Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin Kastamonu Aday Takdim Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma. 25 Ocak 2014
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Kastamonu Aday Takdim Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma.
25 Ocak 2014

 

Aziz Vatandaşlarım,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Kastamonu’nun güzellikleriyle, gurur verici özellikleriyle tekraren müşerref olmanın kıvancını yaşıyorum.

Sizlerle bir araya gelmekten mutluluk duyuyorum.

Kastamonu sıcaklığını bir kez daha gösteriyor.

Kastamonu muhabbetini, dostluk ve kardeşlik tercihini yeniden ispat ediyor.

Ilgaz Dağı’nın ardındaki bu cennet köşesi bizlere adeta kucağını açıyor.

Hangi mevsimde olursa olsun, yeşilin her tonu Kastamonu’dan bizleri selamlıyor.

Doğal ve tarihi güzellikleriyle bu kentimiz ruhumuzu ısıtıyor, önümüzü aydınlatıyor, hepimize heyecan katıyor.

Kastamonu’dayız, çünkü buraları çok özledik.

Kastamonu’dayız, çünkü sizleri görmek ve hasretimizi dindirmek istedik.

Kastamonu’dayız, çünkü 30 Mart 2014 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimleri’ne katılacak değerli Belediye Başkan Adaylarımızı takdim edeceğiz.

Sizlerle birlikte başarıya ulaşmak istiyoruz.

Sizlerle birlikte Kastamonu’nun yükselişini sürdürmek arzusundayız.

Kastamonu’da tarih yazmak için sabırsızlanıyoruz.

Bu tarihi kentimiz Milliyetçi Hareket’i hiç yalnız bırakmadı.

Destek ve yardımını hiç esirgemedi.

Kastamonu Üç Hilal’e gönlünü açtı, sevgisini gösterdi.

Bundan dolayı bizlere oy versin ya da vermesin tüm Kastamonulu kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum.

Bu aziz kentimiz için ter akıtan, sorumluluk alan, çaba sarfeden herkese buradan teşekkür ediyorum.

Muazzam çalışmalarıyla, hürmete layık şahsiyetiyle taraflı tarafsız herkesin kalbini kazanan, Kastamonu’ya fedakârlık yarışında göz kamaştıran Belediye Başkanımız Sayın Turhan Topçuoğlu Bey’e takdirlerimi iletiyorum.

Sayın Topçuoğlu sağlık sorunlarından dolayı tekrar aday olamasa da, inanıyorum ki, canı pahasına sürdürdüğü hizmet kervanı durmayacak, aksamayacak ve gecikmeyecektir.

Kastamonu’dan yükselen bayrak inşallah bir daha inmeyecektir.

Verilen mücadeleler daha da ileriye taşınacaktır.

Kastamonu’nun değişen ve parlayan çehresi herkesi imrendirecektir.

Beklentim odur ki, Kastamonulu kardeşlerim kazanacaktır.

Kastamonu hızla ve etkili şekilde var olan sorunlarından kurtulacaktır.

Sayın Topçuoğlu’nun bıraktığı miras, ortaya koyduğu ilke ve esaslar, belediyecilik alanındaki tecrübesi bundan sonrası için yol gösterici olacaktır.

Muhterem Kastamonulular,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Kastamonu’ya çok önem veriyoruz.

Buradan doğacak milli iradenin tüm yurdumuza örnek teşkil edeceğine inanıyorum.

Tıpkı dün olduğu gibi, bugün de Kastamonu’nun üzerine düşen milli sorumluluğa riayet edeceğini görüyorum.

Şu hususu iftihar ederek söylemeliyim ki, Kastamonu’nun geçmişinde destanlar saklıdır.

Vatan, millet ve istiklal uğruna nice Kastamonulu yiğit gözünü daldan budaktan sakınmamıştır.

Bu topraklarda yetişen binlerce vatan evladı Çanakkale’de kanlarıyla bağımsızlığımızı tescillemiştir.

Kastamonulu merhum Ozanımız İhsan Ozanoğlu’ndan derlenen Çanakkale Türküsü, gençliğinin baharında düşmana etten duvar ören bütün kahramanlarımızın simgesidir.

“Ana ben gidiyorum düşmana karşı” diyen dualı diller, fazilet timsali yürekler ve ahlak zirvesi şahsiyetler Kastamonu’nun Türk milletine hediyesidir.

Vatanın en zorlu günlerinde korku nedir bilmeyen, geri adım nedir tanımayan asalet dorukları bir gül bahçesine girer gibi ateşin içine atlamışlardır.

Kastamonu milli mücadeleyi namus ve şeref mücadelesi görmüştür.

Bu aziz kent milli haklardan, milli varlıktan ve milli kimlikten taviz vermemiştir.

Ve milli emanetlere dokundurmamıştır.

Kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla çocuğuyla Kastamonu devleşmiş, bağımsızlığımızı gasp etmeye cüret etmiş emperyal azgınlığa fırsat vermemiştir.

Kastamonulu kardeşlerim mazide, can vermek gerekiyorsa kaçınmamış, bedel ödemek gerekiyorsa çekinmemiştir.

10 Aralık 1919’da Kastamonulu 3 bin hanımefendi işgal ve esareti protesto edecek vakarı göstermişler, gecenin en zifiri anında vatan semalarını bir yıldız gibi aydınlatmışlardır.

Kastamonu zillet karşısında bana ne dememiştir.

Eziyet karşısında suskun ve durgun kalmamıştır.

Esaret karşısında boyun eğmemiş, istila karşısında teslim olmamıştır.

İnebolu’dan Ankara’ya Türk milletinin özlemleri çileyi göğüsleyen rahmetle yad ettiğimiz nesiller tarafından taşınmıştır.

Nitekim “Kayıkla Kağnının” işbirliği bir Türk atılganlığı olmuş, buradan Anadolu’ya ulaştırılan silah ve mühimmatlar milli mücadelenin seyrini değiştirmiştir.

Dikkat edin, o tarihlerde İnebolu’dan kalkan tırlar yoktur.

Başkalarının yararına çalışan, terör gruplarının imdadına yetişen, yolları silah cephaneliğine çeviren karanlık emeller yoktur.

Ne komplo, ne paralel şarlatanlık ne de komşu ülkelere gizli operasyon hedefleri hiç olmamıştır.

Peki ne vardır?

Türk milletinin varlığı için dağ yamaçlarından ite kaka yürüttükleri kağnılarıyla sevdalarını Anadolu’nun bağrına kazıyan insanlık burçları vardır.

Türklük vardır, İslam vardır, istiklal tutkusu vardır.

Şehit olmayı göze almış, soğukta donma ihtimaline bile aldırmadan yollara düşmüş Kastamonulu cengaverler vardır.

İş başa düşünce, yağmur demeden, çamur demeden, kar-kış demeden kağnılarını aziz milletimizin bekası için seferber eden elleri öpülesi Kastamonulu kadınlar vardır.

Malumunuz, Şerife Bacı hepinizin, hepimizin müşterek gururudur.

Sırtında çocuğu olmasına rağmen, İnebolu’dan aldığı cephaneyi Kastamonu’ya yetiştirmeye çalışan anamız, bacımız Şerife Hanımın yaşadıkları bizlerin ruhunu sızlatmakta, gözlerini nemlendirmektedir.

Yağışlı havada kağnısındaki mühimmatı ıslandırmamak için çocuğunun üzerindeki battaniyeyi kullanacak kadar inanmış bir Türk anasıdır Şerife Bacı.

Görevini layıkıyla yapabilmek için soğuğa hilal bakışıyla kafa tutmuş, ölüme meydan okumuş bir Türk anasıdır Şerife Bacı.

Vatanın selameti için cephelere ulaşması gereken mermileri evladına tercih ederek maneviyatın, mukadderatın ve Türk mucizesinin sultanı olmaya hak kazanmış bir anamızdır Şerife Bacı.

Şehit olsa da, görevini tamamlayan, aldığı milli emanetleri zararsız ziyansız adresine cansız bedeniyle teslim eden İl Bilge Hatun’nun, Hayme Ana’nın mirasçısıdır Şerife Bacı.

Rahmet ve hayranlıkla andığımız Şerife Bacı, Kastamonu Hükümet Konağı’nın önündeki Kent Meydanı’nda bir abide gibi yükselmektedir.

İşte Kastamonu budur.

İşte Kastamonu gerek Şerife Bacı gerekse de Halime Çavuş gibi hayırlı ve muhteşem neferleri bağrından yetiştirmiştir.

Onların tek dileği vatanın kurtuluşu olmuştur.

Onların tek serveti, tek hazinesi, tek tutunacakları dal vatan ve millet aşkı olmuştur.

Onlar ki, çileyi azık, zorluğu katık etmişlerdir.

Bireysel çıkar peşine düşmemişlerdir.

Sorumluluktan kaçmamışlardır.

Vazifenin ağırlığından ürkmemişlerdir.

