17.09.2001 - TBMM Gup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Konuşması
17 Eylül 2001

 

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Yüce Meclisimizin yeni yasama yılına başlayacağı bu günde sizlerle birlikte olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Huzurlarınızda, yeni yasama yılında da Meclisimizin ve grubumuzun ülkemizin sorunları ve ihtiyaçları doğrultusunda hayırlı çalışmalar gerçekleştireceğine olan inancımla, tüm değerli milletvekili arkadaşlarıma başarılar diliyorum.

Tatil döneminde, uzun yıllar boyunca milletvekili ve bakan olarak milletimize hizmet eden, değerli siyaset adamı Elazığ Milletvekili Ali Rıza Septioğlu'nu kaybetmiş bulunuyoruz. Burada merhum Septioğlu'na Yüce Allah'tan rahmet; ailesine, yakınlarına, Doğruyol Partisi Camiasına ve milletimize başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Bilindiği gibi, Meclisimizin bu yıl da kısa tuttuğu tatil süresince siz değerli milletvekillerimiz büyük ölçüde seçim bölgelerinde vatandaşlarımızla iç içe olmuş ve ülke gündemindeki sıcak sorunları yerinde görmek ve değerlendirme fırsatına kavuşmuş bulunmaktadır. İnşallah, bu çalışma döneminde vatandaşlarımızın Meclisimizden ve siz milletvekillerimizden beklentilerine elbirliği ile cevap verme imkânımız olacaktır.

Mâlum olduğu üzere, tatil sürecinde ülke gündemindeki sıcak gelişmelere paralel olarak, dünyada çok önemli olaylar yaşanmıştır. Bunların en başında da, şüphesiz ki terörün acımasız yüzünü dünya kamuoyuna taşıyan Amerika Birleşik Devletleri'ndeki facia gelmektedir.

Bu gün, sizlerle birlikte değerlendirmek istediğim konular arasında öncelikle bu terör vahşeti yer alacaktır. Ayrıca, ülke gündeminde olduğu gibi, Milliyetçi Hareket nezdinde de önemini artırarak koruyan yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele ile Hükümet ve parti grupları olarak önemli ölçüde mutabakat sağlanan anayasa değişikliği üzerinde de durmak istiyorum.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

ABD'de meydana gelen korkunç ve insanı dehşete düşürecek derecedeki vahşi eylemler, terörü yeniden dünyanın gündemine taşımış bulunmaktadır. Yaşanan bu olayla birlikte, terörizmin lanetli yüzünün çok iyi tanınması gereği bir kere daha ortaya çıkmıştır.

İnsanlığın çok ciddi ve dramatik bir vahşetle karşılaştığı bir gerçektir. Bu sebeple hepimizin bildiği gibi, bir çağrı yaparak "11 Eylül'ün Dünya Terörle Mücadele ve Terör Mağdurlarını Anma Günü" olarak kabul edilmesini teklif etmiş bulunuyoruz. Bu teklifimizi bir kere de burada tekrar ederek, yeniliyoruz.

Terör, hangi ülkede ortaya çıkarsa çıksın, hangi gerekçelerle kendisini haklı çıkarmaya çalışırsa çalışsın, insanlık dışı olduğu gerçeğini gizleyemez. Yine, utanç verici, aşağılık bir eylem olduğu gerçeğini değiştiremez.

Amerikan halkına ve hedeflerine yönelik eylemler, büyük bir katliamdır, bir insanlık suçudur. Hiçbir gerekçe ve hedef, sivil ve masum insanların hunharca öldürülmesini hiçbir şekilde haklı ve meşru kılamaz. Öncelikle bu gerçeğin, bu şekilde anlaşılması ve kabul edilmesi lazımdır.

Terörün mahiyeti, onun gerekçelerinde değil; tahrip ettiği, insan hayatına yönelttiği yıkıcı etkilerde, yani neticelerinde ortaya çıkar ve anlaşılabilir.

Terör insanın varlığını ve yaşama hakkını, vahşice ortadan kaldırma eylemi olduğu için, dünyanın her tarafında kendilerini nasıl göstermeye çalışırlarsa çalışsınlar teröristler, aşağılık eylemleri gerçekleştirenlerden başkaları değildir. Bundan dolayıdır ki, terör bir insanlık ayıbıdır ve insanın kendi türüne karşı yönelttiği en ahlaksız, en acımasız eylem biçimidir.

İnsanlığın binlerce yıllık tarihi içerisinde yaşanan acı olaylardan elde ettiği makûl çözüm yollarını, yöntem ve amaçlarını reddederek, en ilkel yöntemlerle şiddete ve şiddet eylemlerine bağımlı yaşayan teröristlerin sosyal psikolojileri; onların hastalıklı ve marazi ruh yapısının ve çok çeşitli faktörlerin ürünü olarak görülebilir.

Burada unutulmaması gereken husus, bu hastalıklı ruh yapısının teröre yönelmesini sağlayan, onları terörist yapan faktörlerdir.

Eğer bir toplumda, hatta uluslararası camiada, terörün insan hayatına yönelen, insanı yok etmeyi amaçlayan aşağılık bir eylem biçimi olduğu konusunda bir bilinç yoksa, hatta teröristi "siyasi mücadele" yürüten birisi olarak görme eğilimi varsa, bu durum hastalıklı, marazi tiplerin teröre yönelmelerini sağlar. Bu da, bir nevi terörü teşvik ederek ödüllendirmek anlamını taşır.

Bugüne kadar değişik terör hareketleri karşısında takınılmış olunan tavır, genellikle teröristleri cesaretlendiren bir yönde cereyan etmiştir.

Bunun için, terörizme karşı ortak bir anlayış ve tavır geliştirmek, günümüzde çok daha önemli hale gelmiş bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'nde vuku bulan trajedi, bir taraftan terörizmle mücadele ederken, diğer taraftan batı ülkelerinin de bir özeleştiri yapması, çifte standartlardan şiddetle kaçınması bakımından da bir dönüm noktası olmalıdır.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Bilindiği gibi, yeryüzünde terörden en fazla zarar gören, teröre en ağır bedeli ödeyen ülkelerin başında Türkiye gelmektedir.

Ülkemizin geçtiğimiz yıllarda teröre çok ağır bir fatura ödemesinin arkasında Türkiye'yi uluslararası siyaset sahnesinde yalnız bırakmak, kuşatmaya almak isteyen bazı ülkelerin teröre verdikleri destek ve terörü bir "siyaset" aracı gibi kullanma yaklaşımları vardır.

Siyaseti, yöntem ve amaçlarını meşruiyet dışı bir yaklaşımla, yani terörle barıştıran bu anlayışın, terörün hangi ülkede ortaya çıkarsa çıksın, tahrip ettiği temel hedefin insan olduğu, insanlık onuru olduğunun göz ardı edilmiş olmasıdır.

İnsanlığın bugünü ve yarını için, yaşanılan büyük acılardan dersler almak çok önemlidir. Türkiye olarak, geçen 20 yıl boyunca yaşadığımız ve çok acı çektiğimiz olaylardan elde ettiğimiz tecrübeleri dünya ile paylaşmak istiyoruz. Bugün ABD'de yaşanan büyük insanlık dramından da elde edeceğimiz neticeler ve dersler vardır. Bu acıların unutulması mümkün değildir.

Fakat, insanlık, bu olaylardan elde ettiği tecrübe ve değerlendirmelerini daha güzel bir dünya için kullanabilmeyi başarabilirse, acılar hafifletilebilir, unutulmasa da teselli bulunabilir.

Yaşanılan büyük terör olaylarının muhasebesinden elde edilmesi gereken neticeler ve değerlendirmeler şu hususları kapsamalıdır.

1-Siyasi mücadele ve araçları, şiddet ve şiddet araçlarından tamamen farklı mahiyet taşırlar. Bu bakımdan terör, bir siyasi faaliyet değil; meşruiyeti olmayan, ahlâki değer taşımayan, bir yöntemi ifade eder. Terörist ise, insanlık düşmanı canilerin kollektif adıdır. Dolayısıyla, terör örgütlerinin boyutları ile eylem alanlarının ve biçimlerinin niteliği, terörizm gerçeğini değiştirmeyecektir.

2-Terörü uluslararası siyasetin bir aracı olarak görmek, terörü uluslararası hale getirmek ve vahşeti küreselleştirmek anlamını taşır. Terör, dünya çapında bir tehdit ve insan hayatına yönelmiş yok etme eylemi olduğu için, teröre karşı uluslararası müeyyidesi olan bir siyasi, hukuki ve pratik eylem zemini oluşturmaya ihtiyaç vardır. Bu çerçevede, terörizmle ilgili kavram ve yöntemler netleştirilmeli, çok zayıf durumdaki uluslararası işbirliği ağı güçlendirilmelidir. Bunun için en kısa zamanda Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın öncülüğünde bir "Uluslararası Terörizmle Mücadele Konferansı" toplanmalı, kavramlar ve yöntemler üzerinde uzlaşma temin edilmelidir.

3-Terörü destekleyen ülkelere karşı uluslararası toplum yaptırımlar uygulamalı, terör suçlularını insanlık suçlusu ilan edip bireysel suçların dışında bütün insanlığa karşı işlendiği için bu eylemden dolayı da ayrıca yargılanmalıdır. Hatta ölüm cezasının, ülkelerin ceza sistemlerinden bütün adi suçlar için çıkarılsa bile, terör suçları için yer alması sağlanmalıdır.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Amerikan halkına yönelik insanlık dışı eylemle birlikte medeniyetler ya da dinler çatışması senaryolarının da, tekrar çok hızlı bir biçimde ve düşüncesizce tedavüle sokulduğu görülmektedir.

Bu, her şeyden önce beşeriyetin varlığına yönelik bir tehdittir ve gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü, böyle bir anlayış ve propaganda, bütün insanlığın dayanışma içinde bulunması gerçeğine, küresel barış ve huzura yönelik bir tecavüz olacaktır. Bunun yanında uluslararası terörizmle etkin mücadeleyi zaafa uğratacak, teröristlerin ekmeğine yağ sürülmesi anlamına gelecek yanlış ve tehlikeli bir yaklaşımı ifade etmektedir.

Ayrıca, terörü bir yöntem olarak kullananların, hoşgörü ve yardımlaşma dini olan İslam ile ilişkilendirilmesi, hangi kimliği kullanırsa kullansınlar uluslararası teröristlerin müslüman toplumları temsil ettiği iddiasının dile getirilmesi, çok vahim ve çarpık bir anlayıştır. Bütün ülkelerin böyle bir tarihî ve insanî hataya düşmekten şiddetle kaçınmaları zorunluluğu vardır.

Hiç kimsenin, dinler ya da medeniyetler çatışmasına çanak tutarak bütün insanlığın ortak yaşama alanı olan yeryüzünü yaşanılmaz kılmaya hakkı yoktur.

Çok Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

 Günümüzde, terör gibi toplumları tahrip eden, ülkeleri yıpratan başka olaylar da vardır. Hiç şüphesiz, bunlardan birisi yoksulluk, diğeri ise yolsuzluklardır.

Terör, insanlığın hayat hakkına, toplumların varoluşuna yönelik bir tehdit iken; yolsuzluk ise, toplumun güven duygusunu yıkan, organize olma kabiliyetlerini zaafa uğratan işbirliği ve dayanışma zeminlerine zarar verip ekonomik ve toplumsal gelişme motivasyonlarını ezip yok eden bir engeldir.

Bizim parti olarak yolsuzlukla mücadeleyi siyaset sahnesinde bir prensip olarak benimsemiş olmamız, toplumun güven bilincini güçlendirip, gelişmeyi motive edecek sağlam ahlâki temellere dayalı bir kalkınma hareketine duyulan ihtiyaca işaret etmektedir.

Dürüst siyaset ve siyasetçi, yolsuzlukla mücadeleyi, toplumsal dinamizmi harekete geçirmenin ön şartlarından biri olarak kabul eder. Bu sebeple, bu 57. Hükümet döneminde çok önemli bir sayfa açılmıştır. Daha önce örtbas edilen her konunun üstüne gidilmiş, ister eski, isterse yeni her türlü şaibeli konular karşısında ciddi bir mücadele başlatılmıştır.

Bu dönemde ortaya çıkarılan yolsuzluk dosyaları, devlet kurumunun ne kadar zaafa uğratılmış olduğunu, devlet işlerinin ne hale getirildiğini gösterdiği gibi; kamu gücünü suistimal eden anlayışın nasıl yaygınlık kazandığını göstermesi bakımından da oldukça düşündürücüdür.

Burada açıkça tekrar ediyorum ki, yolsuzlukla mücadeleye kime ve nereye ulaşırsa ulaşsın devam edeceğiz. Hangi konuda olursa olsun kesintisiz sürdüreceğiz. Devlet gücünün istismar edilmesine asla müsamaha etmeyeceğiz. Bu mücadeleyi yaparken dürüst hareket eden ve kamu çıkarlarının gerektirdiği gibi davranan kamu görevlilerine de sahip çıkacağız.

Onları çıkar gruplarının baskı ve şantajları karşısında yalnız bırakmayacağız. Kısaca kamu yönetiminde adaletten ve etkinlikten şaşmayacağız.

Milliyetçi Hareket Partisi, yolsuzlukla mücadeleyi bir şiar olarak kabul ettiği için bu konuda aşırı derecede hassas ve tavizsizdir. Her kurumda, her siyasi partide böyle bir anlayışın hakim olması zorunluluğu vardır. Zaten temiz yönetimi gerçek kılmanın başka bir yolu yoktur.

Bilindiği gibi, Hükümetimiz döneminde, irili ufaklı onlarca yolsuzluk operasyonu yapılmış, milletimizin trilyonlarca lirasının heba olması önlenmiştir. En son olarak, partili bakanımızın sorumluluğu altında olan Bayındırlık ve İskan Bakanlığı bünyesinde başlayan operasyonlarla ilgili yargı süreci başlamış bulunmaktadır.

Sayın bakan, partimizin temiz siyaset prensibi ve siyasi sorumluluk anlayışı gereği görevinden ayrılmıştır. Bunun da ötesinde, Türk demokrasi tarihinde örnek teşkil edecek bir davranış daha sergileyerek milletvekilliğinden de istifa etmiştir.

Şimdi huzurlarınızda bu konuyla ilgili olarak yapılan çeşitli spekülâsyonlara değinmeyi zorunlu görüyorum. Milliyetçi Hareket Partisi, bu zamana kadar birçok parti ve politikacının yaptığı gibi şov yapmamış, milletine karşı sorumluluğunu yerine getirmiş, samimiyetini ve kararlılığını ortaya koymuştur.

Parti grubumuz, Meclis gündemine geldiğinde, ilkelerinin gereğini yaparak, Sayın Koray Aydın'ın milletvekilliğinden istifasının kabulü yönünde oy kullanacaktır.

Milliyetçi Hareket'in bu yaklaşımı, bütün partilere ve politikacılara örnek teşkil etmelidir. Dün Milliyetçi Hareket'i bu konuda muvazaa yapmakla itham etmeye çalışanlar, şimdi kendilerine yönelik iddia soruşturmaları bir çırpıda siyasi olarak tanımlama gayreti içine girmişlerdir. Bu tavır, temiz ve ilkeli siyaseti ciddiye alanların, yolsuzlukla mücadele de samimi ve kararlı olanların tavrı olamaz.

Milliyetçi Hareket Partisi, bütün siyasi parti ve kuruluşları, her konuda olduğu gibi, yolsuzlukla mücadelede de, daha açık, kararlı ve tutarlı olmaya davet etmektedir.

Ülkemiz yaşadığı büyük ekonomik krizden çıkarken, toplumun güven ve dayanışma bilincine ihtiyacı varken, bizim yapmamız gereken parlamento olarak güveni tesis etmek, örnek olmak ve toplumun önünü açacak çalışmaları yapmaktır.

Özellikle yolsuzlukla mücadele ve ekonomik sorunların aşılması konusunda ortaya koyacağımız çalışmalar, Türkiye'nin kalkınması ve yoksullukla mücadele için mesafe katedilmesini sağlayacaktır.

Önümüzdeki yasama döneminde hem yoksullukla mücadele de, hem de ülkenin ihtiyaç duyduğu yasaları çıkarma konusunda kararlılıkla çalışacağımızdan kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Konuşmamın bu bölümünde, anayasa değişikliği süreci ve tartışmaları üzerinde durmak istiyorum.

Hatırlanacağı üzere, bugüne kadar 1982 Anayasasında benzer değişiklikler yapılmış ve daha demokratik siyasi yapı arayışları devam etmiştir. 1982 Anayasası da, diğerleri gibi, önemli ölçüde yapıldığı dönemin şartlarını ve anlayışlarını yansıtan bir özelliğe sahip olmuştur.

İkinci olarak, ülkemizde temel kural ve değerlerde güçlü bir konsensusun bir türlü oluşmaması, hem anayasa yapımızı, hem de değiştirilme süreçlerini yakından etkilemiştir. Bugünkü anayasa polemiklerine bakıldığında, hukuk adamları ile yasa uygulayıcıların bile oldukça ilginç benzetme ve eleştiriler yönelttikleri, bir kısmının ise savunma argümanları geliştirdikleri gözlenmektedir.

Dünyanın her demokratik ülkesinde anayasal yapılar tartışılır ve eleştirilir. Ancak bunlar, hiçbir zaman, ne yürürlükteki anayasanın yerin dibine batırılması ne de değişmez kutsal metinler olarak tanımlanması şeklinde olmamaktadır.

Gerek daha demokratik bir anayasa özlem ve talebinin anti-demokratik bir söylemle dile getirilmesi, gerekse ülke ihtiyaçlarının göz ardı edilmesi, Türkiye'de sıkça gözlenen bir gerçeği ifade etmektedir.

Çarpık bir demokrasi kültürü ve tartışma ikliminin yansımaları olan bu durum, ülkemizin, bu gününü ve geleceğini doğrudan ilgilendiren hayati bir sorun olarak ortada durmaktadır. Anayasa değişiklikleri ve demokratikleşme arayışlarının hız kazandığı günümüzde, bu sorunun gözardı edilmemesi gerektiği açıktır. Çünkü, yeryüzünün en mükemmel anayasa sistematiğini oluşturmanın, yeryüzünün en mükemmel demokratik yapı ve ortamına kavuşmayı garanti etmeyeceği kesindir.

Tabii ki, meşruiyeti yüksek ve iyi düzenlenmiş bir anayasal çerçeve, demokratik hukuk devletine ulaşmanın ön şartlarından biridir. Ancak hiçbir zaman yeterli şartı değildir. Herşeyden önce güçlü bir yurttaşlık kültürünün varlığını, daha sonra da siyasi ve hukukî elitlerin özenli ve ahlakî yaklaşımlarını zorunlu kılar.

Hem uygulaması, hem de vazettiği kurallar ile ortaya çıkan anayasa olgusu, siyasi ve idari sistemin çatısını oluşturur. Böyle bir çatı oluşturulurken, bir yandan dünya ve ülke gerçekleri göz önünde bulundurulur, diğer yandan da toplumsal hayatın sağlıklı ve demokratik biçimde sürdürülebilirliği güvence altına alınır.

Her anayasa, bireysel hak ve özgürlükler ile müşterek değer ve çıkarlar arasında en uygun dengeyi kurmak ve bunu da demokratik sistem zemininde başarmayı öngörmek durumundadır. Anayasa, bu anlamıyla bir "toplum sözleşmesi" mahiyeti kazanır, bütün tüzel ve özel şahsiyetleri bağlayıcı bir nitelik arzeder.

İşte Milliyetçi Hareket Partisi'nin anayasa olgusuna ve tartışmalarına yaklaşımlarını belirleyen temel bakış açısı budur. Ancak buna rağmen, anayasa tartışmaları ve demokratikleşme çabalarının yoğunlaştığı son zamanlarda, bazı önyargılı çevreler partimizin tutumuna yönelik gelişi güzel eleştiriler yöneltmeye çalışmışlardır. Yine, kendi ideolojik ve ahlakî kabullerini "evrensel doğru" olarak kabul ettirmenin arayışı içinde olmuşlardır. Bunu da, her zaman olduğu gibi, demokrasi ve insan hakları makyajıyla süsleyerek yapmaya gayret etmişlerdir.

Partimizin, sadece milli varlığımızı değil, aynı zamanda demokrasimizin garanti altına alınması mânâsına gelen duyarlılığını anlamak istememişlerdir. Bunların bir kısmı biraz daha ileri giderek, Milliyetçi Hareket'in anayasa değişikliği ve demokratikleşmenin önünde engel teşkil ettiğini söyleme yarışı içine girmişlerdir.

Hiç şüphe yok ki, ülkemizin birlik ve dirliğini sürekli gözönünde bulundurma sorumluluğunu yani Türk vatanını koruma duyarlılığını önemsemeyenlerin, böyle düşünmesi normaldir. Dünya ve Türkiye gerçeklerini doğru dürüst okumaktan mahrum oldukları içindir ki, onların Milliyetçi Hareket'i anlayıp takdir etmeleri mümkün değildir.

Eğer Türkiye bugün, anayasasında ileriye dönük ciddi bir adım atmanın eşiğine gelmiş ise, bunda Milliyetçi Hareket Partisi'nin katkısı çok büyüktür. Eğer bugün, Türkiye, dünya ve bölge tarihinden ve tecrübelerinden gerekli dersler çıkartarak, milli hassasiyetlerini gözeterek adımlar atıyorsa, bunda da Milliyetçi Hareket'in rolü ve önemi çok büyüktür.

Bugün, Meclisimizin resmen açılışıyla birlikte yasama sürecinin bir parçası haline gelecek olan anayasa değişikliği paketi, demokratik hukuk devletini geliştirecek önemli bir değişiklik projesi anlamına gelmektedir. Bu süreç, aynı zamanda 1982'den bu yana yapılan en kapsamlı değişiklik paketini ifade etmektedir.

Buna göre, sivil toplumun güçlendirilmesi, bireysel hak ve özgürlükler ile sendikal hakların geliştirilmesi, milli güvenlik kurulunun yapısı ve işlevinin açık bir hale gelmesi mümkün olacaktır. Yeni değişiklerle birlikte, anayasamız daha çağdaş ve demokratik bir nitelik kazanacaktır. Bu durumun, tartışma ve uzlaşma kültürünün zayıf olduğu ülkemiz açısından çok önemli bir kazanımı ifade edeceği kesindir.

Kısacası, Partimiz, milli çıkar ve değerlerin korunması zorunluluğu ile demokratikleşme ihtiyacını karşı karşıya getirmeyerek, hem ülkemizin milli varlığını koruyup yüceltmenin, hem de çağın değer ve ihtiyaçlarını dikkate almanın mümkün olduğuna inanmaktadır. Zaten örnek alınması istenen ülkelerin yapmaya çalıştıkları da bundan çok farklı değildir. Ayrıca, bölücülüğü ve yıkıcılığı körüklemeyi kolaylaştırmanın demokrasiyle de hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Gerçekleri gizleyerek ya da gerçeklere tek gözle bakarak mesafe alınamayacağı gibi, Türk Milletine iyilik yapılması da mümkün değildir. Türkiyemizin, hangi ağır bedelleri ödeyerek, hangi büyük badireleri atlatarak bugünlere geldiğini başkaları unutsa bile, Milliyetçi Hareket hiç unutmayacaktır.

Sadece, unutmakla da kalmayacak, her zaman bu yaklaşımını savunacak ve unutanlara hatırlatmaktan kaçınmayacaktır.

Biliyor ve inanıyoruz ki, hem vatanımız ve milletimiz, hem de demokrasimiz, sorumluluk bilinci yüksek insanların omuzlarında yükselecektir.

Yine biliyor ve inanıyoruz ki, ülkemizin birliği ve dirliği üzerinde titremeyenlerin, ne tarih önünde, ne de milletimiz nezdinde hiçbir değeri olmayacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, konuşmama son veriyor, yeni yasama döneminin başta aziz Milletimiz olmak üzere, demokrasimiz ve partimiz için hayırlara vesile olmasını Yüce Allah'tan niyaz ediyorum.

Hepinize bir kez daha başarılı çalışmalar diliyor, saygıyla selamlıyorum.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı