Genel Başkan Dr. Devlet Bahçeli'nin
Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım, Değerli Basın Mensupları, Konuşmama yüksek heyetinizi en iyi dileklerimle selamlayarak başlıyorum. Yorucu ve uzun geçen anayasa değişikliği maratonunun ardından bir araya gelmiş bulunuyoruz. Bu haftaki grup toplantımızın açılışında, öncelikle 11 Eylül tarihinde Amerika'da vukuu bulan terör saldırılarının ardından yaşanan gelişmeleri değerlendirmek istiyorum. Hatırlanacağı üzere, 11 Eylül saldırılarında altı bine yakın insan hayatını kaybetmiş, on milyarlarca doları bulan maddi kayıplar meydana gelmiştir. Daha önceki grup konuşmamızda da ifade ettiğimiz gibi, binlerce masum ve sivil insanın öldürülmesinin herhangi bir gerekçe ile meşrulaştırılmaya çalışılması hiçbir şekilde mümkün değildir. Hangi ülkeye, hangi topluma karşı yapılırsa yapılsın, terörün acımasız yüzünü görmezlikten gelmek, bir insanlık suçu olduğunu inkâr etmek, terörizme ortak olmakla eşdeğerdir. Yine, farklı amaçlarla terörist örgütlere destek olmanın da, aynı şekilde, suça ortaklık etmekten bir farkı yoktur. 15 yıl boyunca bölücü terör çetesinin vahşi eylemlerine maruz kalan Türk Milleti'nin, terörizm illetini en iyi hisseden ve kavrayan bir millet olduğuna şüphe bulunmamaktadır. O yıllarda bunu anlamayan, anlamak istemeyen birçok Batı Avrupa ülkesinin, bugün hiç olmazsa Amerikan Halkı'nın uğradığı saldırıdan sonra Türkiye'ye hak vereceğini ümit ediyoruz. Terör örgütlerini, uluslararası hesapları ve çıkarları için çeşitli şekillerde destekleyen ülkelerin yaşananlardan gerekli dersleri çıkarması, dünya çapında ihtiyaç duyulan "anti-terörizm cephesi"nin sağlıklı biçimde işleyebilmesi için zorunludur. Unutulmamalı ki, bugün gelinen noktada dinler ve medeniyetler arası savaş kışkırtıcılığı yapanların çoğalmış olması, terörizmin nelere yol açabileceğini göstermesi bakımından acı ama önemli bir tecrübe olarak değerlendirilmelidir. 11 Eylül tarihinden bu yana geçen zaman diliminde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde kabul edilen bir karar tasarısı ile, bütün ülkelere terörizmin uluslararası malî kaynaklarının kurutulması içinde daha aktif ve kararlı bir tutum takınması mecburiyeti getirilmiştir. Bunun yanında, Avrupa Birliği yönetimi de terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı aldığı bir dizi yeni tedbiri yürürlüğe koymak için çabalarını sürdürmektedir. Bütün bunlar, terörizm ile uluslararası alanda etkin mücadele amacıyla atılmış önemli ama geç kalınmış adımlardır. Gelinen bu noktayı yeterli bulmak da mümkün değildir. Maalesef, birçok Avrupa ülkesi ile uluslararası kuruluşun, ayrılıkçı terör örgütlerini terörizm kapsamı içinde değerlendirme ve tedbir alma konusunda çok istekli olmadıkları görülmektedir. Bütün bu gelişmeler ve terörizmle ilgili tecrübeler, geniş ve samimi bir uluslararası işbirliği ve dayanışmanın zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun için, uygun bir ortamda geniş çaplı bir Uluslararası Konferansın toplanarak, kavramlar ve mücadele yöntemleri üzerinde güçlü bir konsensüsün oluşturulması gerekmektedir. Terörizmle mücadelede ve çifte standartları ortadan kaldırmakta bir dönüm noktası olacağına inandığımız bu teşebbüsün ardından, Birleşmiş Milletler bünyesinde "Terörizmle Mücadeleyi İzleme Komitesi" oluşturularak, kararlılığın ve dayanışmanın