Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin Etimesgut Belediyesi tarafından düzenlenen iftar programında yapmış oldukları konuşma. 4 Ağustos 2013
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
Etimesgut Belediyesi tarafından düzenlenen iftar programında
yapmış oldukları konuşma.
4 Ağustos 2013

 

Muhterem Vatandaşlarım,

Saygıdeğer Misafirler,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Konuşmama başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Çok şükür, böylesi müstesna, muazzez ve mübarek bir akşamda sizlerle aynı sofranın etrafında buluştuk, bir araya geldik.

Bu iftar programını düzenleyen Etimesgut’un başarılı Belediye Başkanı değerli dava arkadaşım Enver Demirel Bey’e ve kıymetli çalışma arkadaşlarına teşekkür ediyorum.

Yüce Allah’tan diliyorum ki;

√       Akşamınız güzel olsun.

√       Tuttuğunuz oruçlarınız, yaptığınız dua ve ibadetleriniz kabul olsun.

√       Ömrünüz uzun, gönlünüz hoş olsun.

√       Sofranız bereketli, kardeşliğiniz daim ve kaim olsun.

√       Geleceğiniz nurlu ve parlak olsun.

√       Haneleriniz saadet ve zenginlikle taşsın.

√       Yürekleriniz neşeyle, sevinçle ve sevgiyle dolsun.

 Buraya, Türk Beyleri Kent Meydanı’na iftar münasebetiyle teşrif eden her kardeşime en iyi dileklerimi sunuyorum.

Dün, ulvi lezzetinden ve kutsi ikramından istifade etmek için elimizi açtığımız, camileri doldurduğumuz, tan yeri ağarıncaya kadar mağfiret ve inayet beklediğimiz bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecenizin bir kez daha mübarek olmasını niyaz ediyorum.

Türkiye sevdasından bir an olsun ayrılmayan, Türk milletine mensubiyet onurundan bir an olsun vazgeçmeyen; vatan, bayrak ve bağımsızlık ülküsünden bir an olsun sapmayan Etimesgut’lu kardeşlerim, hepiniz hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

 

Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Manevi mükâfatı, nimet ve sevapları bir tek Rabbimizden dileyerek sonuna yaklaştığımız Ramazan ayını idrak ediyoruz.

9 Temmuz’dan beridir, üzerimize farz olan Oruç ibadetini gönül huzuruyla yerine getirdik ve getiriyoruz.

Üç gün sonra uğurlayacağımız bu kutlu ayda, sabrın, yardımseverliğin, hatırlamanın, misafirperverliğin ve cömertliğin güzelliklerini yaşadık.

Günlerimizi dualarla, gecelerimizi şükürlerle geçirdik.

Ramazan’ın haşmet ve görkemini, mana ve muhabbetini ruhumuzun derinlerinde yaşadık.

Buruk da olsak, üzgün de baksak, sorun ve sıkıntılarla da karşılaşsak bu kutlu ayın hayrından, rahmet dolu atmosferinden hiç ümidimizi kesmedik.

Zira karamsar olmanın, kötümserliğe hapsolmanın, umutsuzluğa kapılmanın hem insani, hem de İslami olarak caiz olmadığını biliyor ve kabulleniyoruz.

Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmiş bizler için her gecenin sonu, her yokuşun ardı aydınlıktır, doğruluştur ve düzlüğe çıkıştır.

Bunun için pes etmek, geri çekilmek sözlüğümüzde yoktur, olmamalıdır.

Bezgin durmak, solgun bakmak, ümitsiz olmak hepimize yabancıdır.

Ramazan ayının saygınlığını umursamayanlar, vecibelerini samimiyetle benimsemeyenler, gerek ve ödevlerini damarlarında hissetmeyenler şüphesiz bir aya yakındır iftar ve açılış programlarında bozgunculuk yapmış ve öfke saçmışlardır.

İftarda gönülleri incitmekten, kalpleri kırmaktan Allah’a sığınmak varken; asılsız yere onu bunu çekiştirmenin, nedensiz yere ona buna sataşmanın ve dedikodu üretmenin ahlaki hiçbir yanı olmayacaktır.

