Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
Büyük Türk Milleti, Aziz Vatandaşlarım, Muhterem Samsunlu Kardeşlerim, Değerli Dava Arkadaşlarım, Şundan emin olun ki, cesaretinizle göz kamaştırıyor, heyecanınızla umut saçıyorsunuz. Varlığınızla destan yazıyor, iradenizle tarihe yön veriyorsunuz. Samsun Cumhuriyet Meydanı’nı tıka basa doldurarak geleceğinize sahip çıkıyor, bağımsızlığa ve beraberliğe duyduğunuz tartışmasız bağlılığı ispatlıyorsunuz. Dağ başını duman alsa da, korkusuzca yürüyorsunuz. 94 yıl önce Samsun’un ufuklarında doğan güneşi soldurmamak için buradasınız. 94 yıl önce atılan ilk adımın varisleri, vasileri ve takipçileri olarak bu meydandasınız. Bu itibarla, tüm kalbimle, tüm hissiyatımla sizleri kutluyor; Samsun’da olmaktan, bu muhteşem atmosferde bulunmaktan bahtiyarlık duyuyorum. Bizleri böylesine anlamlı bir günde, kurtuluşumuzun aziz anılarını yad edeceğimiz böylesi bir açık hava toplantısında bir araya getiren Cenab-ı Allah’a şükrediyorum. Buradan; Atakum’a, Alaçam’a, Asarcık’a, Ayvacık’a, Bafra’ya, Canik’e, Çarşamba’ya, Havza’ya, İlkadım’a, Kavak’a, Ladik’e, 19 Mayıs’a, Salıpazarı’na, Tekkeköy’e, Terme’ye, Vezirköprü’ye, Yakakent’e ve tüm Samsun’a en iyi dileklerimle birlikte gönül dolusu selamlarımı iletiyorum. Selam sana ey yılları heba olan genç. Selam sana yavrusundan ayrılan anne, karın tokluğuna çalışan baba. Ey dertliler, borçlular, ümitsizler, feryat edenler, acı çekenler, kimsesizler, hasta yatağında şifa dileyenler, selam sizlere. Ey çiftçiler, esnaflar, sanayiciler, emekliler, memurlar, işçiler, nakliyeciler, denizde ömür tüketenler, selam sizlere. Ey şehit anaları, gaziler, şanlı geçmişimizin yüz akları, muhterem şehitlerim selam sizlere. Ey garibanlar, yetimler, mahzunlar, kenara itilmişler, küçücük yavrular; inancı, kökü, anasının dili ve mezhebi ne olursa olsun tüm kardeşlerim, bütün vatan evlatları selam sizlere. Selamun aleyküm büyük milletime. Selamun aleyküm Türklüğün ve İslam’ın buram buram tüttüğü ve yaşandığı tüm coğrafyalara. Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Yüce Allah’ın rahmet ve bereketinin üzerinize olmasını niyaz ediyor ve her birinize hoş geldiniz diyorum.
Çok Değerli Vatandaşlarım, Muhterem Dava Arkadaşlarım, Samsunda’yız, çünkü kurtuluşumuzun hem hatıralarını hem de hedeflerini sizlerle paylaşacağız. Samsun’dayız, çünkü yeni bir kurtuluş için iman ve inanç tazeleyeceğiz. Bu nedenledir ki, Türkiye’nin dokuz bölgesinde, “Milli Değerleri Koru ve Yaşat” adı altında planladığımız açık hava toplantılarının sekizincisini çok şükür ‘Kurtuluş’ temasıyla bugün sizlerle, tarihi nitelikli bir iştirakle Samsun’da gerçekleştiriyoruz. Allah’ın izniyle bu çerçevedeki final toplantımızı 9 Kasım 2013 tarihinde Ankara Tandoğan’da yapacağız. Hatırlatmak isterim ki, Samsun’a gelesiye kadar; √ 23 Mart 2013 günü Bursa’da Kuruluş, √ 20 Nisan 2013 günü İzmir’de Bayrak, √ 25 Mayıs 2013 günü Adana’da Vatan, √ 22 Haziran 2013 günü Erzurum’da Birlik, √ 24 Ağustos 2013 günü Konya’da Türkçe, √ 14 Eylül 2013 günü Elazığ’da Kardeşlik, √ 5 Ekim 2013 günü İstanbul’da Demokrasi temalı açık hava toplantılarımızı muhteşem ve izdihama varan katılımlarla düzenledik. Bursa’dan itibaren milletimizin bize yönelik katlana katlana büyüyen ilgi ve teveccühü hakikaten görülmeye ve yaşanmaya layıktır. Biz şimdiye kadar verilen ve adeta çığa dönen desteklerden razı olduk, Allah’ta özellikle milletimden, Milliyetçi-Ülkücü ve Vatansever tüm kardeşlerimden razı olsun. Gururla şahit oluyorum ki, Samsun bugün bize yüreğini açmış, sevgisiyle