Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin Kıymetli Milletvekili Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Hepinizi öncelikle sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Bilindiği gibi, geçtiğimiz Cumartesi günü ilk toplantısını yapan Merkez Yönetim Kurulumuz yeni Başkanlık Divanı'nı belirlemiştir. Başkanlık Divanımız da dün toplanarak görev paylaşımı yapmış ve çalışmalarına başlamıştır. Yine, bu süreçle eş zamanlı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Grup yönetimimiz teşekkül etmiştir. Böylelikle değerli milletvekili arkadaşlarımızın bir kısmı partide, bir kısmı Grup yönetimi ve meclis komisyonlarında görev almıştır. Büyük Kongremizle başlayan yeniden yapılanma ve atılım sürecinin birinci aşaması böylece tamamlanmış bulunmaktadır. Bugün ise, partimizin önümüzdeki dönemi kapsayan çok yönlü hazırlık ve faaliyet sürecini ifade eden ikinci çalışma programı yürürlüğe girmiştir. Milliyetçi Hareket, artık, "Lider Türkiye" yolunda yeni bir atılım ruhuyla ve çalışma azmiyle politikalarını geliştirip uygulamaya başlayacaktır. Diğer bir deyişle, Yüce Milletimizin bugününü ve yarınını daha çok yaşanır kılma ve bütün insanlık ailesi ile paylaşacağımız değer ve imkânları zenginleştirip yayma kararlılığımızı sembolize eden "Yüzyılla Sözleşme"yi hayata geçirme görevimizin başındayız. Böylesine anlamlı ve tarihi bir iddiayı ve projeyi masa başından hayatın içine ve yarınlara taşıyacak olanlar sizlersiniz. Şu anda hitap etmekten büyük gurur duyduğum Meclis Grubu ile yönetim kurulları Türk Milleti'nin güven ve ümit kaynağı olarak yeni ufuklara doğru yeni görevler üstlenmiş bulunmaktadır. Arkadaşlarım, bunun için, kendilerini çok iyi ve çok yönlü yetiştirmeli, her göreve, her zorluğa karşı hazırlıklı bulunmalıdır. Biliniz ki, canımızdan çok sevdiğimiz aziz milletimizin bizlere, bizlerin fedakârca ve akıllıca çalışmalarına çok ihtiyacı vardır. Yine biliniz ki, bu ihtiyaç her geçen gün biraz daha artmaktadır. Türkiye zorlu dönemeçlerden geçerken, Türk Milliyetçilerinin ülke ve millet sevgisini sürekli ön planda tutan sağduyulu ve vakûr yaklaşımlarının önemi ve değeri bir kat daha artmış bulunmaktadır. İnanıyoruz ki, bizleri, bilinç altlarında yer etmiş ön yargılarının ya da ideolojik saplantılarının tesiriyle eleştirmeye çalışanlar bile, gerçekleri görebildikleri ölçüde partimize hak verecektir. Dün, bunun örneklerine hep birlikte şahit olduk, bugün de şahit oluyoruz. İnşallah yarınlarda da şahit olmaya devam edeceğiz. Milliyetçi Hareket, birilerinin yaptığı ya da zannettiği gibi, kendi geleceği için varolan bir siyasi hareket değildir. Hiçbir zaman da olmayacaktır. Çünkü, Türkiye'nin ebediyen var olabilmesi için gerekli özeni ve titizliği gösteren, geçmişten geleceğe uzanan köprüleri sağlam bir şekilde kurmaya çalışan samimi dava adamlarının başka türlü davranması mümkün değildir. Bu dava, ülkemizin huzurunu, kardeşliğini ve gelişmesini birlikte düşünüp geliştirecek kadar çok yönlü ve hassastır. Bu gönül, sadece aziz milletimizin değil, bütün insanlığın ortak geleceğini ve yararını düşünecek kadar zengindir. İşte bizleri sürekli azimli ve kararlı kılan gerçek budur. Muhterem Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Bunları ifade etmek istememin sebebi, Türk demokrasi tarihinde bir dönüm noktası, düşünce ufkumuzun önemli bir pusulası olan Büyük Kongremizin bizlere hatırlattıkları değildir. Ülkemizin içine ve dışına dikkatli bir gözle bakabilmek, ileride karşılaşabileceğimiz muhtemel sorunlar hakkında söylediklerimizin altını bir kez daha çizmek içindir. Milliyetçi Hareket gerçeğini, bu açıdan bir kez daha hatırlatmak içindir. "Türkiye'nin milli onuru ve çıkarı" sözünden bile rahatsız olanların, bilerek veya bilmeyerek başkalarının çıkarları ve hesapları adına konuştukları görülmektedir. Bu zihniyetin varlığı, Milliyetçi Hareket'in önemi ve ayrıcalığının bir başka kanıtıdır. Böylesine çarpık zihniyetlerin, çeşitli mevkiler elde ettiği, belirli imkânlardan yararlandığı bilinmektedir. Bilinen bir başka husus ise, bu tür yaklaşım içinde olanların en büyük hasım olarak partimizi görmeleridir. Biraz önce ifade ettiğim gibi, bu ve benzeri görüş bozuklukları ile mücadele etmek, bizim varlık sebeplerimizden biridir. Zihniyet ve anlam kaymaları, özellikle kritik dış politika ve demokrasi tartışmalarında ciddi bir vak'a olarak ortaya çıkabilmektedir. Bazen akla kara'nın dahi birbirine karıştırılabildiği bu alanlarda elzem olan asgari bir milli duyarlılığın sergilenmediği göze çarpmaktadır. Daha da üzücü olan ise, örnek aldıklarını iddia ettikleri ülkelerin milli strateji ve politikalarını bile kavramaktan uzak olmalarıdır. Böyle olunca da, Partimizin Türkiye'nin birlik ve dirliği ile demokratik ve ekonomik gelişmesini bir arada başarma prensibi ve politikasını karalamaya kalkışmak ya da reddetmek kolaylaşmış olmaktadır. Bu siyasi çarpıklığın, ne kadar beyhude olduğu, yine sahiplerinin konumları ve işlevleri dikkate alındığında daha iyi anlaşılmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi'nin, Türkiye'nin demokratikleşme çabalarını milli politika haline getirerek mümkün kılma konusundaki yaklaşımı, hem çok açık, hem de çok gerçekçidir. Ülkemizde, uzun yıllardır sürekli demokrasiden söz edilmesine rağmen demokrasinin kurumlaşması ve sağlığı yolunda ciddi bir mesafenin alınamadığı gün gibi aşikârdır. Unutulmasın ki, demokrasinin ruh sağlığını ifade eden seviyeli ve ilkeli siyaseti hakim kılma ile demokratik gelişmeyi hem mümkün, hem de kalıcı hale getirme kararlılığı olmadan başarı şansı yoktur. Aynı şekilde demokrasinin temel kurumları ve kuralları ile farklı anlayış ve iddiaları birbirinin yerine koymaktan şiddetle kaşınmak gerekir. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir demokratik rejiminde etnik kimlikler okşanarak, etnik ve dini farklılıklar kaşınarak, demokrasinin ve toplumsal dayanışmanın geliştiği görülmemiştir. Yine, dünyanın hiçbir ülkesinde, milli kimlik ve kültür yok sayılarak, asgari müştereklerin varlığına ve önemine özen gösterilmeyerek, kamu düzeninin korunması ve siyasi rekabetin yaşatılması mümkün olmamıştır. Demokrasinin ruhuna ve lafzına tamamen aykırı tavır alışların, demokrasi ambalajıyla pazarlanması da bu değerlendirmeyi değiştirmemektedir. Görüldüğü gibi, her şeyden önce, bu gerçeklerin gözlerden uzak tutulmaması, tutmaya çalışanlara da dikkat edilmesi gerekir. Aksi durumda, bu ülkeye büyük bir saygısızlık ve haksızlık yapılıyor demektir. Bütün bu zihniyet kırılmalarına ve siyasi travmalara karşı dikkatli ve tepkili olmak, her Türk aydınının ve sağduyu sahibi vatandaşımızın görevidir. Müşterek görevin yerine getirilme biçiminin, sadece aziz vatanımızın bölünmezliği ve üniter yapımızın korunması bakımından değil, demokrasimizin gelişimi ve pekişmesi bakımından da önem ve öncelik arz ettiği unutulmamalıdır. Değerli Milletvekilleri, Saygıdeğer Basın Mensupları, Benzeri anlayış ve yaklaşımlar, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri üzerine yapılan değerlendirmelerde de kendini belli etmektedir. Avrupa Birliği'yle olan ilişkilerimizde, son bir yıl içinde canlanan, ama daha sonra yerini yavaş yavaş geride kaldığını düşündüğümüz klasik yaklaşım ve tartışmalara bırakan bir süreç yaşanmaktadır. İlişkilerin son bir yıllık dönemi ile son on beş günlük seyrine biraz dikkatlice bakmak, çok önemli ve ani değişimi görmek için yeterlidir. Öncelikle, ortaya çıkan bu ilginç, ilginç olduğu kadar da düşündürücü değişimi çok önemli ve manidar bulduğumu belirtmek istiyorum. Avrupalı muhataplarımızın, Türkiye'nin tam üyelik sürecinde ciddi bir aşamaya gelindiğinde fikir değiştirme ihtiyacı hissettikleri anlaşılmaktadır. Tabii, bu, yapılabilecek en iyimser yorumlardan biridir. Ülkemizde, Birlik yönetiminin yeni karar ve politikaları konusunda alel acele yorumlarda bulunanların söyledikleri bu gerçeği değiştirmemektedir. Huzurlarınızda şimdi de, biraz önce işaret ettiğim bir yıllık gelişme trendini satır başları halinde hatırlatmak istiyorum. Çok değil, bir yıl önce Avrupa Parlamentosu'nun bölücü-yıkıcı örgütün talep ve beklentilerine uygun değişiklik önergelerini reddettiği bilinmektedir. Son kararlarında ise, bölücü ayrımcı temalar içeren ifadeler Türkiye Raporu'na eklenmiştir. Yine, "Türkiye'nin Avrupa'ya, Avrupa'nın da Türkiye'ye ihtiyacı var" diyen Birlik yöneticilerinin yerine, ülkemize tek taraflı ve kabul edilemez dayatmalarda bulunmaya çalışan bir anlayış hakim olmaya başlamıştır. Gene, daha dün sözde Ermeni soykırım iddialarını reddeden bir Avrupa Parlamentosu, aniden fikir değiştirerek Türk Milleti'nden ve devletinden hesap sormaya kalkışmıştır. Çok ilginç bir "tesadüf" olarak da, Avrupa Parlamentosu'nun bu yaklaşımı, Birliğe üye ülkelerin parlamentolarında da kabul görür olmuştur. İşte hiçbir şekilde mantıklı bir izahı olmayan sorumsuz ve ön yargılı yaklaşımlardan biri budur. Tabii ki, bu ani ve dikkat çekici değişikliklerin bile altını çizmekten özenle imtina edenlerin varlığı bizim açımızdan daha düşündürücüdür. Böyle bir durum karşısında, yalnızca Türkiye'nin değil, dünyanın asgari bir milli duyarlılığa sahip herhangi bir ülkesinin de gerekli ve haklı tepkiyi göstereceğine şüphe yoktur. Görüldüğü gibi, Milliyetçi Hareket Partililer olarak, sadece yapmamız gerekeni yapıyoruz. Yine bilinmelidir ki, bazı çevrelerin bizim yerinde tepkimiz karşısında aldıkları tavır, ne Avrupa Birliği yönetiminin art niyetli ve tutarsız politikalarını, ne de partimizin haklılığını gölgelemeye yetmeyecektir. Ama, bu tür çarpık anlayışları dile getirenlerin gerçekte neye hizmet ettikleri sorusunun daha yüksek sesle sorulmasına yol açacağı kesindir. Türkiye-Birlik ilişkilerinde son günlerde birbirini izleyen art niyetli açıklama ve talepler, ülkemizin Avrupa Birliği'ne bakışında ciddi tereddütler uyandırdığı gibi, Birliğin itibarını da zedelemiştir. Yunanistan'ın Birlik yönetimini, Birlik yönetiminin de Yunanistan'ı "kullandığı" bir fotoğraf bütün çıplaklığıyla ortada durmaktadır. Bu fotoğrafa en son olarak, "soykırım masalı"ndan resmedilen bir kare daha eklenmiştir. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, son on güne sığdırılan gelişmeleri bu şekilde değerlendiriyoruz. Bu değerlendirmeyi de sağduyulu bir yaklaşımın asgari gereği olarak addediyoruz. Sözün kısası, Avrupa Birliği Türkiye'nin üyeliğine ya tarih bilincinden ve uzak görüşlülükten mahrum bir şekilde yaklaşmakta, ya da oyunu çok acımasızca ve akıllıca oynamaya çalışmaktadır. Anlaşılacağı üzere, bugünkü mesele, Avrupa Birliği'ne karşı olup olmama meselesi değildir. Gelişmeleri ve Milliyetçi Haraket'i idrak etme sıkıntısı çekenlerin bütün bu noktalara dikkat etmeleri gerekir. Ülkemizin Avrupa Birliği yönetiminden istediği çok fazla bir şey yoktur. Türkiye, Birlik Yönetiminden iyi niyetle hazırlanmış inandırıcı bir üyelik politikası izlemesini beklemektedir. Bu, hiçbir şekilde, özel bir himaye talebi değildir. Sadece ve sadece, onurlu ve adil bir ilişkinin asgari bir kuralıdır. Bunda da, hiç kimsenin alınacağı, tedirgin olacağı herhangi bir husus söz konusu değildir. Kıymetli Milletvekili Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Huzurlarınızda, konuşmamı tamamlamadan önce, son bir konu olarak "Af Kanunu" üzerinde kısaca durmak istiyorum. Yaklaşık iki yıldır gündemde olan ve bu sebeple büyük bir beklentinin oluşmasına yol açan af meselesi, inşallah önümüzdeki günler içinde kesin bir çözüme kavuşacaktır. Hükümeti oluşturan siyasi partilerin üzerinde uzlaşabileceği ve kamu vicdanını incitmeyecek bir metnin ortaya çıkması için çalışmalar sürmektedir. Partimiz, bu süreçte herhangi bir kişiyi ya da kesimi korumak anlayışında olmamıştır. Bilakis hakkaniyetli ve halkımız tarafından kabul edilebilir bir af yaklaşımını benimsemiştir. Bunun aksini iddia edenler, affın çıkmasını istemeyenler ile Milliyetçi Hareket karşıtı kronik saplantılarından kurtulamayanlardır. Meclis ve hükümet olarak, bu aşamadan sonraki öncelikli görevlerimizden biri, ülkemizde bir daha af'fa ihtiyaç duyulmaması için gerekli bütün adımların vakit geçirmeden atılması olacaktır. Çünkü, adalet reformunu, cezaevi sisteminden, etkin yargılama sistemine kadar her alanda koordineli bir şekilde geliştirerek uygulamaya koymak bir zorunluluk haline gelmiştir. En önemlisi de, cezaevlerinde yasa hakimiyetini mutlaka tesis etmek gerekir. Bu açıdan "F tipi" cezaevleri en önemli araçlardan biridir. Bu sebeple bir an önce yeni sisteme geçişi mümkün hale getirmek şarttır. Böylece, suçluların sosyal faaliyetlere daha fazla zaman ayırmasını, bireysel insiyatifleriyle hareket edebilme kabiliyeti kazanmalarını temin ve teşvik etmek kolaylaşacaktır. F tipi cezaevlerine karşı bir süredir yürütülen muhalefet hareketinin, "insan hakları" kavramıyla örtülemeyecek kadar neye ve kimlere hizmet ettiği açıktır. Belli odaklarca yönlendirildiği aşikâr olan bu karşı çıkışın, koğuş sisteminin sunduğu imkânları kaybetme endişesinden beslendiği bilinmektedir. Ne olursa olsun, cezaevlerini illegal örgütlerin birer eğitim merkezi, potansiyel suçlu yetiştirme kampı görüntüsünden kurtarmak şarttır. Yeni cezaevleri sisteminin temel amacı budur. Ayrıca aynı çevreler ve onların destekçileri tarafından iddia edildiği gibi, hücre değil, oda sistemidir. F tipi cezaevlerine çeşitli kavramların arkasına sığınarak karşı çıkanların, mağdurlardan daha çok suçlularla ilgilenmesi, gerçek niyetlerini ortaya koyması bakımından önem arzetmektedir. Kamu oyununun bu tür yönlendirmelere karşı daha uyanık ve dikkatli olması zorunludur. Değerli Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Bilinmelidir ki, Türkiye olarak yolumuzda kararlı bir şekilde yürüdüğümüz takdirde, hem içerde, hem de dışarda ayak bağlarından kurtulmamız daha kolay olacaktır. Bu ülkenin yüzyıldır hangi badireleri atlatarak bugüne geldiğinin bilincinde olmayanların, yıkıcı-bölücü tehditler gibi, uluslararası tuzakları da kavraması mümkün değildir. Ancak, Türk Milleti'nin geçmişte çok olumsuz şartlarda bile bu tür zihniyetlerle mücadele ettiği, Türkiye'nin çarpık zihniyetlere rağmen var olduğu ve var olmaya da devam edeceği unutulmamalıdır. Ama Milliyetçi Hareket, onlara her gerektiği anda bu gerçekleri hatırlatmaya hiç yılmadan ve usanmadan devam edecektir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Sözlerime burada son verirken, hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |