Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
Değerli Basın Mensupları, Muhterem Dava Arkadaşlarım, Sözlerimin başında hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Ve düzenlediğimiz basın toplantımıza teşrif eden sizlere hoş geldiniz diyorum. Dua ve ibadetlerle idrak ettiğimiz kutlu ve manevi günlerin huzur ve esenliğe tahammülsüz çevrelerce sulandırıldığını, asıl manasına ambargo koyulduğunu dikkatli şekilde izliyor, bir o kadar da üzülerek, öfkelenerek görüyoruz. Güçlerini, emellerini ve hedeflerini Türkiye aleyhine birleştirmiş ve bu yöne sabitlemiş grup, eğilim, oluşum ve taraflar son hızla, son bir gayretle faaliyetlerini sürdürmektedir. Türk milletinin etrafında örülen, gelecek umutlarının üstüne örtülen tehdit ve tehlike kuşağı gittikçe koyulaşmakta, gittikçe yakınlaşmakta ve gittikçe de etkinliğini kuvvetlendirmektedir. Bu kapsamda olmak üzere, bugünkü basın toplantımızda, ülkemizi çepeçevre saran hadiselerle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmayı istiyorum.
Sayın Basın Mensupları, Aziz Dava Arkadaşlarım, Bildiğiniz gibi, Türkiye; 10 yıl 8 aydır Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıyla yönetilmekte ve yönlendirilmektedir. İçinde bulunduğumuz zamandan geriye dönüp baktığımızda hiçbir sorunu çözülemeyen, hiçbir yükü hafifletilemeyen bir ülke gerçeğiyle yüz yüze kalmamız kaçınılmazdır. Yıllar AKP’yle israf edilmiş ve boşa geçmiştir. Verilen demokratik kredi layıkıyla kullanılamamıştır. Türk milleti yüz üstü bırakılmış, kuru vaatlerle oyalanmış, boş sözlerle avutulmuştur. AKP’yle birlikte tahribat her alana yayılmış, bozgun her tarafa sıçramıştır. Toplumsal bünye cepheleştirilmiş, siyasi yapı ahlaki ölçülerden arındırılmış, milli birlik ve beraberlik makul düzeyden uzaklaştırılmıştır. Türkiye aslında adı konulmamış siyasal, sosyal ve ekonomik merkezli bir krize yıllardır katlanmak, yıllardır tahammül etmek zorunda bırakılmıştır. AKP hükümeti duyguların, birlikte yaşama inancının ve bin yıllık devasa kardeşlik iradesinin arasına girmiş, harcı bölücülükle karılan kalın bir duvar çekmiştir. Aynı zamanda Türk milletinin tüm fertlerini birbirine düşürmek amacıyla yoğun çaba sarfetmiştir. Başbakan Erdoğan’ın etnikçi, bölücü ve kışkırtıcı tasavvur, tahayyül ve tahrikleri içiçe geçmiş millet varlığını ayırma, ayıklama ve ayrıştırma amacına hizmet etmiştir. 24 Temmuz’da 90’ncı yıldönümünü idrak edeceğimiz Lozan Antlaşması’yla, tescil ve teyit edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm hayat hakları, tüm kuralları ve tüm kurumları birer birer zayıflatılmış, zaafa düşürülmüştür. Cumhuriyet’in ilanından 2002 yılına kadar geçen 79 sene içinde elde edilen kazanımlar, sahip olunan birikimler, sağlanan gelişmeler ve koyulan milli hedefler maalesef saldırıya uğramıştır. Milli mücadele yıllarındaki emperyalist komplo, on yıllar sonra demokrasiyi istismar ederek işbaşına gelen AKP’ye tutunmuş, AKP’yle bütünleşmiş ve Başbakan’ın şahsında somutlaşarak operasyonlarını kaldığı yerden sürdürmüştür. 917 yıldır topraklarımızı yağmalamak, milletimizi yaşama alanlarını gasp etmek suretiyle son yurdumuzdan çıkarmak arayış ve amacında olan Haçlı niyetleri, Başbakan Erdoğan’ın işbirlikçiliğiyle soluklanmış, canlanmış ve bir kez daha üzerimize atılmıştır. Yıkım ve yok oluş sembolü olan Sevr Anlaşması’nın yırtılıp atılmasıyla zorunlu olarak uzun bir süre verilen mola Başbakan ve hükümetiyle nihayete ermiş; işgalciler, istilacılar ve ifritin takipçileri yeniden hevesle görev başı yapmıştır. Türk milletine düşmanlık konusunda asırlara nam ve şöhret bırakan kim ya da kimler varsa Başbakan’ın uzattığı eli geri çevirmemiş, sunduğu imkânları pas geçmemiştir. Türk kimliğine, Türkçeye, Türk vatanına ve Türkiye’ye hazım ve sindirim ağrıları çeken gafiller, AKP’nin bölücü katarına binmişler, Başbakan’ın makinistliğiyle, BOP’un kılavuzluğuyla karanlığa doğru yola çıkmışlardır. Bugünkü şartlarda ecdadımıza tuzak kuran, yüzyıllar içindeki kayıplarla birlikte geri çekilmesine yol açan küresel şarlatanlık demokrasi kanalıyla, özgürlük ve insan hakları vasıtasıyla aramıza, içimize ve bütünlüğümüzün tam ortasına AKP mayınını yerleştirmiştir. Milletçe karşı karşıya olduğumuz vahim ve vahşi olaylar zinciri, tarihin hiçbir döneminde şimdiki kadar cesamet, cesaret ve cüret kazanmamıştır. Yenilgilerin zafer, yabancılaşmanın gelişme, krizin fırsat, uyuşukluğun atılganlık, dehşet verici düzenbazlığın dürüstlük olarak tevil ve takdim edildiği bir başka dönem görülmemiştir. Bu haliyle Türk milleti tam bir muhasara altındadır ve mütecaviz ittifakın hedefindedir. Milli birliğimizin dayandığı ilke ve esaslar, devletimizin temellendiği kural ve kaideler, insanımızın üzerinde anlam bularak benimsediği maddi ve manevi emanetler kırıma ve kıyıma maruz kalmıştır. Tarihi Şark Meselesi’nin paralı askerleri, gönüllü elçileri ve bu çağdaki mirasçıları, AKP’nin yardım ve yataklığıyla adım adım Türk milletini ve Türkiye’yi imhanın sınırına çekmektedir. Görüyor ve takip ediyoruz ki; √ Çiğnenmek istenen kardeşliğimizdir. √ Buharlaştırılmak istenen milli kimliğimizdir. √ Budanmak istenen milli kaynaklarımızdır. √ Dağlanmak istenen milli şerefimizdir. √ Dağıtılmak istenen milli bütünlüğümüzdür. √ Deşilmek istenen milli haysiyetimizdir. √ Devrilmek istenen milli mevcudiyetimizdir. Ve bunların hepsinin sorumlusu, hepsinin suçlusu ve hepsinin tezgâhtarı en başta 10 yıl 8 aylık uygulama ve icraatlarıyla Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıdır. Başbakan Erdoğan ve partisi hükümet olasıya kadar; √ Türk milletini 36’ya bölmek hainlerin dışında kimsenin aklına gelmemiştir. √ Teröristlere teslim olmak, canibaşından aman dilenmek bir avuç kimliksizin haricinde kimsenin gündeminde olmamıştır. √ Türk milliyetçiliğini ayaklar altına almak, Türklüğü etnik seviyeye indirmek yine vatan ve millet yoksunlarından başka hiç kimse tarafından uluorta ve pervasızca seslendirilmemiştir. √ Milli ve manevi değer istismarına, bu çerçevede yoğun bir kutuplaştırma kampanyasına ve insafsızca husumet tohumları ekme yüzsüzlüğüne kimse tevessül etmemiştir. √ Türkiye’nin üniter milli devlet yapısını alenen tartışmaya açmak, terörle mücadele edenlerden darbe suçlamasıyla intikamlar almak ve nispet yaparcasına teröristleri el üstünde tutmak kimse tarafından tercih edilmemiştir. AKP’nin iktidar yıllarında; √ Asayişsizlik, anaforculuk ve anarşi almış başını yürümüştür. √ Çeteler temize çıkmış, devlet içi soygun ve menfaat teşekkülleri yaygınlık kazanmıştır. √ Tecavüz ve şiddet vakaları artmış, kavga ve küslükler, aile içi ihtilaf ve huzursuzluklar anormal ölçülerde çoğalmıştır. √ Kayırmacı tercihler, yandaşları kollayıcı tarafgir muameleler ve partizanca tutumlar alarm verici bir noktaya gelmiştir. √ Yolsuzluk, yoksulluk, yasak ve yozlaşma zıvanadan çıkmıştır. √ Adalete duyulan güven bitmiş, hukuka inanç ve bağlılık sıfıra yaklaşmıştır. AKP’yle birlikte; √ Can ve mal güvenliği kalmamıştır. √ Dirlik ve düzen, karşılıklı güven ve itimat kaybolmuştur. √ Sokaklar emniyetsiz olup barbarların, palacıların, AKP yedeğindeki eli sopalı ve silahlı eşkıya sürülerinin insafına terk edilmiştir. Vatanın her köşesi belirsizliğe ve bilinmezliğe bırakılmıştır. Milletimizin hiçbir ferdi rahat ve huzurlu değildir. Türkiye 10 yıl 8 aydır hüküm süren simsiyah bir geceyi yaşamaktadır. AKP iktidarında kuytuda kalan ne kadar kötü ve katlanılmaz şey varsa gün yüzüne çıkarılmış, bu da yetmezmiş gibi savunmaya geçilmiştir. √ Etnik ve mezhep geriliminin tırmanmasına AKP sebep olmuştur. √ Tarihimizin yargılanmasına AKP ortam açmıştır. √ Hainlerin kutsanmasına ve alkışlanmasına AKP zemin hazırlamıştır. √ Milli gün ve bayramların ölümcül yara almasına AKP yol açmıştır. √ Kişisel hak ve özgürlüklere AKP darbe vurmuştur. √ Ege’yi Yunan tezlerine, Akdeniz’i İsrail ve Rum taleplerine, Karadeniz’i küresel iştahlara AKP kurban vermiştir. √ Komşu ülkelerle düşmanlık noktasına AKP’nin fiyaskoya dönen dış politikası getirmiştir. AKP döneminde, dış ilişkilerimiz tek yanlı bir dayatmaya dönüşmüştür. Türkiye bütün pazarlık gücünü ve nüfuzunu, yabancılarla görüşme masalarında birer birer kaybetmiştir. Bu durum iktidarı, teslimiyetten başka bir çaresinin kalmadığı küresel bir sarmala mahkûm hale getirmiştir. AKP yönetimindeki Türkiye’nin bağımsız karar alma, sözünü geçirme ve dinletme imkânı tamamen ortadan kalkmıştır. Bu küçültücü hal, Başbakan Erdoğan tarafından; “artık gündemi