Karadeniz gibi kabarmıştır. Değerli Samsunlular soruyorum sizlere; √ Tıpkı 94 yıl önce olduğu gibi, yeni bir kurtuluş mücadelesi için hazır mısınız? (Evet) √ Türk milletine biçilen kefeni yırtıp, sömürgeciliğin çıraklığına kadar düşen ve küçülen BOP Eşbaşkanına; “burası Samsun, buradan geçiş yok” diyecek misiniz? (Evet) √ Ve tabii olarak, aynen 94 yıl önce olduğu şekliyle, aciz, şahsiyetsiz, gayri milli, vicdani ve ahlaki rotasını çoktan kaybetmiş köhnemiş iktidara Samsun’u dar edecek misiniz? (Evet) İşte bu haykırışınız kurtuluşumuzun müjdesidir. Bu azminiz, bu iradeniz aydınlık günlerin, kıştan sonra açan gonca güllerin habercisidir. Ne olursa olsun, umutsuz olmayınız, üzgün durmayınız. Her şey bitti zannetmeyiniz, hele ki, zalimlerden hesap sorulmaz diye hiç mi hiç kaygılanmayınız. Vatan semalarında şafak er ya da geç sökecektir. Kim ne yaparsa yapsın, kim hangi oyunu oynarsa oynasın; bayrak inmeyecek, ezan susmayacak, millet bölünmeyecek, Türklük silinmeyecektir. Bu zulmet dolu günler, ihanetin bu karanlık yılları muhakkak bitecek, 11 yıllık yıkım ve tahribatın bu ağır enkazı biliniz ki kaldırılacaktır. Samsun isterse, milletim demokratik müdahalesini yaparsa, siyasi yönetimde bulunan yüz karalarının, devri saltanatlarında ceberut kesilen taş kalplilerin, faşist ve ilkel kadroların sonu inşallah yakındır. Yeter ki 94 yıl evvelki ilk adımın şuuru olsun; yeter ki 94 yıl önceki heves ve fedakârlık aynısıyla tekrarlansın. O zaman değil bir, bin Damat Ferit olsa ve klonlanmış hali olan Recep Tayyip Erdoğanlar her yana dolsa yine de fark etmeyecek, milli selin önünde hiçbir gafil, hiçbir geri kafalı, hiçbir gölgeli karakter duramayacaktır. Türk milleti nice karanlık günler görmüştür. Türk vatanı nice bedbahtın emellerine sahne olmuştur. Türklük nice alçağın, nice işbirlikçinin, nice düşman tellalının hedefinde bulunmuştur. Fakat bunların hiç birisi fayda etmemiş; Allah’a şükrederim ki, varlığımız ve birliğimiz kesintiye uğramadan bugünlere ulaşmıştır. Biz istiklalimizi; dilenmeyle, icazetle, ikramiyeyle, acınmayla, el açmayla, el etek öpmeyle, yalvarmayla, yakarmayla elde etmedik. Biz istikbalimizi; karaborsadan kazanmadık, ihale ve çekilişle almadık, sokakta da bulmadık. Biz bu toprakları; müzayede yoluyla, yalakalıklarla, lütuf ve bağışla vatanlaştırmadık. Can verdik, kan döktük, bedel ödedik. Cephelerde bağımsız yaşama ülkümüzü bedenimize siper ettik. Sevdalarımızı, var olma tutkumuzu vatanımıza örtü yaptık. Bağımsızlıktan başka, kurtuluştan hariç seçeneğimiz olmadığına inandık, buna bağlandık. Yedi düvele meydan okuduk, ateşin içine seve seve atladık, kurşunun önüne koşa koşa geçtik. Bu nedenledir ki, hiçbir mihrak; en başta da AKP, BDP, PKK üçlü ortağı elini ovuşturmasın, boş hayale kapılmasın, erken zafer turları atmasın. Görüyorum ki, Samsun kurtuluşun yanındadır. Samsun hainlerin karşısındadır. Samsun AKP-BDP-PKK amaçlarının farkındadır. Şimdi soruyorum sizlere, Recep Tayyip Erdoğan ve İmralı canisinin fiilen eşbaşkanlık görevini üstlendiği bölücülük operasyonuyla; √ Vatanımızı parçalamak istiyorlar, izin verecek misiniz? (Hayır) √ Milletimizi etnik öbek ve kısımlara ayırmak istiyorlar, müsaade edecek misiniz? (Hayır) √ Cumhuriyet’i yıkmayı planlıyorlar, kuruluş ilkelerini imha etmeyi hedefliyorlar; duracak mısınız, bekleyecek misiniz, sineye çekecek misiniz? (Hayır) Bu tavrınız 16 Mayıs 1919 günü saat 17.55’de İstanbul’dan hareket eden Bandırma Vapuru’ndaki 23 milliyetçi yiğidin korkusuzluğuyla eşdeğerdir. Hepinizle iftihar ediyor, hepinizi bağrıma basıyorum.
Değerli Dava Arkadaşlarım, Muhterem Vatandaşlarım, Türk milleti, tarihin her devrinde, imkânsızlıkları başarmış, zorlukları yenmiş, tuzakları boşa çıkarmış, komploları aşmış, küresel projeleri yerle bir etmiştir. Büyük milletimiz, 1914’den 1918’e kadar süren ağır ve yorucu bir savaştan mağlup ve bitkin çıksa da, bütün zinde ve düzenli kuvvetleri elinden alınsa da, ordusu dağıtılsa da teslim olmamış, dayatmalara boyun eğmemiştir. Zira Türk milleti hiçbir zaman boyunduruk altında kalmamış, hiçbir zaman paryalığı, manda ve himayeyi kabullenmemiştir. Bağımsız yaşamak, kendi kaderimize bizzat hükmetmek vazgeçilmez özelliğimiz olmuştur. 1919’lu yıllarda, tıpkı bugünkü gibi, devrin hükümeti ihanet etmiş, sömürgecilerin piyonu haline gelmiştir. Yine bugünlerde olduğu gibi, sözde ve soysuz aydınlar yabancıların yararına, onların çıkarına hizmet etmeyi marifet saymıştır. Ermeni çeteleri, Rum palikaryası, Yunan mezalimi, İngiliz’inden Fransız’ına kadar küresel güçlerin alayı, yurdumun her tarafına ambargo koymuş, şiddet ve cinayetle Anadolu’nun elini kolunu bağlamıştır. Topraklarımızın üzerine düşman süngülerinin gölgesi düşmüştür. Türk milleti; ta kalbine, ta haremine kadar kuşatılmış, örselenmiş ve hareketsiz bırakılmıştır. İstanbul’daki sarayın tükenmişliği, Babıali’nin kokmuş ruhu, işgalcilere iffet ve izzetini devreden rezilliği kara bir leke olarak tarihe geçmiştir. Bu şartlara rağmen Türk milleti kurtuluş ümidini bir an olsun kaybetmemiş, istiklal hedefinden bir an olsun sapmamıştır. Asırlarca hür ve bağımsız yaşamış muazzam kudret deyim yerindeyse küllerinden yeniden doğmuş, felaketlerden doğrularak bir kez daha hilalin namusunu korumuştur. Fukaralık, sefalet, bezginlik, bıkkınlık, yıllarca çekilen çileler, Anadolu’nun her hanesine çöken ağıt ve facialar, yolumuza taş koyamamış, bağımsızlık kıvılcımının körüklenmesini geciktirememiştir. Yaralı ve kana boyanmış aziz Türk milleti, herkesin öldü, bitti ve yok oldu sandığı Allah’ın eşsiz lütfu bu necip millet Samsun’da gözlerini açmış, titremiş ve kendine gelmiştir. Merhum düşünürümüz Ziya Gökalp’in ifade ettiği mukaddes ateş, vicdanlarda saklı duran hürriyet sancağı tüm yurdumuzu baştanbaşa tesiri altına almıştır. Bu kentimizden atılan ilk adım Ege’de fırtına koparmış, Antep vadilerinde yankılanmış, bozkırlarda rüzgar gibi esmiş, Kars’ta karşılık bulmuş, Mersin’de zelzeleye yol açmış, Edirne’de hürmetle selamlanmış, zalimlerin başına gülle gibi düşmüştür. Samsun’a vatan satıcıları, bezirgânlar, işgal yanaşmaları, emperyalizmin şakşakçıları değil; vatan kurtarıcıları, vatan sevdalıları, vatana hizmetle yanıp kavrulan tertemiz isimler çıkmıştır. Ve böylece tarihin kayan ibresi tekrar eski yerine gelmiş, ters giden talih yeniden doğru ve olması gereken istikametine girmiştir. Türk milleti mağlubiyet kazanında zafer aşını pişirmiştir. Biliniz ki, milli mücadele; milletin istiklal özleminin eseri ve ruhunun derinliklerinden sıçrayan ve vatanın her köşesine yayılan sarsılmaz milliyetçi refleksidir. Samsun’a çıkmadan önce yakın arkadaşlarına; “Ya muvaffak olacağız ya da öleceğiz” diyen Gazi Mustafa Kemal, kurtuluştan başka alternatif olmadığını veciz bir şekilde özetlemiştir. Samsun şuuru; kurtuluşun ümidi, yeni bir başlangıcın sırrı, yeniden şahlanışın ilanı olarak Anadolu’nun bir ucundan diğer ucuna kahramanlığı müjdelemiştir. Tekerleklerinde Türk tarihinin asırlarını taşıyan kağnılarla kurtuluşa kapı aralanmıştır. Benzi solmuş körpe yavruları bir kolunda, cepheye taşınması gereken mermiler diğer kolunda bulunan gelinler, analar ve nineler sayesinde kurtuluşumuzun satırları altın harflerle yazılmıştır. Yırtık çarıklarla, paslanmış silahlarla, iğnesiz toplarla, yamalı giysilerle, yarı aç, yarı tok vaziyette, hatta kimi zaman bir dilim kuru ekmeğe dahi hasret kalarak kurtuluşumuzun temelleri kazılmış, Cumhuriyet’in sütunları dikilmiştir. Silah bulunamadığı çok zaman ellerde kürek, kazma, dirgen, çapa; dillerde ‘Allah Allah’ nidalarıyla kurtuluşumuzun çatısı örülmüş, bağımsızlığımızın çerçevesi şehit kanlarıyla çizilmiştir. Tarih tanıktır ki; √ Milli mücadeleye delilik ve aptallık dediler. √ Milli mücadeleye asilik, isyankârlık iftirasıyla saldırdılar. √ Milli mücadeleye sözüm ona üç beş ahmağın işi olarak yorum getirdiler. √ Milli mücadeleyi saçmalık, akılsızlık ve hayalcilik diyerek küçümsediler. Bu iddiaların failleri, bu ahlaksız sözlerin tarafları; işgalcilerle koyun koyunayken, daha da kötüsü, Türklüğe mezar kazmakla meşgulken, canını ortaya koyan asil millet evlatları geceyi gündüze katarak kurtuluş fidanını büyütmeye yemin etmişlerdir. 1919’un gafilleri, ihanet yuvaları, işgalcilerle müzakere ederken, huzurlarında aman dilenip el pençe divan dururken, Türk milliyetçileri onurlu, dualı ve kutlu mücadelelerini heyecanla yürütmüşlerdir. Şereften mahrum bir hayatı reddeden, zillet içinde yaşamaktansa ölmeyi tercih eden kahramanlar; Samsun’dan Havza’ya, Amasya’dan Erzurum’a, Sivas’tan Ankara’ya hiç düşürmedikleri kurtuluş sancağını taşımışlardır. Ne kadar sevinsek ve gururlansak azdır ki, bu vatan sonsuz ve büyük acılardan sonra kurtulmuştur. Bu vatan şehitlerin yadigârı, muhterem ceddimizin mirası olarak bizlere intikal etmiştir. Tüm bu tarihi gerçekler ortadayken, sorarım sizlere; √ Vatanı terk edelim mi? Mücadeleyi bırakalım mı? Türk olmaktan utanalım mı? (Hayır) √ 1910’lu yıllarda Türklere barbar diyen Boşo Efendiyi aratmayan ve “karşıma Türklükle gelmeyin” diyerek bu çürümüş dahil daha bir çok haramzadenin izinden giden Başbakan Erdoğan’ı makul ve haklı bulalım mı? (Hayır) √ Milli ilkelerden, milli kimlikten ve Türk milletinin payidarlığından Başbakan ve canibaşı istedi ve önerdi diye, ödün verelim mi? (Hayır) √ Türklüğe savaş açan bugünkü kanı ve zihni bozuklara göz yumalım mı? Demokrasi ve özgürlük sözlerine kanarak bunlara sessiz kalalım mı? (Hayır) Madem hayırsa, yeni bir kurtuluş için fikir ve hedef birliği sağlanmış, söz birliği temin edilmiş, ikinci Samsun destanı kaleme alınmış demektir. Bundan böyle vakit kaybetmeye, zaman israfına, boşa kürek çekmeye asla yer ve ihtiyaç yoktur. Samsun 94 yıl önce, kurtuluş sirenini nasıl çalmışsa, milliyetçi iradenin kaynağı olarak nasıl varlık göstermişse, bugün de aynısını daha bir heves ve hırsla yapacaktır. Sizlerin, enginlere sığmayıp taşan coşkunuzdan bunu anlıyorum. Tek dişi kalmış canavarların hakkından geleceğinizi görüyorum. Samsun’u bu haliyle gördükten sonra kararlılıkla diyebilirim ki, kurtuluş yakındır, milli birlik ve milliyetçi iktidar yakınımızdadır. Soyguncunun, düzenbazın, hainin, eşbaşkanın ve bütün pazarlıkçıların sonu gelmiştir. Artık bölücülerin sonu görünmüştür.
Değerli Samsunlular, Aziz Dava Arkadaşlarım, Ötüken mukadderatımızın kutbu, Söğüt kuruluşumuzun kıvancı, Samsun kurtuluşumuzun mukaddes kucağıdır. Biz hep bu bilinçte olduk, hep bu inançla geleceğimizi öngördük. Bin yıllık kardeşlik hukukuyla, farklılıkların birlikte yaşama ülkümüze zarar vermesini önleyerek; ama kimsenin de kökenini ve mahalli düzeydeki niteliklerini inkâr etmeyerek varlığımızı pekiştirdik. Millet olarak iki asrı aşan kayıp ve geri çekilmelerden sonra, bugünkü sınırlarımıza ve bugünkü hayat alanlarımıza tutunduk. Ne var ki, Türk milletini, Türk vatanını ve Türklüğü kapsam ve hedefine alan oyunlar hiç kesilmemiş, hiç durulmamış ve hiç de durmamıştır. Tarihi Şark Meselesi’nin ayrıntıları incelendiğinde, neyin amaçlandığı, nereye varmak istendiği bütün yönleriyle görülebilecektir. 25 maddeden oluşan Mondros Mütarekesiyle, 433 zehirli maddeden mürekkep Sevr Anlaşması son iki asırda ki en göze batan, nefretle andığımız düşmanlık ürünlerindendir. Gaye elbette bizi vatansız bırakmak, yersiz, yurtsuz ve yarınsız koymaktır. Gaye kuşkusuz Türk milletini alt kimlikler mahzeninde eriterek, Anadolu’yu Bizans devrine götürmek ve Türklüğü bu topraklardan silip atmaktır. Siyasi Kürtçülük bunun için bir asrı aşan süredir beslenmekte ve kışkırtılmaktadır. Pontusçuluk asırlardır içten içe tahrik edilmekte, canlı tutulmaktadır. Topla, tüfekle, askeri güç ve imkânlarla Türk milletine üstünlük sağlayamayan, egemenlik tesis edemeyen küresel kanlı niyetler; yeni metotlar geliştirerek, yeni araçlar kurgulayarak, içimizden işbirlikçi devşirerek son vuruşu yapmanın çabasındadır. Bu kurnazlığın, bu arkadan çevirme harekâtının, bu sinsi ve ahlaksız yöntemin hatırı sayılır bir geçmişi olduğu da iyi bilinmelidir. 19. Yüzyıldaki bazı sadrazamlara, kuklaya dönmüş nazırlara, bir gözü Rusya’da, diğer gözü Birleşik Krallık ve Fransa’da olan devlet görevlilerine ve kalem sahiplerine bakıldığında, zaten her şey fark edilip, anlaşılacaktır. Türk milletinin menfaatini gözetmektense, yabancı başkentlere sevimlilik, şarlatanlık ve yalakalık yapan milliyetsiz, vatansız ve bayağı yöneticiler İmparatorluğun çökmesinde çok etken olmuştur. O devirlerde İstanbul’daki yabancı sefirlerin güdümüne ve fiili vesayetine girecek kadar haysiyetini çarçur eden defolu devlet ricali şüphe etmeyiniz ki faziletten, ahlaktan ve namustan hiç nasibini almamıştır. Güya uygarlığın nimetlerinden devlet ve millet namına istifade etmişler; güya tanzimat, ıslahat ve reform için tehditle diretilen acı reçetelere uymuşlardır. Bahaneleri budur, tevil ve izahları ekseriyetle bu yöndedir. Türk milletinin belki de en büyük talihsizliği vahşi emperyalizmle mahremine kadar sızmış, manevi değerleri istismarda iyi eğitimli yabancı ajanlarla boy ölçüşecek kadar becerikli şahsiyetlerin siyasi sorumluluk üstlenmesidir. İşte Recep Tayyip Erdoğan bunlardan birisidir ve miadı dolmamış hasım güçlerin şimdilik son kumpasıdır. Maalesef 94 yıl önce, hatta daha öncesinde yaşananların daha ağırı bugün sürekli ivme kazanmaktadır. Başbakan Erdoğan Haçlı düzeneğinin ara elemanı olarak 11 yıldır faaliyet göstermekte, bundan da hiç şikâyet etmemektedir.
Muhterem Vatandaşlarım, 1919 yılının şartlarını kıyasladığımızda, soruyorum sizlere; √ Yine küresel çevreler, büyükelçileri eliyle, mesela şöyle yapın, bundan silah almayın diyerek, içişlerimize karışmıyorlar mı? √ Yine işbirlikçiler dört koldan ihanet yarışına girmiyorlar mı? √ Yine sanal sorunlarla yeni bölünmelerin ve kamplaşmaların önü açılmıyor mu? √ Yine dinimiz adice siyasete alet edilmiyor mu? √ Yine haktan, hukuktan ve özgürlükten bahsedilerek vatanımız belirsizliğe, insanımız tehditlere mahkum bırakılmıyor mu? Oyun hep aynıdır. Üstelik taraflar tanıdık, senaryo bildiktir. Samsun’a çıkıştan 94 yıl sonra kökü eskiye giden, fakat kıvam ve zamanı gelmediğinden düne kadar aleni şekilde gündeme çıkarılmayan sanal bir sorunla Türkiye’nin bölünmesi, Türk milletinin etnik kutuplaşmaya itilmesi istenmektedir. BOP Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan buna memur edilmiştir. Yarım kalan işgal ve ihanet planları bu hastalıklı zihniyet tarafından benimsenmiş ve savunulmuştur. Başbakan Erdoğan, tıpkı Damat Ferit gibi, Kürdistan’a rıza göstermiş, kapalı kapılar arkasında destek sözü vermiş, bu konuda iktidarda kalabilmek adına her şeye seve seve katlanacağını ima etmiştir. Geçmişin tüm teslimiyetçileri Başbakan’ın şahsında dirilmiştir. Damat Ferit Toroslar’ın ötesi, Sevr Anlaşması Fırat’ın doğusu, Başbakan da Sivas’ın ötesi olarak bu vatan coğrafyasını kafalarda ayırmış, taksim etmiş ve dilimlemiştir. Başbakan Erdoğan ve hükümeti teröristlerle ihanet mesaisindedir. Süreç kepazeliği Türk milletinin varlığına kast etmek için projelendirilmiş ve bu yılın başında da devreye koyulmuştur. PKK süreç bitti yaygarası koparırken, Başbakan hala devam ettiğini iddia etmektedir. PKK; vururuz, iç savaş çıkartırız, saldırırız, bedel ödetiriz dedikçe, Başbakan, bahar havasından, barış ikliminden bahsetmektedir. PKK hain taleplerini sürekli güncelleyip, silahını üzerimize doğru çevirdikçe; Başbakan umuda, güvene, sorunların samimiyetle, soğukkanlılıkla ele alınmasına vurgu yapmaktadır. Ya bu Başbakan tam bir yalancı ve şuursuzdur; ya da PKK terör örgütü bulanık suda balık avlama derdindedir. Ancak gelişmeler katillerin boş durmadığına, silahtan vazgeçmek gibi bir niyetlerinin olmadığına, sınır ötesine de çıkmadığına ayan beyan işaret etmektedir. Başbakan Erdoğan hedef şaşırtmaktadır. Gerçekleri gizlemekte, tehdidin boyutunu saklamak için çırpınmaktadır. Fakat çırpındıkça batmakta, battıkça PKK’nın taleplerini demokratikleşme rumuzuyla hayata geçirmektedir. Başbakan Erdoğan bölücüleri memnun ve mutlu etmek için de her şeyi göze almıştır. Türklüğü savaş açması bundadır. Türküm, doğruyum demekten gocunması ve Andımızı kaldırması bu yüzdendir. Milliyetçiliği ayaklar altına alma izansızlığını göstermesine neden de budur. Başbakan ve hükümeti PKK’ya geniş imtiyazlar tanımaktadır. Hain terör örgütü silahla alamadığını pazarlıkla elde etmektedir. Başbakan Erdoğan dağa göz kırpmakta, mesaj alıp vermektedir. BDP heyetlerini peş peşe İmralı’ya Başbakan sevk etmekte, daha doğrusu buna mecburiyet duymaktadır. MİT’i Oslo’dan İmralı’ya kadar teröristlerin hizmetine sokan ve masasına oturtan Başbakan’dan başkası değildir. Zannederseniz ki, Türkiye Cumhuriyeti’ni Kandil’de eğitilmiş, terörün ideolojik eğitiminden geçmiş bir militan yönetmektedir. Başbakan ve hükümeti öylesine zıvanadan çıkmıştır ki, PKK’ya demokratikleşme paketleri yağmur gibi yağmaktadır. Yerleşim yerleri isimlerinin değiştirilmesinin, ana dilde eğitimin, siyasi parti ve adaylarının farklı dil ve lehçelerde propaganda yapmasının önü açılmıştır. Sayın Başbakan Siirt’in Aydınlar ilçesinin ismini Tillo, Tunceli’nin ismini Dersim olarak değiştirmeye ramak kalmışken, Samsun’un ismini de Amisos yapacak mısın? Değerli Samsunlular soruyorum sizlere; √ Başbakan’ın sözde demokratikleşme paketinde, demokrasi adına bir şey görüyor musunuz? (Hayır) √ Paketlerle PKK’ya taviz verilmesini onaylıyor musunuz? (Hayır) √ Süreç ihanetinin, yıkım projesinin, müzakere ahlaksızlığının sizlerin hayrına olduğuna inanıyor musunuz? (Hayır) Peki Başbakan ve hükümetinin Türk olmayı kabahat olarak göstermesini, Türklüğü hakir görmesini, Türk milletini 36 etnik parçaya ayırmasını doğru buluyor musunuz? (Hayır) Milleti 36 parçadan ibaret gören Başbakan Erdoğan; dün bu konuyla ilgili olarak aynen şunları söylemiştir: “Aklımıza geldiği kadarıyla 36, şu anda bize verilen bilgileri söylüyorum, etnik grup var.” Sayın Başbakan bu 36 etnik grup ve hatta daha fazlası varsa, sana diyorum ki, bunları biliyor da açıklamıyorsan namert kere namertsin. Kimlerden ibarettir bu 36 etnik grup? Sen kendini bu 36’nın içinde mi, yoksa ihtiyatta beklettiğin etnik gruplardan birisinde mi görüyorsun? Sana bu 36 etnik kimliği kim öğretti? Akıl hocaların, akıl danelerin Vashington’da mıdır, Brüksel’de midir, Erbil’de midir, yoksa PKK referansıyla yanında çalıştırdıkların mıdır? Türk milletini 36’ya ayırmaktan özel bir zevk mi alıyorsun? Bu kapsamda, tek millet olmaktan nasıl ve hangi zeka seviyesiyle bahsediyorsun? Sayın Erdoğan sana Samsun’dan sesleniyorum: Gel bu 36’yı açıkla, gel bu kez namertlikten kurtul, daha fazla da uzatma, sündürme ve tahribat verme. Bu büyük Türk milleti herkese kucak açıyor. Gel sende, Türk Milleti olarak sana da kucak açalım.
Değerli Vatandaşlarım, Muhterem Dava Arkadaşlarım, Osmanlıyı yıkan küresel aktörler, 94 yıl sonra yeni bir oyun için kendilerine maalesef yeni bir teslimiyet hükümeti bulmuşlardır. Başbakan Erdoğan ve hükümeti anayasa yoluyla son vuruşu yapmak istemektedir. Türk milletinin dokunulmaz ve devredilmez hakları lime lime doğranmak üzeredir. Türkiye Cumhuriyeti rejim değişikliğinin kıyısındadır. Başbakan barut fıçısının yanında çakmakla dolaşmaktadır. Bu şahsın dün Cumhuriyetle ilgili sözleri de tam bir ucubedir. Başbakan, yan gelip yatmakla cumhuriyetçi olunamayacağını, cumhura, Cumhuriyet’e hizmet etmekle Cumhuriyetçi olunacağını iddia etmektedir. Cumhuriyet’in tescilli, markalı ve sicilli hasmı; şimdi kalkmış bu alanda nutuk atmaktadır. 11 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’ni perişan etmek, kevgire çevirmek, kuruluş ruhunu tırpanlamak isteyen birisi ne çabuk yaptıklarını unutmuş ve bir de zeytinyağı gibi üste çıkmaya başlamıştır? Sayın Başbakan sen kim, Cumhuriyet’i diline dolamak kimdir? Sen kim, demokrasiden bahsetmek kimdir? Gezi Parkı’ndaki gençlerin kurduğu çadırlara şafak vakti saldıran sen mi demokratsın? Söz de yol yapmak maksadıyla, ODTÜ’ye bayram gecesi iş makineleriyle baskın yapan sen ve zihniyetin mi Cumhurun fikrine saygı duymaktan ve cumhura hizmetten bahsediyorsun? Lütfen dikkat ediniz, Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz günlerde, yol için cami yıkacaklarını söylemiştir. Sayın Erdoğan, bir yanda yol için cami yıkmayı göze alıyorsun, diğer yanda BOP yoklamasında yok yazılmamak için kilise açıyorsun. Bir yanda yol için cami yıkmayı kafaya takıyorsun, diğer yanda Akdamar Adasında, milletimizin vergileriyle kilise onarıyor ve tantanayla kurdelesini kesiyorsun. Bir yanda cami yaparak göz boyuyorsun, diğer yanda kiliselere, azınlık vakıflarına milletin toprağını kimseye sormadan, danışmadan keyfince bağışlıyorsun. Sayın Başbakan şunu unutma ki, yol uğruna cami yıkıyorsan, yoldaşın canibaşı için Cumhuriyet’i havaya uçurmaktan da asla çekinmezsin. Bu nasıl bir iştir, bu ne büyük bir günahtır? Başbakan’ın bu sözünü başka birisi kullanmış