sürdürülmesini sağlamak şarttır. Böylelikle, zaten yeterince gelişmemiş olan terörizmle mücadelede gerekli uluslararası normların zenginleşmesi ve uygulanması daha çok mümkün olacaktır. Terörizmle uluslararası etkin mücadelede ikinci hayati konuyu ise, terörizmin kendisini meşrulaştırmak amacıyla atıfta bulunduğu küresel adaletsizlik ve yoksulluk sorunları oluşturmaktadır. Daha insanî bir küreselleşme süreci, beşerî sorunlara daha duyarlı bir dünya düzeni üzerinde kafa yormak ve gerekli dönüşümleri hayata geçirmek önem arz etmektedir. Terörizmle mücadelede üçüncü hayatî nokta da, sivil ve masum insanların zarar görmemesi için özel bir titizlik gösterilmesi mecburiyetidir. Bu duyarlılığın gösterilmesi terör örgütlerinin emellerine ulaşamaması için de çok önemlidir. Kıymetli Dava Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Bilindiği üzere, Amerikan ve İngiliz askerî unsurları Afganistan'da daha önceden belirlenmiş hedeflere yönelik geniş kapsamlı bir harekât başlatmış bulunmaktadır. Terörizmle mücadele çerçevesinde başlatılan bu askerî harekâtın somut hedeflerle sınırlı kalması ve sivil halkın zarar görmesinin mutlaka önlenmesi gerekmektedir. Uzun süredir büyük ızdıraplar çeken Afganistan halkı, yeni acılarla karşı karşıya bırakılmamalıdır. Özellikle Pakistan yönetiminin, Taliban yönetimiyle yürüttüğü görüşmelerin sonuçsuz kalması, diğer bir deyişle diplomatik çözüm arayışlarının başarıya ulaşamaması, askerî seçeneğin devreye sokulmasını beraberinde getirmiştir. Türkiye, dost ve kardeş Pakistan ile masum Afganistan halkının içinde bulunduğu kritik durumu anlamakta ve her türlü insanî desteği vermektedir. Aynı şekilde, Amerika Birleşik Devletleri'nin terörist saldırı sonrasında yaptığı mücadeleyi de anlayışla karşılamaktadır. Çeşitli çevreler tarafından bu süreç içinde yapılan yorumlarda şüphe uyandıran ve panik havası yayan unsurlara da rastlanmaktadır. Sadece yöneticilerin ve siyasetçilerin değil, medyamızın da çok dikkatli ve özenli olması gereken nazik bir süreçte bulunuyoruz. Sorumlu yayıncılığa en çok ihtiyaç hissedilen bu dönemde medyamızın bu titizliği göstereceğine inanıyorum. Milletimiz, hükümetimizin ve ilgili kuruluşların gelişmeleri çok yönlü olarak takip ettiği ve değerlendirdiği konusunda emin olmalıdır. Hatırlanacağı gibi, Afganistan'daki askerî hedeflere ve eğitim kamplarına yönelik operasyonların başladığı saatlerden itibaren sürekli değerlendirme toplantıları yapılmış ve muhtemel gelişmeler ele alınmıştır. İlk önce Başbakanlıkta başlayan güvenlik toplantıları, daha sonra Sayın Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında devam etmiştir. Mecliste grubu bulunan siyasi partilerimizin Sayın Genel Başkanları bir araya gelerek görüş alışverişinde bulunmuşlardır. Böylelikle ülkemizi yakından ilgilendiren sıcak gelişmeler hakkında iktidar ile muhalefetin işbirliği sağlanmıştır. Bilinmelidir ki, Türk Devleti, hiçbir şekilde kısa vadeli endişelerle hareket etmemekte, macera arayışı içine girmemektedir. Çünkü, çok boyutlu ve gerçekçi bir politika izlemenin önemine ve gerekliliğine inanmaktadır. Bu bağlamda, hem bütün dünyada, hem de bölgemizde kalıcı istikrar ve barışı gözeten bir yaklaşımı benimsemektedir. Aziz Milletvekili Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Huzurlarınızda son olarak, geçen hafta içinde tamamladığımız anayasa değişikliğinin anlam ve önemi üzerinde durmak istiyorum. Öncelikle, görüşmelere titizlikle katılan ve katkıda bulunan bütün milletvekili arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum. Daha önceleri de çeşitli vesilelerle ifade ettiğimiz gibi 21. Dönem TBMM, Türk demokrasi tarihinde altın harflerle yer alacağına inandığım büyük bir başarıya imza atmıştır. Art niyetli bazı çevreler tarafından yapılan tartışma ve yakıştırmalarla gölgelenmeye çalışılmış olsa bile, bu değişikliği sahiplenmek ve önemsemek gerekir. 1990'lı yıllar boyunca ülke ve meclis gündeminde bulunan anayasa değişikliği konusunun, partimizin de yer aldığı bugünkü meclis tarafından büyük ölçüde çözülmüş olması, bizleri ayrıca memnun etmiştir. İnşallah, siyasi, hukukî ve ekonomik yapımızı yeniden inşa çabaları bundan sonra da devam edecek, Türk Milleti'ne layık bir sosyo-ekonomik sistem ve hukuk devletine ulaşma süreci tamamlanacaktır. Toplam 35 maddeden oluşan anayasa değişikliği projesi ile, siyasi sistemimizin daha çağdaş ve demokratik bir nitelik kazanması, insan hakları hukukumuzun zenginleşmesi mümkün olmuştur. Türk vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerinde evrensel standartları yakalamasına vesile olan bu değişikliklerin anlam ve önemi, ihtiyaç hissedildiğinde çok daha iyi anlaşılacaktır. Bütün bunlara rağmen, anayasa değişikliği sürecinin üzerine iki gölgenin düşmesine engel olunamamıştır. Bu gölgelerden birincisini, farklı dillerde TV yayıncılığı meselesi, diğerini ise milletvekillerinin özlük haklarını düzenleyen maddenin kabul edilmesi oluşturmaktadır. Bazı medya kuruluşlarının bilinçli bir yayın politikası izleyerek vatandaşlarımızın zihinlerinde çeşitli soru işaretlerinin uyanmasına yol açtıkları görülmüştür. Türk Milleti ve Devleti'nin, toplumsal ahengini, millî ve üniter yapısını bozacak bir düzenlemeye meydan verilmesi söz konusu bile değildir. Milliyetçi Hareket Partisi'nin ve sağduyu sahibi vatandaşlarımızın bu konulardaki duyarlılığını bilenlerin, bilinçli bir tavır takındıkları anlaşılmaktadır. Ülkemizde, etnik ayrılıkçılığı çağdaşlık olarak gören ya da bir yöntem olarak benimseyenlerin bu tür yorumlardan medet umması da söz konusu olabilir. En büyük ve kıymetli millî hazinemizi oluşturan Türkçemiz, hem millet olarak temel anlaşma aracımız, hem de bizi biz yapan müşterek değerlerimizden biridir. Türkçemiz anayasamızda da gerekli koruma imkânlarına sahiptir. Belirli bir amaca ulaşmak için üzerinde çeşitli spekülâsyonlar yürütülen madde değişikliği ile, aslında yapılan şudur: Kanunlarımızda herhangi bir düzenlemeye takâbül etmeyen "kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz" cümlesi, ilgili anayasa maddesinden çıkartılmıştır. Gerçekleri görmek için, yapılan değişikliğin gerekçesine bakmak ve anayasamızın başlangıç hükümlerini bir kez daha okumak yeterlidir. Ayrıca, böyle bir ibarenin anayasa maddesi içinde yer alması, anlamsız tartışma ve eleştirileri beraberinde getirmiştir. Buna ilave olarak, 12 Eylül askeri rejim döneminde uygulanan bazı yasakların daha sonra ortadan kalkmasıyla, ilgili cümlenin varlığı gereksiz bir ayrıntı olarak durmaya başlamıştır. Bu vesileyle bir kez daha vurgulamak isterim ki, Türk Milleti ve devletinin dili Türkçe'dir ve böyle de kalacaktır. Anayasa değişikliği kapsamında, milletimizin en fazla hassasiyet gösterdiği konulardan birisi de hiç şüphe yok ki, idam cezasının kaldırılmasına ilişkin düzenleme olmuştur. Bir taraftan en önemli insan hakkı olan "yaşama hakkı"nın sürekliliği anayasal güvence altına alınırken; diğer yandan da yine insanların yaşama hakkı karşısında en büyük tehdidi oluşturan savaş hali ve terör istisna tutulmuştur. Parti olarak üzerinde titizlikle durduğumuz bu konularda ne kadar haklı olduğumuzu yakın geçmişte yaşadığımız acılardan dolayı bütün milletimiz takdir etmektedir. İnanıyoruz ki, bu konudaki hassasiyetimiz, 11 Eylül vahşetiyle birlikte bütün dünya tarafından anlaşılır hale gelmiştir. Muhterem Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Milletvekillerinin özlük haklarını düzenleyen anayasa maddesi değişikliği görüşülürken verilen bir önergenin kabul edilmesiyle maaş artışının gündeme gelmesi, kamuoyunda haklı bir tepki ortaya çıkmış bulunmaktadır. Milletvekillerinin yasama ve temsil görevlerini layıkıyla yerine getirebilmesi için böyle bir düzenlemenin varlığını prensip olarak makûl karşılamak mümkündür. Ancak, ekonomimizin kriz ortamından kurtulamadığı, yoksulluk ve işsizlik sorununun arttığı bir dönemde, böyle bir düzenleme kamu vicdanını ister istemez yaralayıcı bir sonuç doğurmuştur. Bu çerçevede düşündürücü ve üzücü olan bir başka gelişme ise, değişiklik kabul edildikten ve tepki ortaya çıktıktan sonra bazı partilerin yaptıkları siyasi şov ve manevralardır. Çünkü değişiklik üzerinde mecliste temsil edilen bütün siyasi partilere mensup milletvekillerinin katkısı bulunmasına ve teklifin görüşülmesi sırasında ses çıkartılmamasına rağmen, daha sonra halkımızın duygularını istismar etme yarışına girilmiştir. Bize göre, anayasa değişikliğinden sonra bazı siyasi parti yöneticilerinin yaptığı göz boyama kampanyaları yanlış olmuştur. Kısa vadede siyasi prim elde etmek için yapılan bu manevraların, son tahlilde siyasetçinin itibarını zedeleyen çarpık bir davranış olduğu açıktır. Hepinizin de bildiği gibi, milletvekili özlük haklarına ilişkin maddenin işlerlik kazanabilmesi için, yeni bir yasal düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bu durumda, ülke ekonomisi kriz sendromundan kurtulup istikrarlı büyüme trendine kavuşmadığı sürece, bu maddeye hayatiyet kazandırmamak hususunda partilerimizin ve milletvekillerimizin anlayış birliği içerisinde olacağı inancındayım. Bizim, Milliyetçi Hareket Partisi olarak kamuoyunun takdirlerine sunmak istediğimiz önerimiz budur. Yedi ayı aşkın bir süredir kriz sürecinden kurtulamayan ekonomimiz, Afganistan'a yönelik harekâttan sonra daha da kritik bir aşamaya girmiş bulunmaktadır. Terörizmle mücadelede sıcak müdahale aşamasına geçilmesiyle birlikte, yeni önlemlerin biran önce uygulamaya konması ve ekonomik canlanmanın mutlaka temin edilmesi gerekmektedir. Bugün, her kurum ve kişinin ülkemizi ve insanımızı ümitsizlik ve kriz girdabından kurtarmak için elbirliği yapma zorunluluğu vardır. Türkiye adımlarını, artık, sıcak savaş döneminin ekonomisi üzerindeki olumsuz baskıların artacağını hesaba katarak atmak durumundadır. Meclisimiz ve hükümetimiz, kritik ve sancılı bir dönemde, hiç şüphesiz yüksek görev ve sorumluluk bilinci içinde hareket edecektir. Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi bir kez daha selamlıyor, saygı ve sevgiler sunuyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |