Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
Suriye’de yaklaşık ikibuçuk yıldır süren vahim olaylar çok tehlikeli bir sınıra dayanmış ve bölgesel dengeleri yerinden oynatmıştır. Esad güçleriyle muhalif unsurlar arasındaki silahlı mücadele kanlı bir rekabete dönüşerek gittikçe çapını genişletmiş ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Bu kapsamda insanlık vicdanının kabullenemeyeceği her türlü şiddet ve vahşet vakaları Suriye’ye kâbus gibi çökmüş ve bu ülke halkını karanlığa mahkûm etmiştir. Bugüne kadar 100 bini aşkın insanın katledilmesi, milyonlarcasının mülteci durumuna düşmesi meselenin en acıklı ve hazin tarafı olarak belirginlik kazanmıştır. Artık Suriye’de insaf ve merhamet, akıl ve teenni, sakinlik ve sağduyu kalmamış; taraflar öldürerek, vurarak ve yok ederek fiilen devam eden iç savaşı körüklemişler ve yaygınlaştırmışlardır. Durum gerçekten de çok ciddi ve çok kötü olup her türlü olumsuz ve kontrolsüz gelişmeye açık davetiye çıkarmaktadır. Suriye’de uzlaşma ve diyalog kanalları tümüyle tıkandığından muhtemel anlaşma ve mutabakat zemini de çoktan çökmüş, böylelikle çatışma içindeki taraflar ölüm diline saplanmış kalmıştır. Özellikle 21 Ağustos 2013 günü Şam’ın Guta bölgesinde gerçekleşen kimyasal silah saldırısı sonucunda aralarında çocukların ve kadınların da bulunduğu yüzlerce masumun acımasızca katledilmesi şimdiye kadar yaşanan barbalıkların zirvesi olmuştur. Bu caniliğin, bu zulmün ve bu toplu kıyımın elbette olağan karşılanması, hafife alınarak geçiştirilmesi mümkün ve insani değildir. Görüldüğü kadarıyla konvansiyonel silahların yanında, Suriye’deki kimyasal silah kullanımı uluslararası toplumu harekete geçirmiş, yeni ve kararlı bir pozisyon almaya mecbur bırakmıştır. Nitekim Suriye’ye yönelik askeri müdahale de dahil olmak üzere tüm seçenekler dünya kamuoyunda tartışılmaya başlanmış; başta ABD, Birleşik Krallık ve Fransa müdahale yanlısı bir duruş ve eğilim sergilemişlerdir. Uluslararası ölçekte artan diplomasi trafiği, devlet ve hükümet başkanları arasındaki görüşme ve temaslardaki sıklık bir hayli yoğunlaşmıştır. Gelişmelerden anlaşılmaktadır ki, Suriye’de gerekli tedbirlerin alınmaması halinde büyüyen iç kaosun bölgesel savaşa dönüşmesi an meselesidir. Kırmızıçizgi olarak ilanı yapılan kimyasal silah kullanımı bunun başlıca tetikleyicisi ve hızlandırıcısı olarak göze çarpmaktadır. Öncelikli olarak Suriye’de kimyasal silaha kimin başvurduğu, suçsuz ve günahsız canlara kimin kast ettiği tarafsız ve objektif bir şekilde açığa çıkarılmalıdır. Bununla birlikte kimyasal ve biyolojik menşeli silah üreten ve satan çevrelerin deşifre edilmesi de ayrı bir önemdedir. Bölgemizdeki devletleri ve otoriter yönetimleri önce silahlandırıp sonra da barış ve demokrasi nutukları atarak hizaya getirme gayesi güden küresel güçlerin iki yüzlülükleri iyi tanınmalı ve derinlemesine de fark edilmelidir. Birleşmiş Milletler kimyasal silah uzmanlarının Suriye’de yaptıkları inceleme ve soruşturmanın neticesi muhakkak ki sabırla beklenmelidir. Yapılan çalışmaların sonucu alınmadan; peşin yargılarla, ısmarlama tezlerle, dayanıksız iddialarla ve boş bahanelerle savaş çığırtkanlığı yapmak, Suriye’ye yapılacak operasyonun alt yapısını oluşturmak ahlaki olmadığı gibi uluslararası hukuka da aykırılık teşkil edecektir. Şüphesiz askeri caydırıcılık kartının devreye sokulması en son seçenek olarak düşünülmelidir. Ayrıca Suriye’de yaşanan içler acısı manzara, Birleşmiş Milletler Genel Kurul’u ve Güvenlik Konseyi’nde ele alınmalı ve verilecek kararın meşru sınırlarında hareket edilmelidir. Bu olaylar karşısında AKP hükümetinin sağlam ve milli menfaatleri öne alan bir tutum ve tavır takınmadığı da net olarak anlaşılmıştır. Üzücü ve bir kadar da düşündürücü olanı ise AKP’nin Suriye’ye yönelik uluslararası müdahalede aşırı istekli oluşudur. Dışişleri Bakanı’nın, Birleşmiş Milletlerin Suriye’ye yaptırım uygulamaması halinde kurulacak “Gönüllü Ülkeler Koalisyonu”na katılmaktan bahsetmesi son derece aceleci, kinci, ikircikli ve dayatmacı bir anlayıştır. Anayasa’nın 92. Maddesi; Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine izin yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde olduğunu hükme bağlamıştır. Dışişleri Bakanı’nın Meclis’in bu sarih yetkisini gasp edercesine beyanat vermesi, henüz kimyasal silahın kim ya da kimler tarafından kullanıldığı belli olmadan suçluyu ilan etmesi hakikaten de garabet ötesi bir tabloyu resmetmektedir. Bu aynı zamanda milli iradeye, Türk milletinin egemenlik haklarına karşı hasımsızlık, haksızlık, hadsizlik ve saygısızlıktır. Kosova ve Libya modelleri gerekçe gösterilerek Suriye’yi kapsamına alan askeri müdahale tercihinin öne çekilmesi çok ağır gelişmeleri de beraberinde getirecektir. Birleşmiş Milletlerin kararı dışında, Suriye’ye emrivakiiyle ve malum ülkeler arasındaki fikir ve eylem birlikteliğiyle müdahale edilmesinin öngörülmesi şimdiden zor olacak ve ülkemizi sıkıntıya düşürecek neticelerle dolu bir tehlikedir. AKP hükümetinin dış politikada kırdığı potlardan, tamiri zor olacak yanlışlarından hala ders almadığı görülmektedir. En son gelişmeler paralelinde, hükümet her şeyden önce milli çıkarlara göre hareket etmeli, başkent Ankara’nın gerçeklerine göre politikasını somutlaştırmalı ve kuşkusuz insanlık vicdanının yanında saf tutmalıdır. Suriye’ye askeri müdahalenin sonuçları itibariyle tüm yönleri, risk ve tehditleri milli bir bakışla analiz edilmeli ve temellendirilmelidir. 2003 yılındaki Irak işgalinden sonra meydana gelen sancılı seyir ve bu ülkenin toprak bütünlüğünün zedelenmesi aynısıyla Suriye’de yaşanmamalı ve yaşatılmamalıdır. Esad rejiminin devamı veya çökmesi halinde karşılaşılacak tüm imkân ve ihtimaller titizlikle, enine boyuna değerlendirilmelidir. Bunu yapmak için de Batı’nın planlarına harfiyen uymaya gönüllü teslimiyetçi bir anlayıştan kurtulmak esas olmalıdır. Ülkemiz için Suriye’nin kuzeyindeki oldubittiler beka derecesinde önemli sayılmalıdır. Sınırlarımızda kaçakçı görünümlü saldırgan ve teröristlerin hemen hemen her gün sahnelediği provokasyonlar tahammül eşiğini aşmıştır. Başbakan ve hükümetinin birinci görevi Esad ya da muhalifler değil, ülkemizin milli güvenliğini muhafaza altına almak ve sınırların hemen dibindeki tehlikeli oluşumları engellemek olmalıdır. Suriye kaynaklı tehdit ve saldırılara karşı TBMM tarafından, 4 Ekim 2012 tarihinde bir yıllık süre için yabancı ülkelere Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gönderilme yetkisinin hükümete verildiği ortadadır. Ülkemize yönelebilecek ilave risk ve tehditlere karşı zamanında ve süratle hareket edilerek gerekli tedbirlerin alınması hükümetin taşıdığı sorumluluğun apaçık gereğidir. Vatan topraklarımıza saldırıların artmasına, insanımıza ve egemenlik haklarımıza mütecaviz emellere müsaade edilmemeli ve izin verilmemelidir. Suriye’deki olayların Türkiye’yi artan ölçüde tehdit etmesi halinde tercih edilecek yol ve çare bellidir. Bu konuda 4 Ekim 2012 tarihli Meclis kararının süresi bir yıl daha uzatılarak, askeri güç kullanımı da dahil olmak üzere her alternatif kademeli olarak devreye sokulmalıdır. Suriye’deki son