Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 22 Ekim 2013
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
22 Ekim 2013

 

Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz hafta mübarek Kurban Bayramı’nın hem coşkusunu hem de üzerimize vacip olan ibadetini yerine getirdik.

Kestiğimiz kurbanlarla Cenab-ı Allah’a yakın olmanın, rahmetinden ve ihsanından istifade etmenin çabası içinde olduk.

Kurban ibadeti aşırı mal hırsını frenleyebilmek, bencillik ve cimrilik gibi olumsuzluklarla başa çıkabilmek için hepimize manevi imkânlar sunmaktadır.

Şurası tartışmasızdır ki, yoksulların, düşkünlerin ve biçarelerin hatırlanması, bunun yanında onlara gerekli ilgi ve özenin gösterilmesi Kurban Bayramı’nın ruhuyla mütenasip bir tutumdur.

Bayramlarda dostluk, yakınlık ve kardeşlik bağları pekişirken; aynı oranda insanlarımız arasındaki küslükler gerilemekte, dargınlıklar giderilmekte, mesafeler kısalmaktadır.

Ne yazık ki, mübarek Kurban Bayramı süresince Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da olaylar durmamış, şiddet vakaları azalmamıştır.

Başta Suriye ve Irak olmak üzere komşu coğrafyalarda 622 kişi katledilmiştir.

Kerkük’te soydaşlarımıza yönelik hunhar saldırılar bayramda da devam etmiş ve Türkmen kardeşlerimizin kanı yine dökülmüştür.

Bu vahşi saldırıları kınıyor, canından olan Türkmen kardeşlerimize Yüce Allah’tan rahmet diliyorum.

Diğer taraftan mübarek Kurban Bayramı’nın heyecan ve sevincini dolu dolu yaşarken bizleri üzen, artık tekrar tekrar duymaktan, her seferinde yeniden şahit olmaktan bunaldığımız trafik kazaları hepimizi deyim yerindeyse kedere boğmuştur.

Yine acılar yaşanmış, yine umutlar yarıda kalmış, yine can ve mal kayıpları fazlaca görülmüştür.

Trafik terörü bayramın sevincini gölgeleyecek kadar etkinlik ve yoğunluk göstermiştir.

Bayram boyunca 122 vatandaşımız kazalarda can verirken, 681’i de yaralanmıştır.

Her bayramda aynı kâbus manzaralarını izlemek, aynı feryatları işitmek ört bas edilecek bir konu değildir.

Trafik kazalarında kaybettiğimiz insanlarımız hepimizin müşterek sorunu, müşterek sızısıdır.

Her yıl yalnızca kaza mahallinde yaklaşık beş bin insanımızı trafik terörüne kurban vermek ve önleyici tedbirleri alacak iradeyi gösterememek ciddi bir zaaf ve eksikliktir.

Kurallara uyulmasını teşvik edecek, ölümlü kazaları azaltacak, trafikteki çileyi, yollardaki sıkışıklığı ve uzun kuyrukları bitirecek her teklife, her girişime açık olduğumuzu ifade etmeyi bu vesileyle zaruri addediyorum.

İnsan hayatı bizim için vazgeçilmez önemdedir.

Ve bunun teminat altına alınması için de görevden kaçmamak siyaset kurumunun, özellikle de hükümetin başlıca hedefi olmalıdır.

Değişik ortam ve platformlarda, 11 yılda 17 bin kilometre bölünmüş yol yapmakla övünen Başbakan, bu ezberinden, bu bayatlamış sözünden vazgeçmeli, trafikteki keşmekeşe ve kanayan yaraya bir an önce kafa yormalıdır.

Bize göre her şeyin başı insanımızın can ve mal güvenliğinin sağlama alınmasıdır.

Beklentimiz odur ki, trafik terörünün belini kıracak muhtevalı, kararlı ve tutarlı adımlar, ilave olarak vizyoner ve donanımlı politikalar çocuklarımızın yetim kalmasının önüne geçecek, facialara engel olacaktır.

Bayram süresince meydana gelen kazalarda vefat eden vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara ise şifalar diliyorum.

Ayrıca sizlerin ve aziz milletimin geçmiş mübarek Kurban Bayramı’nı bir kez daha kutluyor, her günümüzün bayram tadında, bayram güzelliğinde geçmesini Rabbim’den niyaz ediyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Sözde demokratikleşme paketini ekonomiyle ilişkilendiren ve ihanet adımlarının Türkiye ekonomisini daha da büyüteceğini söyleyen Başbakan aldatmayı kendisine rehber seçmiştir.

Milletimiz mağdurdur, ama Başbakan ekonomiyle demokrasinin birbirini motive ettiğini ifade ederek, kitabi bakışların kendisini aklayacağını düşünmektedir.

Doğaldır ki, ekonomik büyüme ve gelişmenin demokrasiyle, demokratik kültürün derinliğiyle yakından ilişkisi vardır.

Ancak ortada demokrasi adına umutlanacağımız bir şey olmadığından ekonomik anlamda sevineceğimiz bir husus da yoktur ve olmamıştır.

Oturduğu yerden şöhret ve para avına çıkanlar, çaba göstermeden her hakkı kendilerine reva görenler AKP’yle büyümüş, AKP’yle bütünleşmiştir.

İşin püf noktası, bugünkü şartlarda eşitsizliğin, partizanlığın, adaletsizliğin durmadan ve kademeli olarak artıyor olmasıdır.

Hakk’a ve halka hizmet vaat ederek iktidar olan AKP, yalnızca çıkarcılara, faizcilere, sermaye guruplarına, rantiyecilere ve küresel odaklara şirin görünerek, arslan payını bunlara peşkeş çekerek bugünlere gelmiştir.

Sanal gündemler, yapay çözümler, istismara dayalı teklifler, temelsiz önermeler ülkemizin asıl meselelerini geri plana düşürmekte, insanımızın gerçekçi şikâyet ve taleplerinin üstünü kapatmaktadır.

Toplumun her kesimi artan problemlerine çare beklerken, hükümet gizli gündemlerini aşama aşama hayata geçirmenin ısrarındadır.

Hala milyonlarca kardeşimiz işsiz ve yarınsızdır.

Hala sayıları hızla artan, bir dilim ekmeğe, bir lokma aşa ihtiyaç duyan fakir fukaralarımız umutsuzluk kapanındadır.

Ekonomide estirilen tozpembe hayaller, yalancı ve yapay bahar havaları karın doyurmamakta, vatandaşlarımıza bir şey kazandırmamaktadır.

AKP milletimizi borçlandırmış, kanını emmiştir.

Kaşıkla verdiğini kepçeyle geri almıştır.

Vatandaşlarımız yaşamak, zorunlu ve acil ihtiyaçlarını gidermek maksadıyla kredi kartlarında çare aramakta, daha büyük sorunlara mecburen boyun eğmektedir.

Hayat şartları gerçekten iyice zorlaşmış, pahalılık herkesi kuşatmıştır.

Vatandaşlarımızın kredi kartı borçları 81 milyar liraya dayanmıştır.

Taksitli alış verişlerin tutarı 46 milyar lirayı bulmuştur.

Hane halkımızın harcanabilir gelirlerine göre borçları 2010 yılında yüzde 41,5 iken, bu oran iki yılda yüzde 50,7’ye çıkmıştır.

Felaket her evdedir, yangın her yerdedir, feryat her taraftan duyulmaktadır.

Tasfiye olacak kredi kartı ve tüketici kredisi borçlularının sayısı 2 milyona yaklaşmıştır.

Tüketici kredileri ve bireysel kredi kartları can yakmakta, aile dramlarına neden olmaktadır.

Borçlu kardeşlerimizin yüzde 38’i aylık bin liranın altında bir gelirle yaşamak zorundadır.

Yandaşlar refah ve bolluk içinde yüzerken, dar ve sabit gelirli vatandaşlarımız perişanlık içinde kıvranmaktadır.

Ekonominin tüm ayar ve ölçüleri kaçmıştır.

Türkiye uzun bir süredir itiraf edilmemiş, adı konulmamış ekonomik krizle boğuşmaktadır.

IMF’ye olan borçları bitirdik diyen AKP zihniyeti 11 yılda dış borcu 2,84 kat, iç borcu da 2,79 kat artırmıştır.

Toplumun tüm kesimleri bitkin ve şikâyetçidir.

Çiftçilerimiz yorgun ve dertlidir.

Emeklilerimiz unutulmuş ve ihmal edilmiştir.

Memurumuz ve işçimiz hak kayıplarına uğramış ve ekonomik külfetlere teslim edilmiştir.

Esnafımız, küçük ve orta ölçekli işletmelerimiz ise sıkıntının göbeğindedir.

AKP hükümeti esnaf ve sanatkârlarımızı yıllarca ihmal etmiş, istek ve beklentilerine kulak tıkamıştır.

Esnafımız borçlarını ödeyememe sorunuyla cebelleşirken, hükümetin banka kredi faizlerinde komik indirimlere gitmesi, bunu da lütuf gibi sunması pişkinliğin ve pervasızlığın ilanıdır.

Başbakan Erdoğan’ın AVM tutkusu esnafımıza darbe indirmekte, orta sınıfı dinamitlemekte, sosyal ve ekonomik cepheleşmeyi keskinleştirmektedir.

2008 yılında hazırladığımız ve 2011’de de yenilediğimiz AVM’lerle ilgili kanun teklifinin hükümet tarafından dikkate alınmaması kimin hangi amacın peşinde olduğunu da açıklıkla göstermiştir.

Bir başbakan yardımcısının, “AVM’lerin küçük esnafı boğmasını kabul edemeyiz, beş yıldır yasa çıkarmalıyız diyorum. Gene yapmıyorlar, şimdi zamanı geldi” demesi bir bakıma itirafname gibidir.

Siyasi sorumluluk mevkiinde bulunanların böylesine acziyetleri, böylesine yetersizlikleri asla kabul edilebilir değildir.

Sormak isterim ki, bu başbakan yardımcısı yıllardan beridir ne yapmış, neyle oyalanmıştır?

Madem AVM’lerle ilgili yasaya gereklilik vardır; o halde AKP zihniyeti bizim teklifimizi niçin görmezden gelmiş, ne hakla sumen altı etmiştir?

Esnafımız aç ve açıktayken, sattığının yerine yenisini koyamayacak durumdayken, AVM açmakla meşgul olan hükümet kimi kandırmaktadır?

Bilinmelidir ki, AKP eyyamcı olduğu kadar AVM’cidir ve esnaf kardeşlerimizle gönül rabıtasını çoktan koparmıştır.

 Buradan Başbakan ve hükümetine açık çağrıda bulunuyorum:

Partimizin hazırladığı AVM’lerle ilgili kanun teklifi hemen gündeme alınmalı ve yasalaşmalıdır.

Esnaf kardeşlerimizi canından bezdiren AVM açma çılgınlığı zorlaştırılmalı, toplumsal ve kültürel zenginliğimizin bir parçası ve ekonomik hayatın dinamosu olan esnaflarımızın meseleleri tümüyle bitirilmelidir.

Biz siyasi tercih ve eğilimi ne olursa olsun her esnafımızın yanında ve destekçiyiz.

Esnaflarımızın AVM’lerin doymaz iştahına korumasız şekilde terk edilmesine direneceğiz ve buna da Allah’ın izniyle müsaade etmeyeceğiz.

 

Değerli Milletvekilleri,

AKP hükümetinin sakat, çarpık ve yanlış dış politikası ülkemizi ve milletimizi öngörülemeyecek tehditlere maruz bırakmaktadır.

Türkiye’nin etrafı yabana atılamayacak, hafife alınamayacak, görmezden gelinemeyecek risklerle çevrilmiş haldedir.

Hükümetin ağırlaşan bölgesel meselelere tarafgir yaklaşımı, milli çıkarlara uygun olmayan müdahil tavrı sürekli olarak başımızı ağrıtmaktadır.

Maalesef ülkemiz bir kıskaçta, hesaplaşmaların ve sonuçsuz kör dövüşlerinin kapsamı alanındadır.

Ortadoğu sokaklarındaki tansiyon, ‘Arap Baharı’nın estirdiği tufan, etnik ve mezhep eksenli anlaşmazlıklar farklı kanallarla, farklı dozlarla ve farklı boyutlarla Türkiye’ye de sirayet etmektedir.

Bu haliyle hükümet ülkemizi sıkıntılı bir sürece, sonu meçhul bir güzergâha ite kalka sokmuş haldedir.

Komşu coğrafyalardaki belirsizlikler, hacim ve hızı artan karmaşa ve kamplaşmalar milli güvenliğimizi etkilemek şöyle dursun, doğrudan doğruya varlığımıza da kast etmeye başlamıştır.

Hükümetin çöken Suriye politikası musibetlerin bir bir üzerimize sıçramasına zemin ve kaynak olmuştur.

Türkiye bölgesel meselelerde güvenilmez, itibar ve saygınlığı düşüşte olan bir ülke görünümüne Başbakan ve hükümetinin iflah olmaz hataları yüzünden gerilemiştir.

Başbakan Erdoğan’ın kontrolsüz, dengesiz ve başına buyruk açıklamaları, milli menfaatleri dikkate almayan, milli ilkeleri önemsemeyen ilişki ve irtibatları devamlı surette sorun yaratmış, engel çıkarmıştır.

9 Ağustos 2013 günü, Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta bir grup silahlı kişi tarafından kaçırılan iki pilotumuzun muhatap kaldıkları olayları hükümetin iflas eden dış politikasından soyutlamak, bundan bağımsız görmek mümkün olmadığı gibi doğru da değildir.

Evvela şunu söylemek isterim ki, 19 Ekim günü pilotlarımızın özgürlüklerine kavuşmaları hepimizi sevindirmiş, hepimizi rahatlatmıştır.

71 günlük esaretin bitişi, kaygı ve korku dolu günlerin geride kalışı mutluluk vericidir.

Pilotlarımız ve aileleri hiç kuşkusuz iki bayramı birden yaşamışlar, ayrı kaldıkları günlerin özlemini doyasıya gidermişlerdir.

Buradan pilotlarımız Sayın Murat Akpınar’a ve Sayın Murat Ağca’ya geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, huzurlarınızda kendilerine hoş geldiniz diyorum.

Muhterem Milletvekilleri,

Pilotlarımızın ve ailelerinin sevincini elbette paylaşıyor, bir daha benzeri bir muameleyle, bu tip bir vahşilikle karşılaşmamalarını yürekten temenni ediyorum.

Ancak pilotlarımızın neden kaçırıldığı, bu ahlaksızlığa, bu vicdansızlığa niçin maruz kaldıkları da enine boyuna değerlendirilmelidir.

Hiç kimse bizim, bu meseleye duyarsız kalacağımızı zannetmemelidir.

