Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin Yapmış Olduğu Basın Toplantısı. 14 Temmuz 2013
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Yapmış Olduğu Basın Toplantısı.
14 Temmuz 2013

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Son siyasi gelişmeleri ele alacağımız bugünkü basın toplantımıza hepiniz hoş geldiniz.

Değerlendirmelerimin başında, bizleri çok derin bir kedere sevk eden Kerkük merkezli yeni bir kıyım ve vahşete değinmek istiyorum.

Önceki gün, Kerkük’ün güneyindeki Huzeyre Mahallesi’nde bir kafede düzenlenen canlı bomba saldırısı sonucunda, ilk belirlemelere göre otuz sekiz kişi hayatını kaybetmiş otuz beş kişi de yaralanmıştır.

Geçtiğimiz ay Tuzhurmatu’da yapılan katliamdan sonra canilerin bu defa Kerkük’e yönelmeleri, ölüm ibresini bu aziz Türkmen kentine çevirmeleri Türk milletini acıya boğmuştur.

Bu saldırıyı lanetliyor, hiç kimsenin, hiçbir çıkar grubunun, hiçbir terörist unsurun ve hiçbir karanlık emelin Türkmen kanı üzerinden hedeflerine varamayacağını ifade etmek istiyorum.

Türkmenler her gün tabuta koyulurken, canlı bombalar gece gündüz demeden cinayet vardiyalarında son sürat görev alırken, AKP hükümeti ne yapmaktadır?

Başbakan Erdoğan’ın Mısır’da ölenlere neredeyse bir ağıt yakmadığı kalmışken, Türkmen kardeşlerimizi ağzına bile almaması dikkat çekici bir vefasızlık ve vicdansızlıktır.

Bu kafa yapısına göre Gazze, Kerkük’ten daha önemlidir.

Somali, Musul’dan daha değerlidir.

Kahire, Tuzhurmatu’dan daha gözdedir.

Çünkü Başbakan’ın derdi, kapanmamış hesabı Türklerledir, Türkmenlerledir.

Soydaşlarımız adeta soykırıma uğrarken, Türkmen kentleri bombaların, silahların tam ucundayken hükümetin buna duyarsız kalması ancak bu şekilde izah ve ifade edilebilecektir.

Başbakan Türkmenlerin feryatlarına suskundur.

Başbakan yoğunluk kazanan Türkmen acısına soğuk ve mesafelidir.

Ancak Türkmenlerin cellâtlarına, idam mangasındaki şeytani suratlara sempatiktir, sevimlidir, şirinlikler yapmaktadır.

Aziz milletim Başbakan’ın ikircikli, ikiyüzlü ve ikilemlere teslim olmuş tavrını tanımalıdır.

Laftan başka bir şey bilmeyen, yalana, dolana ve yozlaşmaya dayalı siyasetini artık görmelidir.

Maalesef Başbakan Erdoğan’ın kalbi başka coğrafyalar için atmakta, uyuşmuş vicdanı başka ülkeler için sızlamaktadır.

Ayrıca şu mübarek günlerde Doğu Türkistan’daki Çin zulmü, Oruç tutan kardeşlerimize yönelik alçakça uygulanan yaptırım ve engellemeler iyice artmıştır.

Başbakan Erdoğan buna da vurdumduymazdır, buna da tepkisizdir.

Bu zihniyetin, Batı’ya yaranmak, göze girmek, küresel projelerin izinden gitmek konusunda heyecanlı ve iştahlı olmasına karşın, Türk yurtlarındaki haksızlıkları ve zorbalıkları alttan alması, duymazdan, görmezden, bilmezden gelmesi tam bir pişkinlik, tam bir inkârcılık ve tam bir patolojik vakadır.

Bir kez daha Türkmeneli ve Doğu Türkistan’da uygulanan zulümleri kınıyor, hükümeti acilen harekete geçmeye davet ediyorum.

Buradan Kerkük’teki vahşi saldırı neticesinde hayata gözlerini yuman soydaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, yaralılara şifa dileklerimi iletiyorum.

Türk milletinin başı sağolsun.

 

Muhterem Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Ülkemiz belirsiz, kaotik, karmaşık ve kontrolsüz bir ortama doğru hızla kaymaktadır.

Bu şartlar altında bir adım ötesini görmek ve bir aşama sonrasını göstermek her geçen gün zorlaşmaktadır.

Türkiye korku kapanına sıkıştırılmış, tehdit kuşağına alınmıştır.

Bölücü terörden bölgesel meselelere, yeni anayasa hazırlığından süreç ihanetine, ekonomideki durgunluktan siyasetteki değer aşınmalarına, bu çerçevede açığa çıkan toplumsal öfkeden şiddet sahnelerine kadar tüm konu başlıkları enerjimizi tüketmekte, birlik ve beraberlik irademizi torpillemektedir.

Başbakan Erdoğan’ın gevşeklikten, ürkeklikten, tarafgirlikten, kabalıktan ve bölücülükten beslenen yönetim modeli iflas sınırındadır.

Türkiye dirlik ve düzenini kaybetmenin eşiğindedir.

Türk milleti bin yıllık hukukunu yitirmenin, kardeşliğini askıya almanın parkurundadır.

Gelişmeler endişe vericidir.

Gidişat sakınca ve kırılganlıklarla doludur.

İşte böylesi bir hava ve ortamda yeni anayasa ile ilgili tartışma ve söz düelloları kabarmış ve katlanmış bulunmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde, gerek Memur Sen, gerekse de MÜSİAD tarafından düzenlenen iftar programlarında gün aşırı yaptığı açıklamalar gündemi bir anda anayasa konusuna kilitlemiştir.

Bilindiği üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonu, Meclis’te grubu bulunan dört siyasi partinin üçer üyesinin iştirakiyle 19 Ekim 2011 tarihinde teşekkül etmiştir.

Değişik siyasi partiler, üniversiteler, meslek örgütleri, sendikalar, dernek ve vakıflar, sivil toplum kuruluşlarıyla temasa geçilmiş, bunların önerileri alınmıştır.

Bunun yanında, Anayasa Platformunca Ankara, Konya, Edirne, Diyarbakır, İzmir, Antalya, Samsun, Bursa, Trabzon, Gaziantep, Erzurum ve İstanbul’da “Türkiye Konuşuyor” toplantıları düzenlenmiş ve vatandaşlarımızın eğilimleri ve temennileri öğrenilmiştir.

TBMM’nin değerli Başkanı’nın başkanlığında, anayasa hazırlığıyla ilgili çok gayretli bir süreç hepimizin gözü önünde vuku bulmuştur.

Biz parti olarak, bugüne kadar ki çabaları takdirle karşılıyor ve mutlaka sonuca ermesini istiyoruz.

Ve 23 Nisan 2012 tarihinde, Meclis Genel Kurulu’ndaki konuşmamda söylediğim gibi, biz elimizi taşın altına koymaya varız ve bunda da son derece kararlıyız.

Bu itibarla, Milliyetçi Hareket Partisi sonuna kadar uzlaşma masasında oturacak, tekliflerinde ısrarlı olacak ve milletimize yakışır, birlikte yaşamamızı teminat altına alan bir anayasa yapımı için üzerine düşen ne varsa yerine getirecektir.

Esasen bu, milletimize verdiğimiz bir sözün gereğidir.

Yine hatırlanacağı üzere, Uzlaşma Komisyonu belirlediği 15 maddeyle çalışma esas ve usullerini tespit ve tayin etmiştir.

Görev alanı olarak da, anayasa yapım sürecini yönetmek ve anayasa taslak metinini hazırlamak olarak belirlemiştir.

Söz konusu Komisyon 2012 yılsonuna kadar çalışmalarını tamamlamayı hedeflemiş, ne var ki bunu, özellikle AKP-BDP ikilisinin tehlikeli ve kabul edilemez tekliflerinin görüşmeleri baltalaması sonucunda gerçekleştirememiştir.

Sayın Meclis Başkanı’nın 9 Temmuz 2013 günü partimizi ziyaretine kadar, Anayasa Uzlaşma Komisyonu 449 saatlik bir mesai harcayarak 183 toplantı yapılmış ve 177 maddenin müzakeresini gerçekleştirmiştir.

Ve 48 maddenin değişikliğinde görüş birliğine varmıştır.

Komisyonun milli bekamızı doğrudan doğruya ilgilendiren, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tam manasıyla etkileyen maddeler hakkında fikir ve düşünce mutabakatı sağlayamadığı da açık bir gerçektir.

Bir defa bizim anayasa konusundaki yaklaşımımız kafa karışıklığına meydan vermeyecek kadar nettir.

Hassasiyet duyduğumuz konular kırmızı çizgilerimiz olup, geri adım atmamız da mümkün değildir.

Bugüne kadar, değişik fırsat ve zeminlerde anayasa değişliğiyle ilgili kanaatlerimizi, nasıl bir anayasa istediğimizi sürekli milletimizle paylaştık, muhataplarımıza bildirdik.

11 Temmuz 2011 tarihinde, 61. Cumhuriyet hükümetinin programı çerçevesinde yapmış olduğum konuşma bunun en açık kanıtlarından birisidir.

4 Ekim 2011 ve 25 Ekim 2011 tarihli Meclis Grup toplantılarımızda dile getirdiğim görüşlerimiz konuya meraklı ve ilgi duyan herkesin bilgisi dahilindedir.

Açık yüreklilikle bir kez daha söylemek isterim ki, uzlaşmaya dayalı, toplumsal talepleri merkezine almış, milli değerlerden ve Türk milleti gerçeğinden ödün vermeden olabilecek en kısa zamanda yeni anayasanın tamamlanması bizim en samimi dileğimizdir.

Anayasa yapım veya değişiklik süreci kesinlikle milletimizin hizmetine odaklanmış, yararını ve yarınını gözeten güçlü bir idari ve hukuki perspektifle, geniş bir işbirliği zemininde hayat bulmalıdır.

Hepsinden de önemlisi, Cumhuriyetin ruhuna ve lafzına zarar vermeyecek, verdirmeyecek bir güvence sunmanın yanında, Türk kimliğini zedelemeyecek milli bir nitelik de sergilemelidir.

Bununla birlikte, etnik ve mahalli dillerin tanınmasına müsamaha göstermeyecek donanımda bulunmalı, değiştirilmesi dahi teklif edilmeyecek maddelere sadakat göstermelidir.

Anlaşılacağı üzere dün ne söylüyorsak bugün de aynı noktadayız.

Nitekim tutarlılığımızdan ve prensiplerimizden asla ayrılmadık.

25 Kasım 2011 tarihli Meclis Grup toplantımızda; bugün yapacağımız her yanlış yarın karşımıza kan, gözyaşı, çekilme, küçülme, dağılma ve bölünme olarak çıkabilecektir, diyerek uyarılarda bulunmuştuk.

Anayasa hazırlık sürecinin bu haliyle önemli ve millet bütünlüğünün korunması için paha biçilemez olduğuna temas etmiştik.

Bizim dışımızdaki milletlere hak, özgürlük, adalet ve eşitlik sağlayan girişimlerin, aynısıyla kendi ülkemizde de uygulanmasının sosyal bünyeyi hasta edebileceğini ve parçalanmaya neden olabileceğini açıklamıştık.

Bu haliyle anayasa hazırlık çalışmalarında ve sürecinde;

√       Anayasanın ilk üç ve emniyet supabı niteliğindeki dördüncü maddelerinden ödün vermemizin,

√       Başlangıç kısmındaki ruhtan geri adım atmamızın,

√       Türk kimliğinin sulandırılmasına rıza göstermemizin düşünülemeyeceğini,

√       Türk milletini tahrip edecek ve etnik kimliklere çağrı olacak her değerlendirmeyi, siyasi ve hukuki meşruiyet sağlama çabalarını geri çevireceğimizi duyurmuştuk.

Bugün de aynı çizgideyiz, aynı kararlılıktayız, aynı iradedeyiz.

8 Aralık 2011 tarihli TBMM Genel Kurulu’nda; 2012 Yılı Bütçe Kanun Tasarısı hakkında yapmış olduğum konuşmamda, anayasa değişikliğinden beklentilerimizi sulandırmadan, farklı yerlere çekilmesine fırsat vermeyecek bir berraklıkla ayrıntılarıyla aktarmıştım.

Tam bir inanç ve isabetle şu görüşlerimizi değerli milletvekilleriyle ve aziz milletimle paylaşmıştım:

“Dağılarak güçlenmiş, parçalanarak itibarı artmış, teröristlere, bozgunculara boyun eğerek ayakta kalmış bir millete ya da devlete henüz rastlanabilmiş değildir.

Birliğini kaybetmiş, birlikte yaşama idealini yitirmiş, kardeşlik bağlarını zayıflatmış toplumların da varlıklarını uzun süre devam ettirebildiklerini söylemek hemen hemen imkânsızdır.

Bu itibarla yapacağımız anayasa Türk milletinin milli ve manevi ilkelerini teminat altına alan bir görüş derinliğiyle,

Cumhuriyeti koruyan ve gelişmesine destek veren fikir zenginliğiyle,

Bin yıllık kardeşlik bağlarını sarsmayan, milli kimliğimize sahip çıkan berrak bir iradeyle temellendirilmelidir.

√       Millet olmamızı sakatlayacak sosyolojik kırılmaya,

√       Cumhuriyetimizi yıkacak ve adım adım yürütülen stratejik çözülmeye,

√       Vatanımızı bölecek siyasal bunalıma,

√       Bölücülere ve terör örgütüne kucak açacak her türlü sapmaya,

√       İhanetle aynı anlama gelecek ayrımcılığın meşrulaştırılmasına, Türkiyeliliğin benimsetilmesine karşı hepimiz uyanık ve hassas olmalıyız.

Vatandaşlık kavramı üzerinden başlatılan ve anadil eğitim taleplerini de içeriğine alan tartışmaların, meydan okumaların ve dayatmaların nerede duracağı ve hangi karanlık isteklere ortam sağlayacağı gerçekte herkesçe bilinmektedir.

Türk milletinin sürekliliğinden, bin yıllık bağlayıcılığından ve sağlamış olduğu cazibeden vazgeçmek, değersiz bulmak ve önemsizleştirmeye yeltenmek kimsenin haddi olmadığı gibi yapabileceği bir şey de değildir.

Bu coğrafyada gelecek Türk milletiyledir.

Türk vatanının teminatı büyük Türk milletidir.

Bunun dışında her yol, düşünce ve yaklaşım macera ve sonu olmayan hayalperestliktir.

Başta anayasa olmak üzere; Gazi Meclisimizin, karşımızdaki her meseleye odaklanırken ilham kaynağı, esasları 29 Ekim 1923 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşları tarafından belirlenmiş inanç ve kurallar bütünü olmalıdır.

Başka da bir çıkış ve çare yoktur.

Her türlü anayasal çalışmanın, hazırlığın ve çerçevenin özü ve ilkesi; devletimizin Türkiye Cumhuriyeti, adımızın Türk milleti, başkentimizin Ankara, dilimizin Türkçe, bayrağımızın ay yıldızlı al bayrak, milli marşımızın İstiklal Marşı olduğu kararlılığına, sözüne ve değiştirilemeyecek iradesine bağlı olmalıdır.

Milli birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temellerin tek devlet, tek vatan, tek millet, tek bayrak ve tek dil ülküsü olduğu benimsenmelidir.

Bunun dışındaki her yol, yöntem, teklif ayrılıkta, bölünmede, çözülmede, dağılmada mutabakat arayışıdır ki, bizim de buna evet dememiz, onay vermemiz kendimizi inkardır, Türk milletini yok saymaktır.”

Tekraren belirtmek isterim ki, bunlar yalnızca Milliyetçi Hareket Partisi’nin değil, aynı zamanda büyük Türk milletinin kıpkırmızı çizgileridir.

Aşılması, geçilmesi, heba edilmesi, anlamsızlığa sürüklenmesi, terk edilmesi söz konusu olmayacaktır.

Bizim anayasadan anladığımız bunlardır.

Milli namus ve şeref olarak telakki ettiğimiz maddelerden, ilkelerden AKP-BDP ve PKK ittifakı öyle buyurdu diye vazgeçmemiz olmayacak bir şeydir.

Bizim bu görüşlerimiz paralelinde her türlü uzlaşma, anlaşma ve söz birliğine açık olduğumuz iyi bilinmelidir.

Başbakan Erdoğan öncelikle 48 maddenin hemen Meclis’ten çıkarılmasını istemek yerine, anayasa değişikliyle nereye varmak istediğini ve neyi amaçladığını açıklamalıdır.

Kaldı ki, Anayasa Uzlaşma Komisyonu görevinin başında ve mesaisini sürdürmektedir.

Sayın Meclis Başkanı’nın 9 Temmuz 2013 günü başlattığı liderler turu bir bakıma Uzlaşma Komisyonu’nun güven tazelemesine de vesile olmuştur.

Kimse telaşa kapılmamalıdır ki, değişiklik teklifleri yavaş ve yetersiz olsa da müzakere edilmektedir.

Kuşkusuz uzlaşılan 48 madde yabana atılmayacak kadar önemlidir.

Bunu küçümsemek, hafife almak ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu sabote edecek müdahalelerde bulunmak bizim tarafımızdan doğru ve ahlaki görülmeyecektir.

Israr ve sabırla, üzerinde uzlaşılan maddeler demokratik bir havuzda toplanmalı ve bu sayı mutlaka da arttırılmalıdır.

Yeri ve zamanı gelince, gerek ve zorunluluk doğunca mutabakata varılan maddelerin Genel Kurul’a intikali bir seçenek olarak ele alınmalıdır.

Ancak şu günkü şartlarda Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu fiilen bitirecek ve sakatlayacak adım ve yaklaşımlardan uzak durulması da bilhassa Başbakan Erdoğan bakımından ciddiye alınması gereken siyasi bir sorumluluktur.

Şunu iyi biliyoruz ki, Başbakan her fırsatta anayasa yapım sürecine vadeler biçmiştir.

BDP’yle işbirliğinden bahsetmiş, referandum alternatifini ileri sürmüş, başkanlık sistemini anayasanın merkezine koyarak aslında uzlaşma kanallarını tıkamıştır.

Başbakan Erdoğan’ın anayasa değişikliğinde gözettiği amaç; başkanlık koltuğuna oturmak, PKK’yı memnun etmek, bölücülerin statü taleplerini karşılayarak teminat altına almak olarak şekillenmiştir.

Bizim şu günkü ortamda; Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu tökezletecek bir eğilimin içinde olmamız şöyle dursun; Başbakan’ın iftar programlarında kafasına estiği gibi atıp tutmasına, hezeyanlar içinde seslendirdiği çağrılarına kulak asmamız mantıklı ve makul bir tercih değildir.

Bu nedenle 48 maddenin Meclis Genel Kurul’a getirilmesi çok erken, çok zamansız ve çok da gereksizdir.

Sayın Cemil Çiçek’in Meclis’te grubu bulunan siyasi parti liderleriyle teması da bölük pörçük anayasa yapımına esasen terstir.

Başbakan Erdoğan’ın, arzu ederse uzlaşma masasından kalkmasına bir mani hal yoktur.

Oslo’dan beri PKK’yla anayasa yapma hedefini kimse unutmamıştır.

Şayet AKP-PKK arasında anayasa konusunda tam bir söz ve fikir birliği sağlanmışsa, Başbakan’ın kimseyi suçlamadan, kimseyi töhmet altında bırakmadan Uzlaşma Komisyonu’ndan ayrılmasında bizce bir sakınca olmayacaktır.

Böylelikle Türk milleti her şeyi ayan beyan görecek ve anayasa üzerindeki karanlık hesapları fark edecektir.

Zaten Başbakan’ın kafasının bir köşesinde BDP-PKK’yla anayasa hazırlayarak ilk etapta referanduma götürme gayesi fazlaca yer etmiştir.

Bir Başbakan Yardımcısının yeni anayasa konusunda; “üç parti uzlaşır ve 367 çoğunluğa ulaşırsa, dört parti uzlaşmadı diye uzlaşılan maddeleri yasalaştırmamak doğru olmaz.” görüşü de zımnen buna kanıttır.

Bize göre, her ne olursa olsun, Anayasa Uzlaşma Komisyonu, sonuna kadar çalışarak mutabakat sağlanan maddeleri çoğaltmalıdır.

Üzerinde uzlaşılamayan maddelerin de 2015 yılında yapılacak Milletvekilliği Genel Seçimlerinin arkasına bırakılması, milletimizin takdir ve tercihine emanet edilmesi en çıkar ve sağlıklı yoldur.

Bizim açımızdan Başbakan’ın samimiyeti, inandırıcılığı ve dürüstlüğü hiç kalmamıştır.

İftar programlarını bile istismara, aldatmaya ve dedikoduya alet eden birisine güven duymak, itibarından bahsetmek nafile bir çabadır.

10 Temmuz 2013 günü yandaş bir sendika olan Memur-Sen’in iftarında; aldatmayı ve aldanılmayı çok aşağılık bir hareket olarak gördüklerini söyleyen Başbakan unutmasın ki, kendisinin söz ve icraatları bir aldatma markası olduğundan aşağılık yaftasını çoktan hak etmektedir.

 

Değerli Basın Mensupları,

Millet bekasının ağırlaşan tehditlere maruz bırakıldığı son dönemlerde, karşımızdaki tablonun gözlerden kaçırılması, dikkatlerin başka yönlere çekilmesi, toplumun yaklaşan travmalara alıştırılması ve nihayetinde kabule yanaştırılması görevini üstlenmiş geniş bir kadronun çabaları iyice yoğunlaşmıştır.

Kandil, İmralı, Erbil, Vashington ağzı ile konuşan yerli lobilerin son zamanlardaki bayağılıkları, kurnazlıkları ve artniyetli tazyikleri bu açıdan çok anlamlıdır.

AKP himayesi ve şemsiyesi altındaki sözde çözüm lobisinin üzerinde çalıştığı çöküş planının, PKK taleplerinin aşamalı olarak ve zamana yayılarak karşılanmasını amaçlayan bir süreç olduğu apaçık bir gerçektir.

Hükümet süreç ihaneti kapsamında atmayı planladığı adımlarla, toplumu duyarsızlaştırma, travmaya hazırlama, tepkileri söndürme ve teslim alma olarak aşamalar halinde gerçekleştirmeyi düşündüğünü ortaya koymaktadır.

PKK’nın belirlediği, İmralı canisinin onay verdiği, AKP’nin boyun büktüğü üç aşamalı sözde terör planın birinci safhası; önce toplumun ikna edilmesi ve işbirlikçi cephe oluşturulması için tepkilerin tartılmasına yönelik hazırlık dönemi olarak yorumlanmalıdır.

Meydanı boş zannedip, milleti çaresiz görüp partimizi dikkate almadan AKP-BDP-PKK ve İmralı canisinin başlattığı bölücülüğe ve teslimiyete razı etme çalışmalarının yaşandığı bu dönem içinde kamuoyu hissiyatı köreltilmek istenmiştir.

Sözde akiller bölücü terör elçiliğine bu dönemde görevlendirilmiştir.

TBMM’de Çözüm Komisyonu bu devrede iş başı yapmıştır.

“Anaların ağlamaması, silahların susması, çözümün olması, barışın gelmesi” gibi aldatıcı söylemler eşliğinde sürdürülen ve içeriğini bilenin bulunmadığı bu kampanyada bütün işbirlikçiler seferber olmuş, bütün hainler ortaya çıkmış ve milletimizin gözünü boyanmak amacıyla her numaraya başvurulmuştur.

Tam da bu sırada, fesat ve cinayet yuvası PKK’nın geri çekilme hikayesi kaleme alınmış, sanki Türkiye’de her şey güllük gülistanlık olarak sunulmuştur.

Aylardır AKP ve PKK güdümünde teröristlerin geri çekildiğini yazıp çizenler, bu düzenbazlığı bayram havası gibi sunanlar, kare kare fotoğraflar yayımlayanlar eli birliğiyle Türk milletinin aklını çelmekle uğraşmıştır.

Militanların sınır dışına çıktığı izlenimi verme arayışında olan çeyrek porsiyon gazeteciler, dağlarda yatıya kalıp da habercilik yaptığını zanneden küstahlar PKK’nın değirmenine su taşımışlar, kamuoyu algısını saptırmakla meşgul olmuşlardır.

Halbuki teröristlerin ne çıktığı ne de geri çekildiği vardır.

Başından beri ifade ettiğimiz gibi, PKK’nın geri çekilmesi ya da silah bırakması asla gerçekleşmeyecektir.

Yıkımdan sorumlu Başbakan Yardımcısı, bu yılın başlarında; “hedefimiz PKK’ya silah bıraktırmak” derken milletimizin aklıyla ve irfanıyla alay etmekten utanmamıştır.

Her şey ortadadır ki, PKK’nın silah bırakması, yıkımdan sorumlu Başbakan Yardımcısının kanatsız uçması kadar imkânsız, tövbe ederek milliyetçi-vatansever olması kadar uçuk bir rüyadır.

PKK terör örgütü fırsatı değerlendirmiş, militan kadrosunu takviye ederek güçlendirmiştir.

Kanlı örgüt çatışarak, vuruşarak, saldırarak, öldürerek, zorlayarak, mayınlayarak, bombalayarak AKP’nin tepesine binmiş, Başbakan’ın aklını başından almış, beynini yıkamış, pazarlık zilletine razı etmiştir.

Bir yanda vatan nöbeti için askerlik hizmetine katılan Mehmetçikler varken, diğer yanda kan dökmek, can almak ve bölmek için dağ sırasına girmiş teröristler bulunmaktadır.

Başbakan dağ kadrosuna yeni katılımları müzakere davuluyla uğurlamaktadır.

Devletin güvenlik birimleri vurgun yemiş gibidir.

PKK; moral depolamakta, yaralarını sarmakta, sadece yaşlı ve yıpranmış tetikçilerini geri çekmekte, serhildan, yani isyan provaları yapmakta, çözüm karambolunda silahlarını temizlemekte, özerklik için gün saymaktadır.

Tavşana kaç tazıya tut diyerek PKK’ya kılavuzluk yapanlar, İmralı canisinin soytarılığına soyunanlar militan pazarı kurmuşlar ve dağa çıkışların alt yapısını oluşturmuşlardır.

PKK’lı eşkıyaların çekilmesiyle son bulacağı iddia edilen birinci safha, teröristlerin tüm yurda yayılmasına ve mevzilerini tahkim etmesine hizmet etmiştir.

Cizre ve Diyarbakır’da sahneye çıkan sözde asayiş birlikleri bu bakımdan ibretlik bir misaldir.

“Hükümet adım at” kampanyasının; “zindanlar boşalsın, karakol, baraj ve HES yapımları durdurulsun, asker kışlasına çekilsin, Terörle Mücadele Kanunu ve antidemokratik yasalar kaldırılsın, koruculuk bitirilsin, köye dönüşler sağlansın, seçim barajı düşürülsün” talepleriyle PKK’nın şovuna dönüşmesi bir diğer örnektir.

Başbakan Erdoğan bunların hepsine çanak tutmuştur.

Sözde Kuzey Kürdistan beyanlarına, düzenlenmesi planlanan Ulusal Kürt Konferansına ya korkusundan ya da ortaklığından dolayı tek kelime etmemiş, edememiştir.

İmralı canisi ikinci aşamaya geçtik derken, hükümet henüz birincinin bitmediğini açıklamıştır.

Başbakan Erdoğan teröristlerin yüzde 10 ile 15’nin çıktığını iddia ederken, bölücü terör çevreleri sözde çekilmenin yüzde 80 düzeyinde olduğunu söylemiştir.

Bu ne hayasızlıktır?

Bu ne densizliktir?

PKK’nın geri çekilmediği bilindiği halde, süreç ihanetinden, çözüm kâbusundan hala ve ısrarla bahsetmek nasıl bir onursuzluk, nasıl bir rezilliktir?

Başbakan Erdoğan Türk milletine ötenazi yaptığını, bölücülüğün idam sehpasına çıkardığını daha hangi şartlarda anlayacaktır?

Bile bile, göre göre PKK’ya alan açmak, karakolları kapatmak, çok kısa süre içerisinde 47 terör eylemine göz yummak hangi milli ve manevi değerlerle izah edilebilecektir?

Başbakan Erdoğan anayasa ile uğraşırken bölücü alçakların dağda bayırda, ellerinde silah bellerinde el bombasıyla dolaşması karşısında, bu devlet, bu gafil hükümet nerededir?

Başbakan Erdoğan yaşarken bölücülükten sabıka yemiş, milletimizin hiçbir değerine riayet etmemiş bir siyasetçinin ismini hangi akla hizmet Şırnak’taki havalimanına vermektedir?

 Bu handikap, bu hezimet, bu zulmet dolu karar; süreç tıkandı tıkanıyor diye bas bas bağıran dağ çetesi elebaşlarına göz kırpmak, gönüllerini almak, merak etmeyin arkası gelecek demek değil midir?

Başbakan Erdoğan teröristbaşının ismini nereye verecek, mesela İmralı Adası’na bu caninin ismini koyacak veya üçüncü köprünün ismini yeniden ele alacak mıdır?

Türk milletinin alın teriyle yapılmış bir havalimanına hıyanetten dolayı milli ruhlarda hüküm giymiş birisinin adını vermek tam olarak hıyanete iştiraktir ve affı da bu dünyada kesinlikle olmayacaktır.

 

Değerli Basın Mensupları,

PKK adam kaçırmakta, yol kontrolleri yapmakta, haraç kesmekte, şantiye basmakta, barajlara saldırmaktadır; ama Başbakan Türk gençliğine şiddet yapan şiddet görür diyerek gözdağları vermekte, azarlamaktadır.

Başbakan asıl şiddet yanlılarına korkak, pısırık ve yandan çarklıdır; ama söz konusu olan masum gençlerimiz olunca palalı elemanlarını, kiralık sopacılarını, satır bıçak taşıyan piyonlarını devreye sokmakta, üzerlerine salmaktadır.

Başbakan’ın ileri demokrasisinde elinde pala ve silah bulunan, sonra da tepkiler keskinleşince Fas’a kaçırılan vicdansızlığın zirve isimleri vardır.

Başbakan Erdoğan bu palacıları, kadınlara tekme sallayan bu haşaratları kim ya da kimlerin görevlendirdiğini muhakkak ki açığa çıkarmalıdır.

Taksim’in göbeğinde pala savuran saldırgan kime güvenmekte, kimlerden destek almaktadır?

Geçim sıkıntısı çektiği, borçlarını ödeyemediği söylenen palalı ucube Fas’a nasıl gitmiş, kimler tarafından finanse edilmiştir?

Başbakan gücü kime yeterse ona sataşmakta ve gözü kimi keserse ona çatmaktadır.

Fakat sıra PKK’ya, şiddetten geçinen gerçek canavarlara gelince tıs diye sönmektedir.

Türkiye zifiri bir karanlığın içindedir.

Milli birliğimiz ve milli varlığımız tehdit altında olmakla birlikte, demokrasimiz, kişisel hak ve güvenliğimiz de sallantıdadır.

Türkiye bir avuç yeni yetme elitin, hırsından aklını kaçırmış bir azınlığın, nefretinden gözü dönmüş kaymak tabakanın, siyasi debdebe içine gömülmüş ve iktidar sarhoşluğundan şuurunu kaybetmiş bir güruhun eline düşmüştür.

Böyle giderse;

√       Tarihimiz tümden rehin alınacaktır.

√       Milli kimliğimizi hepten esaret altına girecektir.

√       Nesillerimiz büsbütün mahvolacaktır.

√       Milli ve manevi değerlerimiz ise yerle yeksan olacaktır.

Egemenliğin asli sahibi büyük milletimiz kaderine ve geleceğine sahip çıkmalıdır.

Bölücülük ihalesiyle yeni devlet, yeni millet, yeni statü ve yeni Türkiye inşalarına engel olmalı, bunun için de AKP’yi cezalandırmalıdır.

Türk milletine hayat veren herkesin birbirine yabancılaşmasına, Türkiye’nin bölgesinde ve küresel zeminde yalnızlaşmasına, dünümüzle aramıza kalın duvarlar örülmesine mani olmak şeref ve namus konusu olup ikamesi katiyen olamayacaktır.

 

Sayın Basın Mensupları,

30 Haziran-5 Temmuz 2013 tarihleri arasında Kandil’de yapılan Kongra-Gel fitnesinin 9. Genel Kurulu’nda sözde genel başkanlık mevkiine Başbakan’ın müsamahasıyla teröristbaşı getirilmiştir.

KCK terör oluşumunda değişikliğe gidilerek genel başkanlık konseyi oluşturulmuş, yürütme sisteminde de eş başkanlık modeline geçilmiştir.

Başbakan Erdoğan sonunda İmralı canisini kendi seviyesine zorlayarak, sırtına alarak, ha gayret diyerek çıkarmıştır.

İmralı canisinin şantajları işe yaramış, derin AKP, PKK’yla danışıklı dövüş içinde yeni görev dağılımını yapmıştır.

PKK, AKP’nin ittirmesiyle her alanda eylem ve provokasyonlarına hız vereceğini ilan etmiştir.

Bundan sonra silahların patlaması içten bile olmayacaktır.

Terörist Karayılan’ın sözde özsavunma güçlerini kuvvetlendirme sözleri bunun bir göstergesidir.

Gerçekten de terör örgütünün yeni yapılanması ve örgütsel güncellenmesi başka bir anlama gelmeyecektir.

PKK silahı masaya koymuş, namluyu Türk milletine doğrultmuştur.

Bölgesel dengesizlik ve riskler, Başbakan’ın sunduğu geniş imkanlar, Suriye’nin kuzeyinde yeni özerk bir yapının her an ortaya çıkma ihtimali PKK’ya umut vermiş, daha da şevklendirmiştir.

İmralı’daki bebek katilinin süreklilik halini alan baskı ve dayatmaları da Başbakan ve hükümeti tarafından dikkat ve özenle izlenmektedir.

Canibaşının; “sürecin merkezinde ben varım. Çağrıyı ben yaptım, ben başlattım. Çat diye kalbim durursa süreç ne olacak?” sızlanmasının cevap bulması da yakındır.

Nihayetinde bağımsız doktor heyeti marifetince caninin tedavi edilmesi bile dayatılmış, malum bölücü isimler bunun sözcülüğüne memur edilmiştir.

Bağımsız doktor talepleri de her şeyden önce görevlerine başlarken “Hipokrat Yemini” etmiş tüm doktorlarımıza hakarettir.

İmralı canisinin serbest kalması için tüm şartlar bir bir olgunlaştırılmaktadır.

Hastalık raporuyla affedilmesi bile mümkün ve ihtimal dahilindedir.

Bunun için de İmralı canisi ve örgütünün süreç ve çözüm şaibesi altında her yola başvuracağı açıktır.

Süreç ihanetini gerçek bir fırsata dönüştüren ortadadır ki, İmralı canisi ve Kandil kadroları olmuş ve sözde çözüm paketinin içini doldurma görevini üstlenerek, Başbakan ve hükümetini kuklaya çevirmişlerdir.

PKK’nın belirlediği, İmralı canisinin onay verdiği, AKP’nin boyun büktüğü üç aşamalı sözde terör planın ikinci safhası, istenildiği gibi ilerlerse, bölücü taleplere toplumsallık, bilimsellik ve kamusal destek kazandırılması ile toplumun boyun eğeceği olgunlaşma dönemi belirecektir.

PKK’yı memnun edecek yasal ve anayasal hazırlık evresi bu dönemi kapsamaktadır.

Şayet bu safha planlandığı gibi yürütülürse, Türkiye ve Türk milletinin bölünmesi tam kıvamına gelecektir.

Üçüncü safha ise İmralı canisinin özgürlüğüne ulaşarak PKK’nın tam manasıyla siyasallaşmasına zemin ve fırsat açacaktır.

Türkiye üç aşamalı etnik temelli bölücü terör planının hedefindedir.

Başbakan Erdoğan da bunlara onay ve seve seve izin vermektedir.

Bu gidişle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri, kurucu iradesi yerle bir edilecektir.

Özerklikten federasyon ve konfederasyona ve daha sonra da bağımsız Kürdistan’a giden yolun parke taşları bu şekilde döşenecektir.

Bu yıkımdır, çöküştür ve acı bir sondur.

Bu Türk milleti için yok oluştur.

Başbakan Erdoğan insaf sahibi ise, vicdan sahibi ise, birazcık milli gururu varsa bu ihanet yolculuğundan dönmelidir.

Pazarlıklara son vermeli, İmralı canisine kaptırdığı haysiyetinin kalan parçalarını geri almalıdır.

Bizim başka vatanımız yoktur.

Gidecek, sığınacak ve yaşayacak başka topraklarımız bulunmamaktadır.

Bu nedenle, Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’yi böldürmeme konusunda kararlıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi hainlerin zafer naraları atmalarına geçit vermeyecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi vatana, bayrağa ve millete son ferdine kadar sahip çıkacak, leke sürdürmeyecektir.

Bunlardan tavizimiz kesinlikle olmayacaktır.

İkazen bildiriyorum ki,  milli ve manevi değerlerimizle oynamaya kim cüret etmişse bunun sonucuna katlanacaktır.

Herkes tarafını, sırasını, yerini ve yönünü çok geç olmadan belirlemelidir.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Mübarek Ramazan ayının bir kez daha hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbim’den niyaz ediyor, basın toplantımıza katılan herkese teşekkür ediyorum.

Sağ olun, var olun.