belirlenen bir Türkiye yok, gündem belirleyen bir Türkiye var” türünden asılsız iddialarla maskelenmiştir. Bu iktidar başaramamış, bu iktidar yetememiş ve bu iktidar görevinin gereklerini yerine getirmemiştir. AKP zihniyeti, bunca yıkım ve talan içinde kendisini alkışlayan bir soyguncu ve fırsatçı zümre de yaratmıştır. Bu şer cephesi, siyasi istikrar ve ekonomik güven masalı ile halkımızı uyutmaya devam etmektedir. Artık her şeyiyle ortadadır ki, yabancıların piyonu olan bu iktidardır. Küresel projelerin figüranı, küresel kanlı senaryoların teşrifatçısı olan bu iktidardır. Türk milletini, PKK ve İmralı canisiyle birlikte bölmeye çalışan bu iktidardır. Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya tam teşebbüs halindeyken yakayı ele veren bu iktidardır. Etnik ve mezhep temelli ikiliği kaşıyan bu iktidardır. Ve kısaca belirtmek lazım gelirse tüm sorunların kaynağı bu iktidar ve başındaki Recep Tayyip Erdoğan’dır. Başbakan Erdoğan ve hükümeti aracılığıyla Türkiye; √ Ekonomik sızma, ele geçirme ve sömürme, √ Kültürel ve tarihi değerlerimize sabotaj, √ Varlığımıza yönelik stratejik tehdit, √ Devlet kurumlarına yönelik taciz, √ Milli yapımıza yönelik saldırı, √ İnançlarımıza yönelik aşağılama, √ Yoğun bir propaganda ablukası, ve √ Bölgesel ve küresel aktörlerin örtülü operasyonu ile karşı karşıyadır. İktidar tavizkar ve işbirlikçi özellikleriyle; Türkiye üzerinde hesapları olan mihrakların ümit ışığı, Talandan hisse kapmaya çalışan çıkar çevrelerinin ise geçim kapısı haline gelmiştir. Kirli siyaset, kirli ticaret, kirli kazanç şebekeleri, düştükleri çukurda birbirlerine muhtaç hale gelerek AKP’yle bir saadet zinciri oluşturmuşlardır. Milli çıkarlarımızı ve köklü devlet geleneğimizi aşındıran AKP iktidarı, sanal gündemlerin ve hayali hedeflerin peşinde koşarak acziyetin dibini boylamıştır. Geldiğimiz bu aşamada AKP milli güvenliğimiz ve milli geleceğimiz açısından bir numaralı tehdit haline dönüşmüştür. Demokrasinin var olması, Türk milletinin belini doğrultması için Başbakan ve partisinin iktidardan demokratik yollarla inmesi şart olmuştur. Bunun gecikmesi, ertelenmesi ve uzaması Türkiye için mahvoluş demektir. Türk milleti kardeş kavgasına düşmeden, vatanımız ikiye parçalanmadan AKP’nin tasfiyesi zorunluluktur. Başbakan’ın zehirli dili, fitne saçan sözleri, bölücü ve yıkıcı politikaları durmadan, duraksamadan ve durdurulmadan Türkiye’ye bahar gelmeyecek, aziz milletimiz nefes alamayacaktır. AKP’nin iktidardan gitmesinden başka çözüm ve çare olmayacaktır. Ya tarafları belli olan ihanet cephesi Türk milletinin yaşama azim ve iradesini kırarak ülkeyi kanlı bir bölünme ve çatışma sürecine sokacaktır. Ya da Türkiye Cumhuriyeti, uyanan milletimizin desteği ile bu saldırılara gereken cevabı vererek ihanetin belini kıracak ve kökünü kazıyacaktır. Bize göre başkaca bir yol ve yöntem kalmamıştır.
Değerli Basın Mensupları, Muhterem Dava Arkadaşlarım, Başbakan Erdoğan, katıldığı iftar ve açılış programları vesilesiyle yaptığı konuşmalarda, Ramazan ayının manevi atmosferini dedikoduya, gıybete ve tezvirata boğmak için elinden gelen çabayı göstermektedir. Boşboğazlıkta rakipsiz olduğunu her defasında ispatlamaktadır. Palavrada eşsiz olduğunu her fırsatta kanıtlamaktadır. Ağzının kaçan ayarının nelere yol açacağını hesaplamadan önüne koyulan tüm kürsülerde en hafif tabirle bozgunculara taş çıkartırcasına konuşmaktadır. Başbakan Erdoğan’a bakılırsa Türkiye huzurludur, günlük güneşliktir. Buna göre süreç ihaneti umut vericidir. Millet düşmanları engellemezse her mesele suhuletle çözüme kavuşacaktır. Nasıl bir körlük ve nasıl bir vicdansızlıktır ki, Başbakan havalara kaldırdığı, pazarlıklar yaptığı, barış ve çözüm diye yalvar yakar olduğu, ihanetin kubbe taşı olan milletin asıl düşmanlarıyla, vatanın asıl kanlılarıyla sırt sırtadır, ele eledir, gönül gönüledir. Başbakan öylesine şaşırmış ve konuşmalarında ölçüyü o kadar çok kaçırmıştır ki, ağzından çıkanları zannederim duymamakta, duysa bile anlamlandıramamaktadır. Başbakan’a göre şehitlerimizin ruhu incitilmemektedir. Başbakan Erdoğan, çok seyrek de olsa doğru şeylere temas etmektedir. Şu sözler bizzat kendisine aittir: “Şehitlerine ve gazilerine sırtlarını dönenler, onlara yüz çevirenler vatanlarına, bayraklarına, mensubu oldukları milletlere yüz çevirmişlerdir.” O halde Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı kendi sözleriyle çelişmiş ve suçüstü yakalanmıştır. Zira Başbakan Erdoğan’ın, vatana, bayrağa ve millete yüz çevirdiğini cümle alem çoktan öğrenmiş, hatta sağır sultan bile işitmiştir. Başbakan’a itibar edersek; yalnızca üç beş densiz, üç beş sorumsuz, üç beş provokatör sorun çıkarmaktadır. Tencere tava çalanlar yargıya teslim edilirse, meşru sınırlar dahilinde gösteri yapan, seslerini duyuran, kişisel hak ve özgürlüklerine sahip çıkan gençler yakalanıp haklarında gerekli işlemler yapılırsa her şey daha da güzelleşecektir. Şu çirkinliğe, şu edepsizliğe bakınız ki, elinde silah taşıyanlar barış yanlısı, tencere tava bulunanlar kamu düzenini bozan suçlulardır. İşte burası sözün bittiği yerdir. Recep Tayyip Erdoğan’ın gücü teröriste değil, katillere değil, şehir ve dağ eşkıyalarına değil; masum şekilde demokratik tepkisini gösterenlere yetmektedir. Bu gidişle tencere ve tavanın yasaklanması, üretiminin azalması herhalde imkansız sayılamayacaktır. Bunun yanında Başbakan, kredi kartına kafayı takmış, faiz lobisinin hop oturup hop kaktığını söyleyerek, bunların ceplerine giren paranın artık girmediğini sevinç içinde duyurmuştur. Nasıl ve hangi yollarla hesaplandığı meçhul olan 642 milyar lira tutarındaki bir astronomik meblağa göz dikmiş faiz lobisinin buna ulaşamadığını da ilave olarak iddia etmektedir. Kredi kartı felaketini Türk milletine hediye eden bir siyasi zihniyetin, şimdi kalkıp da bundan şikâyet etmesi traji komiktir. Başbakan Erdoğan’ın her beyanatı istismara dayalı ezber ve klişe ifadelerle doludur. Sürekli aynı eksende konuşmalar yapan, sürekli aynı noktalara temas eden, sürekli kafa karıştırmak ve aldatmak için çırpınan bu zihniyetin iyi niyetli olmadığı tüm çıplaklığıyla ortadadır. Başbakan Mısır’dan girmekte Suriye’den çıkmaktadır. Gezi Parkı’yla ilgili hayal mahsulü açıklamalarını süreç ihanetiyle ilgili sarsak ve sancılı düşünceleriyle devam ettirmektedir. Başbakan kimi zaman sözde dört dörtlük Alevi, kimi zaman dört dörtlük Mısır yanlısı, kimi zaman dört dörtlük çözümcü, kimi zaman dört dörtlük pazarlıkçı, kimi zaman da dört dörtlük demokrasi aşığı olarak hayret verici bir geniş repertuara sahip olduğunu hezeyanlar içinde göstermeye çalışmaktadır. Başbakan Erdoğan Mısır’ı konuşmaktadır, Gezi Parkı istismarını sürdürmektedir, sözde çözüm süreciyle ilgili değerlendirmelerde bulunmaktadır da, nedense bir türlü bölücü terör örgütünün azgınlaşan eylemlerini, Suriye’nin kuzeyindeki tehlikeli durumu gündemine almamaktadır. Görüldüğü kadarıyla Başbakan PKK’yı kızdırmamak için hep alttan almayı benimsemiştir. Terör örgütü hükümeti tehdit etmektedir, ama Başbakan sessizliğe gömülmüştür. PKK’nın sözde asayiş birlikleri polisle çatışmaktadır, militanlar şehirlere inmektedir, sözde üniformalı şekilde geçit törenleri düzenlemektedir, yol kesmektedir, adam kaçırmaktadır; ama Başbakan Mursi’nin derdine düşerek dik durmaktan bahsetmektedir. Sormak lazımdır ki, Başbakan terörün karşısında iki büklüm olduğunu ne zaman görecektir? İmralı canisinin tesir ve çekim alanına kapılıp görme, duyma ve sezme hasletlerinin kaybolduğunu ne zaman anlayacaktır? Başbakan Erdoğan bölücü teröre ve bebek katiline arayıp da bulamadıkları çok geniş imkanlar sunmuştur. PKK terör örgütü meydanı boş bulmuş, küstahlıklarında dur durak bilmeksizin ilerleme kaydetmektedir. Ve öyle bir sürece gelinmiştir ki, terör örgütü sınırlarımızın hemen yanı başında özerk bir yönetim kuracak kadar şımarmıştır. Hiç şüphesiz Suriye’nin kuzeyinde cereyan eden hadiseler Türkiye için büyük bir risktir. PKK’nın Suriye uzantısı PYD, Türkiye’nin güney sınırının mücavir alanlarında hakimiyet kurmuş, geçtiğimiz günlerde Rasulayn’ı ele geçirmiştir. Irak’ın kuzeyinden sonra ikinci bir özerk bölgenin çatısı oluşturulmuş, kapısı açılmıştır. Allah korusun ama, böyle giderse üçüncü sırayı Türkiye alacaktır. Şanlıurfa ilimizin Ceylanpınar ilçesinin tam karşısında bulunan bir Suriye kasabasının PYD terör örgütü tarafından kontrolü ülkemiz adına son derece ağır ve azımsanmayacak bir beka meselesidir. Son gelişmeler, Irak’tan sonra Suriye konusunda da hükümetin milli menfaatleri gözeten etkili ve caydırıcı politikalar izleyemediğini göstermiştir. Strateji ve vizyon fukarası AKP’nin dış politikası Suriye’de de duvara toslamıştır. Sonuç aşağı yukarı bellidir: Başbakan ve hükümeti, bağımsız Kürdistan’ın Irak parçasının koruyucusu, Suriye parçasının seyircisi, Türkiye parçasının hazırlayıcısı olarak ihanette son sınıra, son etaba, son hıza yaklaşmıştır. El Kaide bağlantılı El Nusra ile PYD’nin silahlı kolu olan YPG arasında geçtiğimiz Salı günü başlayan çatışmalar PYD lehine sonuçlanmış ve Rasulayn’ın bayrak direklerine terör örgütünün bez parçaları asılmıştır. Bu arada Ceylanpınar’da suçsuz günahsız 17 yaşındaki Mahsun Ertuğrul yolda yürürken sınır ötesinden gelen kör kurşunla hayatını kaybetmiştir. Ayrıca evinde televizyon izlerken yine sınır ötesinde atılan bir kurşunun başına isabet etmesi neticesinde 16 yaşındaki Mehmet Gündüz ağır yaralanmıştır. Bu iki vaka Türkiye’nin nasıl bir kördüğümün içine düşürüldüğünün açık delilidir. İki masum evladımızın durduk yere vurulmasını hiç kimse, hele hele çok konuşan Başbakan asla izah edemeyecektir. Vatandaşlarımızın can ve mal emniyetine zarar gelmesinin yegane müsebbibi Başbakan ve hükümetinden başkası değildir. Buradan çok genç yaşta kaybettiğimiz evladımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerken, ailesine başsağlığı dileklerimi iletiyor, yaralı asker ve sivil vatandaşlarımıza acil şifa temenni ediyorum.
Sayın Basın Mensupları, Suriye’nin kuzeyinde yaşanan kaos AKP’nin Esad’la girdiği inadın ve sonuçsuz cebelleşmenin eseridir. Başbakan’ın ölçüsüz, hesapsız ve kontrolsüz sözlerine rağmen Beşşar Esad hala işbaşında olup, Suriye ordusu ülke çapındaki denetim ve etkinliğini derinleştirerek genişletmektedir. Buna karşılık muhalif unsurlar gerilemektedir. PKK-PYD sınırlarımıza tutunmuş, otorite boşluğundan azami ölçüde istifade etmiştir. PKK bugünkü şartlarda sınırlarımızda özerk bir yönetim kurma aşamasına geldiyse, bunun hesabını birilerinin kesinlikle vermesi lazımdır. Dünyanın neresinde sınırlarını koruyamayan bir ülkenin yaşadığı ve bağımsızlığını koruduğu görülmüştür? Dünyanın neresinde kırmızı çizgileri silinmiş, kazınmış ve duman olmuş, üstelik teröristlere payandalık yapan bir ülke varlığını koruyabilmiştir? Başbakan Erdoğan tencere tava çalanlara değil, bu sorular üstüne kafa yormalıdır. Türk milletini birbirine kırdırmaya ve düşürmeye değil, ahlaklı ve faziletli olmaya çalışmalı ve milli meselelerle ilgilenmelidir. Başbakan’ın sözü dinlendiğini ifade ettiği ülke nerededir? Gündem belirlediğini iddia ettiği ülke nerededir? Teröristlere gücü yetmediği izlenimi veren bir ülkeyi kim ciddiye alacak, kimler önemseyecektir? Başbakan Suriye’nin kuzeyindeki felakete niçin sessizdir? Hıyarım var diyene tuz yetiştiren Başbakan, hainliği kazanç kapısı yapanlara sıra geldiğinde neden dilsiz olmayı tercih etmektedir? Suriye’de PKK bölgesi kurulması ve Türkiye’nin buna fazla tepki göstermeden razı olması, teröristbaşı ile yürüttüğü ihanet sürecinin bir unsuru değilse, bu kahredici derin sessizliğin sebebi ve hikmeti nedir? Türk milleti bu soruların cevaplarını beklemektedir. Diğer yandan, “Ortadoğu’yu biz yeniden inşa edeceğiz, bu coğrafyada biz oyun kurucu olacağız, değişimin öncüsü olacağız” diyerek boş boş konuşan Dışişleri Bakanı, Türkiye’yi nasıl bir kötürüm hale düşürdüklerini ne zaman kabullenecektir? Geçtiğimiz yılın 14 Aralık günü, Fas’ın Marakeş kentinden Abu Dabi’ye geçerken ademi merkeziyetçi yönetime methiyeler düzen, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’yi kaygılandıracak bir şey olmaz diyen Dışişleri Bakanı bugünkü manzarayı nasıl izah edecektir? Böylesi öngörüsüz, böylesi ufuksuz ve böylesi sığ birisinin Türk Dışişlerinin başında bulunmasına daha ne kadar izin verilecektir? Bu zihniyet daha bir yıl önce, sakin ve soğukkanlı davranırken, bugün “sınır güvenliğimize yönelik her türlü tehdide karşı en etkin yöntem alınacak ve anında cevap verilecek” diyerek yine muğlâk konuşmalarını devam ettirmektedir. Ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni göreve davet etmektedir. İşte Türkiye’de siyasi sorumluluk üstlenenlerin hali bu kadar perişan, bu kadar yerlerde sürünmektedir. Türkiye gibi muktedir ve kuvvetli bir ülke, sınırlarının hemen ötesindeki teröristlerden çekiniyor mudurki, Birleşmiş Milletler seçeneğini masaya koymaktadır? Stratejik çukurun kazıcısı AKP’li bakanın hayalleri nereye uçmuş, hedefleri nereye saplanmıştır? Bu zihniyet Türkiye’ye mi, yoksa perde gerisinde başka ülkelere mi hizmet etmektedir? Gazze’de ölenlere ve Humus’taki Halid Bin Velid Camii’nin bombalanmasına ağlayan söz konusu bakanın, Kerkük’te, Tuzhurmatu’da, Doğu Türkistan’da, Suriye’de katledilen Türkmenler karşısında çıtını bile çıkarmaması hangi insanlıkla, hangi imanla ve hangi inançla açıklanacaktır? Daha küçük ölçeklere bölünmeyi değil de, daha büyük ölçeklerde bir araya gelmeyi öneren ve Suriye’nin kuzeyinde kırmızı çizgilerimizin belirli şartlar çerçevesinde olmayacağını duyuran bakanın, 19’ncu yüzyılda batı çıkarlarını gözeten nazırlara bile rahmet okutması hala hafızalarımızdadır. Sözde etkin, aktif, ön alan, tabuları yıkan, insiyatif kullanan ve belirleyici olduğu iddia edilen dış politika anlayışıyla ne yazık ki ülkemiz Ortadoğu çıkmazının içine hapsedilmiştir. Bu nedenle Türkiye’nin dış politikası çökmüştür. Hiçbir hedef tutturulamamış, hiçbir tahmin gerçekleşmemiştir. Koskoca bir ülkenin dışişleri bireysel egolarını tatmine yönelen şuursuz ve kendini bilmez kitaplı cahillerin oyuncağı olmuştur. Bu kadar yıllık birikime yazıktır. Bu kadar yıllık emek, mücadele ve kazanımlara haksızlıktır. Suriye’nin kuzey ve doğusunda bölücü terör oluşumu geçtiğimiz yıl iyice gündeme geldiğinde Başbakan bir televizyon kanalında; sıcak takipten bahsetmiş, müdahaleyi de en tabii hak olarak ifade etmiştir. Başbakan Erdoğan bir yıl önce “eyvallah etmeyiz” dese de, PYD fiilen özerkliğini ilan etmiş, yakın bir vadede de seçim yapılacağını duyurmuştur. Başbakan Erdoğan kuru gürültüdür ve sadece ses çıkarmaktadır. Unutmayınız ki, dokunulduğu takdirde boş varilin sesi de fazla çıkacaktır. Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeler Türkiye için en üst seviyede ve ilk sırada değerlendirilmesi gereken bir tehdit algılamasıdır. Buna rağmen olanlar ve ortaya çıkan son görüntüler bizim açımızdan sürpriz değildir. Uzun bir süredir muhtemel risklerle ilgili yorum ve öngörülerimizi aziz milletimizle paylaştık ve bununla da siyasi iktidarı ısrarla ikaz ettik. Bizim söz, tespit ve düşüncelerimiz her şeyiyle ortadadır. Özet halinde bunları hatırlatacak olursam: 8 Aralık 2011 tarihinde, TBMM Genel Kurulu’nda 2012 Yılı Bütçe Kanun Tasarısı hakkında yapmış olduğum konuşmada; “Bölgemizde Doğu Sorunu kapsamında; İran, Türkiye, Irak ve Suriye topraklarında dört parçalı Büyük Kürdistan planlanmaktadır ve bu adım adım ilerletilmektedir.” demiştim. 31 Ocak 2012 tarihli Meclis grup konuşmamda; “Peşmerge reisi Barzani’nin, Suriyeli Kürtleri bir araya getirerek toplantı tertip etmesi ve birleşin çağrısında bulunması yanı başımızdaki zaman ayarlı bombanın her an patlayacağını işaret etmektedir. Erbil’in, Kürdistan’ın kurulması için kuluçka faaliyeti yürüttüğü ve AKP’nin de buna sessiz durduğu görülmektedir.” yorumunda bulunmuştum. 28 Şubat 2012 tarihli Meclis grup konuşmamda; “Irak işgalinin ardından oluşan peşmerge yönetiminden sonra, Suriye’nin de benzer bir akıbete uğraması güney sınırımızda yeni bir özerk yönetimin ortaya çıkmasına neden olabilecektir.” Tespitini isabetle yapmıştım. 27 Mart 2012 tarihli Meclis grup konuşmamda; “Geldiğimiz bugünkü süreçte nasıl ki, Irak’ın toprak bütünlüğü korunamadıysa, Suriye’nin de aynı akıbete uğrama riskiyle yüz yüze kaldığını görmek ve anlamak gerekmektedir. Irak’ın kuzeyine benzer bir Kürt yönetiminin kurulması ve bir nevi peşmerge yönetiminin bu kez de Suriye’de ilan edilmesi kaçınılmaz gibi durmaktadır. Ve titizlikle üzerinde düşünülmesi gereken konu, Irak’tan sonra Suriye’nin kuzey ve doğusunda ve ülkemizin güney sınırında ortaya çıkabilecek bir özerk Kürt idaresinin nelere mal olacağı hususudur.” uyarısını yapmıştım. 17 Nisan 2012 tarihli Meclis grup konuşmamda; “Suriye’yle olan sınır bölgemizde Irak’ın kuzeyine benzer bir yapılanma için geri sayım başlamıştır. Türkiye’nin bölünmesini, Türk milletinin parçalanmasını bekleyenlere bu kapsamda gün doğmuş, dört parçalı Kürdistan için başkent isimleri bile gündeme getirilmiştir.” diyerek endişelerimi sıralamıştım. 26 Temmuz 2012 tarihli Basın Toplantımızda; “Dört bir taraftan kuşatmaya alınan ülkemiz vahamet derecesi yüksek bir noktaya gelmiştir. Şam’dan sonra sıranın Türkiye’ye geleceği, içimizdeki bölücülerin komşu coğrafyalardaki hadiseleri emsal alacağı neredeyse kesine yakındır.” diyerek görüşlerimi açıklamıştım. 6 Ağustos 2012 tarihli Basın Toplantımızda; “Esad yönetiminin PKK ve PYD’ye kulvar açması, ülkesinin kuzeyini Türk milletine husumet, Türkiye’nin üniter ve milli yapısına diş bileyen çevrelere deyim yerindeyse teslim etmesi tesadüf görülmemelidir. Dikkatimizi çeken en kritik husus, Suriye’nin kuzeyinde yuvalanmış bölücü terör yapılarının Esad’a karşı verilen mücadelenin içinde yer almayışıdır. Kaldı ki Barzani ve taraftarlarının da aynı tavır ve tercihin içinde olduğu görülmektedir. Burada üzerinde tartışılması gereken husus; Esad- Barzani-PKK-PYD arasında nasıl bir bağ ve bağlantının olduğudur. Muhtemel kirli ve karanlık bu koalisyonun ilk ve öncelikli hedefi şüphesiz Türkiye ve Türk milletinin mevcudiyetidir. AKP hükümetinin yanlışları, hezeyan ve hezimete yol açan adımları ülkemizi stratejik derinliğin girdabına böylelikle savurmuştur. İktidar, muhalifleri besleyip yabancı istihbarat kanalıyla silahlanmalarına göz yumdukça Esad da PKK kozunu alçakça kullanmıştır. Bununla birlikte Kürdistan’ın hayalden gerçeğe dönüşme istikametine girmesi iktidarın başkent Ankara jeopolitiğinden BOP’un angajman ve kabullerine sıkışmasını daha da hızlandırmıştır.” Sözleriyle de müşahede ve mülahazalarımı dile getirmiştim. Geçmişteki tüm tahminlerimiz, yorumlarımız ve uyarılarımız yerini bulmuş ve bir kez daha bizi haklı çıkarmıştır. Ancak bu hususta doğru çıkmamayı da her şeyden fazla isteyeceğimiz iyi bilinmelidir. Başbakan bir yıl evvel “oldubittilere göz yummayız” dese de, atı alan Suriye’nin kuzeyine çoktan çöreklenmiştir. Başbakan Erdoğan da kendi acınacak halini kenara itmiş Mısır’ın Adeviyye Meydanı’nda toplananlara merak salmıştır. Türkiye’nin gerçeklerinden koparak başka coğrafyalarda kahramanlığa soyunan Sayın Erdoğan’ın başımıza büyük belalar açması, kendisiyle birlikte Türk milletini de altından kalkılamayacak badirelere mahkum etmesi artık an meselesidir. Milliyetçi Hareket Partisi buna duyarsız kalmayacaktır. Başbakan’ın kibrine, nifak ve tehlike saçan siyasetine, omurgasız dış politikasına bigane durmayacaktır. Buradan hükümeti uyarıyorum: Sınırlarımızın hemen yanı başında PKK’nın özerklik ilan etmesi, mevzi kazanması Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne karşı yeni bir hamledir. Başbakan ve hükümeti PYD ile de pazarlık yapmayacaksa, süreç ihanetine ortak etmeyecekse, melanet ve rezalet serisine yenilerini eklemeyecekse Suriye’nin doğusunda ve kuzeyinde provokasyonlara izin vermemelidir. Herkes şunu aklından çıkarmasın ki, zor, oyunu bozacaktır. Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının hemen dibindeki gayri meşru oluşuma göz yumamaz, yummamalıdır. Ve her tedbir kademeli olarak planlanmalı, ortaya koyulmalı, rüzgar ekenin fırtına biçeceği de gösterilmelidir. Bu aşamada bizim de görüş ve önerilerimiz vardır ve şunlardan ibarettir: 1– Suriye sınır bölgemizde PKK otonom bölgesinin resmiyet kazanmasını önlemek, ilanını engellemek karşımızdaki en acil meseledir. Hükümet bu konuda kararlılığı göstermeli, alacağı tedbirler ile atacağı adımları ilan etmelidir. 2– Türkiye Suriye’nin kuzeyinde özerk yönetim kurulmasına askeri güçle müdahale edeceğini açıklamalıdır. 3– Bu amaçla, askeri caydırıcılığının gereği olan hazırlık ve tedbirlerin sınır bölgelerimizde ve arazide fiili uygulamasına geçilmelidir. 4– Barzani, Suriye’deki PKK unsurlarına olan tüm desteğini kesmesi konusunda açık bir dille uyarılmalıdır. 5- Başbakan teröristlerle pazarlıkları sonlandırmalı, süreç rezaletini bitirmeli; gelişmeleri şeref ve siyasi namus ölçeğinde dürüstçe ele alarak aklını başına almalıdır.
Muhterem Basın Mensupları, Son olarak çok önemli gördüğüm bir konuyu daha sizlerle paylaşıp konuşmama son vermek istiyorum. Türkiye çok hareketli bir coğrafyanın tam ortasındadır. Ve özellikle bağımsız Kürdistan’ın kurulması için büyük bir gayret ve çaba vardır. Irak, Suriye, İran ve Türkiye’den koparılacak dört parçalı topraklar üzerinde yeni bir devlet harıl harıl inşa edilmektedir. Ne acıdır ki, Başbakan tüm bu olup bitenlere onay vermiş gibi tepkisizdir. Türkiye’nin bir bölgesi sözde Kuzey Kürdistan olarak lanse edilmektedir. Ama hükümetten hiçbir itiraz ve karşı çıkış gelmemiştir. PKK terör örgütü Doğu ve Güneydoğu’da eylem üstüne eylem yapmaktadır. Hatta sözde şehit mezarlıkları açmakta, bölünme için yoğun bir alt yapı hazırlamaktadır. Ne var ki, Kürt kökenli kardeşlerimin büyük çoğunluğu bunlardan rahatsızdır. Şahsıma ulaşan, mesaj gönderen, aracılarla haber ulaştıran çok sayıda Kürt kökenli kardeşim “biz bölünmek istemiyoruz” kararlılığında ve iradesindedir. Kürt kökenli kardeşlerim PKK’nın hain emellerinden, AKP ve BDP’nin dışlayıcı ve İmralı canisi merkezli siyasetinden bunalmıştır. Daha da önemlisi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından herhangi bir şikâyetleri de yoktur. AKP-BDP ve PKK arasına sıkışan kardeşlerim ses beklemekte ve uzanacak el istemektedir. Bana kadar gelen bu talepleri Başbakan görmemekte midir? Şırnaklı, Hakkarili, Diyarbakırlı, Bingöllü, Bitlisli, Adıyamanlı, Ağrılı, Vanlı ve Tuncelili çok sayıda Kürt kökenli kardeşim ayrılığa kapalı, bölünmeye karşıdır. Kız alıp veren, İstanbul’da, İzmir’de, Mersin’de, Antalya’da ve yurdumuzun daha birçok yerinde ikamet eden, iş yapan, meslek edinen, yuva kuran, ekmeğini kazanan Kürt kardeşlerim artık yeter demektedir. Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da yerleşik, ya da çoluğunun çocuğunun rızkı için ülkemin her tarafına giden, yerinden yurdundan olarak göç yoluna çıkan Kürt kökenli kardeşlerimin temsilcisi hain terör örgütü PKK değildir. Kürt kökenli kardeşlerimin sesi çıkmıyor diyerek bunlara potansiyel PKK’lı muamelesi yapılması tarihi bir hata olacaktır. Bu kardeşlerim, bu vatandaşlarım seslerini çıkarmalı, teröre, feodal kalıntılara, millet altı yapılanmalara güçlü bir tepki göstermelidir. Biz onların samimiyetine inanıyor ve hepsini kucaklıyoruz. Bir de buluşan, Türk milletinde kucaklaşan kökü, mezhebi ne olursa olsun tüm kardeşlerimizi, tüm vatandaşlarımızı bağrımıza basıyoruz. Ayrılığa yüz çevirmiş herkesin sesi olmaya hazırız. Bölünmede fayda görmeyen herkesin nefesi olmaya varız. Yeni bir şuurla, yeni bir heyecanla, yepyeni bir hevesle Türk milletini ebediyete taşımaya azimliyiz. Lozan Anlaşması’nın 90’ncı yıldönümünde Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden ve sapsağlam şekilde sahiplenmeye var gücümüzle yeminliyiz. Parçalanmada hayır yoktur. Bölünmede huzur yoktur. Ve kucaklaşmanın adresi büyük Türk milletidir. Uzlaşma ve huzurun adresi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Kimin ne olduğu önemli değildir. Kimin nereli olduğu, etnik kimliğinin nereye dayandığı kimseyi ilgilendirmemektedir. Mühim olan kardeşliğimizdir, mühim olan Türk milletinde buluşmamız ve kaynaşmamızdır. Bana seslerini duyuramayan bütün Kürt kökenli kardeşlerim artık harekete geçmeli, tercihini tam olarak yapmalıdır. AKP-BDP ve PKK’nın istismarlarıyla mı vakit geçirecekler, yoksa aydınlık, onurlu ve refah dolu birliktelikte mi karar kılacaklardır? Bize göre, öncelikle bu ülkede yaşayan her insanımız Cenab-ı Allah’ın kutsal bir emanetidir. Hangi kökenden gelirse gelsin, Türk milletini oluşturan her fert şanlı tarihimizin kutsal bir hatırasıdır. Beraberce, mutlu günlere doğru kat edeceğimiz daha çok yüzyıllar vardır. Her yöreyi, bin yılın barışından ve kardeşliğinden doğmuş insanımız olarak görüyoruz. Bütün samimiyetimizle ve muhabbetle ortak paydamıza saygı gösteren herkese elimizi uzatıyoruz. Ancak bölünme gayreti içerisinde olanları da affetmemizin mümkün olmadığını buradan ilan ediyoruz. İnancım odur ki, Türk milleti yapay ayrımlara, sinsi çabalara fırsat vermeyecek, bilhassa Kürt kökenli kardeşlerim beraberlik hukukunu sonsuza kadar sadakatle sürdürecektir. Bu düşüncelerle konuşmama son verirken siz değerli basın mensuplarını ve aziz dava arkadaşlarımı bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, katılımlarınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.
|