Hiç kimse bizden, “olan oldu, pilotlarımız sağ salim döndü, konuyu deşmenin manası yok” dememizi de beklememelidir.

Hele hele insan kaçakçılarına minnet duymamız da söz konusu olmayacaktır.

Bu kaçırılma hadisesi göstermiştir ki, komşu coğrafyalar vatandaşlarımız için emniyetli olmayıp tehlikelerle doludur.

Her an, her türlü olumsuzluğun insanımızı bulması ihtimal olmaktan çıkmış, neredeyse kesin bir hal almıştır.

Türk Hava Yolları’nın iki değerli pilotu görevlerinin gereği olarak Beyrut’ta bulunuyorken, İmam Rıza’nın Ziyaretçileri isimli bir grup tarafından, Suriye’deki muhalif unsurların elinde tuttuğu dokuz Lübnanlıya karşılık alçakça kaçırılmıştır.

Hatırlanacağı üzere, söz konusu Lübnanlılar İran’da dini ziyaretlerini gerçekleştirip dönüş yolundayken 22 Mayıs 2012 tarihinde Suriye’nin Azez kenti yakınlarında “Kuzey Fırtınası Tugayı” isimli örgüt tarafından alı konulmuştu.

Suriye’de faaliyet gösteren bir muhalif grubun kaçırma eylemine hiçbir suçu ve günahı olmayan iki masum pilotumuzun rehin alınmasıyla cevap verilmesi bir defa büyük bir haksızlık, insafsızlık ve ahlaksızlıktır.

 Anlaşılan odur ki, Suriyeli muhaliflerin işlediği suç Türkiye’ye ihale edilmiş ve pilotlarımızın özgürlüğü pazarlık malzemesi haline dönüştürülmüştür.

Esad yönetiminin elinde tuttuğu bazı tutuklulara karşılık dokuz Lübnanlının kaçırılması ve buna tepki olarak iki pilotumuzun rehin alınması bu üç konunun birbiriyle ne denli yakın temas ve bağlantısı olduğunu da göstermiştir.

Bu kaçırma eylemlerinin gerisinde mezhep temelli husumet, bölgesel kutuplaşma, çıkar kavgaları, egemenlik mücadeleleri bir hayli belirleyici ve yönlendirici olmuştur.

Görülmektedir ki, Türkiye Ortadoğu’daki yangının içine çekilmekte, istikrarsızlığın bir parçası olarak sunulmaktadır.

Gelişmeler her anlamda endişe vericidir.

AKP hükümeti sınırlarımızın hemen öbür yakasındaki tüm illegal örgütlerle, tüm silahlı gruplarla dirsek temasında olup, açık ya da kapalı ilişki ağları kurmuştur.

El Kaide’den PYD’ye kadar AKP’nin diyalog halinde olmadığı, gizli kapaklı görüşmeler yapmadığı hiçbir kanlı örgüt kalmamıştır.

Bizim açımızdan, hükümetin terör örgütleriyle aynı hizaya düşmesi, onların emel ve amaçlarına yardım ve yataklık yapan bir görüntü çizmesi Türk milletinin saygınlığına nankörlük, varlığına da hazımsızlıktır.

Şu garabete bakınız ki, terörist örgütlere ulaşmak, mesajları ulaştırmak veya ellerindeki rehinlerle ilgili talep ve beklenti içinde olmak AKP’nin müdahil olmasına bağlı hale gelmiştir.

Hükümet öyle bir imaj vermiş, öylesine bir gafletin içine gömülmüştür ki, Türkiye sanki terör üreten, terörizmden geçinen, örtülü operasyonlardan medet uman bir ülke hüviyetine bürünmüştür.

Başbakan eli silahlı cinayet şebekelerinin direkt irtibat tesis ettiği birisi haline gelerek hem kendisini hem de hükümetini maskaraya çevirmiştir.

Bundan sonra Suriyeli muhaliflerin pis ve bayağı eylemlerine cevaben Türk vatandaşlarının kaçırılması ve hatta takasa konu olması kimseyi şaşkınlığa sürüklememelidir.

Zira iki pilotumuzun yaşadıklarıyla bu kapı ardına kadar aralanmıştır.

Birileri, masum pilotlarımızın özgürlükten mahrum halde geçirdikleri her günün, ailelerinden uzak kaldıkları her anın hesabını vermelidir.

Birileri, Suriyeli muhaliflerle Esad yönetimi arasındaki vahşi restleşmenin, insan kaçırma ve öldürme üzerine bina edilen kapışmanın insanımıza kadar uzanmasının bedelini ödemelidir.

Başbakan Erdoğan bizzat neden olduğu ve Türk vatandaşlarını hedef alan tuzakların, provokasyonların, kumpasların mutlaka izahını yapmalı, vicdanı varsa af dilemelidir.

Sonuç itibariyle diyeceğimiz odur ki, iki pilotumuzun kurtarılması zafer değildir.

Ortada yandaş basın tarafından pompalanan muhteşem nitelikli bir kurtarma operasyonu da yoktur.

AKP hükümetinin acizliği, sorgulanması ve yargılanması gereken politikaları bir kez daha açığa çıkmıştır.

Hava limanlarına giderek pilotlarımızı karşılayan, sanki büyük bir iş başarmış gibi algı oluşturmaya kalkışan Başbakan Erdoğan, pilotlarımızın kaçırılmasına dolaylı da olsa yol ve ortam açan yegâne kişidir.

Bu kurtarma sevk ve zincirinin en önemli halkası Katar’dır.

AKP izlemiş, Katar aldığı özel görevle rehine değişiminin ağırlık merkezi olmuştur.

Dikkatlerinizi çekmek isterim ki, iki pilotumuzun yurda dönüşü Türk Hava Yolları’na değil, Katar’a ait bir uçakla gerçekleşmiştir.

Bir yanda pilotlarımız serbest kalırken, diğer yanda Esad elindeki tutukluları bırakarak kendince jest yapmış, öbür yanda da Suriyeli muhaliflerce tutulan dokuz Lübnanlı özgürlüğüne kavuşmuştur.

Hükümet pilotlarımızın can güvenliği nedeniyle bu üçlü takas ve pazarlık sürecine mahkûm hale gelmiş ve üzülerek söylemek istiyorum ki, sorumsuz, gayri meşru politikaları sonucunda milletimizi 71 gün süren tedirginliğe ve korkuya mecbur etmiştir.

Şunu da samimiyetle vurgulamalıyım ki, bize göre iki pilotumuzun her olumsuzluğa göğüs geren dik duruşları, vakurlu halleri, metanet ve sabırları hakikaten de takdire şayan olup hiçbir zaman da hafızalardan çıkmayacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

İktidarın düzenli yapılan seçimlerle el değiştirmesi demokrasinin ana fikridir.

Sürdürebilir demokrasilerde yıpranan, tıkanan ve geriye sarmaya başlayan siyasi zihniyetler gidecek; taptaze, umut saçan, iddialı olan, herkesi kapsayan, herkesi eşit gören siyasi anlayışlar iktidara gelecektir.

Demokrasi hesap verme sistemidir.

Ve yalnızca sandıktan ibaret değildir.

Bu kural demokrasinin vazgeçilmez ilkelerindendir.

İktidarın sınırlandırılması demokratik erdemin en önemli ayaklarından birisidir.

Bir siyasi iktidar şayet kendisinden sonra tufan olacağını, ekonomik ve siyasi afetlerin doğacağını iddia ediyor ve şiddet dahil her yöntemi kullanarak muhalif sesleri ezmeye çalışıyorsa, orada demokrasi rafa kalkmış, otoriter hevesler öne çıkmış demektir.

Demokrasilerde hiçbir siyasi yönetim baki değildir.

Aynı şekilde hiçbir fani de ilelebet iktidar koltuğunda oturamayacaktır.

Bugünkü şartlarda, Başbakan Erdoğan’ın ileri demokrasi iddiaları Taş Devri ilkelliklerini aratmayacak özelliklere sahiptir ki, bunun da milletimiz ve geleceğimiz açısından büyük badireler taşıdığı yalın bir gerçektir.

Yüksek standartlı bir demokrasi bölünmeye değil, birleşmeye hizmet edecektir.

Katılımı ve çoğulculuğu esas alan, ölçülü toplumsal talepleri sahiplenen, temsil ve adaleti güçlendiren, hoşgörü ve tahammülü vaaz eden dürüst ve sahici demokratik bir anlayışın bölücülüğe prim vermesi düşünülemeyecektir.

Ülkemizin en önemli sorunlarından birisi gittikçe büyüyen demokrasi açığıdır.

Demokrasiyi sadece sözde hatırlayan, baskıcı, dayatmacı, dışlayıcı tavırlarıyla çok sesliliği sindirmekten, hak arayışlarını bastırmaktan kaçınmayan siyasi anlayışların ülkemize verdikleri zararlar çok fazladır.

Henüz bölünerek demokratikleşen bir ülkeye tesadüf edilmemiştir.

Henüz etnik kökenlere ayrılarak, milli ve manevi değerlerinden koparılarak büyümüş, kalkınmış ve zenginleşmiş bir ülkeye rastlanmamıştır.

Başbakan’ın demokrasinden anladığı PKK’ya teslimiyettir.

Başbakan’ın özgürlük kriteri teröristlerin hain niyetleriyle bir bire örtüşmektedir.

Türklük silinirse, milliyetçilik çiğnenirse, millet parçalanırsa, şehitlerimizin kanlıları, milletimizin ve vatanımızın düşmanları kazanırsa, bunun adı ileri demokrasi olacaktır.

AKP’nin mantığı da budur.

Ana dilde eğitim için kolları sıvayan, Andımızı kaldıran, terör örgütüne peş peşe tavizler veren AKP hükümeti, Türk milletine karşı tarihi bir ihanetin içindedir.

PKK sözde şehitlikler açmakta, terör örgütü flamaları sallanmakta, herkesin gözü önünde İmralı canisiyle pazarlıklar sürdürülmektedir.

Başbakan’ın süreç yoldaşlarından olan BDP’liler aba altından sopa göstermekte ve terör örgütü PKK tehdit çıtasını gün geçtikçe yükseltmektedir.

Fakat Başbakan sessiz sedasız bir şekilde yoluna devam etmekte, bir şey olmamış gibi davranmakta, demokratikleşme paketiyle PKK’nın değirmenine hevesle su taşımaktadır.

Şu ana kadar aziz ecdadımızın kanıyla suladığı vatan topraklarında teröristlerin sözde şehit olarak takdimi AKP’de herhangi bir kızgınlık, öfke ve rahatsızlık yaratmamıştır.

Biliniz ki, üzerine bastığımız bu kutlu toprakların altında vatan, millet uğruna kefensiz halde yatan kahramanlarımız dışında, bölücülere şehitlik payesi vermek, vermeye kalkışanlara da tepkisiz kalmak cinayettir, küfürdür ve hepimize hakarettir.

Şırnak Kato Dağı’nda, Bitlis merkeze bağlı Yukarı Olek Köyü’nde din, diyanet ve millet düşmanlarına sözde şehitlikler yapmak ve bu edepsizliğe göz yummak kahraman şehitlerimizi bir kez daha vurmakla eşdeğerdir.

İmralı canisiyle görüşme sırasına giren BDP’li heyetlerle, Adalet Bakanlığı arasındaki ilişkilere dikkat çeken Sayın Erdoğan, bir vatanda iki ayrı şehitlik olmayacağının farkında mısın?

Bölücülüğü cesaretlendirmekle meşgul olan Sayın Erdoğan, maktulle katilin, caniyle kahramanın, şehitle cesedin birbirine karışması halinde milli bir felaketin doğacağını biliyor musun?

İmralı’yı mesken tutan, Kandil’i ayakyoluna çeviren, teslimiyeti çözüm ve barış olarak formüle eden Sayın Başbakan, son yurdumuzun çatısına nişan alındığını görüyor musun?

Bitlis merkeze bağlı Kayalıbağ Köyü Karaca Mahallesinde balık tutmaya giden iki vatandaşımızın teröristlerce dövülmesini flaş haber gibi anında duyuranlara da soruyorum; alenileşen ihanet görüntüleriyle ilgili son dakika bilgilerini ve gelişmelerini yayınlamayı düşünüyor musunuz?

Hayret verici bir durumdur ki, balık tutanlar an be an izlenmiştir de, yol kesen, haraç toplayan, polis yaralayan, örgüt propagandası yapan, maske takıp etrafa zehir kusan eşkıyalar ne hikmetse hasıraltı edilmiş, yeni moda haberciliğe değer bulunmamıştır.

İmralı canisinin derinlikli müzakereye geçilmesi yönünde görüş beyan etmesinin yanında,  oldukça uygun bir ortam yakalayan PKK, vatanımızın bir bölümünde paralel devlet yapılanmasının çivilerini çakmaktadır.

Başbakan ve hükümetinin korkakça verdiği tavizler yetmemiş; Kürt varlığının anayasal güvenceye alınması, demokratik özerklik ve anadil eğitiminin yaygınlaştırılması PKK’nın son dayatmaları olarak gündeme gelmiştir.

İmralı canisi, Kandil ve BDP AKP’yi aralarına almış, kukla gibi oynatmaya, topaç gibi çevirmeye başlamışlardır.

Türk milletinin oylarıyla iktidar olan bir parti için bu olanlar utanç ve hezimet vericidir.

Başbakan’ın demokrasi kurdelesiyle paketlediği hıyanet armağanları bölücüleri ve teröristleri ikna etmemiş, bilakis daha da şımartmış, kışkırtmış ve tahrik etmiştir.

“Bugünlere silahlarla geldik, söz biterse silahlar konuşur, dört parçayı birleştireceğiz” açıklamaları barış diyen, çözüm diyerek haykıran, özgürlük sözleriyle mangalda kül bırakmayan Meclis’teki PKK’lılar tarafından kısa süre önce ifade edilmiştir.

Başbakan Erdoğan çözülmeyi çabuklaştırmak, dağılmayı oldubittiye getirmek için selin akışına kendisini bırakmıştır.

Görüyoruz ki, PKK’nın tüm talepleri paket paket, kısım kısım, parça parça karşılanmaktadır.

Yerleşim yerlerinin ismini değiştirmeye kadar işi götüren AKP hükümeti için geri dönüş yolları çoktan kapanmıştır.

Göroymak’a Norşin, Aydınlar’a Tillo, Tunceli’ye Dersim isimlerini vermenin arifesinde olan Başbakan ve etrafındaki bazı zevat, acaba kendi isimlerini de değiştirerek asıllarına rücu edecekler midir?

Yedi yaşında Türkçe öğrendiğini her fırsatta ifade eden, ama Türk Dili ve Edebiyatı alanında Doçent unvanı alarak bugünkü seviyesine ulaşan AKP’nin kapı gıcırtısı ve akordu bozuk sözcüsü acaba ismini değiştirmek için neyi beklemektedir?

Türk milletine şükran duyması gerekirken etnik tetikçiliğe soyunan, Ali Suavi’den hiçbir şey anlamadığı da net olarak anlaşılan bu zat, mesela Hado, Hazo ya da Hander ismini almayı düşünmekte midir?

Şayet ayrımcılık olsaydı, bu kişi Kültür ve Milli Eğitim Bakanlıklarına kadar yükselebilir, dört dönemdir parlamentoda yer bulabilir miydi?

Bunun yanında, Başbakan Erdoğan’ın gündeminde kendi ilçesi olan Güneysu’nun adını Potamya olarak değiştirmek var mıdır?

Bugün geldiğimiz noktada artık herkes tarafını ve safını belirlemelidir.

Kimse karambolden fayda devşirmeye, belirsizlikten nemalanmaya çalışmamalıdır.

AKP’nin politikaları etnik fitneyi körüklemektedir.

AKP’nin yeni Türkiye tasarımı bu gidişle yeni nüfuz cüzdanlarının hazırlanmasına da kapı aralayacaktır.

Gelişmeler bize, Başbakan ve hükümetinin, nüfuz cüzdanlarına 36 etnik kimliğin yazılmasını ve Türkiye’nin Babil kulesine dönüşmesini sağlayacak her sinsi adımı atmaktan sakınmayacağına işaret etmektedir.

Mademki demokratikleşme adım adım yürümektedir,  mademki Türkiye yüklerinden ve ayak bağlarından kurtulmaktadır, o halde Başbakan’ın nüfuz cüzdanlarında etnik menşe düzenlemesi ve tanımı yapması imkansız olmayacaktır.

Böylelikle kimin ne olduğunu, neyin peşinde koştuğunu Türk milleti açıkça görecek, netleşerek bütünleşmenin yolları sonuna kadar açılacaktır.

Eğer olursa bizim nüfuz cüzdanlarımızda yazacak aidiyetimiz ve kökümüz hamd olsun bellidir ve bilinmektedir.

Karanlıktan aydınlığı taşa tutan namertler, sanal korkuluklara kafa tutmayı maharet gören ahmaklar, siz kendinizi ne olarak tasvir edecek, ne olarak sunacaksınız?

Acaba Başbakan muhtemel yeni nüfus cüzdanlarına kendisini ne diye kaydettirecek, kimliğini ve kökenini ne şekilde ifade edecektir?

Başbakan ve hükümeti bugünkü siyasi gücüne dayanarak, Meclis’teki sayısal çoğunluğuna güvenerek, aynı zamanda her vasıtayı kullanarak Türk milletinin aleyhine olacak ne varsa hayata geçirebilecektir.

Ancak unutulmasın ki, ihanet dün kazanamadı, bugün de, gelecekte de başarıya ulaşamayacaktır.

Türk milleti dualıdır, kendisini feda etmeye hazır sevdalıları açısından ziyadesiyle de talihlidir.

Milliyetçi Hareket’in iktidarında yıkımdan, çözülmeden ve parçalanma rüyası görenlerden bir bir hesap sorulacak, Başbakan ve hükümeti anında Yüce Divanı boylayacaktır.

Sayın Erdoğan, ne yaptıysan çekeceksin, ne ektiysen onu biçeceksin.

Allah nasip eder, milletimiz destek olursa, iktidarımızın ilk aylarında Andımız geri getirilecek, milli bayramların asıl anlamına uygun kutlanması sağlanacak,  tüm milli hak ve kazanımlar eski itibarlarını elde edecektir.

Bu Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in yemini ve sözüdür.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Başbakan Erdoğan’ın bir ara yedirmem dediği, uğruna kanunlar değiştirdiği MİT Müsteşarı son günlerde gündemin üst sıralarına yerleşmiştir.

ABD’de yayımlanan tirajı yüksek iki gazetede yapılan bazı yorum ve değerlendirmeler bu bürokratı ister istemez ön plana çıkarmış, polemiklerin içine çekmiştir.

Bu kapsamda; Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere verdiği desteğin ABD’nin çıkarlarına ters düştüğü, bu stratejinin mimarının da MİT Müsteşarı olduğu,

Türkiye’nin izlediği Ortadoğu ve güvenlik stratejisinin ABD ve müttefiklerin menfaatleriyle çeliştiği,

Üç yıl evvel İsrail ve ABD tarafından toplanan ve hassasiyet düzeyi yüksek bir istihbarat bilgisinin İran’a bu şahıs tarafından sızdırıldığı belirtilmiştir.

MİT’in, İsrail istihbarat örgütüne çalışan on İranlı ajanın kimliklerini Tahran’a bildirdiği de deşifre edilmiştir.

Şurasını açık yüreklilikle ve tam bir inanmışlıkla söylemek isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin herhangi bir milli kuruluşunu dış basında çıkan haberlere bakarak test etmeyiz, bunlara dayanarak eleştiri yağmuruna tutmayız.

Bizim milliyetçilik anlayışımızda yabancıların, kendi ülkelerinde kapalı devre gibi çalışan, psikolojik hareket üssü gibi faaliyet gösteren gazetecilere ve ısmarlama kalemlere itibar etmek yoktur ve olmayacaktır.

Bu itibarla ABD böyle diyor, ABD’li köşe yazarları bu şekilde bakıyor diyenlere de aldırış etmemiz söz konusu değildir.

Türkiye Cumhuriyeti’nde devlet ya da siyaset sorumluluğu taşıyan hiç kimse zaten yabancıların çıkarını gözetmemelidir ki, aksi halde bunun ismi hainlik, yapan da hain olacaktır.

Burada bizim garibimize giden husus, ABD ve İsrail ortak yapımı olduğu anlaşılan bu kampanyanın niçin bir kurum üzerinden yürütüldüğüdür.

Siyasi kararları alan hükümettir.

Politikaları şekillendiren, bu çerçevede sorumluluk taşıyan da hükümettir.

MİT Müsteşarı hükümetin üstünde bir güç müdür ki, Türkiye’nin bölgesel stratejilerini belirleyecek yetkiye sahip olarak lanse edilmiştir?

ABD’den gelen haber ve kamuoyu yönlendirme operasyonuna AKP’li bakanların arkası arkasına demeçler vermesi de deyim yerindeyse telaşın ve panik halinin ifşasıdır.

Diktikleri Fidanı söktürmeyeceklerini açıklayandan tutun da, Fidan’ı gelecek nesiller hayırla anacak diyenlere kadar her bakan kendince savunmaya geçmiştir.

Biz Oslo’da PKK’lı militanlarla Başbakan’ın özel temsilcisi olarak kimin pazarlık yaptığını elbette biliyoruz.

Biz Başbakan’ın İmralı canisinin ayağına kimi nasıl gönderdiğini elbette biliyoruz.

Biz MHP’yi böcek gibi sararak dinleyenlerin, siyah camlı arabalarla partimizi gözleyenlerin ve Başbakan’a Balgat haberleri olarak sunanların kimler olduğunu pekâlâ biliyor ve bu yüzleri tanıyoruz.

Her şeye rağmen biz, yabancı basında çıkan haberlere bel bağlayarak, üzerimizde hesap yapmış olan bir devlet memuru hakkında bile yorum yapmayacak kadar şahsiyetli, milli ve vicdanlı bir hareketiz.

Bizim muhatabımız Başbakan ve hükümetidir.

Biz hesabı onlardan sorar, sır küplerinin arkasına saklanmalarına fırsat vermeden enselerinden yakalarız.

Bu aşamada şu kadarını sizlerle paylaşabilirim ki, Türkiye’yi istihbarat ve terör devleti olarak göstermeye, bir kamu görevlisi üzerinden bölgesel senaryolara gerekçe oluşturulmasına hiç kimsenin hakkı ve haddi yoktur.

Başbakan bu hususta gerekli tedbirleri almalı, dolambaçlı yollardan mesaj verme çabası içinden olanlarla yüzleşmelidir.

Türkiye’nin ne yapacağını, nasıl politika takip edeceğini ABD’nin derin yapılanmasının taşeron elemanları belirleyemez, belirleyemeyecektir.

Bu aziz millet AKP’ye ve BOP’un melanet hedeflerine rağmen Okyanus ötesinden istikamet çizilemeyecek kadar kudretli ve muktedirdir.

Başbakan Erdoğan Kırmızı Salonlarda yanına alıp çok gizli görüşmelere dahil ettiği devlet memurlarının, eğer varsa boyundan büyük işlere kalkışmalarını incelemeli ve gerekli yaptırımları da hemen devreye sokmalıdır.

İlave olarak TBMM’ni gizli bir oturumda bilgilendirmeli, şaibeler ve iddialar konusunda değerli milletvekili arkadaşlarımızı muhakkak ki aydınlatmalı, sis perdesini aramalıdır.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Konuşmama son vermeden önce, askerlik süresinin kısalmasıyla ilgili özet olarak bir değerlendirmede bulunmak istiyorum.

Bakanlar Kurulu, 1 Ocak 2014’ten itibaren geçerli olmak üzere, silah altındaki yükümlüleri de kapsayacak şekilde askerlik süresinin, er ve erbaşlar için 15 aydan 12 aya indirilmesini kararlaştırmıştır.

Genelkurmay Başkanlığı’nın da olumlu görüşü olması nedeniyle yeni düzenlemenin halen vatani görevini yapan evlatlarımıza ve ailelerine hayır olmasını diliyorum.

Askeri ihtiyaçlar bakımından bir mesele olmadıkça, konunun bizim açımızdan itiraz edilecek herhangi bir tarafı da bulunmayacaktır.

Bu düzenlemenin 30 Mart 2014 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimlerinin öncesinde hayata geçecek olması aklımıza başka şeyleri de getirmektedir.

Ancak terhisi gündemde olan Mehmetçiklerimizin ve ailelerinin siyasi rant ve rüşvet arayışlarına izin vermeyeceklerine canı gönülde inanıyor, bu düşüncelerle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.