Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Muhterem Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Misafirler, Eğitimlerini Tamamlayan Değerli Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Konuşmama başlarken hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Hepinize hoş geldiniz. Bugün sizlerle, Partimizin Siyaset ve Liderlik Okulu’nun sekizinci dönem mezuniyet ve sertifika töreninde bir araya geldik. 10 Ekim 2009 tarihinden bu tarafa istikrarlı ve iddialı bir şekilde faaliyet gösteren Siyaset ve Liderlik Okulumuz pek çok kardeşimizin feyizlendiği, bilgisini tazelediği, yeni ve farklı bakış açıları kazandığı bir eğitim yuvası olarak öne çıkmıştır. Kanaatim odur ki, belirlenmiş bir müfredat kapsamında ve muhterem öğretim üyelerimizin fedakarlıklarıyla verilen eğitimler, kişisel gelişim başta olmak üzere; aydınlanma, siyasi ve toplumsal konuları anlamlandırma bağlamında takdire şayan katkılar sağlamıştır. Bu yüzden verilen emeklerin, ayrılan zamanların ve gösterilen ilgilerin boşa gitmediğini fark ettikçe bundan menmun oluyor ve daha iyisini yapma konusunda heyecan duyuyoruz. Eğitim ve öğretim hayatı bir milletin kaderinin bire bir bağlı olduğu önemli bir alandır. Ve asla ihmal ya da kayıtsızlığa gelmeyecektir. Parti olarak, bu çerçevede sahip olmuş olduğumuz duyarlılıkları mütevazi olsa da sergilemeye gayret ediyoruz. Şükürler olsun ki, bunu tam sekiz dönemdir tutarlı ve samimi bir şekilde sürdürdük ve sürdürmeye de azimliyiz. Türk gençliği bizim gelecek umudumuzdur. Aynı zamanda yarınlarımızın teminatı ve belirleyecileridir. Önümüzdeki zorlu ve engellerle dolu yıllara derinlikli ve donanımlı şekilde hazırlanmaları, manen ve madden yeterlilik kazanmaları siyaset kurumlarının asli vazifelerinden olmalıdır. Bugünlerde vereceğimiz her ilave desteğin, atacağımız her olumlu adımın genç nesillerin üzerindeki tesiri mutlaka hissedilecek ve mutlaka da semeresi alınacaktır. Bunun şuuruna varmış bir siyasi parti olarak elimizden gelen çaba ve gayreti imkanlarımız nispetinde gösterdik ve gösteriyoruz. İnşallah bundan sonra da, bu kararlılığımızı daha iyisini yaparak ve daha fazlasını sunmaya çalışarak muhafaza edeceğiz. Çünkü eğitimle parıldayan vicdanlar Türkiye’nin önünü aydınlatacak, talihini değiştirecek, engellerini yıkacak ve yüklerini azaltacaktır. Çünkü eğitimli nesiller Türk milletini hak ettiği medeniyet seviyesine ve gelişmişlik ligine taşımakla kalmayacak, bu mertebeye uçuracaktır. Milliyetçi-ülkücü hareketin çağın dinamiklerine bütünüyle nüfus etmesi; karşısına dikilen meseleleri tüm yönleriyle kavrayarak eritmesi ve elemesi, eğitim ve öğretime ayırdığı zamanla mümkündür. Geçmişle gelecek arasındaki ilişki ve irtibatın sağlıklı ve sağlam şekilde kurulması; tarih, coğrafya ve milli kimlik perspektifiyle geleceğin önüne gerilen perdenin indirilmesi pek tabidir ki eğitimle hayat bulacaktır. Bunu yapacak güç ve kudret bu çatı altındadır. Bunu başaracak kadro ve keyfiyet burada, Üç Hilal’in bağrındadır.
Değerli Dava Arkadaşlarım, Muhterem Misafirler, Bildiğiniz gibi oldukça fazla genç bir nüfusa sahibiz. 15-24 yaş arası gençlerimizin sayısı 12 milyon 600 bine ulaşarak nüfusumuzun yüzde 16,6’sına yükselmiştir. Doğru yerde, doğru zamanda ve doğru şekilde kullanıldığı takdirde bu potansiyel gücümüz millet olarak en büyük avantajlarımızdan birisidir. Nicelik bakımından oldukça kalabalık olan genç kuşağın, nitelik bakımından yetersiz kalması ve zorluklar içerisinde kıvranması hepimizi düşündürmelidir. Genç nüfusumuzun beslenmesi, iyi şartlarda barınması, kaliteli eğitim görmesi ve üretici bir fert olarak toplumsal çarka dahil olması istenilen ölçülerin çok gerisindedir. Bu durum çözüm bekleyen çetin ve çetrefeilli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Siyasi iktidar ne kadar görmezden gelse de, Türkiye’nin belli başlı problemlerinden birisi eğitimdeki ilkellikler, bir diğeri de işsizlikteki fren tutmayan hızdır. Çağdaş bilgi toplumunun imkanlarından istifade edemeyen gençlerimiz üstüne üstelik acil ve hayati ihtiyaçlarını dahi karşılayamamaktadır. Kabul etmek lazımdır ki, doymayan, iş bulamayan, kendini ifade edemeyen, sesi duyulmayan ve hatta baskılara maruz kalan gençlik büyük tehlikelerin kaynağı haline gelecektir. Eğer bir ülkede işler iyi gitmiyorsa, istikrarsızlık içten içe kaynayan bir kazan haline gelmişse, sistem ve rejimle ilgili çalkantılar ve şüpheler varsa, bunlar ilkönce genç kitleye yansıyacaktır. Zira gençlerin tavır ve davranışları toplumun yapı ve işleyişinin sarih bir aynasıdır. Demokrasideki açık, kişisel hak ve hürriyetlerdeki eksiklik, otoriter heveslerdeki artış hemen genç nesilde yankı bulacaktır ve bugüne kadar da bulmuştur. Gençlik evresi, yalnız olumlu özelliklerin değil; aynı zamanda olumsuzlukların da harmanlandığı, nitelik ve görüntü değiştirdiği bir dönemdir. Bu yaş kuşağındakiler uyanan dürtülerin baskı ve yönlendirmesi altında kaldığından kabına sığmayacak, kendilerini dünyanın merkezi olarak konumlandıracaklardır. Genç dimağların benliği bu dalgalanmalara ve dengesizliklere uyum sağlamaya çalışırken; sürekli bir huzursuzluk ile doyumsuzluk artan ölçekte peşlerini bırakmayacaktır. Duygu ve tercihlerdeki inişçıkışlar bir yanda anlık tepkileri tetiklerken diğer yanda kontrolü kolay olmayan bir iç muhakeme ve mücadeleyi de dışa vuracaktır. Deneyim eksiliği, bilgi noksanlığı, heyecanlı mizaç, varlığını ispat merakı, kalabalıklar içinde kimlik ve kişilik arayışı bilinmezliklerle dolu her türlü maceraya yol açacaktır. Bu nedenledir ki, gençlerimizin önüne örnek alacakları rol modelleri koymak, onları koruyup tehlike ve sonuçsuz serüvenlerden esirgemek çok büyük önemdedir. İzlenimleri bütün canlılığı ve tazeliğiyle algılamak, her zaman dinamik ve enerjik kalmak gençliğin takdir edilmesi gereken özellikleri arasındadır. Elbette tercübe kazanılmasıyla birlikte öfke ve aşırılıkların yerini sağduyu, duygusal hareketin yerini de akli olgunluk alacaktır. Şu kadarını söylemeliyim ki, gençlerimizin kendi yetenekleri doğrultusunda ilerlemesi, kabiliyetlerini geliştirmesi, yeniyi ve değişik olanı istemesi onların en doğal hakkıdır. Kişisel hayatlarına ve kendi geleceklerine sahip çıkmaları olması ve saygı duyulması gereken bir durumdur. Genç nüfusun hafife alınması, görmezden gelinmesi, özelinin işgali, beklentilerinin anlaşılamaması, hayallerinin önemsenmemesi, umut ve isteklerinin ertelenmesi büyük sorunları beraberinde getirecektir. Bildiğiniz gibi, küreselleşmeyle birlikte farkındalık ve malumat düzeyi artmıştır. Haberleşme ve iletişim teknolojilerindeki başdöndürücü gelişmeler neticesinde, dünya hakikaten de küresel bir köye dönmüş durumdadır. Mesela Kuzey Kore’nin silahlanma yarışı, Tibet-Çin arasındaki anlaşmazlıklar, Myanmar’daki din kardeşlerimizin feryatları, Hindistan-Pakistan arasındaki Keşmir konusu, Filistin’deki zulümler, Ortadoğu’daki cinayetler, Avrupa’daki yeni arayışlar, ABD’deki sivil toplum hareketleri gibi sayısız konu başlığından anında haberdar olmak mümkündür. Artık mesafeler anlamsız, uzaklıklarlar izafi, ekonomik, sosyal ve kültürel sınırlar oldukça geçirgendir. İnsanlık kendi dışındaki olayları izlemekte, incelemekte ve hatta müdahil olmaktadır. Ottawa’da başlayan çevre hareketi Viyana’da karşılık bulmakta, Londra’da dillendirilen toplumsal bir talep Pekin’de cevaplanmakta, Bingazi’deki bir gösteri Üsküp’te ya da Viyana’da dikkat çekmektedir. İnsan varlığı pasifliği veya edilgenliği kabullenmemekte, zamanın seyrinden, tarihin akışından ve olayların içinden kendisine daha çok pay istemektedir. Dünyanın yeni sosyal, siyasal ve ekonomik şartlarında bireysellik ve birey tercihleri artış göstermektedir. Daha çok gelir talebi, iyi yaşam ve rahata ulaşma arayışı, eşitsizliği, haksızlığı, adaletsizliği ve zulmü yenme amacı eskiye nazaran bugün daha da belirgin ve ön plandadır. Artık insan hak ve özgürlükleri küreselleşmenin nimetlerinden faydalanan global bir vicdan tarafından savunulmakta ve ileri sürülmektedir. Diyebiliriz ki, insanlık son 20 yıldır yeni bir dönemin içinde kulaç atmaktadır. Ne var ki, bireseysel temayül ve tercihlerin yükselmesine karşın, kolekfit ruhun aynı oranda gelişemediğini ifade etmek sanıyorum çok yerinde olacaktır.
Değerli Arkadaşlarım, 1949 yılında yeniden belirlenen uluslararası düzen ve denge bugün hiç olmadığı kadar sarsılmış ve esnemiştir. Soğuk Savaş’ın bitişi kalın duvarları nasıl oynatmışsa, iki kutuplu küresel sistem bir bloğun teslim bayrağını çekmesiyle nasıl sonlanmışsa, içinden geçtiğimiz tarih süreciyle devreye giren yeni argüman ve faktörler de benzer bir etkiye neden olmaktadır. Ekonomik küreselleşme ve yeni teknolojilerin, özellikle bilgi teknolijilerinin yaygınlaşması, siyasal yönetim ve sistemler üzerinde devasa sonuçlar doğurmaktadır. Büyüyerek artan iletişim imkanları sanal grupların sayısını hızla arttırırken, devletlerin üzerinde de bir yönüyle baskı mekanizmasına da dönüşmektedir. Bu komplike hal yeni çağın en önemli özelliklerinden birisidir ve iyi yorumlanmalıdır. İnternetin, sanal medyadaki ilerleyişin yerel ve evrensel hareketlerin yönünü ve boyutunu yakından etkilediği, tepkileri birden bire topyekün hale getirdiği somut bir vaka olarak insanlığın huzurundadır. Sosyo-ekonomik gedikler ve çarpıklıklar sineye çekilmek yerine seslendirilmekte, kitleler düne kıyasla daha talepkar olmaktadır. Genç nüfus bu olup bitenlerden en çok etkilenen ve yeni iletişim vasıtalarını en çok kullanan bir nitelik göstermektedir. Taksim Gezi Parkı’nda toplanarak bireysel hayatlarına ve özgürlük alanlarına yönelik tahripkar politikaları reddeden ve anından internet üzerinden organize olan gençler Türkiye’nin sosyal, siyasi ve ekonomi yapısını da oldukça etkileşmişlerdir. Mesele yalnızca ağaç ya da çevreyi koruma duygusu değildir. 10 yıl 7 aya yaklaşan süredir ikidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yanlışları, antidemokratik uygulamaları, baskıcı ve dışlayıcı politikaları ağaç bahanesiyle tepkilerle karşılaşmıştır. AKP’nin kusurlu demokrasi algısı, dayatmacı ve buyurgan üslubu doğal olarak bir kırılma ve çatlamaya neden olmuştur. Başbakan Erdoğan’ın otoriter mizacı, başkanlık beklentisi Taksim’de gençliğin hisarına çarpmış, yurdumuzun dört bir yanındaki malum hadiselere sebebiyet vermiştir. Öncelikle son yaşadığımız olaylar ileri demokrasi iddiasının bir uydurmadan ve kandırmacadan ibaret olduğunu da netleştirmiştir. Her alanda yıkım ve talan siyaseti güden iktidar partisi toplumsal bir direniş ve dirence muhatap kalmıştır. 2002 yılından beridir Türkiye’nin demokrasi dışına kaydığını, milli kimlik ve milliyetçiliğin ağır hasarlar aldığını sağduyulu her kardeşim takdir edecektir. AKP, demokrasi ve özgürlükleri sadece söz ve satır aralarında hatırlamış, gerçek anlamda zorba ve monarşik bir yönetim zihniyetini kurumsalaştırmak için her zorlamaya başvurmuştur. Bu iktidarla büyüyen gençlik belirli bir yaş ve hadden sonra da bu olanlara duyarsız kalmamış, itirazlarını toplumsallaştırarak kendilerini göstermişlerdir. Bunların çoğunun hiçbir siyasi gruba ya da partiye bağlı olmadıkları yapılan bazı sosyolojik saha çalışmasıyla ortaya çıkmıştır. Hayatlarına karışılmasına karşı gelen, varlıklarının onaylanmasını, saygı ve ilgi gösterilmesini bekleyen gençliğin mücadelesi demokratik ölçülerde ve meşruiyet sınırlarında kaldığı sürece hoşgörülmelidir. Ancak sokakların büyüsüne kapılıp da kural tanımazlık içine girmemeye, hukuk dışı oluşumlara fırsat vermemeye, yasa dışı örgütlere ve PKK’ya uygun ortam oluşturmamaya da mutlaka itina ve özen gösterilmelidir. Herkesin dikkat etmesi gerek husus şudur: Türkiye’nin idare edildiği, siyasetinin şekillendiği, geleceğinin belirlendiği yer sokak araları olmamalıdır. Demokrasi ve özgürlük savunuculuğu yaparken, tam karşı kutba geçilmesi ahlaken ve vicdanen izah edilemeyecektir. AKP’nin sorumluluk içinde hareket etmesi ve yangın daha fazla genişlemeden makul ve soğukkanlı tedbir geliştirmesi ciddiye alınması gereken bir görevidir. Şüphesiz Türkiye’nin yaklaşık 10 gündür yaşadığı tramva ve kaosun iyi anlaşılması ve gerekli derslerin çıkarılması lazımdır. Bu yeni durum siyasetten ekonomiye kadar bir çok kesim ve alana tesir etmiş, doğrudan doğruya sarsmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla toplum sıkışmış, biriken kırgınlıklar ve öfkeler Taksim Gezi Parkı’ndan patlamıştır. Başbakan’ın ötekileştirici dili, kırıcı tavrı, kimseyi umursamayan, biz-siz ayrımına dayanan siyaseti sabır taşını çatlatmış, kitlesel infiale zemin açmıştır. Masum ve haklı taleplerin belirli bir eşikte durması, siyasi iktidar tarafından önemsenmesi fitili ateşlenen karmaşanın söndürülmesi Türkiye’nin hayrınadır. Şurası açık bir gerçektir ki, demokrasiyle korku, demokrasiyle baskı, demokrasiyle ben bilirimci tutum taban taban zıttır. Demokrasilerde halk kurşun asker değildir. Tepeden bakılacak, aşağılanacak, azarlanacak, horlanacak, tercihleri bastıralacak ve bir tek sandık ortaya çıkınca sıcak ve samimi yaklaşılacak bir yığın olarak da görülmemelidir. İnsan haysiyeti ve onuru demokrasinin öznesidir. Tarihin her döneminde görülmüştür ki, sosyal kesimlerle iktidarlar arasındaki mesafe açıldıkça istikrarsızlıklar, toplumsal kilitlenme ve içe kapanmalar yaşanmıştır. Bize göre, sürekli çekişme, kavga, huzursuzluk, anlamsız itiş kalkış ve bitmek bilmeyen üstünlük mücadeleleriyle bir milletin var olması, ebediyet yolunda ilerlemesi neredeyse imkansızdır. AKP hükümeti millete rağmen siyaset yaparak, milletin değerlerini çiğneyerek, gizli gündemelerinin esiri olarak yeterince düzen ve dirliğimizi sabote etmiştir. Başbakan Erdoğan ne derse desin, kendi hükümetinin belirli bir zümrenin, elitin, sosyal yapının ve kaymak tabakanın menfaatini gözettiği tartışmasızdır. Türk milletini iki yüzde 50’ye bölmesi de, bölücü ve ayırıcı tarzının bir ifşası, bir tercümesi ve bir itirafından başka bir şey değildir. Taksimi ezmekten bahseden kendini bilmezlere sessiz kalması da nerede durduğunu, partisinden olmayanlara nasıl husumetle baktığını delillendirmiştir. Çoktandır biliyoruz ki, bugüne kadar AKP’nin kenarda bıraktığı, hiç önemsemediği muazzam sayıdaki insanımız bunalmış, telaşlanmış ve şikayetleri artmıştır. Başbakan Erdoğan kendisini güvende hissettikçe toplumsal dokuyu biraz daha sarsmış, seçim galibiyetleriyle biraz daha kabalaşmış ve çizmeyi aşmıştır. Ve vandallıktan beslene beslene, megolamanlıktan geçine geçine, narsist eğilimler göstere göstere 10 yıl 7 ayı doldurmuştur. Bu zihniyet sürekli geçmişle uğraşmış, gelecek ideallerini ve hedeflerini küllemiş ve örtmüştür. Başbakan Erdoğan’ın gelişgüzel konuşmaları, gündem oluşturmak için yaptığı akıl ve sıra dışı açıklamaları Türk milletinin kaldıramayacağı ağır bir yüke dönüşmüştür. Bu itibarla toplumsal istifham izdihama, itirazlar infiale doğru kabuk ve biçim değiştirmiştir. AKP kapalı devre uygulamalarıyla toplumsal bünyeyi açmaza sürüklemiştir. Temsil ve vekalet gücünü yanlış yorumlamış, demokrasiyi anlamamış, milletin fevkine varamamıştır. Bu siyasi yönetim altında milli ve manevi değerlerimizin bel kemiği kırılma noktasına kadar incelmiştir. İhiraslarını disipline edemeyen, kimliğini bir türlü bulamayan, süreklilik arz eden gerilimlerle kutuplaşmanın bayraktarlığını yapan siyasal çoğunluk, demokrasinden sapmalara zemin açmıştır. AKP’nin demokrasisi fiyaskodur. AKP’nin demokrasisi PKK ve bölücü endesklidir. AKP’nin demokrasisi yabancı çıkarların bekçi ve elçisidir. Başbakan Erdoğan uzatmaları oynadığını artık fark etmelidir. Çamura yatmaktan, çirkeflik yapmaktan, oyun bozanlıkla vakit geçirmekten aklı ve izanı varsa uzak durmalıdır. Nihayetinde Türk milletinin kendisiyle ilgili tuttuğu çetelede boş yer kalmamış, mizan defteri kapkara kesilmiştir. Bize göre, siyasal irade yenilenmelidir. İktidar dediğimiz ve binlerce yılın çok haşin ve zorlu rekabetine ve uzun soluklu mücadelesine sahne olan ilişki ağının sağlıklı şekilde el değiştirmesi mecburiyet halini almıştır. Tıkanan sistemin, yorulan toplum yapısının tortularını temizlemek, önünü açmak ve dengeye kavuşturmak için başkaca bir yol kalmamıştır. Başbakan’ın; yan çizen, tavsayan, tutarsız ve insafsız politikaları Türkiye sonlanmadan tasfiye edilmelidir. Başbakan Erdoğan’ın yüzü eskimiş, gerçek niyeti belirmiş, maskesi inmiş, foyası ortaya çıkmış, heyacanı kaybolmuştur. Başkanlık hesapları suya düşmüş, siyasi hırsları aklının önüne geçmiş, diliyle kalbi arasındaki uçurum inanılmaz derecede büyümüştür. AKP gitmeli, Başbakan Erdoğan bitmelidir. Siyasette başarısızların makus sonu bellidir. Yapamayanların, yarım yamalak ülke yönetenlerin akıbeti nettir. Bundan dolayı AKP kızağa alınmalı, milletimizin birliğini çözmeden, Türkiye’ye son darbeyi indirmeden milli irade kafasına güm diye inmelidir. Ve egemenliğin asıl sahibi büyük milletimizin demokrasiye yeniden çeki düzen vererek, yeni baştan tamir ederek siyasi yönetim ağına müdahil olacağını, milliyetçi-ülkücü harekete iktidar mührünü teslim edeceğini biliyor ve buna da canı gönülden inanıyorum.
Muhterem Dava Arkadaşlarım, Değerli Misafirler, Demokraside azınlığı çoğunluğa tahakkümü olmadığı gibi, çoğunluğun da azınlığa dayatma yapması doğru ve meşru değildir. Demokrasi bir tür çoğunluk yönetimi olsa da, iktidar olan parti ya da partiler herkesin ortak iradesini temsil etmek ve benimsemek durumundadır. Meseleye bu açıdan baktığımızda, demokrasi iktidar dışında kalanların da haklarını korumaya alan ve teminata bağlayan sistemin adıdır. Demokrasi değerlerine bağlı bir yönetim, bireysel hakları, kişisel özgürlükleri ve sivil toplum kuruluşlarının varlığını koruyan ve kollayan bir tavır içinde olmalıdır. Hukuksuz ve eğitimsiz bir demokrasi olmadığı gibi, kimliksiz, değersiz, maneviyatsız ve tarihsiz bir demokrasi de görülemeyecektir. Varlık alanını kendisine oy veren kitleyle sınırlayan, dar kafalı ve öteleyici ikidarların başarı şansı, güven uyandırma ihtimali yok denecek kadar azdır. Ayrıca demokrasiyi yok etmek için yine demokrasiyi araç olarak kullanma kurnazlığını hiçbir millet kabullenmeyecek ve onaylamayacaktır. Demokrasinin temelinde insana saygı ve haklarına sadakat bulunmaktadır. Çoğunlukçuluğu çoğulculuğun önüne geçiren, demokratik katılıma set çeken, temel hak ve özgürlükleri daraltan, yargının bağımsız ve tarafsızlığını sabote eden bir siyasi zihniyetin demokrasiden sınıfta kaldığı tam bir hakikattir. Demokrasi değişik düşünce ve özlemlerin buluştuğu ortak ruhu simgelerken, asgari müştereklerin gerçekleştiği ve somutlaştığı bir yönetim biçimine de vurgu yapmaktadır. Hepsinden önemlisi, demokrasinin sürekli şekilde tahkimi, eksik yanlarının onarılması ve insana dayanan bir anlayışa kavuşturulması hedef olmalıdır. Demokrasiden çok bahsetmek demokrasiyi korumayacaktır. Demokrasi konusunda atıp tutmak, ileri geri değerlendirmeler yapmak bir manaya da gelmeyecektir. Başbakan ve partisinin durumu demokrasiyi konuşan, ama sıra gereğini yapmaya gelince bahaneler bulan siyaset köhnemişliğine işaret etmektedir. Demokrasinin gerisinde milli-devlet gerçeği vardır. Bireye dayalı yönetimlerin yıkılıp yerine millet iradesinin geçmesini sağlayan esas amil elbette milli-devlet gerçeğidir. Bu anlamda milliyetçilikle demokrasi arasında son derece yakınlık ve bağlılık yer almaktadır. Bize göre milliyetçilik anlaşılmadan, millet değerinin hakkı teslim edilmeden demokrasiden bahsetmek suya yazı yazmakla eşdeğerdir. Milliyetçiliğin ayaklar altına aldığını ifade eden Başbakan, bir yönüyle demokrasiyi de çiğnediğini idrak edemeyecek kadar cahil ve bilgisizdir. Bilinmesi gereken en yalın gerçek şudur: Milliyetçiliğin inkarı demokrasinin yok sayılmasıdır. Yıllardan beridir milliyetçilikle demokrasinin ikiz kardeş olduğunu vurgularken maksadımız bu iki değerin ayrılmazlığını ve amaçlarının kesiştiğini ispatlamak içindir. Demokrasinin güvencesi milli irade, milliyetçiliğin anlam kaynağı milli varlık ve kültürdür. Bundan dolayı bölücü terör örgütü PKK’yla Türk milletini pazarlık yapan Başbakan ve hükümeti demokrasinden bahsedemeyecektir. Ortadoğu’nun Baasçı zihniyeti, tek adamlığın teşvik edildiği otokrat sistemler Başbakan ve zihniyetiyle tam anlamıyla çakışmaktadır. Başbakan Erdoğan ve partisi demokrasiyi kullanarak iktidar olmuş, ancak demokrasiyle ilk fırsatta yollarını ayırmaktan da geri durmamıştır. Tarih boyunca insan olmanın bitmek tükenmek bilmeyen arayışları elbette ki bugün de daha şeffaf olarak ve demokratik talepler halinde devam etmektedir ve etmelidir. Nasıl yaşayacağına, nasıl barınacağına, nasıl besleneceğine yönelik temel hayat ihtiyaçlarının yanı sıra, insanlık artık haklı olarak, nasıl yönetileceğini, kimlerin kendisini yönetmesini istediğini, hangi haklara sahip olacağını da belirleme gücüne ve katılım yetkisine sahip olmuştur. Yalnızca demokrasilerin sunabileceği bu tarihi imkânlar ve tercih etme seçeneği takdir edersiniz ki beraberinde siyaset anlayışlarına ve siyaset adamlarına kıyasıya bir rekabet ve yarışma da getirmektedir. Ancak AKP’nin siyasetin doğasını ve işleyişini sakatladığı gibi, demokrasinin kurum ve kurallarını da yaraladığı geçmiş uygulamalarıyla sabittir. Türk milliyetçileri olarak bu tabloyu herkesten fazla gören, hatta görmek zorunda olan insanlar olduğumuzun bilincindeyiz. Biliyoruz ki, yeni gelişme ve dinamikleri kavrayamayan, gerekli atılım ve dönüşümleri başaramayan ve de demokratik kültürü yozlaştıran siyasi zihniyetler için mutlak son kaçınılmazdır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de olacağı budur ve bu çok yakındır. Demokrasiye itibar kaybettirenler, saygınlığıyla oynayanlar yine demokrasinin imkan ve araçlarıyla hak ettiklerini bulacaklar ve siyasetten silinip gideceklerdir.
Değerli Misafirler, Muhterem Arkadaşlarım, Vizyonu yetmeyenlerin ufuklarının tükendiği yerde terk etmeleri, hızlı koşanların soluk almak için duraksamaları ve hatta farklı etkilerin sonucu değişmeleri, dönüşmeleri, yılmaları, umutsuzluk ve yılgınlığa düşmeleri mümkündür ve beklenmelidir. Bu nedenle bize düşen görev, kafa karıştıran, akıl çelen, zihin bulandıran zihniyetlerin etki alanına aldırmadan hak bildiğimiz yolda arkamıza bakmadan hızlı adımlarla yürümektir. Ancak böylesi bir emin ve sağlam yürüyüşün istikrarlı hızı bizi, bizden önce yola çıkmış ve maalesef gelişmişlikte fark atmış toplumlara yetişmemizi ve onları geçmemizi sağlayacaktır. Türk milleti, millî birliğini, demokrasisini ve kalkınmasını, birlikte geliştirip mükemmelleştirecek tecrübe birikimine ve kaynaklara sahiptir. Bugün hepimizin öncelikli görevi; dünyada yaşanan gelişmeleri kavramak, insanlığın ortak kaderine ilişkin sorunları çözecek, Türkiye’nin içinde bulunduğu açmazları aşacak, zarar gören kardeşliğimizi onaracak siyaset anlayışını ortaya koymaktan geçmektedir. Türk siyaseti ve siyasetçisi, bu birikimlerin ışığında ülke kaynaklarını en iyi ve en verimli bir şekilde kullanarak ülkesini geleceğe hazırlayıp taşımakla mükelleftir. Ve Milliyetçi Hareket Partisi buna hazırdır. Konuşmamı sonlandırmadan önce, Siyaset ve Liderlik Okulu’nun sekizinci dönemini başarıyla tamamlamış arkadaşlarıma da birkaç söz söylemek istiyorum. Her biriniz titiz bir seçimden sonra eğitime başladınız ve sonuçlandırdınız. Sizleri ayrı ayrı tebrik ediyorum. Ancak bilmenizi isterim ki göreviniz ve sorumluluklarınız burada sona ermemiştir. Tıpkı içinde eğitim aldığınız salonlara isimlerini verdiğimiz Merhum Prof.Dr.Erol Güngör ile Merhum. Prof Dr. Mehmet Eröz Beylerin açtığı yolda ve verdikleri ilham ile ömür boyu yürümeniz gerekmektedir. Bizler onları kaybettiğimiz uzun yıllardan sonra bile hala hatırlarını anıyor, kitaplarını okuyor ve fikirlerinden feyz almaya iftiharla devam ediyoruz. Gideceğiniz her yerde, alacağınız her görevde burada öğrendiklerinize yenilerini katacak, kendinizi gösterecek, emsalleriniz arasından tebarüz edecek bir siyaset ve bilim disiplinini aldığınıza inanıyorum. Biz burada, sizlere milletimiz adına ve milletimizle beraber siyaset yapabilmenize kapı aralayacak temel bilgileri, değerli öğretim üyelerimiz vasıtasıyla sunmaya çalıştık. Bu temel üzerine muhteşem bir yapıyı inşa edecek olan sizlersiniz. Dileğim, bugünden sonra Türkiye’mizin kötü giden talihini yenmesi konusunda berrak düşüncelerinizle, yapıcı eleştirilerinizle, üreteceğiniz projelerle, dergilerde, gazetelerde yayınlanacak çalışmalarınızla, bizzat getireceğiniz raporlarınızla siyasetimize güç katmanız ve bizlere destek olmayı sürdürmenizdir. Bu düşüncelerle eğitim dönemi boyunca katkılarını esirgemeyen misafir öğretim üyesi arkadaşlarıma ve emeği geçenlere şükranlarımı sunuyorum. Parti İçi Eğitim, Siyaset ve Liderlik Okulundan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Prof.Dr. Zühal Topçu’ya, Siyaset ve Liderlik Okulu Koordinatörü ve Genel Başkan Başdanışmanı Sayın Prof.Dr Ahmet Selim Yurdakul’a da çalışmalarından dolayı teşekkür ediyorum. Hepinizi bir kez daha en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Yüce Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun. |