olsaydı, emin olunuz ki, ne kâfirliği, ne İslam düşmanlığı, ne de münafıklığı kalırdı? Başbakan Erdoğan caminin aynı zamanda medeniyet olduğunu bilmeyecek kadar gözü ve bahtı bağlanmıştır. Giydiği papaz cübbeleri aklını karıştırmıştır. İslam’la kandırması ayağına dolaşmıştır. Başbakan Erdoğan BOP’a kendi öyle vermiş, kendisini öyle adamıştır ki, asıl yüzü belirmeye, asıl niyeti ortaya çıkmaya başlamıştır. Şimdi siz söyleyiniz; √ Başbakan ve hükümetinin son kullanım tarihi dolmuş mudur? (Evet) √ Başbakan ve hükümetine karşı sabrınız tükenmiş midir? (Evet) Önce 30 Mart 2014 tarihindeki Mahalli İdareler Seçimlerinde bu iktidar uyarılmalıdır. Arkasından da Başbakan’ın Cumhurbaşkanı olma hayalleri suya düşmelidir. Nihayetinde Milletvekilliği Genel Seçimlerinde; beraber yürüdük bu yollarda diyerek cami yıkmaya bile niyetlenen, PKK’ya şerefini kaptıran, BOP’a ruhunu ipotek ettiren cahiliye devri artıklarından kurtulmak başlıca amaç olmalıdır. √ Bu kutlu mücadeleye her şeyinizle girmeye kararlı mısınız? (Evet) √ Başbakan ve hükümetinden kurtularak, Türkiye’yi ve Türk milletini kurtarmaya, Samsun’dan kurtuluş meşalesini tutuşturmaya söz veriyor musunuz? (Evet) İşte Samsun budur. Samsun’a da bundan başkası yakışmayacaktır.
Değerli Vatandaşlarım, Muhterem Dava Arkadaşlarım, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile başlayan istiklal seferberliği üç buçuk yıl sonra Başkent Ankara’da sonuçlanmış ve tarihe mühür vurmuştur. Milli Mücadele süreci, millet sevgisinin, aklın ve en önemlisi sabrın sınandığı milliyetçi bir şaheserdir. Bunu yaşatmak bizlerin boynunun borcudur. Üç gün sonra 90. Yıldönümünü kutlayacağımız Cumhuriyeti ilk günkü heyecan ve saygınlığıyla muhafaza etmek, daha da kökleştirip sağlam esaslara bağlamak bizlerin en önemli vazifelerindendir. Milli egemenliğin dayandığı ilke ve esasları güçlendirme, milli mücadelenin baş tacı, kubbe taşı olan Cumhuriyeti gelecek kuşaklara ulaştırma konusunda son derece azimli ve iradeliyiz. Türk milliyetçileri vatanı böldürmeyecektir. Türk milliyetçileri Cumhuriyeti yıktırmayacaktır. Türk milliyetçileri milleti alt etnik parçalara dağıttırmayacaktır. Sizlerden bekliyorum ki; Sandıkta Cumhuriyete sahip çıkınız. Sandıkta Türk kimliğine sahip çıkınız. Sandıkta bayrağa, vatana, millete ve kardeşliğe sahip çıkınız. Sandıkta milli servetimize sahip çıkınız. Sandıkta geleceğinize sahip çıkınız. Bütün bunları tek tek düşünün ve Milliyetçi Hareket’e destek verin ki, Başbakan’dan hesap soralım, hırsızların hakkından gelelim, terörün kökünü kazıyalım, yolsuzluk damarını keselim ve devri sabıkları adalete yaka paça teslim edelim. Merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın günün anlamına uygun olacağını düşündüğüm şu dizeleriyle konuşmamı bitirmek istiyorum: Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir, Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir. Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir; Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir. Yolumuzdan dönmemeyi, kurtuluşumuzun hayırlı olmasını Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum. Bu duygularla şimdiden Cumhuriyet Bayramınızı tebrik ediyor, fikri ve vicdanı hür nesillerimizin en iyi şekilde yetişmesini diliyor, hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla Samsun’a çıkan ve kurtuluşumuzun liderliğini yapan ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, tüm silah ve dava arkadaşlarını, aziz şehitlerimizi, partimizin kurucu genel başkanı Başbuğ Türkeş Bey’i rahmetle, şükranla anıyorum. Yolunuz, bahtınız ve alnınız açık olsun. Rabbim yar ve yardımcınız olsun. Hepiniz sağ olun, var olun. Şimdi gür bir sesle haykıralım: Ne Mutlu Türküm Diyene.
|