Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Değerli Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Konuşmama başlarken yüksek heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bilindiği üzere, 13 Kasım tarihinde Türkiye İlerleme Raporu'nun açıklanmasının ardından ülkemizin Avrupa Birliği ile ilişkileri, yeniden önemli ve kritik bir gündem maddesi haline gelmiş bulunmaktadır. Çeşitli zeminlerde bu bağlamda yürütülen tartışmaların öncelikle şu iki nokta üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir: Birinci noktayı, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girme konusunda kararlı adımlar atmadığı ve yeterince istekli davranmadığı yönünde sürdürülen yoğun bir eleştiri ve tartışma kampanyası oluşturmaktadır. Bununla bağlantılı olarak da, Türkiye'de bazı çevrelerin aslında gizli Avrupa Birliği karşıtı oldukları ve Birlik yönetiminin politikalarına bunun için gereksiz eleştiriler yönelttikleri ileri sürülmektedir. Tartışmalarda ikinci önemli noktayı ise, Kıbrıs sorununun çözümü için artık Türkiye'nin geleneksel politikalarını terk etmesini isteyenler oluşturmaktadır. Bunların arasında ne acıdır ki, Avrupa Birliği'ne muhtemel üyelik için Kıbrıs Türk Halkı'nın varlığı ve hukukunun bir kenara itilmesini hararetle savunanlara da rastlanmaktadır. Özellikle partimizin son iki hafta boyunca yaptığı Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin seyrine yönelik değerlendirmeleri hedef alan eleştirilere göz gezdirdiğimizde, bu iki temel noktayı rahatlıkla tespit etmek mümkündür. Eleştiriler arasında maalesef iyi niyetli ve objektif olanlar azınlıkta, önyargılı ya da art niyetli olanlar ise çoğunluktadır. Milliyetçi Hareket'in görüş ve düşünceleri karşısında telaşlanan ve rahatsızlıklarını alel acele dışarıya vuranların iyi tahlil edilmesi önem taşımaktadır. Çünkü bunların, birçok Avrupa Birliği yöneticisinin bazen önyargılı, bazen de oyalayıcı beyan ve yaklaşımları hakkında değerlendirme yapıp eleştiriler yönelttiklerini görmek çok zordur. Yine, ülkemizin hem ekonomik, hem de siyasi bakımdan sahip olduğu eksiklikler ile yaşadığı büyük sorunlar üzerinde önemli bir rol oynamış olan terörist örgütlere halen devam eden desteklerle ilgili ciddi bir eleştirilerine tesadüf etmek imkânsızdır. Türkiye'nin, başta Kıbrıs olmak üzere millî politikalarını sürekli eleştirmeyi ve haksız görmeyi çağdaşlık zannedenlerin çarpık zihniyetleri, işte bu anlarda ve alanlarda kendini iyice ele vermektedir. Takdir edersiniz ki, bu tür yaklaşımlar ve niyetler, bizim açımızdan yeni değil, oldukça eski ve tanıdık görüşlerdir. Tarihi tecrübelerimiz, bunların son olmayacağını da bize söylemektedir. Ama ne olursa olsun, Milliyetçi Hareket Türk Milleti ve devleti için doğru bildiğini ve inandığını söylemeye devam edecektir. Çünkü,Kıbrıs sorununun çözümüne Türkiye'nin haklı çekince ve endişelerini yok farz ederek yaklaşmak, teslimiyetçi mantığın ta kendisidir. Böyle bir mantığı, hangi gerekçelerle olursa olsun savunanlar yanıldıklarını er geç anlayacaklardır. Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs sorununu gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirmeden, Türk Milleti'nin hissiyatını dikkate almadan yapılan değerlendirmeler, Avrupa Birliği perspektifimizi berraklaştırmaz, bilakis bulanıklaştırır. Avrupa Birliği üyeliği ile Kıbrıs sorunu arasında, bu şekilde tek taraflı olarak ve Türk insanının kafasını karıştırarak ilişki kurmak, Birlik karşıtı tezlerin güçlenmesine hizmet eder. Kısacası, sorunun kaynağını, Milliyetçi Hareket'in açık, gerçekçi ve samimi yaklaşımlarında değil, çarpık zihniyetlilerin yol açtığı çelişkilerde ve şüphelerde aramak gerekir. Muhterem Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Bilindiği gibi, ülkemizin Avrupa Birliği ile ilişkisi, 40 yıl önce başlamış, inişli çıkışlı bir grafik çizmiştir. Son dönemde, 1987 yılında yapılan tam üyelik başvurusu ile 1995 yılında girilen Gümrük Birliği önemli dönemeçleri oluşturmuş, 1999 yılında toplanan Helsinki Zirvesi kararları ile de "aday adayı" olmaktan çıkarak "aday ülke statüsü" kazanmıştır. Bugün gelinen aşamanın, geçmiş ile mukayese edildiğinde çok daha ileri ve önemli bir noktayı ifade ettiği kesindir. Ülkemizde, Helsinki Zirvesi'nden bu yana geçen iki yıl içinde daha modern bir ekonomik ve siyasi yapıya ulaşma yolunda önemli adımlar atılmıştır. Bu adımlar atılırken, Avrupa Birliği'ne tam üyelik perspektifi de tabiî olarak göz önünde bulundurulmaktadır. Şimdi, Milliyetçi Hareket'i "gizli Avrupa Birliği karşıtı" göstermeye çalışarak, gerçek niyetlerini, tarih ve millet önündeki konumlarını örtmeye çalışanlara sormak gerekir: Böyle bir iddiaya kasıtlı olarak muhatap kılmak istedikleri Milliyetçi Hareket Partisi'nin ikinci büyük ortak olduğu bir hükümet döneminde büyük deprem felaketlerine ve ekonomik krizlere rağmen, bu tür adımlar nasıl atılmıştır? Avrupa Birliği'ne tam üyelik perspektifi nasıl kazanılmıştır? Türkiye'nin temel dönüşüm projesi olan ve Birliğe üyelik açısından kararlılığı ifade eden "Ulusal Program"ın altında hangi partilerin imzası vardır? Kıbrıs'ta gerçekçi ve kararlı bir politika izlenmesinden niçin bu kadar çok rahatsızlık duyulmaktadır? İşte meseleye bu sorulara samimi ve tutarlı cevaplar üreterek yaklaşmakta fayda vardır. Aksi takdirde, kronik MHP karşıtlığı ile Avrupa Birliği adına gönüllü sözcülük yapmanın kimseye bir yararı olmayacağı gibi, bu tavır ülkemizin Birliğe üye olmasını da temin etmeyecektir. Bizler, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biliyor ve inanıyoruz ki, eğer Avrupa Birliği kapılarını ülkemize açma konusunda samimiyse, Türkiye o kapıdan içeri mutlaka girecektir. Bu süreçte ülkemiz kendi payına düşen yükümlülükleri yerine getirecek, zaten temel tercihlerden birini oluşturan evrensel standartlarda bir siyasi ve ekonomik yapıya kavuşma mücadelesini kazanacaktır. Tabii olarak, bu süreçte milli varlığını ve çıkarlarını garanti altına alma hakkından ve politikasından vazgeçmeyecektir. Avrupa Birliği konusuna "dar menfaat hesapları" içinde yaklaşanların bunu kavraması ve takdir etmesi mümkün değildir. Zaten bu sebeple de, Kıbrıs'ı verip kurtulacaklarını ve Türkiye'nin zenginleşeceğini zannetmekte ya da Türk kamuoyunu bilinçli olarak yanlış yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Ancak, birileri anlamak istemese bile, mesele burada bitmemekte, Avrupalı muhataplarımızın da durumlarını gözden geçirmesi gerekmektedir. Bu çerçevede şu hususların hatırlanmasında ve değerlendirilmesinde herkes açısından büyük yarar bulunmaktadır. 1-Birlik yönetimi, Türkiye karşısında Avrupa Birliği bünyesinde var olan güçlü dirençleri aşmayı ve önyargıları yenmeyi gerçekten istemekte midir? 2-Batı Avrupa toplumları, Müslüman Türk toplumunu aralarında görmeye ne kadar hazırdır? 3-Birlik yönetiminin bu doğrultuda herhangi bir politikası var mıdır? 4-Birlik yönetimi, özellikle Gümrük Birliği anlaşmasından bu yana yerine getirmediği malî yükümlülükleri, ne zaman yerine getirmeyi düşünmektedir? 5-Tarihî müttefikleri olan Türkiye'yi sürekli rahatsız eden terörist örgütlerin Batı Avrupa'daki uzantılarıyla etkin bir mücadele ne zaman verilecektir? 6-Böyle bir kararlılığın, hem AB üyeliğine aday olan Türkiye için, hem de uluslararası dayanışma ve işbirliğinin gereklerini yerine getirmek için zaman geçirilmeden sergilenmesi gerektiği ne zaman idrak edilecektir? 7-NATO'nun imkânlarını da kullanmayı öngören Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası'nda ülkemizin ısrarla karar mekanizmalarının dışında bırakılmak istenmesi AB'nin gerçek niyetleri bakımından ne anlama gelmektedir? 8-Böylesine dışlayıcı bir politikayı, Birlik yönetiminin Türkiye'ye karşı iyi niyetli yaklaşımı olarak değerlendirmek mümkün müdür? 9-Türkiye için, diğer aday ülkelerden farklı olarak, mevzuat karşılaştırması gibi teknik nitelikte rutin bir süreç olan "tarama süreci"nin başlatılmamış olması, ayrımcı bir uygulama değil midir? 10-"Tarama süreci" ni başlatmak için Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilmesi şart olmadığı halde bundan ısrarla kaçınılması Türkiye'nin üyelik perspektifinin Avrupa Birliği tarafından nasıl anlaşıldığının bir göstergesi değil midir? 11-Avrupa Birliği yönetiminin Kıbrıs politikası ne kadar objektif, gerçekçi ve adildir? 12-Kıbrıs'ta kalıcı ve adil bir çözüme ulaşmanın yolu, Kıbrıs Türkleri'nin azınlık konumuna getirilerek Rum çoğunluğun insafına terk edilmesine amaçlayan geleneksel Rum-Yunan politikalarının benimsenmesinden mi geçmektedir? Görüldüğü gibi, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler bazı çevrelerin zannettiğinin çok ötesinde bir derinliğe ve çok yönlülüğe sahiptir. Mesele, yandaşlık-karşıtlık ikilemine hapsedilmeyecek kadar önemli, öncelikli ve hayatidir. Bizim üzüntümüz, Kıbrıs sorununun çözümü başta olmak üzere, meseleyi tek taraflı olarak algılayıp değerlendirenlerin yarattığı zihni bulanıklık ile dış dünyaya verdikleri mesajdır. Çünkü Türkiye'ye dışardan yapılan yönlendirme ve eleştirilerde, ülke içindeki çarpık zihniyetlerin ürettiği argümanlardan yararlanıldığı göze çarpmaktadır. Bunun için, jeopolitik ve jeoekonomik arka planı bulunan çeşitli karmaşık sorunların faturasını, kendi ülkelerine, özellikle de milli duyarlılıkları ve tarihi hafızaları güçlü olanlara kestiklerinde kolay ve çabuk sonuç alınacağı zehabına kapılanların varlığı, bizim açımızdan hem üzüntü verici, hem de çok düşündürücüdür. Kıymetli Dava Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Son günlerde ülkemizde bu tür tartışma ve değerlendirmeler yapılır, Milliyetçi Hareket'in açık ve samimi görüşlerini çarpıtma ve karalama yarışı içine girilirken, Stockholm'de yapılan "AB Parlamento Başkanları Konferansı"nda Rum ve Yunan parlamento başkanları Türkiye'yi Kıbrıs'ta işgalci olarak tanımlamaya devam ediyorlardı. Yine, kronik MHP karşıtları, Türkiye'nin Kıbrıs politikasının iflas ettiğini ilan eder, duyarlı ve milli duruşu "hamaset" olarak suçlayıp hafife almak için özel gayret sarf ederken, Birliğin genişlemeden sorumlu yöneticisi Günter Verheugen ve diğerleri, Türk Milleti'ni incitici, nezaketten ve objektiflikten uzak görüşlerini tekrarlıyordu. Sayın Verheugen, 23 Kasım tarihinde Frankfurt'ta yaptığı açıklamada, Türkiye'nin Kıbrıs Türk Toplumu ve sayın Rauf Denktaş için "Avrupa Birliği perspektifi"ni feda edemeyeceğini ifade etmiştir. Adı geçen yönetici, bu değerlendirmelerinde "Avrupa Birliği üyeliği için" bile deme zahmetine katlanmaktan ısrarla kaçınmıştır. Bu görüşler, daha sonra başka Birlik yöneticileri tarafından da tekrarlanmıştır. Bu ve benzeri açıklamalarda dile getirilenler, ne yazık ki, ülkemizde TÜSİAD başta olmak üzere bazı çevrelerin sürekli tekrarladıkları görüşlere çok benzemektedir. Sorumsuzca ve gayri ciddi olarak dile getirilen bu tür görüşler, Türkiye'nin muhataplarına maalesef ilham kaynağı olmakta, onları cesaretlendirici bir rol oynamaktadır. Kim ne derse desin, bütün bunlar, Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulma yaklaşımını değil, daha çok Rum-Yunan tarafının en başından beri savuna geldiği tezlerin kabulünü empoze etmektedir. Bu da, ilk planda ya Kıbrıs ya da Avrupa Birliği dayatmasını çağrıştırmakta, gerçekte ise ülkemize kapıları kapatma anlayışını yansıtmaktadır. Çünkü, çözüm yerine çözümsüzlüğe davetiye çıkartan ve Türkiye'nin görüşlerini dikkate almayan yaklaşımların başka bir anlamı ve değeri yoktur. Kıbrıs sorununa Rum gözlüğünden bakanların ve bunu da 65 milyon Türk vatandaşının parlak geleceği için vatansever tavır olarak takdim etmeye çalışanların, aslında ne Kıbrıs sorununun çözümüne ne de Türkiye'nin onurlu bir üye olarak Avrupa Birliğine katılma sürecine yapabilecekleri hiç bir olumlu katkı bulunmamaktadır. Bilinmelidir ki, Türkiye, hem millet hem de devlet olarak Kıbrıs sorununa kalıcı ve adil bir çözümden yanadır ve Avrupa Birliği'nin de saygın bir üyesi olma kararlılığına sahiptir. Meseleyi, bilerek veya bilmeyerek başka mecralara taşımak, sadece ve sadece böyle bir kollektif iradenin ve çabanın sabote edilmesiyle aynı anlama gelir. Buna, en başta Kıbrıs Türk Toplumunun hukukunu ve Türkiye'nin güvenliğini göz ardı eden yaklaşımlar dahildir. Bu gerçeğin, herkes tarafından böyle bilinmesinde büyük yarar vardır. Ama sonuç ne olursa olsun, Milliyetçi Hareket'e hangi planlı saldırılar yapılırsa yapılsın, Türkiye hem ekonomik ve siyasi gelişme yolunda ilerlemeyi kararlılıkla sürdürecek, hem de milli duyarlılıklarını sonuna kadar gözetecektir. Birileri görmek ve anlamak istemese de, 21. yüzyılı kucaklama çabası içinde olan 21. dönem TBMM, yeniden yapılanma ve atılım meşalesini yakmış bulunmaktadır. Bilinmelidir ki, ne bu meşale sönecek, ne de Kıbrıs'ta bir oldu bittiye izin verilecektir. Bizler, Türk Milliyetçileri olarak bütün varlığımızla sayın Rauf Denktaş'ın yanındayız. Sayın Denktaş'a yönelen haksız iddia ve yakıştırmaları da çok çirkin buluyor ve şiddetle reddediyoruz. Çünkü, O,gerçek ve hakkaniyetli çözümden yana olan onurlu bir mücadele adamıdır. Haklı ve milli bir davanın kararlı ve ilkeli bir savunucusudur. Yüce Allah Kıbrıs Türklüğü'nün koruyucusu ve yardımcısı olsun. Hepinize bir kez daha saygılar sunuyor, yüksek heyetinizi selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |