Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Muhterem Milletvekilleri, Kıymetli Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Bu haftaki Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Güneydoğu Asya’da Malay Takımadaları bölgesinde yer alan Filipinler’in tayfun felaketine maruz kalmasından üzüntü duydum. Bu doğal afetten dolayı binlerce Filipinli hayatını kaybetmiştir. İlk belirlemelere göre 4 milyon 300 bin kişi bu doğal yıkımdan etkilenmiştir. Müslüman nüfusa da sahip olan bu ülkeye uluslararası toplum yardım elini uzatmalı, yaraları sarmak için kaynaklarını harekete geçirmelidir. AKP hükümeti ise insani yardım ve desteklerden kaçınmamalı, imkanlar nispetinde Filipinler’in yanında olmalıdır. Filipinlere geçmiş olsun dilerken, Cenab-ı Allah’ın böylesi felaketlerden milletimizi ve tüm insanlığı korumasını ve kollamasını içtenlikle niyaz ediyorum.
Değerli Milletvekilleri, Takdir edersiniz ki, son 11 yıldır Cumhuriyet tarihinin en sıkıntılı olaylarına, en sarsıcı ittifaklarına ve en üzücü gelişmelerine tanıklık ettik. Bu zaman zarfında, millet ve devlet hayatı ciddi düzeyde tahrip, ciddi oranda baskı altına alınmış, Türkiye adeta zulmetin ve zulmün kapanına kısılmıştır. Milli ve manevi değerler aşırılıkların hedefi olmuş, art niyetli tutumların saldırısına uğramıştır. Türkiye’den hoşnut olmayan, Türk milletinin varlığından rahatsızlık duyan kim ya da kimler varsa AKP’yle büyümüş, güçlenmiş ve palazlanmıştır. Bu çerçevede yalan, dolan ve ihanet sürekli gelişmiş ve alanını genişletmiştir. Milleti anonim bir kalabalığa, devleti de milli güvenlik, milli ilke ve milli çıkarlarından arındırılmış güçsüz ve takatsiz bir yapıya dönüştürmek için yoğun faaliyetler yürütülmüştür. AKP ancak ve ancak yabancıların verebileceği türden zararları 11 yılda gerçekleştirmiştir. İktidar; değişim ezberleriyle, tabuları yıkıyoruz nakaratlarıyla, geçmişle hesaplaşıyoruz yaygarasıyla milli birlik ve bölünmez bütünlüğümüze saldırı üstüne saldırı düzenlemiştir. AKP zihniyeti kutuplaşmadan beslenen, gerginliklerden nemalanan, devamlılığını duygu sömürüsünde gören, millilik vasfı olmayan, Türk kimliğinin yabancısı olmaktan kaygı duymayan menfaat teşekkülü olarak hafızalara kazınmıştır. Bu menfaat teşekkülü 11 yıldır milletimize hayatı zehir etmiş, beklentileri karşılayamamış, bölücü ve terörist talepler dışında herkesle arasına kapanmayacak mesafeler koymuştur. Ne yazık ki, Türk milletine duyulan bağlılık hissi, müşterek milli vicdan ve milli şuur AKP’nin baskı ve tacizi altında kalmıştır. Millet olarak yaşamamızı temin eden, varlığımızı idame ettiren, eriyip yok olmamıza engel olan millet olma bilinci iktidarın hışmına uğramıştır. Bu nedenle milli ve manevi değerlere her zamankinden daha çok sahip çıkmak ve yanında durmak büyük bir görev halini almıştır. Biz bu sorumluluk içinde Türkiye’nin dokuz bölgesinde “Milli Değerleri Koru ve Yaşat” adıyla temalı açık hava toplantıları düzenledik, bu kapsamdaki düşünce ve duruşumuzu açık yüreklilikle gösterdik. Bu bağlamda 9 Kasım 2013 günü Ankara Tandoğan Meydanı’nda Türkiye temasıyla son toplantımızı gerçekleştirdik. Çok şükür milyonlarca vatandaşımız sesimizi duymuş, kaygılarımızı anlamış, daha önemlisi davetimize icabet ederek Türkiye’ye sahip çıkmıştır. Bundan son derece mutluyum. Yandaş kalemler görmese de, mütareke basını yazmasa da, üstelik bizimle ilgili haberleri karartmaya, kapatmaya ve saptırmaya çalışsa da yürüyüşümüzü ve milletimizle kavuşmamızı kimse geciktirememiştir. Tandoğan’daki izdihamdan ürkenler, uykuları kaçanlar, yüzü asılanlar, ne oluyoruz diye birbirlerinin hasmane yüzüne eblek eblek bakanlar Milliyetçi Hareket’in önüne dahi çıkamayacaktır. 9 Kasım tarihinde Tandoğan Meydanı dolup taşmış, eşine ve benzerine çok az rastlanacak bir heyecan seline ve coşku ummanına sahne olmuştur. 23 Mart 2013 günü Bursa’da düzenlediğimiz Kuruluş mitingimizden itibaren bir kez daha gördük ki, Türk milleti; milli ve manevi değerlerini korumaya ve yaşatmaya kararlıdır. Ne pahasına olursa olsun kaderini, kardeşliğini ve kutlu geleceğini lekeletmemeye, şaibe ve belirsizlik altında bırakmamaya tahminlerin ötesinde azimlidir. Türk milleti vahdetin yolunda, kardeşliğin izinde, bağımsız yaşamanın ısrarındadır. Aziz milletimiz bölünmeye, bölücü emellere, pazarlıkçı yüzlere, felaket elçilerine, terörist planlarına tamamen kapalı ve karşıdır. Açık hava toplantılarımız bunu kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde ispatlamıştır. Şu günkü nazik ve zahmetli ortamda, Türkiye’nin hak ve menfaatlerine zarar verdirmemek hepimiz ve tüm vatan sevdalıları için zorunludur. Biz bu tarihi görevi; ihmale, inkara ve üşenmeye bir an olsun prim vermeden sonuna kadar üstlenmekten vazgeçmeyeceğiz. Türk milletini böldürtmeyeceğiz, Türklüğü mahcup ettirmeyeceğiz ve Türkiye’yi Çanakkale ruhuyla, milli mücadele vakarıyla, her mihneti göze alarak şerefimiz bilecek ve sahipsiz bırakmayacağız. Ülkemizin elini zayıflatacak her müdahalenin karşısında biz varız. İhanetin alevlerini körükleyen tüm çevrelerin, tüm bedhahların, tüm yıldırıcı hamlelerin karşısında biz duracağız. Açık ya da üstü kapalı tüm şirret senaryolara göğsümüzü gereceğiz. Türk milletine tarihten gelen hınç ve garezle tuzak kuran, akıllarınca misilleme yapan mihraklara imanımızla ve ülkülerimizle direneceğiz. Dürtülerini kontrol edemeyen, Türklükle yollarını ayıran, terör işbirlikçiliğinden mimlenmiş kibirli ve kararmış vicdanlara, Türkiye’yi bitkisel hayata sokmaya çalışan Eşbaşkanlara hadlerini gün gelecek bildireceğiz. Türk milleti sımsıkı durduktan sonra; √ Yüreklerdeki buzlar eriyecektir. √ Bozguncuların sonu gelecektir. √ Fitne yuvalarının, firavun lobilerinin mahvı görülecektir. √ Üzerimizdeki karanlık bulutlar dağılacaktır. √ Engeller yıkılacak, sanal tehditler yok olacaktır. √ Bariyerler devrilecek, tükenmemizi isteyenler hüsrana uğrayacaktır. √ Ümitsizlik tortuları, korku ve kaygı kuşatması aşılacaktır. √ Ne Mutlu Türküm diyene seslenişi eski itibarına kavuşacaktır. √ Ve Türkiye kazanacak, hak ettiği, layık olduğu gelişmişlik seviyesine ulaşacaktır. Eminim ki, Türkiye artık yeter diyecektir. Eminim ki, Türk milleti damarlarında akan tertemiz kanıyla, soylu ruhuyla ve imrenilecek asaletiyle egemenliğinin hakkını verecek, kötülerin hakkından gelecektir. Başbakan ve hükümeti ne yaparsa yapsın, Türk milletinin yönünü değiştiremeyecek, bin yıllık hukukun önüne geçemeyecek ve tarihsel varlığımızı tersine çeviremeyecektir. Bursa’dan Ankara’ya kadar milli değerleri korumak ve yaşatmak için bizlerle beraber olan, destek veren aziz milletime, tüm milliyetçi, ülkücü ve vatansever kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum. Yaktığımız milli meşalenin gür ve canlı bir şekilde vatanımızı aydınlatacağını, güzel ve mutlu günlerin habercisi olacağını görüyor ve bundan da bahtiyarlık duyuyorum. En son olarak, Türkiye temalı açık hava toplantımızın düzenlenmesinde emeği geçen Başkanlık Divanımıza, Merkez Yönetim Kurulu Üyelerimize, Ankara İl Teşkilatımıza ve partimizin her kademesinde görev alan dava arkadaşlarımla birlikte siz muhterem milletvekili arkadaşlarıma teşekkürlerimle birlikte tebriklerimi iletiyorum.
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Demokrasi, katılım ve temsili esas aldığı kadar, uzlaşma, hoşgörü ve mutabakatı da içermektedir. Bununla birlikte demokratik yönetim anlayış; demokrasiyi ruhen, vicdanen ve gerçekçi olarak kavramış, benimsemiş ve özümsemiş yöneticiler elinde anlamlı olacaktır. Demokrasiden sık sık bahsetmek kimseyi demokrasi şampiyonu veya demokrasi bekçisi yapmayacaktır. Veya sandığa vurgu, milli iradeye gönderme şekil düzeyinde kaldığı sürece demokrasiye hizmet etmeyecek ve korunup gelişmesine fayda sağlamayacaktır. Türkiye’nin bugünkü ortamında tam bir kavram kargaşası, tam bir kelime anarşisi bulunmaktadır. Neredeyse her şey birbirine girmiş, önüne gelen keyfince ahkam kesmeye, rol kapmaya ve çok bilmiş gibi hareket etmeye başlamıştır. Sanki demokrasi, özgürlük, temel haklar birilerinin vesayeti altında ve yalnızca onlara özgüdür. Barış, çözüm ve insan hakları sözcükleri bölücülerin hizmetine koşulmuş, terörün yedeğine konulmuş ve milli kimlik muarızlarının demirbaşına kaydedilmiş gibidir. AKP’nin neden olduğu buğulu ve sisli ortamda kavramlar asıl manasından uzaklaştırılmıştır. Kan döken, cinayet işleyen, vatan ve millete diş bileyen tüm odaklar garabet bir şekilde barışsever, özgürlük tutkunu, demokrasi yanlısı ve insanlık savunucusu olarak gösterilmeye, dahası kabullendirilmeye çalışılmaktadır. Sapla saman iyice karışmış, doğru ile yanlış yer değiştirmiştir. Taraf ve failleri belli olan ve acımasızca yürütülen psikolojik harekâtın özünde pozitif içerikli ve hiç kimsenin itiraz edemeyeceği mefhumları alet ederek kafaları karıştırmak, tercihleri değiştirmek, kamuoyu algısını şekillendirmek hedef olarak belirlenmiştir. Böylelikle demokrasinin ve özgürlüğün yaralanarak, yıpratılarak hain emellere seferber edilmesi amaçlanmış, maalesef bunda da bir nebze başarı sağlanmıştır. Başbakan Erdoğan ve hükümetinin gözetim, denetim ve idaresinde Türk milleti tesir düzeyi gittikçe yaygınlık gösteren acı ve çileden çıkarıcı bir operasyona maruz bırakılmıştır. Şu çelişki ve hastalıklı propagandaya bakınız ki; √ Bölücülüğe karşı çıkıyorsanız, anaların ağlamasını istiyorsunuz demektir. √ Terörün kökü kazınsın, Kandil’e Türk Bayrağı dikilsin diyorsanız; şehitlerin gelmesine çanak tutuyorsunuz demektir. √ PKK’nın eylem ve hedeflerini kararlıca eleştiriyorsanız, barışa ve çözüme karşı geliyorsunuz demektir. √ Türk milletinin parçalanmasına itiraz ediyorsanız, kan ve ölüm lobilerine hizmet ediyorsunuz demektir. √ Başbakan Erdoğan’ın şiddet ve otoriter diline muhalifseniz, demokrasiye aykırı, milli iradeye tahammülsüz davranıyorsunuz demektir. √ Milli varlığa, milli ilkelere, Türklüğe ve kurucu değerlere toz kondurmuyorsanız, vesayetçi, statükocu ve eski Türkiye’nin özlemini çekiyorsunuz demektir. Bugüne kadar iktidar takviyeli tüm propagandaların özünde bunlar yer almıştır. Başbakan Erdoğan her haklı eleştiriyi mesnetsiz ve dayanaksız şekilde püskürtmeye ve iftiraya varan kara çalmalarla savuşturmaya gayret etmiştir. Bu kafa yapısına göre; √ Yandaş olmayan herkes karşı kutuptadır ve başı ezilmelidir. √ Düşüncelerini dillendiren herkes, iktidara karşı demokratik iradesini seslendiren her vatandaşım suçlu ve art niyetli olup haklarında gerekli işlem yapılmalıdır. √ AKP’den memnun olmayan kim varsa ya faiz lobisinin, ya dış güçlerin, ya da Türkiye’nin kötülüğünü isteyen mihrakların kontrol ve kışkırtması altındadır. Başbakan Erdoğan’a bakarsanız; √ Bayrağa sahip çıkmanın adı tahriktir. √ Türk milletine saygı ve riayet etmenin adı faşizmdir. √ Türk milliyetçiliğini savunmanın adı ırkçılıktır. √ Andımızı okumanın adı ilkelliktir. Fakat onbinlerce insanımızın kanlı katili olan İmralı canisiyle pazarlık yapmak umuttur, güzel gelişmedir, çözümdür, süreçtir. Başbakan Erdoğan kendisine oy vermeyen herkesi tehdit görmeye başlamıştır. Vehimlere, hüsnü kuruntulara, şüphelere yakasını kaptırmış, mantığını ve siyasi geleceğini kurban vermiştir. Tarihteki tüm diktatörlerin müşterek lisanı, müşterek tutumu ve müşterek anlayışı Başbakan’da buluşmuş ve Başbakan’da birleşmiştir. Bu zihniyet aynen pimi çekilmiş bir bombaya dönmüştür. AKP’ye verilen oylar ters tepmiş, Başbakan’ı şımartmış, asıl yüzünü deşifre etmiştir. Başbakan, ‘üç dönemdir oylarımız arttı’ demekle, yanlışlarına milli iradeyi, milletimizin demokratik kredisini kılıf yapmaya kalkışmıştır. Türk milleti Başbakan ve hükümetine hakaret etmesi, ihanete yönelmesi, Türkiye’yi iflasa sürüklemesi için destek vermemiştir. Türk milleti Başbakan Erdoğan’ı; oğluna altıncı gemiyi alsın, banka hesaplarını dolgunlaştırsın, trilyoner olsun, yolsuzluk markası haline gelsin diye yetki bahşetmemiştir. Ne acıdır ki iktidar; despotluğu, barbarca yaklaşımları, iptidai uygulamaları tekeline almış ve milletimize esir kamplarındaki tutsaklar gibi muameleye girişmiştir. Başbakan Erdoğan otoriterleştikçe, kamu görevlileri de kendisini örnek almış; beğenisini alabilmek, övgüsünü kazanabilmek, terfi edebilmek için her türlü ahlaksızlığın, her türlü şiddetin ve her türlü işgüzarlığın içine girmişlerdir. Başbakan Erdoğan küfür çıtasını, hakaret ibresini yükselttikçe kendisini takip eden, rehber gören ve partisinin il başkanı gibi davranan bazı zavallı valililer ve devlet görevlileri durumdan vazife çıkarmışlardır. Millete hizmetkâr olduğunu iddia eden Başbakan’ın kraldan çok kralcı bürokratları, vatandaşlarımıza baskı, kabalık ve zorbalıkta ölçü ve eşikleri aşmıştır. Vatan ve millet sevgilerine güvendiğim AKP’nin değerli milletvekilleri lütfen söylesin, ileri demokrasi bu mudur? 29 Ekim ve 10 Kasım günleri Adana’da yaşananlara artık üçüncü dünya ülkelerinde bile nadiren tesadüf edilmektedir. AKP valisi sanki sokak kabadayıları gibi, sanki ona buna sataşmak, çatmak ve kavga çıkarmak için fırsat kollayan bir meczup gibi terör estirmiştir. Adana’nın başına musallat olan, Adanalı kardeşlerime gözdağları veren bu zat; şovmen midir, sokak dövüşçüsü müdür, derebeyi midir? Görevi, taşıdığı unvan ve mevkii ne olursa olsun, kalabalıkların üstüne hakaretlerle, ağza alınmayacak galiz ifadelerle yürüyen ve burnunun dikine giden bir devlet görevlisine Adana müstahak değildir ve olmamalıdır. Coşarak iktidar nimetlerine konacağını zanneden gayretkeşler, AKP gittikten sonra ne yapacaklarını, nereye çadır kuracaklarını, bugünlerin hesabını nasıl vereceklerini de şimdiden düşünmelidir. Görüldüğü kadarıyla Başbakanla valisi tencere kapak misali yuvarlana yuvarlana birbirini bulmuş, millete hazımsızlıkta, şiddet ve nefret dolu sözlerde hevesle buluşmuştur. Başbakan Erdoğan ve hükümeti Adanalılardan özür dileyerek, gerekli idari tasarrufu hemen hayata geçirmelidir. Başbakan Erdoğan ve devlet görevi icra eden bürokratları vatandaşlarımıza büyüklük taslayamaz, parmak sallayamaz, haksız ve hukuksuz yere peşlerine emniyet görevlilerini takarak yaka paça gözaltına aldıramaz. Benzerlerine Baasçı yönetimlerde rastlanan ve ele geçirme saplantısıyla ilerletilen, sadece bir işgal gücünde olabilecek hınç ve intikam felsefesi ile kendi dışındakileri hasım gören iktidar zihniyeti demokratik nezaket ve hassasiyeti tamamıyla kaybetmiştir. Bu zamana kadar bürokraside yaşanan kadrolaşma, kıyım ve partizanlık bu durumun doğal bir uzantısıdır. AKP’nin düdüğünü çalan, farklı görüş ve fikirlere hayat hakkı tanımayan, milliyetçilerin ekmeğiyle oynayan yandaş bürokratlar iktidar değiştiği anda yaptıklarını misliyle ödeyecekler, sebep oldukları hak mahrumiyetlerinin faturasına katlanacaklardır. Bakalım o zaman güvendikleri, köle gibi emrini dinledikleri Recep Tayyip Erdoğan kendilerine ne yapacak ve nasıl yardımda bulunacaktır? Şunu herkes bilsin ki; doğru düşmez, hak yerde kalmaz, haklı mağdur ve mahcup olmaz, hiçbir zaman da olmayacaktır.
Muhterem Milletvekilleri, İnsanın yaşayabilmesi için temel ve zorunlu ihtiyaçlarının mutlaka ki karşılanması ve cevaplanması gerekmektedir. İnsanlığın hangi devrinde olursa olsun bu geçerli ve değişmeyen bir kuraldır. İlk insandan beri en temel ihtiyaçlardan birisi örtünme, birisi beslenme, bir diğeri ise barınma olmuştur. Ayrıca güvenlik arayışı ve nesillerin devamı kuşkusuz bunlardan önemsiz değildir. Ancak beslenme ve barınma ihtiyacı adeta insanlığın ortak yazgısı, ortak dili ve ortak beklentisi olarak bugünlere kadar intikal etmiştir. Karnı doymayan, kalacak, yerleşecek, ikamet edecek bir göz yeri olmayan insanların; nefes almaları, hayatlarını devam ettirmeleri hayal olduğu kadar da imkânsızdır. Bir devletin, bir siyasi yönetimin en önemli görevi de, bu alandaki eksiklik ve talepleri en iyi ve en kapsamlı şekilde gidermektir. Bilhassa hayata hazırlık aşaması olarak değerlendirdiğim gençlik devresinde, barınma ve beslenme ihtiyaçları herhangi bir savsaklamaya, herhangi bir kayıtsızlığa müsaade edilmeden karşılanmalıdır. Bugün Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi konut yetersizliği, diğeri de sağlıklı ve insana yaraşır beslenme yoksunluğudur. Türk gençliği bu iki sorunu alabildiğine yaşamaktadır. Başbakan Erdoğan’ın partisinin Kızılcahamam Kampı’nın son gününde, yani 3 Kasım 2013 tarihinde, sarfettiği bazı ifadeler özellikle üniversite de okuyan, ailelerinden uzakta bulunan gençlerimizin durumunu tekrar gündeme getirmiştir. Yıllarca yapılan yurt sayısından ve verilen burs miktarlarından bahseden Başbakan, bu defa da öğrencilerimizi zan altında bırakan suçlayıcı ve yaralayıcı sözler kullanmıştır. Şu ibareler aynısıyla Başbakan Erdoğan’a aittir: “Denizli ilinde şahit olduk. Yurtların yetersizliği beraberinde çeşitli sıkıntılar doğuruyor. Üniversite öğrencisi genç kız, erkek öğrenci ile aynı evde kalıyor. Bunun denetimi yok. Muhafazakâr demokrat yapımıza bu ters. Vali Bey’e bunun talimatını verdik. Bunun bir şekilde denetimi yapılacak.” Öncelikle Başbakan Erdoğan’ın geçen haftaki grup toplantısında; karakteri itibariyle farklı bir siyasetçi olduğunu vurgulaması, bir yerde konuştuğunu inkar etme anlayışına sahip olmadığını dile getirmesi üzerinde durulması gereken bir husustur. Kendisi; eğilip bükülerek, omurgasız bir şekilde bir şeyi sürdürmenin hiçbir zaman gayreti içerisinde olmadığını iddia etmiş, yardımcısını deyim yerindeyse kum torbasına çevirmiştir. Ancak yaşadığımız, gördüğümüz bütün deneyimlerimiz işaret etmektedir ki, Başbakan’ın kendisini üst üste yalanlayan, boşluğa düşüren, bir dediği diğerini tutmayan sayısız açıklaması ve konuşması vardır. Ve bu herkesçe bilinmektedir. Bir başbakan, iki Erdoğan derken sanıyorum kast edilen de budur. Başbakan Erdoğanla bütünleşmiş şeref polemikleri, inkârlar, kıvırmalar, yok tek dil dedim, yok tek din dedim, yok demedim, yok görüşmedim, yok görüştüm sözleri şahsını her fırsatta mahcup etmiştir. Burada Başbakan’ın gelgitlerine, iniş çıkışlarına, fırıl fırıl dönen mizaç ve zihniyetine ayrıntısıyla girecek zamanımız elbette bulunmamaktadır. Şu kadarını ifade etmek lazım gelirse, Başbakan Erdoğan bal gibi, gün gibi, belgeli ve şahitli biçimde bir gün söylediklerini ertesi gün inkar eden güvenilmez, itibar edilmez bir siyaset cambazıdır. Bu itibarla muhataplarına karakterli adam pozları vermesi boşuna bir uğraş, nafile bir emektir.
Değerli Milletvekilleri, Başbakan’ın, az önce dile getirdiğim sözlerinin tesir düzeyi haddinden fazla olmuş ve çok ama çok önemli kutuplaşmaları tetiklemiştir. Kaldı ki her yurt dışı seyahati öncesi suni gündem oluşturmayı ve Türkiye’yi cephelere sürüklemeyi adet haline getirmiştir. Bu açıklama bir yolla basına sızar sızmaz Türkiye adeta mezkûr konuya kilitlenmiş, taraflı tarafsız herkes bu eksende görüş ileri sürmüştür. Parti olarak istismara ve farklı yerlere çekilmeye meyyal olan bu meselenin gizli ve gizemli noktalarının gün yüzüne çıkmasını sabırla bekledik. Nitekim Türkiye bir haftadır öğrenci evlerini konuşmakta, kızlı-erkekli evlerin olup olmayacağını tartışmaktadır. Ortada tamı tamına bir beyanat enflasyonu görülmektedir. Meseleyle ilgili görüşlerimizi tüm yönleriyle açıklığa kavuşturmadan evvel şunu söylemek lazımdır ki, Başbakan Erdoğan yurtta kalmayan ya da kalamayan tüm üniversite öğrencilerini zan altında bırakmış, bunlara da zımnen aba altından sopa göstermiştir. Başbakan Erdoğan gençliğe ayar vermeye, ahlak öğretmeye kalkışmış, öğrenci evleriyle ilgili gerekli tedbirlerin alınacağını, düzenlemelerin de yapılacağını peşinen açıklamıştır. Kabul edilmelidir ki, öğrencilere kalacak ve insanca yaşamaya müsait barınma yerleri temin etmek hükümetin en öncelikli görevleri arasındadır. Ne var ki Başbakan terör gruplarına oluk oluk para akıtırken, gençlerimizi kaderine terk etmiştir. IMF’ye 5 milyar dolar borç vermekten bahseden bu yalancı Başbakan, gençlere yurt imkânı sunmamıştır. Şurası kesindir ki, Başbakan’ın sözleri yaralayıcı ve suçlayıcıdır. İma ve göndermeleri, gençliğe yapılan en büyük hakaret, muhterem ailelerine en ciddi saygısızlıktır. Başbakan Erdoğan Türk ailesinin ahlak ve geleneklerini bu yaşına rağmen henüz idrak edememiştir. Muhafazakar demokrat anlayışlarına ters olduğundan kız ve erkek öğrencilerin yurtlarda karışık kalmalarına müsaade etmediklerini ve evlere de müdahil olacaklarını söylemiştir. Hali hazırda Türkiye’de 175 üniversite ve 303 bin öğrenciye barınma imkânı sunan 365 yurt bulunmaktadır. Üniversitelerde okuyan öğrencilerimizin toplam sayısı yaklaşık 4 milyon 300 bin civarındadır. Yurtta kalamayan, barınacak temiz ve güvenilir yerlere ihtiyacı olan milyonlarca evladımız ne yapacak, sokakta, köprü altlarında veya parklarda mı konaklayacaktır? Başbakan Erdoğan en büyük yatırımı gençlere yaptık derken hakikaten de buna inanmakta mıdır, yoksa bildik yalanlarına yenisi mi eklemektedir? Üniversiteyi kazanma sevinciyle anadan, babadan ayrılan gençlerimiz, şayet herhangi bir yurtta kalamıyorsa kendileri için ekonomik olabilecek makul seçeneklere yönelmektedir. Bunlardan ilki ortaklaşa tutulan ve külfete de birlikte katlanılan öğrenci evleridir. Bugün devlet, siyaset, basın, iş dünyası, akademik hayat başta olmak üzere, toplumun birçok kesiminde önemli görevler üstlenmiş değerli şahsiyetler eğitimlerini bu şekilde tamamlamışlardır. Bugüne kadar da bu evlerden istisnalar dışında, hiçbir toplum ve devlet için tehlikeli kişi ya da kişiler yetişmemiştir. İkinci olarak, eğer mümkünse öğrencilerimiz değişik türden cemaat, dernek ve vakıf evlerini veya yurtlarını tercih etmektir. Buralarda da daha sonraki yıllarda milletimize hizmeti geçen çok sayıda saygın isim kalmıştır. Başbakan Erdoğan acaba değişik türden bu cemaat ve vakıf yurtlarından da rahatsız mıdır? Dershaneler bazında başlayan bildik mücadeleye bu kez de yurt ya da evler de mi eklenecektir? Kendisi öğrencilerden ne istemektedir? Yoksa terör örgütlerine militan devşiren evlerle, klasik öğrenci evlerini mi karıştırmaktır? Üniversite öğrencilerinin tüm sorunları çözülmüş ve bitmiştir de, sırayı kimin kimle alacağı mı almıştır? Gençliği; ahlaksız, edepsiz, düzensiz, karmaşık ilişki yaşayan potansiyel tehdit olarak tasvir ve takdim etmeye Başbakan’ın ne hakkı vardır? Eğer ki, ahlaki zafiyetlerle ilgili bir ihbar alınmışsa, konuyla ilgili ciddi emare ve deliller varsa hükümetin görevi bunların üzerine gitmek, gerekli tedbirleri tüm boyutlarıyla almaktır. Devletin tüm imkânları iktidarın emrindedir. Buna diyeceğimiz bir şey yoktur. Şunu da iyi bilmek ve not etmek lazımdır ki, Türk gençliği ahlaklı ve şuurludur. Aşağı yukarı her ailenin üniversitede okuyan bir çocuğu vardır. Şüphe yok ki hiçbir aile, çocuklarının gayri meşru ilişkiler içine girmesine rıza göstermeyecektir. Gençlerimizin Türk ve İslam ahlâkına uygun bir hayat tarzı benimsemeleri en büyük arzumuzdur. Başbakan Erdoğan kişisel hak ve hürriyetleri, konut dokunulmazlığını, Anayasa’da yer bulan, özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini düzenleyen 20’nci maddeyi çiğnemiştir. Öğrenci evleriyle ilgili ifadeler öyle noktalara gelmiş, öyle boyutlar kazanmıştır ki, sanki tüm evlatlarımız suçlu ve karmakarışık ilişkilerin içindedir. Başbakan Erdoğan bu meyanda soru soran yerli yabancı muhabir ve gazetecilere bile ateş püskürmüş, partisinden ve hükümetinden önemli isimlerle taban tabana zıt tutum takınmıştır. AKP’nin içi bu tartışmayla çatlamış, kaynamış ve karışmıştır. Zira Başbakan dayatmacı, uzlaşmaz, ön yargılı, kadim arkadaşlarına bile vefasız ve peşin hükümlüdür. Kendisini kamuoyu nezdinde aklamak ve haklı çıkarmak için en yakınında bulunanları ateşe atmaktan dahi çekinmemektedir.
Değerli Arkadaşlarım, Başbakan’ın kontrolsüz çıkışıyla öğrenci evlerine baskınlar düzenlenmiş ve Kabahatler Kanunu’na göre cezalar kesilmiştir. En başta Denizli, Afyonkarahisar, İstanbul, Eskişehir ve Manisa gibi illerimizde polis geceli gündüzlü ahlak devriyesine çıkmış, savunmasız gencecik evlatlarımızı sorguya çekmiş, kimlik kontrolü yapmıştır. Bu ayıptır, rezalettir, düpedüz insafsızlıktır. Gençliği zapturapt altına alma teşebbüsü vicdansızlıktır. Zannedersiniz öğrencilerimiz evlerde, çok af buyurun, yasa ve ahlak dışı ilişkilerle zevki sefanın ortasındadır. Bu arada karma eğitime karşı çıkan bazı AKP’li vekillere bile gün doğmuş, fırsat kapısı aralanmıştır. Gezi Parkı’ndan ODTÜ’ye kadar gençliğin gösterdiği dirayet ve demokratik itiraza sinirlenen, öfke nöbetleri geçiren Başbakan, toplum zemininde kendisini zorda bırakmayacak, mütedeyyin kardeşlerimizi istismar eden bir yöntemle karşı harekete geçmiştir. Bu nedenle gençlerimiz Başbakan tarafından açık hedef yapılmıştır. Türk gençliğini çapulcu olarak suçlaması yetmemiş, inançlı-tinerci diye ayırması kafi gelmemiş, şimdi de ahlaksızlık ihsasında bulunmuştur. Maksat Türk gençliğini toplumsal planda küçük düşürmek ve sorgulatmaktır. Başbakan Erdoğan öğrenci evlerine gösterdiği kuşkulu hassasiyeti, acaba yetiştirme yurtlarına niçin göstermemektedir? 18 yaşını dolduran kız ya da erkek yetim evlatlarımız kapının önüne bırakılırken, engelliler insanlık dışı saldırı ve tacizlere uğrarken hiç yüreği sızlamış mıdır? Başbakan Erdoğan ve hükümeti yurt yapmış ve bu çerçevede her türlü imkânı sağlamıştır da, öğrencilerimiz mi bundan istifade etmemişlerdir? Kendisi muhafazakâr demokratız demektedir; peki, zinayı suç olmaktan çıkaran kimdir? 2004 yılında, bir televizyon kanalında zinayla ilgili, “Alan razı, veren razı ise o zaman zaten hiçbir şey yok” sözleriyle Ahlaksızlığı hasıraltı yapan hilkat garibesi, zinayı masumlaştıran çıbanbaşı şimdi kalkmış muhafazakâr demokratlık mı taslamaktadır? Meşru hayat ve gayri meşru hayat diye toplumsal yapıyı ikiye bölen, aklı fikri milletin özel hayatında olan, onu bunu izleyen, dinleyen, komplo kuran birisinden Başbakan olması hicran ve hicap vericidir. Başbakan kürtajdan çocuk sayısına kadar hayatın her alanına yönelik müdahaleci, kaba, hırçın ve serttir. Öte yandan ayıpları engelleyeceğim diyerek özel alana müdahaleye kalkmak Kur’ani ilkelere ve Sünnete açıkça aykırıdır. Bize göre, her hane mahrem, her insan muhterem ve her müdahale de haramdır. Başbakan haksız yere isnatlarda bulunduğu masum öğrencilerimizden ve ailelerinden mutlaka da özür dilemelidir. İktidar zihniyeti Anayasa’nın 58’nci maddesinde düzenlenen “Gençliğin Korunması” ilkesini müdahalelerinin gerekçesi olarak göstermektedir. Hükümet madem bu kadar Anayasa’ya bağlı ve saygılıdır, o zaman şeref ve namus üzerine edilen yeminleri nasıl hiçe saymıştır? Anayasa’ya göre suç ve ihanet olan fiil ve eylemleri göz göre göre nasıl yapmıştır? Türkiye’nin çözüm bekleyen meseleleri karşısında yetersizliğini örtbas etmek ve yerel seçimlerde halkın oylarını çalabilmek için gündemi ahlak ve inanç kulvarına çeken Başbakan, başkalarının ahlak ve namusuyla uğraşacağına kendi ahlakını düzeltmeli ve af dilemelidir. Bize göre, gençliğe güvenmeyen bir Başbakanın hükümet ettiği ülkede, çocukların sağlıklı eğitiminden ve geleceğe güvenle bakmasından söz edilemeyecektir. Retorikte sınırlandırılmış ve tanımlanmış bir iktidara atıf yapan, dayatmacı aşırılıklara, radikalizme ve toplum mühendisliğine onay vermeyen AKP’nin muhafazakâr demokratlık anlayışı, pratikte çok farklı, Başbakan’ın dilinde de apayrı uygulanmaktadır. Bu tutarsızlık samimiyetsizliğin bariz kanıtıdır. Toplumsal çehreyi kafasına göre tanzim ve değiştirmeyi amaçlayan Başbakan aynı zamanda milletimizi birbirine düşüren, muhbirliği teşvik eden devrin istibdat mimarıdır. Ülke nüfusunun toplamda yüzde 16,6’sını temsil eden Türk gençliği Başbakan’ın oyunlarını bozacaktır. Seçme ve seçilme çağı olan 18-25 yaş kuşağındaki 10 milyona yakın genç kardeşim iktidarı yerinden edecek güce ve demokratik imkâna fazlasıyla sahiptir. Türk gençliği vatanına, geleceğine ve haklarına leke sürdürmeyecektir. Ve her daim gençliğin hakkını, hukukunu savunacak, üzerlerinden siyaset yapılmasına, suçlanmalarına, töhmet altında bırakılmalarına da parti olarak izin vermeyeceğiz.
Değerli Arkadaşlarım, Başbakan Erdoğan’ın hafta sonu Diyarbakır’a gideceği anlaşılmaktadır. Ve bu ziyaret sırasında Irak’ın kuzeyindeki terör destekçisi Barzani’yle görüşme yapacağı kamuoyuna yansımıştır. Geçtiğimiz günlerde, Irak, İran ve Suriye’deki Kürt partilerinin Ankara’da düzenlenen “Kürtler Barış, Demokrasi ve Çözüm Modellerini Tartışıyor” konferansına katılmalarından sonra bu buluşmanın gerçekleşecek olması oldukça manidardır. Açık Toplum Vakfı’nın yanı sıra, bazı yabancı oluşum ve organizasyonların desteğini alan Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi tarafından tertip edilen bölücülük konferansının son halkası Başbakan tarafından Diyarbakır’da tamamlanacaktır. Başbakan Erdoğan’ın bu ziyareti çok tehlikelidir. 4 parçalı büyük Kürdistan’ın güney ayağı temsilcisi Barzani’nin, bölücülerin sözde kuzey Kürdistan olarak tarif ettiği zeminde bizzat Başbakan tarafından karşılanması çok vahim neticelere ortam açacaktır. Başbakan Erdoğan Kürdistan için umut mu verecek, vade mi biçecektir? Başbakan bugün Barzani’nin ayağına gönül huzuruyla gitmeyi normal görürken, gün gelecek İmralı canisinin huzuruna da tıpış tıpış çıkmayı sıradan kabul edecek midir? Barzani’ye ne söyleyecek ve ne duymayı isteyecektir? Başbakanla peşmerge başı, “Ne Mutlu Türküm Diyene” tabelasının vinçlerle sökülüp atılmasını mı kutlayacak, sözde kuzey Kürdistan’ın şerefine yeni sıra geceleri mi düzenleyecek, daha fazla yıkım ve tahribat için anlaşma mı imzalayacaktır? İmralı canisi tarafından Sırat Köprüsünde olduğu ifade edilen ihanet süreciyle ilgili güven mi tazelenecek, gönüller mi alınacak, ordu kurduğunu açıklayan PYD’ye ikramlarda mı bulunulacaktır? Diyarbakır’da yapılacak bu şaibeli ve son derece sinsi görüşmenin ihanet sürecinin bir parçası olduğu, yeni taviz reçetelerini beraberinde getireceği bugünden bellidir. Devletin teamüllerine, başkent Ankara’nın emanetlerine, milli güvenlik ve çıkarlara darbe vurmak demek olan bu görüşmenin bölücü emelleri daha da cesaretlendirip ümitlendireceği aşikârdır. Başbakan Erdoğan, taşıdığı sorumluluğun ağırlığına uygun hareket etmeli ve peşmergeyle Diyarbakır’da kesinlikle görüşmemelidir. Çok meraklı ise Erbil’e gitmesinin, kardeşiyle eşbaşkanlık görevini bölüşmesinin ve bir daha da geri gelmemesinin önünde hiçbir mani hal yoktur. Ve böylece Türkiye başındaki musibetten kurtulacaktır. Bu düşüncelerle konuşmama son verirken siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve muhterem misafirlerimizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.
|