Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
Değerli Milletvekilleri, Saygıdeğer Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Haftalık olağan Meclis grup toplantımızın başında hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Milletçe hazin ve hüsran verici bir dönemi yaşıyoruz. Aziz milletimizin birbirine muarız cephelerde konuşlanması için olağanüstü ve düşmanlıkla bile izahı yapılamayacak bir efor ve enerji harcanmaktadır. Zaman aleyhimize olacak ne varsa gün yüzüne çıkarmaktadır. AKP hükümeti ülkemize sonuçları çok ağır olacak tuzaklar kurmakta, engeller çıkarmakta ve bunalımlar icat etmektedir. Bu siyasi anlayış tarafından toplumsal huzurun kökü kurutulmaktadır. Toplumsal güvenin varlığı linç edilmektedir. Zihinler iki ayrı kampa ayrılmakta, vicdanlar iki ayrı koordinata taşınmakta, hedefler iki ayrı kümeye sevk edilmektedir. Birliğimizin ve birlikte yaşama ülkümüzün tutkalı olan aidiyet duygusu gevşetilmekte ve esnetilmektedir. Gerçek şudur ki, Türk milleti ciddiye ve dikkate alınması gereken vahim bir durumla muhataptır. Başbakan Erdoğan aklını, mantığını, merhametini ve basiretini yitiren bir siyasetçi olarak bugünkü halimizin, bugünkü yaralayıcı tablonun mimarbaşı pozisyonundadır. Sinir küpüne dönen, öfke seline kapılan, nefret kuyusuna düşen ve makulden uzaklaşan Başbakan; savaş boyaları sürerek milletimizi birbirine düşürmek için vaziyet almıştır. Demokrasi karşıtı eğilimler, milli iradeye duyulan alerjiler, kişisel hak ve hürriyetlere gösterilen tahammülsüzlükler Başbakan ve hükümetiyle üstü üste örtüşmüştür. İleri demokrasi iddialarının kuyruklu yalan olduğu bugünlerde iyice netleşmiştir. Örnek alınan, gıptayla bakılan, hayranlık uyandıran bir ülke haline geldiğimiz söylemlerinin palavradan ibaret olduğu gün ışığına çıkmıştır. AKP’nin tüm politikaları, tüm vaatleri ve tüm sözleri birer birer buharlaşmıştır. Demokrasiyi içselleştiremeyen, samimi şekilde benimseyemeyen ve siyasetine dahil edemeyen bir partinin artık yapacağı, vereceği ve sağlayacağı bir şey de kalmamış demektir. AKP’nin iktidar yıllarında; itibar ve imajı sarsılan siyaset, değer ve çözüm üretemeyen parlamento, hoşgörü, mutabakat ve dayanışmayı geride tutan siyasi kültür bariz olarak belirmiştir. Bir ara bu ülkenin zencileri olduğunu söyleyen Başbakan, böylesi ucube değerlendirmeleri bir kenara koymalı ve gerçeklere dönerek, mesela zalimliğin tahtına BOP tacıyla nasıl oturduğundan, İmralı’daki caniyle nasıl kan kardeşi olduğundan bahsetmelidir. Başbakan Erdoğan zaman kaybıdır, israftır ve heba olmuş yılların adıdır. Türkiye kötü yönetimde son eşiktedir. Türkiye istikrarsızlığın son demindedir. Türkiye art niyetli kadroların, nursuz yüzlerin elindedir, avucundadır. Şu günlerde yaşadığımız sorunların merkezinde de bunlar vardır. Muhterem Arkadaşlarım, Siyasetin gayesi ayırmak değil, birleştirmektir. Siyasetin gayesi bölmek, ufalamak, dağıtmak değil; derlemek, toplamak ve bütünleştirmektir. Ve siyasetin gayesi hizmettir, geliştirmektir, daha iyisini, daha güzelini ve daha fazlasını sunma arayışıdır. Bizim için böylesi bir siyaset tercihi anlamlı ve saygıya layık olacaktır. Siyaseti kişisel çıkar ve ikbal vasıtası görenlerin, mevki ve statü açgözlülüğünü doyurmada araç olarak değerlendirenlerin demokrasiye ve ülke yönetimine mütevazı de olsa katkı sağlamaları nafile bir çırpınıştır. Hepsinden önemlisi siyasetin doğasında yer alan rekabet, yarışma ve pozitif mücadele ideal olanı bulma ve ulaşma üzerine şekillenmiş bir yönetim sürecinin parçalarıdır. Öyle ki siyaset ahlaki, vicdani ve milli ölçülerden uzaklaşırsa hem kendi kendini yiyen organizmaya dönüşecek, hem de büyük bir hayal kırıklığı yaratarak toplumsal uyum ve işbirliğini lağvedecektir. Bu nedenle siyasetin ve siyasetçilerin sorumluluk bilincinden, sağduyunun rehberliğinden, olgunluğun kulvarından ayrılmaması zorunluluktur. Bugünü kurtarayım derken yarınları kundaklamak, şimdiyi garantiye alayım derken bir adım dahi sonrasını umursamamak olsa olsa büyük bir gaflet ve hatta hıyanet olacaktır. Çok partili siyaset hayatımızda bu ve benzeri siyaset uygulamaları ve siyasi figürler istenilmeyecek kadar çoktur. Gözünü hırs bürümüş, aklını ve havsalasını yabancıların menfaatine ipotek ettirmiş siyaset temsilcileri için demokrasi bir tramvaydır ve bir zaman sonra da belirlenen durakta inilecektir. Bunlar tarafından egemenliğin asıl sahibi büyük milletimiz seçimden seçime hatırlanan, ihtiyaç ve talepleri sandık görününce gündeme gelen bir yığından ibarettir. Demokrasiye esasta tavırlı, mesafeli ve uzak duranların milletimizin hak ve beklentilerini gözetmesi, milli ve manevi değerlerini samimiyetle idrak etmeleri sadece ve sadece bir hayaldir. Milli iradeyi işine geldiği gibi tercüme edenler, işine geldiği gibi yorumlayanlar; çatıştırarak, vuruşturarak, kutuplaştırarak ve gerginleştirerek ayakta kalmanın çarelerine bakan sefalet odaklarıdır. Bunlar ki, konuşunca mangalda kül bırakmayanlardır. Bunlar ki, hamasetle, yalnızca lafta ve usulde kalan tutarsız ve talihsiz sözlerle vakit geçirenlerdir. Tenakuza düşmek önemsizdir, karanlıktan aydınlığı taşlamak bunlar için sıradan ve sıkça başvurulan bir hinliktir. Dün söyleneni bugün yalanlamak, bugünkü ifadeleri gelecekte inkar etmek bunların tipik alışkanlıklarıdır. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne bakan herkes, izlediği omurgası olmayan politikaları takip eden her vatandaşım bu söylediklerimi tamı tamına fark edecektir. Dedikodu, gıybet, iftira, bozgunculuk, bölücülük AKP’nin ana fikri ve mayasıdır. Siyaseti asıl anlamından soyutlayarak vatan ve millet aleyhine işleyen bir tehdide çevirmek AKP’nin ezberi ve öğretisidir. Değerli Milletvekilleri Taksim Gezi Parkı’nda üç haftayı bulan olayların ortaya çıkış ve ilerleyiş yönüne baktığımızda biliniz ki bu söylediklerimin haricinde bir sonuca ulaşmamız mümkün olmayacaktır. Öncelikle şu hususun altını kalın olarak çizmeliyim ki; Başbakan ve hükümeti Gezi Parkı buhranını kışkırtmak için elinden geleni yapmıştır. Birbiriyle mütenasip olmayan beyanlar, bir ileri bir geri atılan adımlar, kimi zaman uzlaşmaya yatkın mesajlar, çoğu zaman da rest çeken, meydan okuyan, aşağılayan, küçümseyen tutumlar Türkiye’nin rotasını kaosa döndürmüştür. Başbakan Erdoğan en tabii hak ve beklentilerin seslendirilmesini kendisine ve hükümetine kurulan bir tuzak ve komplo olarak kabul etmiştir. Sanki Türkiye’de hükümete haksız ve yersiz bir karşı duruş sahnelenmiştir. Sanki milli iradeye hazımsızlık çeken kim varsa evden dışarı çıkmış, Başbakan ve hükümetine kafa tutmuş, hizaya sokmaya çalışmıştır. Başbakan Erdoğan’a göre sokaklardaki kalabalıklar çapulcudur. Başbakan Erdoğan’a göre Taksim pisliğe bulanmıştır. Başbakan Erdoğan’a göre sokaklarda tencere tava çalmaktan başka bir işi olmayanlar kendini bilmezdir. Başbakan Erdoğan’a göre camilerde bira içilmiş, başörtülü kızlarımıza saldırılmış, ortalık terörize edilmiştir. Ve yine bu kafaya göre her şey iyi giderken birden bire gösteri ve protestoların yaygınlaşması iç ve dış merkezlerde tezgâhlanan büyük bir oyundan başka bir şey değildir. Birileri Başbakan ve hükümetine kafayı takmış ve toplumsal kargaşa için düğmeye basmıştır. Faiz lobisi, bazı medya organları, sermaye çevreleri, sanatçılar, yazarlar, gizli kapaklı işler çevirenler hükümete karşı mevzilenmiştir. AKP’yi çekemeyenler, kıskananlar hemen devreye girmişlerdir. Anlayacağınız suçlu ve suçlanan hep başka yerde, başka taraflarda aranmaktadır. Başbakan Erdoğan ve hükümeti tıpkı sütten çıkmış ak kaşıktır. Aynı zamanda günahsızdır, kusursuzdur, masumdur, mağdurdur. Yıllardır demokratik hakları ihlal edilenler, kişisel özgürlük alanları gaspa uğrayanlar haksızdır, kötü niyetlidir, demokrasiyi hazım sorunu yaşayanlardır. Yıllardır ötekileştirenlerin, hor görülenlerin maksadı arızalı ve anormaldir. Yıllardır ezilen, eziyete maruz kalan, özel hayatı tarumar edilen kim varsa provokatördür. Başbakan Erdoğan’ın başarısını kabullenemeyenler, hükümetin yaptıklarını görmezden gelenler harekete geçmiştir. Yerli ve yabancı mihraklar hükümeti zor durumda bırakmak için kolları sıvamış ve sokakların duygusallıklarını kaşımışlardır. Sandıkta galibiyete ulaşamayanlar sokakta işi bitirmeye çalışmaktadır. Estirilen propaganda rüzgârı, taraf ve failleri açık olan siyasi iddialar bu şekildedir. Bununla birlikte Başbakan ve hükümetinin iddiaları özet olarak böyledir. Taksim Gezi Parkı merkezli hadiseleri ve tepkileri bir türlü anlamayan veya anlamak istemeyen Başbakan Erdoğan, sorarım sizlere, Türkiye’yi bundan sonra nasıl yönetecektir? Ülkemizi fırsattan istifade ederek anında cepheleştiren Başbakan’ın, herkesi kucaklaması nasıl ve hangi yollarla sağlanacaktır? Demokrasi çağrılarına kulak tıkayan, baskı ve zulümde yepyeni rekorlar kıran Başbakan bundan sonra gönülleri nasıl tamir edecek, herkesin sevgisini değilse bile saygısını hangi fedakarlıklarla kazanacaktır? Gezi Parkı hadiseleri zaten hasarlı olan demokrasimiz için yeni bir kırılmadır. Yıllardan beri süren haksızlıklara, hukuksuzluklara, zorbalıklara reaksiyon gösteren masum vatandaşlarımızın ve genç kardeşlerimizin tomalarla, biber gazlarıyla ve örneklerine üçüncü dünya ülkelerinde rastlanan envai çeşit şiddet araçlarıyla karşı koyulması ülkemiz adına utanç vesikasıdır. Her defasında tekrar tekrar ifade ettiğim gibi, marjinal unsurlar, illegal örgüt militanları hakkında elbette gereken neyse yapılmalı, bunlara kesinlikle ortam açılmamalıdır. Dağdan şehre inmiş, Gezi Parkı’ndaki belirsizliği lehine çevirme hedefine sarılmış PKK’lılarla, süreç ihanetinden nemalanan teröristlerle sonuna kadar mücadele edilmelidir. Ancak masum vatandaşlarımızı ve gencecik evlatlarımızı yasa dışı terör örgütleriyle aynı kategoriye alıp saldırmak Saddam rejiminin, Kaddafi yönetiminin ve Esad anlayışının bir kopyasından başka bir şey olmayacaktır. Başbakan Erdoğan, bir zamanlar Ortadoğu’ya model olma derdine düşerken, aslında kendisine otoriter simaları ve iktidarları örnek aldığının herhalde farkına bile varamamıştır. Taksim Gezi Parkı’nda ve ülkemizin pek çok yerinde karmaşıklık hakimdir. Başbakan Erdoğan ise acımasızca demokratik refleksleri ve karşı çıkışları bastırmaktadır. Bu nedenle kendisine yönelmiş kızgınlıkları daha katlamış, daha da kabartmıştır. Yılların hak kayıplarını, sosyal ve ekonomik zorluklarını, özel hayatla ilgili şikayetlerini dışa vuranlara, açığa çıkaranlara insafsızca müdahale edilmesi Başbakan’ın demokrasiden ve çoğulculuktan sıfırı tükettiğini ispatlamıştır. Muhterem Milletvekilleri, Şüphesiz konu sadece üç beş ağacın kesilmesinin çok ötesindedir. Şüphesiz konunun, Taksim Gezi Parkı’na yapılacak yeni düzenlemeleri ve inşası planlanan Topçu Kışlasını aşan çok boyutu vardır. Başbakan’ın otoriter dili, bildik despotları aratmayacak davranışları tepkilerin hedefindedir. Bu itibarla yurdumuzun her tarafı karışmış ve sokaklar dalgalanmıştır. Ölüm ve yaralanma vakalarına her gün yenileri ilave olurken, gözaltına alınanların sayısı da gün geçtikçe artış göstermektedir. Özellikle 15 ve 16 Haziran günlerinde Taksim’de şiddet tırmanmış, dehşet verici manzaralar yaşanmıştır. Demokratik hak ve taleplerini barışçıl gösterilerle ispatlayan masum insanlarımız tek kelimeyle perişan edilmiş ve dağlanmıştır. Gezi Parkı’na müdahale sonucunda, yaşına ve cinsiyetine bakılmadan herkesin tartaklanması, otel salonlarına kadar süren kovalamalar, boğuşmalar, revirlerin dağıtılması, mesnetsiz gözaltılar milletimizi derinden üzmüştür. İstanbul’un ufku kararmıştır. Toplumsal barış ve ahenk ciddi bir yara almıştır. Bu olanlar karşısında hınç ve öfkeler bir derece daha yükselmiştir. Sağduyu ve anlaşmayla çözülecek bir mesele kördüğüm halini almış ve duygusal tepkileri ileri bir safhaya taşımıştır. Ne acıdır ki, Türkiye’nin bir bölümü ah vah ederken, diğer bölümü hükümetin tahrikleriyle sevinç çığlıkları atmaktadır. Düne kadar şikayet ettikleri askeri bile devreye sokacaklarını ifade eden bazı hükümet üyeleri ateşle oynadıklarını göremeyecek kadar şuurlarını kaybetmişlerdir. Darbe davalarıyla, Türkiye’nin bağırsaklarını temizlediğini iddia eden malum başbakan yardımcısı; “burası dingonun ahırı değil, hukuk devletidir” diyerek herkese gözdağı vermiştir. Askerimizi, bölücü katillerin önünden çekip de Taksim’e indirme planları ve masum vatandaşlarımızla karşı karşıya getirme niyetleri en vahşi dingoluk değil midir? 3 Haziran’da yurt dışına çıkan Başbakan Erdoğan’ın yerine vekâlet eden bu şahıs, o günlerde kimlerden ve niçin özürler dilemiştir? İşte AKP yönetimi bu kadar ikiyüzlü, bu kadar yanardöner, bu kadar çifte standartlıdır. Dün öyle bugün böyledir. Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşları Taksim Gezi Parkı’ndan yükselen sesleri duymak yerine, toplumsal tepkileri iyice germekle ve dönülmez noktalara taşımakla uğraşmaktadır. Çünkü işlerine gelen budur. Başbakan Erdoğan’ın isimleri kamuoyunca iyi bilinen sanatçılarla geceli gündüzlü görüşme trafiği, sözüm ona çözüm arama ve bulma arayışı oyalama taktiği olduğundan bir sonuç doğurmamıştır. İlgili ilgisiz birçok isimle görüşse de meseleyi sürüncemede bırakmaktan, zamana yaymaktan geri durmamıştır. Renkli isimleri içinde barındıran sanatçı kafilesi Başbakan’ı hangi hususlarda feyizlendirmiş, hangi yaraya merhem olmuştur? Başbakan Erdoğan Türk milletiyle dalga mı geçmekte, demokratik isteklerine cevap arayanlarla kafa mı bulmaktadır? Toplumsal infiali magazinleştirerek giderileceği aklını Başbakan’a kim vermiş, meşhur isimlerle görüşerek her şeyin üstesinden geleceğini kulağına kimler üfürmüştür? Başbakan Erdoğan’ın asıl muhataplarla görüşmek yerine, kendi imalatlarıyla temas ve diyalog kurması, sorun çözme peşinde koşan birisiymiş gibi kendisini sunma kurnazlığının adeta resmiyet kazanmış halidir. Tribünde oturanlar, dizi film setinden çıkıp oraya buraya koşanlar, İstanbul gecelerinde boy gösterenler, şu işe bakınız ki, Başbakanla toplumsal bir mesele hakkında görüş alış verişinde bulunmak üzere masaya oturmuşlardır. Bu olanlar oynanan oyunun bir parçasıdır. Herkes önceden yazılmış rolü kapsamında hareket etmektedir. Ve Gezi Parkı ateşini belirli bir seviyede tutmak için yapılan AKP kontrollü ve güdümlü, derin ellerin de devrede olduğu bir operasyondur. Bu gelişmeler ışığında kanaatimiz odur ki, Başbakan Erdoğan’ın toplumsal tansiyonu ve kanamayı belirli bir sınırda tutarak sürmesini istediği anlaşılmaktadır. Bu ihtimali kesinlikle yabana atmamak lazımdır. Zira kendi partisinin zayıflamasını bu şekilde durduracağını düşünmüş olması hesaba katılması gereken bir durumdur. Hükümet çıkmaza girdiğinden can simidine ihtiyaç duymuştur. İç ve dış politikada Başbakan ve partisi başarısızlığa mahkum olmuştur. Suriye politikası çökmüştür. İmralı canisi ve PKK’yla yürütülen süreç ihaneti Türk milleti tarafından kabul görmemiş, 63’lükler milli iradeye çarparak etkisiz kalmıştır. Kısacası Başbakan Erdoğan, partisindeki çözülmeleri durdurabilmek için yeni bir kutuplaşma malzemesine bel bağlamış ve bunun arayışına koyulmuştur. Taksim Gezi Parkı bu yüzden altın fırsat değerinde bulunmuştur. Başbakan Erdoğan, sert ve dayanılmaz yöntem ve açıklamalarıyla bugün içine düştüğümüz toplumsal krizin hazırlayıcılarından birisi olduğunu gizleyemeyecektir. Birden bire ‘Milli İradeye Saygı’ temalı açık hava toplantılarını düzenlemesi tesadüf görülmemelidir. Başbakan Erdoğan kendi cephesine arkası arkasına yığınak yapma derdindedir. AKP’nin erimesini frenleyebilmek amacıyla iç dinamikleri yapay dış korkuluklarla örtmeye ve ötelemeye çabalamaktadır. Uluslararası medyaya çatması bundandır. Türkiye’deki medya organları da iktidar korkusundan tam bir oyuncağa çevrilmiş, hemen hemen birçoğu susturulmuştur. AKP’nin sözde benimsediği demokrasi anlayışı işte bu kadar hoşgörüsüz ve ilkeldir. Daha düne kadar, milli değer ve ilkelerimize karşı müştereken kumpaslar hazırladığı Avrupa Parlamentosuyla bugünlerde ters düşmesi boşuna değildir. Avrupalı komiserler içişlerimize karışırken, Türkiye’nin dokunulmaz haklarına ve tarihsel varlığına kast ederken acaba Başbakan Erdoğan’ın aklı neredeydi? AB, PKK’lıları koruyup kollarken, hatta aktivist olarak ilan ederken Başbakan nerede gezmekteydi? Başbakan Erdoğan ve partisi için Türkiye’nin bugünkü puslu ortamı siyasi ikmal ve canlanma için istasyondur. Her konuşmasında geçmişi bugüne taşıyarak karşıtlıkları diriltmesi, kötü anılar üzerinden siyasi avcılık yapması, dünde kalan ihtilafları yeni baştan hatırlatması rastlantı olarak değerlendirilmemelidir. Şimdi de geçmişteki tüm anlaşmazlıkları Gezi Parkı’na mal etmektedir. Bizim açımızdan son günlerde yapılan en büyük kötülük birbirine yabancılaşan bir Türkiye fotoğrafının çıkarılmak istenmesidir. Bu neresinden bakarsanız bakınız fitnedir, rüzgar ekip fırtına biçme kalleşliğidir. Gelişmeler eğer bu şablonuyla devam ederse, Allah muhafaza ama, birbirine kuşkuyla bakan, birbirine güvensizlik içinde yaklaşan, ruhen ve kalben bölünmüş bir millet yapısına ulaşılması an meselesi halini alacaktır. Bizi biz yapan hasletlerin, değerlerin ve güvenlik duvarlarının yıkılması kaçınılmaz olabilecektir. Taksim Gezi Parkı’nın yerilip, AKP mitinglerine katılanların yüceltilmesi, demokratik taleplerini öne sürenlerin azarlanarak AKP’li yandaşların el üstünde tutulması, Türkiye’nin iki yüzde 50 bloğa sevk edilmek istenmesi, etnik ve mezhep anlaşmazlıklarıyla eklemlenirse bir felakete, bir patlamaya ve bir iflasa dönüşecektir. Başbakan Erdoğan bunların bilincinde midir? Türkiye’yi nereye götürdüğünün farkında mıdır? AKP’ye oy veren kardeşlerim asıl oyunun, asıl senaristin ve asıl kışkırtma mucidinin Başbakan olduğunu görmelidir. Unutulmasın ki, Taksim başta olmak üzere, ülkemizin değişik yerlerinde kendilerini ifade derdinde olanları terörist olarak takdim edip de, AKP safında duranları kahraman göstermek adaletsizlikleri daha kökleştirecektir. Taksim’dekilerin ayıklanması ve haddinin bildirilmesi gereken kalabalıklar olarak sunup da, mesela Ankara Sincan’daki veya İstanbul Kazlıçeşme’deki mitinglere taşımayla, tehditle, kamu imkanlarıyla ve menfaatle toplananları göklere çıkarmak duygusal mesafeleri iyice açacaktır. AKP’lilerin bilhassa Kazlıçeşme mitingini abartarak sunmaları, uçuk rakamları servis etmeleri çaresizliklerini göstermektedir. Nüfusu 15 milyona ulaşan İstanbul’da varsayalım 1 milyonu zorla, devlet gücüyle toplamak ne işe yarayacak, kaç yazacaktır? Başbakan ve partisinin mitinglerine katılım hesabı yapanlar dayanma güçleri varsa, Milliyetçi Hareket’in muhteşem ve mahşeri açık hava toplantılarını izlemeli ve milli iradenin gerçek coşkusuyla tanışmalıdır. Kabul edilmelidir ki, Başbakan Erdoğan Türk milletini ayırmakta, küstürmekte ve dargınlığa düşmesini planlamaktadır. Bu itibarla İmralı canisinin bile 29 yılda yapamadığı kötülüğü hayata geçirmek için mücadele vermektedir. Toplumsal basınç artmaktadır. Buna bir çare ve yol bulmak hepimiz için milli bir sorumluluktur. Demokrasilerde yılgınlık ve seçeneksizlik yoktur. Demokrasiyle gelen Başbakan ve hükümeti, yine demokrasinin imkânlarıyla götürülmeli ve siyaseten bitirilmelidir. Türkiye’nin AKP’yle yollarını ayırma vakti gelmiş ve geçmektedir. Başbakan Erdoğan Türk milletini birbirine kırdırmadan, birbirine hasım hale getirmeden mutlaka gitmelidir. Tomacı AKP’ye tahammül kalmamıştır. Başgaz Erdoğan’ın inandırıcılığı tükenmiştir. İnsanlarımızın milli ve manevi değerlerini öğüten iktidar demokrasiyle görevden alınmalıdır. Türkiye daha fazla dara düşer, işler daha da içinden çıkılmaz hal alırsa mutlaka demokratik mekanizmalar harekete geçirilmeli, bu iktidara son vuruş sandıkta yapılmalıdır. Değerli Arkadaşlarım, Geçtiğimiz hafta sonunda AKP’nin Ankara ve İstanbul’da olmak üzere iki açık hava toplantısı yapılmıştır. Başbakan Erdoğan’ın yaptığı konuşmalar her haliyle ibretlik ve esef vericidir. Ancak Başbakan’ın zırvalarından daha da önemlisi, Üç Hilal ve bozkurt amblemlerinin bazı alçaklar tarafından miting meydanlarında açılarak sallanması olmuştur. Bu durum karşısında Başbakan hemen pür dikkat kesilmiş ve arkasından da “MHP’li kardeşlerime teşekkür ediyorum” sözlerini sarfetmiştir. Şunu herkes bilmelidir ki, Başbakan’ın teşekkürünü kabul edecek hiçbir dava arkadaşım yoktur. AKP’nin mitinginde Üç Hilalimizi ve bozkurt simgemizi çalarak kullananlar da MHP’li olmadığına göre, Başbakan dolandırıcılara, sokak serserilerine teşekkür etmiş sayılacaktır. Üç Hilalin ve bozkurt simgesinin AKP mitinginde kullanılması çok net siyasi bir entrikadır. Bunun tarafımızdan hoş görülmesi de düşünülemeyecektir. Bu ahlaksızlığın içinde kimlerin olduğu, kimlerin parmağının bulunduğu az çok bellidir. Başbakan Erdoğan; yavuz hırsız ev sahibini bastırır mealinden yaptığı konuşmaları bir yana bırakmalı, siyasi ahlaksızlığın ve milli irade saygısızlığının hesabını vermelidir. Ve bu tezgahın içindeyse hemen özür dilemeli, paralı askerlerini yargıya teslim etmelidir. Nitekim bugün biz, konuyla ilgili gerekli hukuki müracaatı da yaparak, partimize dönük terbiyesizliğin hesabını yargı nezdinde ucu nereye dayanırsa dayansın soracağız. Başbakan Erdoğan şayet bu tezgahtan haberi yoksa, o halde çok kritik bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu mutlaka görmelidir. AKP’nin açık hava toplantısında, Başbakan’ın konuşma yaptığı platforma çok yakın bir noktada kolaylıkla kimliği meçhul isimler büyük boyutlu değişik flama ve afişleri açılabiliyorsa durum ciddi demektir. Bu kapsamda Başbakan Erdoğan’ın tuzağa düşürülme ihtimali de çok fazladır. Yani kimliği müphem afişçiler, kiralık pankartçılar Başbakan’ın dibine kadar güvenlik çemberlerini aşarak gelmişse, gözü kara suikastçılar da rahatlıkla bunu yapabileceklerdir. Başbakan Erdoğan’a yanında duran, çevresinde öbeklenen, hemen kol mesafesinde bulunan birilerinin kötü niyetle fırsat gözlediğini kimse ihmal etmemelidir. Menderes’in asılmasını, Özal’ın zehirlenmesini siyaset malzemesi yapanlar, acaba Erdoğan’ın da vurulması için adım adım düzenek mi hazırlamaktadır? Başbakan’ın bugünlerde kefenden musalla taşına kadar ölümü hatırlatıcı birçok beyanı düşünüldüğünde, yeni bir oyun mu kurgulanmaktadır? Bu yüzden Başbakan Erdoğan dönüp etrafını yoklamalı ve yanına kadar sokulmuşları iyi araştırmalıdır. Milliyetçi Hareket’in şeref ve varlık timsallerini siyasi şov ve akıl karıştırmak maksadıyla Başbakan’a pazarlamaya çalışanlar, bu yolla bizim de tartışmalara gireceğimizi akıllarınca teorilendirenler tehlikenin asıl elebaşlarıdır. Üç Hilalimizi ve bozkurdumuzu BOP çadırında kirletmeye yeltenenler, siyasi ayak oyunlarına alet etmeye cüret edenler bunun hesabını vereceklerdir. Başbakan’ın geçmişte tabela diyerek küçümsediği Üç Hilal, bizlere muhteşem Türk tarihinin kutlu bir hatırasıdır. Her biri aziz ceddimizin bin yıllık hükümranlığını temsil eden üç kıtayı ve üç kıtadaki beşeriyet kucaklaşmasını simgelemektedir. Bu semboller milliyetçi düşüncenin jeopolitiğinin bin yıllık eseri ve gelecek bin yıllardaki ülküsüdür. Muhterem hatıralarında Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar yaşanmış destanların derin izleri vardır. Üç Hilal; dün Ulubatlı Hasan’ın elinde bir fetih ruhuydu, bugün milliyetçilerin gönderinde yükselen bir hilaldir. Üç Hilal; dün bir mehteranın elinde sallanan bir tuğ idi, bugün ise ihanete ve AKP’ye dur diyecek son kutlu sancaktır. Ancak hak edenin elinde anlam kazanacak, ancak gönül verenin ruhunda dalgalanacak ve ancak layık olan milli vicdanların elinde sallanacaktır.. Bunlardan Başbakan Erdoğan’ın anlam çıkarmasını beklemek nafile bir çaba olacaktır. Her fırsatta milliyetçileri, milliyetçiliği ve sembollerini hedef alan Başbakan’a bazı gerçekleri buradan yeniden ifade etmek istiyorum: Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin milli birliğinin ve kardeşliğinin temel harcı ve ebedi sigortasıdır. Türkiye’nin kanlı bir kardeş kavgasına sürüklenmesini önlemek bu vatanı ve milleti gönülden seven herkes için birinci öncelikli ve en önemli görevdir. Türk milliyetçilerini etnik ve mezhep temelinde bir çatışma ortamına çekmek için yapılan çok yönlü hesaplar, tezgâhlar ve tahrikler bizce malumdur. Herkes çok iyi bilsin ki, Başbakan Erdoğan’ın siyasi kışkırtmaları ve etnik bölücülerin tüm tahriklerine rağmen bu oyun mutlaka boşa çıkarılacaktır. Milliyetçi Hareket ve Ülkücü gençlik Türkiye için bir felaket olacak böyle bir kavganın tarafı olmayacak, bunu önlemek için demokratik ve meşru zeminlerde sonuna kadar mücadele edecektir. Üç hilalin tarihi anlamı ve misyonu, Türkiye’nin milli birliğine ve bin yıllık kardeşlik hukukuna sonuna kadar sahip çıkmaktır. Şerefle taşıdığımız sembollerimizi ve Üç Hilalli sancağımızı; siyasi hırsızlarından, siyaset yağmacılarından, kiralık ve satılık simaların emellerinden her daim koruyup kollayacağımızdan aziz dava arkadaşlarım ve büyük milletim emin olmalıdır. Değerli Milletvekilleri, Türkiye Gezi Parkı’na sabitlenmişken, bölücüler meydanı boş bulmuşlar, tehdit dolu söz ve açıklamalarını artırarak sürdürmüşlerdir. Geçtiğimiz hafta sonunda Diyarbakır’da sözde “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansıyla” yeni bir kepazelik daha sergilenmiştir. Başbakan Erdoğan açık hava toplantılarında Gezi Parkı’na en ağır cümlelerle saldırırken, nedense Türkiye’nin bölücülük ağına düşmesinden hiç yakınmamıştır, bu konuya hiç değinmemiştir. PKK ve siyasi bölücüler kafalarında Türkiye’yi çoktan bölmüş, Kürdistan’ın doğusunu, batısını, kuzeyini ve güneyini haince şekillendirmişlerdir. Ne var ki hükümetten hâlâ hareket yoktur. Başbakan Erdoğan masum vatandaşlarımıza terörist yaftası vuracağına, eğer aksi yönde bir sözü ve senedi yoksa PKK’ya, İmralı canisine ve Diyarbakır’da toplananlara bakmalıdır. Aziz milletim Taksim’de meşgul edilirken, altımızdaki vatan coğrafyasının kaydığını görmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bölgesi Kuzey Kürdistan olarak ilan edilmekte ve dayatılmaktadır. AKP hükümeti böylesi bir ihanetin neresindedir? Böylesi bir rezilliğe nasıl onay vermekte ve nasıl rıza göstermektedir? Sınırları şehit kanlarıyla çizilmiş son vatanımız üzerinde örtülü ya da açık bölücü operasyonlara tevessül ve teşebbüs etmek sonu pişmanlıkla malul bir edepsizliktir. İmralı canisinin talimatlarıyla Diyarbakır’da yapılan konferans millet ve devlet hukukuna hakaret olup milli güvenliğimizin hiçe sayılmasıdır. Acaba Başbakan ve şer takımı; Gezi Parkı’nı bölücülerin rahat hareket etmesi için mi tezgâhlamıştır? Acaba Başbakan Erdoğan ve hükümeti, Gezi Parkı hadiselerini, PKK’yla birlikte, dikkatleri başka yönlere kaydırmak için mi projelendirmiştir? Acaba Başbakan Erdoğan Kuzey Kürdistan’a tamam demiş midir? İmralı canisine ve örgütüne söz vermiş midir? Sayın Cumhurbaşkanı neden sessizdir? Değerli arkadaşlarım, birileri 81 vilayetimizden birisinde toplantı yapmakta ve daha sonra da sonuç bildirgesi yayımlayarak adeta her türlü milli ve manevi değerimize kafa tutmaktadır. Diyarbakır’daki bu konferans’ta özet olarak; √ Kürt sorununun nihai çözüme kavuşabilmesi için Kürdistan’ın bir statüsü olması, √ Kürdistan halklarının kendi kimliği ile örgütlenme özgürlüğü, ana dilde eğitim ve Kürtçe’nin resmi dil olarak kabulü ve anayasal güvence altına alınması, √ Birleşmiş Milletler’in ve Avrupa Birliği’nin Kürdistan halklarının adalet, özgürlük, eşitlik için verdiği mücadelesine karşı sorumlu olmaya davet edilmesi, √ PKK’nın terör örgütü listesinden çıkarılması, √ İmralı canisinin serbest bırakılması talep edilmiştir. Suriye’nin doğusunda ortaya çıkan terör odaklı fiili durum alkışlanmış ve teşvik edilmiştir. Başbakan Erdoğan, bölücülerin özerlik, federasyon ve bağımsızlık gibi seçenekleri masaya koymalarına ne diyecektir? Kendi geleceklerini kendilerinin belirleme hedefine nasıl cevap verecektir? İmralı canisi de Konferans’a gönderdiği kanlı mektubunda; √ Amansız mücadeleleriyle bu noktaya geldiklerini, √ Anavatanları Kürdistan’ın kaderinin yeniden belirleneceğini, √ Misyonu gereğince müzakere yolunu açtığını, √ Kürdistan halklarının bundan sonra hangi hukuk içerisinde bir arada yaşayacağına Konferans’ın ön açıcı olacağını, √ Bugüne değin yürüttükleri varlık-yokluk mücadelesinde dönemsel zaferi tamamladıklarını, √ Artık hiç bir gücün kimliklerini, dillerini, kültürlerini inkar etme kudretini kendinde göremeyeceğini ifade etmiştir. Başbakan ve hükümeti Taksim Gezi Parkı parantezini genişlettikçe, teröristler, bölücüler ve İmralı’daki canibaşı rahata ermiştir. Türkiye muazzam bir tehdit dalgasının altındadır. Başbakan Erdoğan açık hava toplantısına katılanlara bayrak asın diye çağrıda bulunacağına, bayrağı çiğneyen, bayrağı kirleten aşağılık yüzleri ve bizzat kendisini gözden geçirmelidir. Parti olarak gerçekten büyük bir kumpasın içinde olduğumuzu düşünüyoruz. Türkiye’ye kast etmek isteyen ne kadar soysuz varsa kıpırdamış, belini doğrultmuş ve ayaklanmıştır. Başbakan Erdoğan eğer PKK’ ya ve İmralı canisine sözde Kuzey Kürdistan konusunda açık çek vermişse, eğer Türk milletini meşgul ederek PKK’ya ve siyasi bölücülere alan açmışsa, eğer Türkiye’nin ve Türk milletinin mahvına neden olacak vaatleri peş peşe sunmuşsa, değil bu dünyada, mahşerde bile olsa yakasından tutmazsam namerdim. Sayın Başbakan, Milliyetçi Hareket henüz son sözünü söylemedi derken şaka yapmadık. Henüz her şey bitmedi derken de laf olsun diye konuşmadık. Akıllı ol, yoksa Türk milleti ve Türk milliyetçileri senin aklını başından almasını çok iyi bilecektir. Bu düşüncelerle konuşmama son verirken siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve muhterem misafirlerimizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor; hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun. |