Şurası nettir ki, sahurla iftar arasında geçen zaman süresinde Oruç ibadetinin hakkını tüm uzuvlarımızla, tüm varlığımızla ve tüm adanmışlığımızla vermek esas olmalıdır.

Çünkü ağzın Oruç tutmasının yanında kalbin de, gözün de, elin de, dilin de niyetli olması lazımdır.

Aynı zamanda Cenab-ı Allah’ın iltifatına ve ihsanına layık olmak, kalplerimizdeki açlığı doyurabilmek için elimizden geleni yapmak manevi bir sorumluluktur.

Siz değerli Etimesgutlu kardeşlerim tertemiz vicdanlarınızla, apaçık alınlarınızla, güzellikler saçan bakışlarınızla faziletin, dostluğun, içtenliğin timsallerisiniz.

Ve sizler her şeyi gün gibi görüyorsunuz.

Şu mübarek günlerde kimin ne haltlar karıştırdığını, kimin ne dolaplar çevirdiğini ve kimin hangi emellerin içinde olduğunu biliyor ve eminim ki ibretle de izliyorsunuz.

En ufak bir tereddüt, en küçük bir kuşku duymadan söylemek isterim ki; Etimesgutlu kardeşlerimin basiretine inancım tamdır.

Olayların akışına kapılmayan, dedikoduların seline teslim olmayan, kara propagandaların tesirine kat’iyen girmeyen sizler, herkesi, bilhassa siyasi gevezeleri takip edip gerekli notlarınızı alarak zihin defterinize not ediyorsunuz.

İçinizde fırtınalar esse de, ruhunuzda depremler olsa da, aklınız hayretler içinde kalsa da sağduyunun yolundan ayrılmadan, hadiselerin kaynağını tefrik edip, nifak elebaşlarını her yönüyle yorumluyorsunuz.

Bu yüzden sizlerin vicdanına, sizlerin karar ve tercihlerinize güvenim eksizdir.

 

Değerli Vatandaşlarım,

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Bu mübarek ayda, katıldığımız iftar programlarında mümkün mertebe günlük siyasi çekişmelerin, siyasi cebelleşmelerin içinde olmamaya gayret ettik.

Davranışlarımızın hareket noktası ve dayanağı Ramazan’a karşı duyduğumuz derin sevgi, hürmet ve bağılıkta yatmaktadır.

Kan ve kin tutkunları, bölücü ve yıkıcı unsurlar, pazarlık ve müzakere düşkünleri, eşbaşkanlar ve taş kesilmiş vicdanlar esas anlamda Ramazan nedir dinlememişler, oruç nedir bilmemişlerdir.

İsterdik ki, huzur içinde bir Ramazan geçirelim.

İsterdik, düzen ve denge içinde bir Ramazan yaşayalım.

Fakat bunlar pek mümkün olmamıştır.

Sosyal barışımız, toplumsal güvenimiz ve milli bünyemiz saldırıların, tahriklerin, tacizlerin kıskacında kalmıştır.

Kadir Gecesi’ni karşıladığımız gün içinde bile fırsatçılar mola vermemiş,  fesatlıktan ve fenalıktan bakılacak yüzleri kalmayan vicdan fukaraları istirahata çekilmemişlerdir.

Hırs, hınç ve hasetlikle siyaseti çirkinleştiren, değerini aşındıran çıkarcılar, çapsızlar kutsallarımızı insafsızca sarsmışlar, kural ve ölçü tanımamışlardır.

Önemsedikleri bir tek kendi menfaat şebekeleri, yandaşları, bölücü ve ayırıcı dostları olmuştur.

Türkiye’nin batışı, Türk milletinin bitişi maksadıyla kurulan ve ortakları hepinizce malum olan hıyanet şebekesi Ramazan’da faaliyetlerini daha da hızlandırmış, daha da aceleci bir tutum içine girmiştir.

Kandil çetesi tehditlerini artırmıştır.

Kundaktaki bebeklerin, anne karnındaki masum yavruların dökülen kanlarından, alınan masum canlardan, kefensiz yatan şehitlerimizden dolayı ebediyete kadar mesul ve mahkûm olan teröristbaşı gözdağlarını ileri bir faza taşımıştır.

Teröristler, arkasında duran destekçileri ve siyasetteki köhnemiş uzantıları ihanetin daha da ilerletilmesi için hükümetin boğazına sarılmışlardır.

PKK’nın bazen 1 Eylül vadeli tehdit beyanları, bazen de 15 Ekim’e kadar süre tanıyan küstahlıkları hükümeti maskaraya çevirmiş, komik durumlara düşürmüştür.

Çünkü bölücü terör örgütü taviz, teslimiyet ve bölünme reçetelerinin karşılanmasını istedikçe hükümet sinmiş, bir şey olmamış gibi karanlıkta ıslık çalan korkaklar gibi silik bir irade sergilemiştir.

Terör örgütü Türkiye’yi istemektedir.

Terör örgütü kardeşliğimizin imhasını dayatmaktadır.

Terör örgütü vatanımızın parçalanmasını, insanımızın birbirinden kopmasını beklemektedir.

Sözde demokratikleşme paketi hazırlıkları da PKK’nın gönlünü almaya dönük acziyetin ve zafiyetin ürünü olarak hepimizin dikkatini çekmektedir.

Etrafımız kıpır kıpırdır.

Dört parçalı Kürdistan’ın kurulması için iştahlı ve doymak bilmeyen bir gayret vardır.

Bu ayın sonlarına doğru yapılması planlanan “Kürt Ulusal Konferansı” hükümetin müsamahası ve rızasıyla toplanacaktır.

Türkiye’nin kırmızıçizgileri harap edilmiş durumdadır.

Türk milletinin tercihiyle iktidar olanlar, ne kadar kabul edilemez ve onaylanamaz şey varsa sözde demokratikleşme, normalleşme ve çözüm adına hayata geçirmenin derdindedir.

Soğukkanlı katiller özgürlük havarisi kesilmişler ve hükümetin kader ortağı haline gelmişlerdir.

Maalesef Türkiye zifiri bir karanlığa sokulmuştur.

PKK terör örgütü elinde silahla hükümete sözüm ona demokratikleşme adımı atmasını, anayasa yazımını hızlandırmasını, süreç ihanetinin ikinci safhasına uygun hareket etmesini şart koşmuştur.

Böylesi bir demokrasi anlayışı, böylesi bir özgürlük talebi insanlık tarihinin neresinde vardır?

Elinizi vicdanınıza koyarak düşünmenizi isterim ki, silahla, zorla, dehşet ve vahşet imalarıyla demokratikleşme nasıl sağlanacak, çözüm ve barış nasıl temin edilecektir?

Tümüyle ortadır ki, terör örgütü PKK vatanımızın bir bölgesinde fiili hâkimiyet kurma telaş ve emelindedir.

Aleni şekilde, örgütün sözde asayiş yapılanması kimlik ve yol kontrolleri yapmakta, camileri kundaklamaktadır.

Türk vatanında PKK paçavraları orada burada sallanmakta ve hatta topraklarımızın üzerine dikilmektedir.

Doğu ve Güneydoğu Bölgemizde valiler, kaymakamlar ve diğer devlet görevleri ortalıkta yoktur.

Hükümet meydanı bölücülere terk etmekle kalmamış, bir de yardım ve yataklık suçunu işlemiştir.

Abartısız ifade etmek isterim ki, sözde Kuzey Kürdistan adım adım olgunlaştırılmakta, gün be gün çatısı örülmektedir.

Tarihte, Türk milletinin kurduğu hiçbir devlette bu şekilde bir ahlaksızlık, mahkûmiyet ve pısırıklık yaşanmamıştır.

Ecdadımız zalimlere kul köle olmamış; batıla, canilere, hainlere ve saldırganlara ön iliklememiştir.

Daha da mühimi, birliğimize pusu kuran, bağımsızlığa göz koyan, tarihi yürüyüşümüze hançer sallayan tek dişli canavarlığın ve emperyalist utanmazlığın kafasına gök kubbeyi yıkmıştır.

Ve elbette barbarlık, gaddarlık, despotluk ve eşkıyalık bu topraklarda, bu vatan üzerinde egemenlik kuramamış, pençesini aziz varlığımıza geçirememiştir.

Türk milletinin esarete direnişi bu nedenle tarihe mal olmuştur.

Türk milletinin işgale tokadı bu sebeple şanlı ve ağır olmuştur.

Bugün ise, düne göre tamamen aykırı ve kadir bilmezliklerle doludur.

PKK terör örgütü kudurmuş gibidir, ama hükümet firarda olup ortalıklarda yoktur.

PKK terör örgütü kontrol ve zıvanadan çıkmış gibidir; ama hükümet toz ve buz olmuştur.

PKK terör örgütü Türkiye’yi bölmek, vatanı parçalamak için avaz avaz bağırmaktadır; ama hükümet kaçak, korkak ve kayıplardadır.

Türk milletini PKK’nın şımarıklığına muhatap etmeye kimin ne hakkı vardır?

Türkiye’ye dağdan ayar vermek, yön ve yol çizmek, kafasına silah dayamak kimin haddinedir?

Soruyorum sizlere, kin ve kan cephesinde sıra sıra dizilen soysuzlar ne zamandan beridir ülkemizin kaderinde söz ve pay sahibidir?

PKK hükümete ortak olmuş, devlet idaresini eline geçirmiştir de, bundan bizim ve Etimesgutlu kardeşlerimin mi bilgisi olmamıştır?

Bu cüretlerinin, cesaretlerinin ve diklenmelerinin kaynağı nedir?

Sizlerin komşunuzu ihbar etmesi, gammazlaması için ispiyon mekanizması kurmak için hazırlananlar, öğrencilerin burslarını kesmek için mazeret arayanlar, nasıl olur da terörün ve bölücülerin sesini, bağırtısını duymazdan gelmektedir?

Allah için birileri söylesin, Türk milletini birbirine düşürmek için her türlü tezgah ve yöntemden medet umanlar mahşeri vicdanda nasıl aklanacak, Allah katında nasıl bağışlanacaktır?

Tencere tava çalanların peşine jurnalci takanlar, Türkiye’de herkesin birbirine kuşkuyla bakmasını temellendirenler ellerinde silahla gezen haramzadeleri nasıl hoş görmektedir?

Tencerenin gürültüsünden rahatsızlık duyanlar, hainlerin seslerini kuş sesi, bahar esintisi mi zannetmektedir?

Hanımefendilerin sokaklarda nasıl gezeceği ile ilgili terbiye ve adap dersi veren bedevi kılıklılar ve onların akıl hocaları Türkiye’yi nereye sürüklemektedir?

Ülkemiz akıl dışı, ahlak dışı, hukuk dışı ve adalet dışı bir şekilde yönetilmektedir.

BOP’un eşbaşkanı, İmralı’daki katille ve KCK’nin eşbaşkanlarıyla can ciğer kuzu sarması olmuş, şuurunu kaybetmiştir.

Dağlardan silinen “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünün yerine teröristbaşı isminin, terör örgütü mesajlarının yazılmasına kimseden itiraz işitilememiştir.

PKK, şimdilik, kan dökmekten başka her türlü terör eylemini ve saldırılarını devam ettirmektedir.

İnsan kaçırmayı sürdürmektedir.

Militan kadrosunu genişletmeyi sürdürmektedir.

Türk devletinin egemenlik haklarını gasp etmeyi sürdürmektedir.

Uyuşturucu kaçakçılığını sürdürmektedir.

Haraç almayı, yol kesmeyi, baraj ve şantiye baskınlarını sürdürmektedir.

Geri çekilmekten ziyade, daha kalabalık bir sayıda yurdumuza konuşlanmayı, şehirleri mesken tutmayı inatla sürdürmektedir.

PKK terörü hiçbir talebinden, hiçbir hain isteğinden vazgeçmemiştir.

Herhangi bir ıslah ve terbiye hali, pişmanlık ve utanma emaresi bugüne kadar görülmemiş, bugüne kadar fark edilmemiştir.

Bu gerçekler ortada duruyorken, Türkiye’nin siyasi sorumluluğunu elinde tutanların PKK çizgisine gelmeleri, İmralı canisinin tezleriyle örtüşmeleri, yıkım ve çözülme için hevesle mücadele etmeleri hepimizin gözü önünde cereyan etmiştir.

Bu yüzden tehdidin boyutu çok büyüktür.

İnançlarımızı istismar ederek gözleri boyayanların varlıkları vahim bir risk ve açmazdır.

Anlaşılmaktadır ki, şu an işbaşında olan siyasi zihniyet İmralı canisine özgürlüğünü vaat etmiştir.

PKK’ya af konusunda söz vermiştir.

Özerklik çağrılarına sıcaklık ve yakınlık göstermiştir.

Kimlik ve statü taleplerini anayasa yoluyla karşılamak, PKK’yı memnun etmek için de sözde demokratikleşme paketlerini kullanma hususunda olumlu bir tutum takınmıştır.

Ve hepsinin yanında Türkiye’nin mahvına, tarihi ve milli varlığının çökmesi demek olan Kürdistan’ın inşasına tamam demiştir.

Üzülerek belirtmek isterim ki, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü bölücülüğün vesayeti, terörün darbesi ve küresel kanlı projelerin hücumu altındadır.

İçine kapanan, için için kaynayan, tüm komşularıyla hasım halen gelen, bir de diktatörlüğe doğru hızla kayan Türkiye’miz yok oluş vadisine girmiştir.

Buradan çıkmak lazımdır.

Bu musibet ortamından Türkiye’yi ve Türk milletini kurtarmak hepimizin boynunun borcudur.

Etimesgutlu kardeşim yalnız, sahipsiz ve çaresiz değildir.

Allah’a hamd ederim ki, milliyetçi-ülkücü vatanseverler her şeyi görmekte ve oynanan oyunu bozmak için sabırsızlık duymaktadır.

Sizler varken, Etimesgut’un pencerelerinden milliyetçi-vatanperver ışıklar dalga dalga süzülüyorken, Türkiye’nin gözyaşlarına, küslüklere, kavgalara ve ayrılıklara sapması Allah’ın izniyle mümkün olmayacaktır.

Bilmenizde fayda görüyorum ki, bundan adım gibi, imanım gibi eminim.

 

Değerli Kardeşlerim,

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

İç sorunlarımıza eşzamanlı olarak dış sorunlarımız da katlanmakta ve kökleşmektedir.

Ülke olarak dış politikası küle ve kadavraya dönmüş bir hükümet tarafından yönetildiğimiz bir gerçektir.

Dış politikadaki yanlışlar bize ölüm ve kayıp olarak yansımaktadır.

Kısa süre içinde Ceylanpınar’da, Suriye tarafından açılan ateş sonucunda dört vatandaşımızı kaybettiğimizi hepiniz biliyorsunuz.

Ayrıca 27 Temmuz 2013 günü, Somali’nin başkenti Mogadişu’da, El Kaide bağlantılı El Şebab terör örgütü tarafından Türk Büyükelçiliğinin ek hizmet binasına düzenlenen canlı bomba saldırısında özel harekât polisimiz Sinan Yılmaz şehit olmuş, üç özel hareket polisimiz de yaralanmıştır.

Şehidimize bu mübarek akşamda Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailesine sabırlar ve başsağlığı, yaralı kardeşlerimize de acil şifalar diliyorum.

Hükümetin içine girdiği yanlış ilişkiler ağı, meseleleri okumadaki güçsüzlüğü, dış politikadaki körlüğü başımıza türlü belaların açılmasına neden olmaktadır.

Somali’ye birkaç yıl evvel yine böyle bir Ramazan ayında gösteriş ve tantanayla gidenlerin, burada Batı planlarını uygulamak için alt yapı oluşturanların şimdi geldiği nokta inanınız bana hüsran vericidir.

Türkiye bölgesinde tek başına kalmış olup dört tarafı husumet kuşağına alınmıştır.

Hükümetin dış ilişkilerde başlayıp da sonunu getirdiği ve milletimizin yararına olan hiçbir şey yoktur.

Hep kuru gürültü, hep istismar ve hep de boşa kürek çekmek dış politikanın ana fikrini ve ana eğilimini oluşturmuştur.

Derin stratejistler, çok bildiğini sanan cahiller, gölgelerinden büyük laflar eden siyaset cambazları mahcup ve başarısız olmakla kalmamış, Türkiye’nin de itibar ve saygınlığına kara çalmışlardır.

Komşu coğrafyalardaki gelişmeler doğru ve milli bir perspektife göre yorumlanamamış, buna müzahir siyasetler geliştirilememiştir.

√       Irak politikası çökmüştür.

√       Suriye politikası paramparça olmuştur.

√       Mısır politikası boşluğa düşmüştür.

√       İran politikası dağılmıştır.

√       Filistin politikası direkten dönmüştür.

√       Lübnan ve Libya politikaları tökezlemiştir.

√       Afrika politikası sönmüştür.

√       Avrasya politikası çoktan soluğunu tüketmiştir.

√       AB politikası havlu atmıştır.

√       ABD politikası taviz ve güvensizliklerle tek taraflı olarak ilerleyiş kaydetmektedir.

√       İsrail politikası deseniz ağır aksak da olsa bir tek o ayaktadır.

Türkiye’nin dostu ve stratejik ortağı sadece ve sadece Hamas ve peşmerge yönetimi kalmıştır.

Bildiğiniz gibi, Arap Baharı tufanı çoktandır tersten esmeye başlamıştır.

Büyük anlamlar yüklenen halk hareketleri birer birer tescilli ve meşhur diktatörleri devirdikten sonra Suriye’de durmuş ve patinaj yapmaya başlamıştır.

Bu esnada Mısır’daki askeri darbe ve neticesinde Mursi’nin koltuğundan inmesi Arap Baharı serüveninde yeniş bir sayfa açmıştır.

Şimdi de Mursi’nin yargılanması gündemdedir.

Mısır’daki askeri yönetim perde gerisinden aldığı destek ve yönlendirmeyle Mısır’da geniş kapsamlı bir hukuksal sürecin işaretini vermiş ve harekete geçmiştir.

Devrik lider Hüsnü Mübarek’in başına gelenler tekrar etmektir.

Bu şahsiyetin Tahrir merkezli ayaklanmayla devrilmesine, arkasından gelen askeri yönetime ses etmeyenler, şimdilerde Mursi’nin tıpatıp benzer akıbetine her fırsatta karşı çıkmaktadır.

Mübarek’ten sonra işbaşına gelen darbe yönetimine sessiz kalmak, zımnen de onay vermek bilhassa hükümetin bugünkü tavrıyla çelişmektedir.

Bu ilkesiz ve ikircikli duruş şüphesiz Türkiye’nin kamburu olanların eseridir.

“Benim darbecim iyi, senin ki kötü” anlayışının, mantık garabetinin demokraside yeri yoktur.

Başbakan Erdoğan günlerdir iftar programlarında konuşmaktadır.

Günlerdir esip gürlemekte, havanda su dövmektedir.

Bir Allah’ın kulu halen, ABD’nin Mısır’daki darbeye verdiği onay ve desteği eleştirdiğini duymamıştır.

Bu siyasi anlayış ABD’ye karşı tedirgin, titiz ve çekingendir.

Mısır’daki asıl faili görmezden, bilmezden gelmekte ve es geçmektedir.

Bu ülkede namaz kılarken öldürülenlere üzülürken, Kerkük’te aynı şekilde katledilen soydaşlarımızdan ne hikmetse hiç bahsetmemektedir.

Çünkü hükümet Türkmenlere orantısız şekilde mesafelidir ve onların acılarına vicdanı gasp edilmiş gibi durmaktadır.

Boş boş konuşup Türkiye’nin menfaat ve ilişkilerine zarar verenlerin, Mısır’a yönelik hiçbir yaptırım ve yönlendirici vasfı da bulunmamaktadır.

Avrupa Birliği yöneticileri ve bölgesel aktörler Mısır’a ziyaretler düzenleyerek Mursi’yle görüşmekte, durumuyla ilgili açıklamalar yapmakta ve müdahalelerde bulunmaktadır.

Mursi’nin Türkiye şubesi ise yalnızca uzaktan uzağa konuşmakla yetinmektedir.

Bunun yanında, Türkiye’nin Kahire Büyükelçisi Müslüman Kardeşlere kuryelik yaptığı suçlamasına maruz kalmıştır.

Bu Türk diplomasinin ağır bir yol kazasıdır.

Şayet iddialar doğru ise, Türkiye’nin Kahire Büyükelçisinin kuryelik yapması onur kırıcıdır.

Bu gelişmeler siyasi sorumluların Türk devletini ayağa düşürdüğünün açık delilidir.

Mısır’da yaşayan, iş ve yatırım yapan vatandaşlarımızın tüm ihtiyaç ve sorunları bitmiştir de, sırayı kuryelik yapmak mı almıştır?

Bu nasıl bir uluslararası siyaset anlayışıdır?

Şurası muhakkaktır ki, Mısır’da olanlar açık ve kesin bir darbedir.

Ve hiçbir şekilde masum, hoş görülebilir tarafı olmayacaktır.

Her şart ve durumda, Mısır’ın meselesi yine Mısır halkı tarafından çözülmelidir.

Öncelikle bunu bilmek ve benimsemek gerekmektedir.

Ne yazık ki, hükümet üyeleri Mısır’la ilgili konuştukları kadar Türkiye’nin acil ve ertelenemez sorunlarına temas etmemektedir.

Az önce de vurguladığım gibi, bölücü terörün artan provokasyonlarına, eylemlerine, sabrı aşan tehditlerine hükümet kanadı sessiz ve hareketsizdir.

Sınırlarımızın hemen dibinde PKK-PYD terörü cirit atmaktadır.

Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde filli bir özerlik tehlikesiyle karşı karşıya, burun burunadır.

Her şey göz göre göre gelişmiş, sonunda Kürdistan’a giden yolun ikinci etabı inşa edilmiştir.

PYD’nin elebaşısı hiçbir şey olmamış gibi İstanbul’da bile ağırlanmıştır.

Anlaşılan PYD’nin de süreç ihanetine ve sürdürülen müzakereye dahil edilmesi için yeni bir karar oluşmuş ve oluşturulmuştur.

Stratejik derinlik mucidinin PYD’ye karşı bir yıl önceki tavrın değişmesini normal ve doğal gören pişkinliğinden bu çıkmaktadır.

Nitekim hükümet terör örgütleriyle görüşme halkasına yenisini eklemiştir.

PYD’nin paçavraları sınırlarımızın hemen bir adım ötesinde dalgalanıyorken, İstanbul’da pazarlık için ortam ve alan açmak kesin olarak acizlik, düşkünlük ve rezilliktir.

Türk devletini teröristten aman dileyen, anlayış bekleyen, izana gelmesini gözleyen bir duruma sokmak izahı olmayan bir alçalma halidir.

PYD sınırlarımızda fiili bir yönetim kurmuşken, hükümet bu terör örgütüyle ne konuşmuş, Barzani’den gerçekte ne istemiş, ne duymuştur?

Bu tarihi yanlışlık terörün değirmenine su taşımak, ekmeğine yağ sürmek, namlusuna mermi yerleştirmek, eline silah tutuşturmak ve meşrulaştırmak değil midir?

Bu görüşmelerde hangi yeni tavizler verilmiştir?

Hükümet basına yansıdığı şekliyle, Suriye’nin kuzeyindeki özerk yönetime ikna olmuş mudur?

Görünen gerçek şudur: AKP hükümeti, sınırlarının bitişiğindeki gayri meşru oluşumu meşrulaştırmak, sözde bir şey yapmış olmak amacıyla PYD’ye kucak açmıştır.

Başbakan Erdoğan TİMES’de yayımlanan ve kendisine açık şekilde yazılan mektubun densizlik olduğunu söylerken son derece kızgındır, son derece tahammülsüzdür de; PYD’ye, PKK’ya ve bölücü isyan provalarına neden duyarsızdır?

Hükümeti korkutan, ürküten nedir?

PKK, AKP’yi tehdit etmektedir, buna rağmen süreç ihanetinin umutla yoluna devam edildiği bizzat hükümet üyeleri tarafından her fırsatta açıklanmaktadır.

Kandil Dağı’ndan bazı terör elebaşları İmralı’da yapılan bir mutabakattan bahsetmiş ve hükümeti buna uymaya davet etmiştir.

Etimesgut’tan soruyorum:

İmralı’da yapıldığı iddia edilen mutabakat nedir ve neleri kapsamaktadır?

İmralı canisi Başbakan’a mektup göndermiş midir? Gönderdiyse bunun muhteviyatı nelerden ibarettir?

Bunlar çok acil cevaplandırılması gereken sorulardır.

Herkes bilmelidir ki, Türkiye’nin bölünmesine, Türk milletinin ayrılmasına ve Türk vatanının parçalanmasına kim ne yaparsa yapsın müsaade etmeyeceğiz.

Hıyanetin karşısında dağ gibi, dev gibi, sur gibi, kale gibi duracağız.

Bunu da sizlerin destek ve duasıyla yapacağız.

Bu duygularla Ramazan-ı Şerif’in bu güzel akşamında siz değerli vatandaşlarımla olmaktan bahtiyarlık duydum.

İçinde bulunduğumuz manevi iklimin ülkemize, milletimize ve sizlere aradığımız huzuru, mutluluğu ve esenliği getirmesini Cenab-ı Mevla’dan diliyorum.

İslam Dünyası’nı çepeçevre kuşatan istikrarsızlıkların son bulmasını, dünyanın değişik yerlerinde kıyım ve katliama uğrayan soydaşlarımızın acılarının, feryatlarının bitmesini içtenlikle niyaz ediyorum.

Peşmergenin zulmünden bunalan Türkmeneli, Çin zorbalığından inim inim inleyen Doğu Türkistan yüreklerimizdeki sızı, ciğerlerimizdeki yangındır.

Bu Türk diyarlarının hüznü ve perişanlığı bitmeden hiçbirimize huzur yüzü olmayacaktır.

Aklımız onlardadır, gönlümüz oralardadır.

Bu vesileyle tüm Türk ve İslam Dünyası’nın Ramazan Bayramı’nı tebrik ediyor, hak ettikleri güzelliklere ve layık oldukları seviyelere gelmeleri için hem duacı hem de davacı olduğumuzu Etimesgut’tan bildirmek istiyorum.

Siz muhterem vatandaşlarımın, değerli dava arkadaşlarımın ayrı ayrı Ramazan Bayramını şimdiden kutluyorum.

İftar sofrasında sergilediğimiz ve gösterdiğimiz birlikteliğimizin hiç bozulmamasını temenni ediyorum.

Cenab-ı Allah milletimizin, vatanımızın ve Türkiye sevdalısı siz aziz dava arkadaşlarımızın yar ve yardımcısı olsun.

Birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozmaya çalışanlara fırsat vermesin ve Türk milletini belalardan, kazalardan ve felaketlerden muhafaza etsin.

Konuşmama son verirken hepinizi tekrar sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.