olaylara yaklaşımdaki kapsam ve sınır bu esaslara bağlı olmak durumundadır. Hükümet gönüllü koalisyon şakşakçılığı ve çığırtkanlığı yaparak Esad’ı devirme hayallerinden evvel, Türkiye’nin hak ve hukukunu koruma ve sağlama alma hedefine sadakatle odaklanmalıdır. Bilinmelidir ki, Irak ve Libya’dan sonra Suriye’ye de aşırı ve ölçüsüz müdahale bölgesel kaosu daha şiddetlendirecek ve bloklaşmaları daha da keskinleştirecektir. Esad’ı koltuğundan indirmek pahasına Suriye’nin toprak bütünlüğünün bozulması Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sarsacaktır. Ve sonuçta El Nusra ya da PYD-PKK’ya Suriye’nin belirli yerlerini peşkeş çekmek, bu terörist oluşumlara destek vermek boyutunun kestirilmesi bugünden zor, ama gerçekleşmesi kaçınılmaz olan facialara yol açacaktır. Bu açıdan Başbakan ve hükümeti millet ve tarih önünde büyük bir vebal altındadır. Milliyetçi Hareket Partisi tüm gelişmeleri yakinen ve dikkatlice izlemektedir. Suriye’ye keyfi, temelsiz, dayanaksız, her neviden sanal gerekçeli gelişigüzel müdahalenin ülkemiz için hayırlı netice doğurmayacağına inanmaktadır. Öz ve özet olarak partimizin, Suriye’ye müdahale ihtimali karşısında AKP hükümetine yönelik teklif ve değerlendirmeleri şu ana başlıklardan ibaret olacaktır: 1– Türkiye’nin güvenliği ve Türk milletinin bekası her şeyin üstünde görülmeli, belirlenecek politikaların öznesi ve çatısı bu değişmez kural olmalıdır. 2– Birleşmiş Milletler kimyasal silah uzmanlarının çalışması bitmeden, hazırlayacakları rapor teşekkül etmeden suçlu-suçsuz tasnifine gidilmemeli, savaş tellallığı yapılmamalıdır. 3– Suriye’deki akan kanın durması, ölümlerin sonlanması ve kimyasal silah hunharlığının bitmesi konusunda Birleşmiş Milletlerin tam ve kesin kararı beklenmelidir. 4– Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı ve riayet asıl olmalı, Suriye halkının birlik ve dirliği konusunda taviz verilmemelidir. Bilhassa bu ülkede yaşayan Türkmen kardeşlerimizin hayat hakları konusunda samimi ve sonuç alıcı uygulamaların içinde olunmalıdır. 5– Gönüllü koalisyon gibi ucube yorum ve hazırlıklar uluslararası hukukla uyumlu olmadığından meşru ve ahlaki olmayan yollara tevessül etmekten kaçınılmalıdır. 6- Olası bir müdahale karşısında Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda ülkemiz için yakın tehdit olabilecek oluşum ve gelişmelere fırsat verilmemeli ve de anında müdahil olunmalıdır. 7- Bunun için de 4 Ekim 2012 tarihli TBMM’nin Tezkere Kararı uzatılmalı ve Suriye konusundaki yaklaşımlar bu çerçeveyle sınırlı kalmalıdır. 8- Hükümet tüm gelişmelerle ilgili TBMM’yi anında bilgilendirmeli ve ülkemizi sonu meçhul olacak maceralara sürükleyecek tedbirsizlikten ve teslimiyetçilikten derhal uzaklaşmalıdır. AKP hükümetinin, binlerce kilometre öteden gelip Ortadoğu’ya silahla ayar vermeyi planlayanlara payanda olmasının milli ahlak ve vicdanla örtüşmediği gün gibi meydandadır. Bu itibarla yakın ve komşu coğrafyaların huzur bulması konusunda taraflı ve yanlı değil; başkent Ankara jeopolitiğinin izdüşümünde milli, sorumlu ve duyarlı hareket etmek hükümetin yegâne tercihi olmalıdır. Unutulmamalıdır ki, komşu ülkelerdeki istikrarsızlık döngüsü ve ağır savaş şartları Atlantiğin öbür yakasını değil, doğrudan doğruya Türkiye’yi etkileyecek ve varlığımızı tehlikeye sokarak belirsizlikleri haddinden fazla katlayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi her meselede olduğu gibi, Suriye politikasında da Türkiye’nin tarihsel çıkarlarından, milli beklenti ve hedeflerinden bir an olsun ayrılmayacak, tutarlı çizgisini asla bozmayacaktır.
|