09.09.2001 - Ertuğrul Gazi'yi Anma ve Söğüt Şenlikleri'nde Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Söğüt Gezisinde Yaptığı Konuşma
08-09 Eylül 2001

 

Saygıdeğer Bakanlar, Milletvekilleri,

Sayın Vali, Kaymakam ve Belediye Başkanı,

Aziz Türkmen Beyleri ve Hanımları,

Anadolu'nun Kalbinin attığı yer olan Söğüt'ümüzün güzide İnsanları,

Değerli Basın Mensupları,

Ertuğrul Gazi'yi anma ve Söğüt Şenlikleri vesilesiyle bir kez daha sizlerle birlikte olmaktan duyduğum büyük memnuniyeti ve mutluluğu ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Hoş geldiniz, şeref verdiniz.

Huzurlarınızda öncelikle bu büyük mutluluğu her yıl bizlere yaşatan, bu güzel şenlikleri tertip eden başta Sayın Bilecik Valimiz, Söğüt Kaymakamımız ve Belediye Başkanımız olmak üzere, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Bu anlamlı şöleni, bu büyük buluşmayı, her geçen yıl çok daha güzel şartlarda gerçekleştirebilmemizi, yüce Allah'tan niyaz ediyorum.

Saygıdeğer Misafirler,

Muhterem Söğütlüler,

Türk tarihinin gurur sayfalarında yerini alan Osmanlı Devleti, hiç şüphesiz dünya tarihinin de en büyük devletlerinden biridir. Osmanlı Devleti'nin ulaştığı coğrafî sınırlar, sâhip olduğu nüfuz ve hâkimiyet alanı, dünya tarihinde ancak çok az devletin başarabildiği bir ayrıcalık olmuştur.

720 yıl önce ebediyete intikal eden Ertuğrul Gazi, Selçukluların bir uçbeyi olarak geldiği Ahlat ve sonrasında yerleştiği Söğüt'ten ahfadının büyük bir cihan imparatorluğu kuracaklarını elbette ki bilmiyordu, ama Anadolu'da Türk birliğinin tesisi ve kardeş kavgalarının sona erdirilmesinin zaruretini çok iyi biliyordu.

Bunun için de, kendisi ve onu izleyen yıllarda oğlu Osman Gazi ve torunları hep, yönlerini batıya çevirerek, öncelikle kardeş kavgalarından uzak kalmayı tercih etmişlerdir. Sonrasında da, güçlü bir devletin temelinin ancak birlikten geçeceğine inandıkları içindir ki, diğer Türk beyliklerini de bir çatı altında toplamanın çabası içinde olmuşlardır.

Doğu ve Orta Avrupa'dan Ortadoğu'ya, Kırım ve Kafkasya'dan Kuzey Afrika'ya kadar çok geniş bir alanda hâkimiyet kuran Osmanlı Devleti'nin; Anadolu coğrafyasının bir ucunda, bir Türk beyliğinin öncülüğünde ortaya çıkması, çok önemli bir tarihî olaydır. Bu büyük tarihî olayın doğru tahlil edilmesi, şüphesiz büyük Türk milletinin geleceğe doğru yürüyüşüne ışık tutacaktır.

Üç kıtaya yayılan bu sınırlara ulaşmak ve Osmanlı Türk mucizesinin ortaya çıkışı sadece askeri güçler ve savaş becerileri ile izah edilemez. Osmanlıların fütühat ruhunun, üstün askeri gücünün ve birikiminin, birlik ve dayanışma duygularının payı önemlidir. Esas belirleyici olan dinamikler ise, her gittikleri yere, daha adil ve dürüst bir idareyi de beraberinde götürmeleri, fethedilen topraklara birer sömürge anlayışıyla yaklaşmayarak gelişip, kalkınması ve mamur olması için gayret göstermeleri olmuştur. Bütün bunlar devletin büyüyüp, bir cihan devletine dönüşmesinde ve yeni bir medeniyetin oluşmasındaki temel taşları teşkil etmişlerdir.

Zamanın toprak, üretim ve ticaret düzenini baştan sona yeniden düzenleyen, sınırları içerisinde herkesin huzur ve güvenliğini garantileyen bu büyük devlet ile birlikte, Türk-İslam kültürüyle yoğrulmuş, yeryüzünün en uzun yaşayan dayanıklı ve dengeli bir toplum ve devlet düzeni de kurulmuştur.

Günümüzde bile, bu büyük ve geniş coğrafyada Osmanlı kültür ve medeniyetine ait eşsiz eserlerin pek çoğu varlığını sürdürmektedir. Ancak, Osmanlı sonrasında ne yazık ki bu geniş coğrafyada sağlanan huzur, barış ve istikrar ortamının sürdüğünü söyleyebilmek mümkün değildir.

Bugün Osmanlının hakimiyet sahasında elliye yakın irili- ufaklı devlet ortaya çıkmıştır. Fakat, bunların pek çoğu, Osmanlı'nın hükmü şahsiyetinin ortadan kalktığı andan itibaren girdiği kargaşa ortamlarından henüz kurtulabilmiş değildir. Osmanlı hakimiyet sahasının büyük bir bölümünde ne yazık ki, hâlâ gerek etnik ve gerekse bölgesel sorunların getirdiği savaş ve çatışmalar yaşanmaya devam etmektedir.

Kıymetli Misafirler,

Muhterem Söğütlüler,

Tarih, sadece bir toplumun geçmişinin anlatımı değil, içinde hem bugünü taşıyan hem de yarına kalacak unsurları barındıran bir birikimin adıdır. Çağın gidişatını anlayabilmek, yaşanılan problemleri tahlil edebilmek ve gerekli dersleri çıkarabilmek için değerlendirildiğinde daha büyük bir önem arzeder.

Bunun içindir ki, milletimizin gerek bilinen 5 bin yıllık tarihi ve gerekse 700 yıl kesintisiz olarak süren Osmanlı dönemi, Türk milletinin geleceği açısından da büyük derslerle doludur.

Son yüzyıla kadar zamanın ileri kurum ve yöntemlerini kullanan, adalet ve hoşgörüyü toplumsal hayatta egemen kılmaya çalışan devletin, bu değerlerde ve kurumlarda meydana gelen bozulma ve çözülme süreciyle birlikte çöküşe geçtiğini, sonrasında da düştüğünü görmekteyiz.

Toplumu ve devleti yaşatan bir atardamar durumundaki sorumlu yönetim ve adalet anlayışının çalıştığı durumlarda devletin kalbi ve beyni konumundaki kurumlar arasında işbirliği ve koordinasyon sağlanmış, devlet-millet gövdesinin diriliği ve sıhhati tesis edilmiştir. Bu damarın sıkıştığı zamanlarda ise, milletin devlete olan güveni sarsılmış, devlet-millet birlikteliği zaafa uğramıştır.

Dünden bugüne yaklaşımlarımızda hassasiyetle üzerinde durulması gereken en önemli tespitlerimizin başında gelen bu konuda bütün topluma büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Günümüzde, bütün dünyada demokrasi kavramı ile birlikte gelişen ve olmazsa olmaz olarak yerleşen prensiplerden birisi de hukukun üstünlüğüdür. Yani, adaletin vazgeçilmezliğidir.

Siyaset kurumunun yanısıra, toplumu yönlendirme ve ona örnek olma durumundaki bütün kurum ve kuruluşların, her konuda ve her anlamda adâletin tam olarak tecellisi noktasında sorumluluğu bulunmaktadır. Çünkü adâletin ve dürüst yönetimin olmadığı her yerde yozlaşmanın ve yabancılaşmanın ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Sizlerin de takdir edeceği üzere, adaletsizlik ve kötü yönetim, toplumu yaşatan bütün değerlerin çürümesini ve sonuçta devlet ve toplumun ortadan kalkmasını beraberinde getirir.

Aslında, bu durum bütün milletlerin tarihinde gözlenebilen bir gerçektir. Hatta, milli ve manevi değerlerinden, kimliğinden, kültür ve medeniyetinden kopan pek çok millet vardır ki, sadece devletini kaybetmekle kalmamış, tarih sahnesinden de silinmişlerdir.

Öte yandan, tarih boyunca hiçbir milletin sürekli yükseliş veya sürekli çöküş içerisinde olmadığı, pek çok iniş ve çıkışlar yaşadığı bilinmektedir.

Bu gerçek göz önünde bulundurulduğu takdirde, bugün için içerisinde bulunduğumuz sıkıntılardan kurtulmanın, dünyanın saygın ve güçlü ülkeleri arasında yer almanın yolunun da, hem içinde bulunduğumuz çağı anlamaktan, hem de kendimizi tanımaktan geçtiği açıkça ortaya çıkmaktadır.

Şu anda Türkiye'nin önünde, bir taraftan milli ve manevi değerlerine, kültürüne ve kimliğine sahip çıkmak ve diğer yandan da bunları geliştirmek gibi çok önemli ve vazgeçilmez görevler bulunmaktadır.

Değerli Misafirler,

Dünyadaki güç mücadeleleri ve strateji denklemleri içinde bu kadar kritik bir rol oynamış olan Osmanlı Devleti'nin, bizlere bıraktığı önemli miraslar vardır. Gâzi Mustafa Kemal Atatürk ve silâh arkadaşlarının önderliğinde kurulmuş olan millî devletimiz Türkiye Cumhuriyeti, Türk Milletinin Osmanlı Devleti'nden sonraki yeniden dirilişini ifade eder.

Tabiidir ki, bu yeni oluşumun eskiye göre farklı bir siyasî ve hukukî çerçevesi vardır. Ancak devletler ve milletler arasındaki mücadele ve yarış açısından düşünüldüğünde, stratejik ilişkiler bağlamında değişen bir şey olmadığı fark edilecektir. Geçmişte Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini "Şark meselesi" ekseninde değerlendirenlerin, bugün de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne benzer muamelelerde bulunmaya çalıştıkları görülmektedir.

Dolayısıyla ciddî bir tarih birikimine ve kapsamlı bir tarih şuuruna sahip olmadan milli meseleleri ve hedefleri değerlendirmek, Türkiye açısından iyi sonuçlar getirmeyecektir. Kıbrıs meselesinden yeniden yapılanma çabalarına kadar pek çok alanda bu şuur ve birikimlerin yol göstericiliğine ihtiyaç bulunmaktadır.

Türkiye'nin çeşitli uluslararası kuruluşlarla olan ilişkilerini de bu çerçevede ele almakta fayda vardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hayatî telâkki ettiği ve taviz vermesi mümkün olmayan meselelerde, özellikle dost ve Türkiye'yle ilişkili ülkelerin de hassas davranması gerekmektedir. Türkiye'nin vazgeçilmez olarak gördüğü konularda tavizler vermesini istemenin ne mantığı ne de kabul edilebilir bir tarafı vardır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin hayat alanını daraltmak anlamına gelebilecek taleplerin, nezdimizde "Şark meselesi"nin devamı hareketler olarak değerlendirileceği, herkes tarafından iyi bilinmelidir. Türkiye'nin varlığı ve geleceği, her şeyin üzerindedir. Bunun içinde herhangi bir tartışma ve pazarlığa konu edilmesi, hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu inanç ve kararlılık herkes tarafından böyle bilinmelidir.

Saygıdeğer Misafirler,

Muhterem Söğütlüler,

Dünyada çok az millete nasip olan büyük devletler kurma yeteneği bizim milletimize aittir. Bunun en güzel örneğini, azamet ve ihtişamını bugün yabancıların daha fazla araştırmaya yöneldiği Osmanlı Devleti'nde görmek mümkündür.

Osmanlı kelimesi sadece geniş coğrafyalarda yer tutmuş bir devleti değil, aynı zamanda dünyayı etkilemiş önemli bir medeniyeti çağrıştırmaktadır. İnsan sevgisine ve adâlete dayalı bu medeniyet, Türk milletinin yaratıcı hamleleriyle meydana gelmiştir. Türk milletinin büyük medeniyet oluşturma potansiyeli, dün olduğu gibi bugün de mevcuttur. İnanıyorum ki, bu potansiyel doğru değerlendirildiğinde, yapılamayacak hiçbir iş, aşılamayacak hiçbir engel yoktur.

Bilindiği gibi, çağımızda devletlerin büyüklüklerini, güçlerini ve etki alanlarını belirleyen esaslar arasında coğrafi büyüklük, nüfus, asker gücü büyük ölçüde önemini korumakla birlikte yeterli olmaktan çıkmıştır. Ülkeler, sınırlarını genişletmek, yeni yerler fethetmek yerine, dünya yüzünde mümkün olduğunca yaygın ittifaklar ve işbirliği zeminleri aramaktadır. Bilgi üretimi ve hakimiyeti, ileri teknoloji, üretim ve pazar payı gibi kavramlar ülkelerin ve milletlerin dünya yüzündeki etkinliğinin ve gücünün belirlenmesinde büyük önem kazanmıştır. Türkiye'nin de, küresel ölçekte anlam ve önem ifade eden bu süreci takip etmesi ve kazanması şarttır.

Türkiye'de yaşanan ekonomik darlığın vatandaşlarımızın moralini bozduğu, ümitlerini zayıflattığı bilinen bir gerçektir. Ancak şu da iyi bilinmelidir ki, yaşadığımız büyük ekonomik kriz ülkemizin potansiyeli doğru yol ve yöntemlerle harekete geçirildiğinde aşılacak, Türkiye yeniden atılıma geçecektir.

Bunun için, ümitsiz olmamalıyız. Gücümüzü, ekonomik kalkınmayı sağlamak ve adâletli bir yönetim anlayışı oluşturmak için seferber etmeliyiz. Osmanlı'dan devraldığımız mirasın, omuzlarımıza yüklediğini misyonda bunu gerektirmektedir. Bu şuur ve sorumluluk içinde hareket ettiğimiz zaman "Lider Türkiye" hedefine ulaşmamız kolaylaşacaktır. Bu hedefe varılacağına inanan, bu uğurda çalışan, gayret gösteren herkesi takdirle ve sevgiyle kucaklıyorum.Bu duygu ve düşüncelerle, bu topraklarda yatan başta Ertuğrul Gazi olmak üzere bütün ulu şahsiyetleri, bütün devlet ve millet büyüklerini bir kez daha minnetle anıyor, hepsine fatihalar gönderiyorum. Sizleri de en güzel, en kalbî duygularımla selamlıyor, Cenab-ı Allah'a emanet ediyorum.

Sağolun, varolun...

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı