekonomiye, daha huzurlu ve mutlu bir topluma ne pahasına olursa olsun ulaşacağız. Bu bizim temel sorumluluğumuz ve görevimizdir. Biliyor ve inanıyoruz ki, şartların ağırlığı buna bir engel teşkil etmez, ancak daha fazla çalışmamızı zorunlu kılar. Bundan sonraki görevimiz milletimiz ve ülkemiz için daha çok çalışmaktır. Huzurlarınızda sonuç olarak ifade etmek isterim ki, Türkiye'nin önünü açacak bu yöntem ve politikaların varlığı ve uygulanabilirliği Milliyetçi Hareket'in gücüyle doğru orantılıdır. Bizim gücümüz arttıkça Türkiye'nin önünü açacak yaklaşımlar da uygulanabilir hale gelecektir. Bu duygu ve düşüncelerle yüksek heyetinizi bir kez daha saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli
|