Bizler de Kastamonu’nun milletimize feda ettiği muhterem analarımızın, babalarımızın, dedelerimizin, ninelerimizin izindeyiz.

Onların sözünü yere düşürmemeye yeminliyiz.

Yırtık çarıklarıyla, yamalı elbiseleriyle, yarı aç yarı tok halleriyle milletin istikbali için çırpınmalarını hiç unutmayacağız, unutturmayacağız.

Kastamonu tarihin her devrinde görevini layıkıyla yaptı.

Lazım olan her şartta ileri atıldı.

Kastamonulu kardeşlerim dününden aldığı güç ve ilhamla hainlere fırsat vermedi.

Menfaatperestlere şans tanımadı.

Allah’ın izniyle bundan sonra da tanımayacaktır.

Kastamonu 30 Mart’ta da vatanın safında duracaktır..

Yine Türk milleti diyecektir.

Yine bağımsız yaşama ülküsünde karar kılacaktır.

Yine milliyetçiliği kader bilecektir.

Ve daha da önemlisi Şerife Bacı’nın, Halime Çavuş’un yolundan ayrılmayacak, 15’nci yüzyılın kamil ve hidayet sahibi maneviyat büyüklerimizden olan Pir Şaban-ı Veli Hazretleri’nin öğütlerini yabana atmayacaktır.

Ümit ve beklentim budur.

Sizlere güvenim tamdır.

Kastamonu’ya inancım eksizdir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Değerli Vatandaşlarım,

Merhum Vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un 19 Kasım 1920 tarihinde, Nasrullah Cami’nde verdiği mesajlar hala tazeliğini ve ehemmiyetini korumaktadır.

Sevr Anlaşması’ndan bir süre sonra bu ilimize gelen Merhum Akif, herkesi birliğe davet etmiş, tefrikayı kâğıt parçası gibi yırtıp atmıştır.

Yankısı çok fazla olan bu hitap, aynı zamanda Kastamonu’yu milli mücadele kararına tümüyle ortak etmiştir.

Ölüm vesikası olan Sevr paçavrasına buradan en üst düzeyde tepki gösterilmiştir.

Türk milletini dağıtıp parçalamayı hedefleyen plan, proje ve niyetler merhum şairimizin muhteşem üslup ve belagatiyle anlatılmıştır.

Teşhisteki isabet, sözlerdeki ahenk, disiplin ve içtenlik; yorumlardaki derinlik ve tutarlılık merhum vatan şairimizin haklılığını ortaya koymuştur.

Akif’in 94 yıl evvel buradaki konuşmasında şu ifadeler özellikle dikkat çekicidir:

“Düşmanların bugün bizden istedikleri ne filan vilayet, ne filan sancaktır; doğrudan doğruya başımızdır, boynumuzdur, hayatımızdır, devletimizdir.”

Şimdi vicdan sahibi her kardeşime soruyorum;

Bugün de istenen başımız değil midir?

√  Bugün de istenen boynumuz değil midir?

√  Bugün de istenen hayatımız, milletimiz ve devletimiz değil midir?

Şüphe yok ki, bu sorulara hayır cevabını vermek imkansızdır.

Dünkü miskinlik bugün de vardır.

Dünkü bozgunculuk bugün de vardır.

Dünkü bölücülük bugün de misliyle etkindir.

Hatta dünkü gaflet, dünkü delalet, dünkü hıyanet bir fazlasıyla bugüne hakimdir.

Tek eksik fiili işgalin olmamasıdır.

Tek eksik alenen topraklarımızda düşman postallarının bulunmamasıdır.

Fakat bunu aratmayacak, düşmanı bile hayret ettirecek kadar suça ve hainliğe batmış bir yönetim bugün işbaşındadır.

AKP hükümeti milli mücadelenin intikamını almak için aramıza sokulmuş, milli bünyemize sızdırılmış provokatör gibidir.

AKP hükümeti milletin kutlu varlığına kök söktürmek, zehir katmak için yetkilendirilmiş azılı suçlu gibidir.

Türkiye’yi yönetmiş hiçbir iktidar bu kadar bayağılaşmamıştır.

Ülkemizin başına gelmiş hiçbir iktidar bu kadar pisliğin içine batmamıştır.

İç ve dış politikada bitmiş, tükenmiş hiçbir iktidar bu denli yüzsüz, bu denli küstah, bu denli pişkin olmamıştır.

Türk milleti tarihin en kötü siyasi yönetimiyle karşı karşıyadır.

Ekonomi tüm mevzilerde kaybetmektedir.

İşsiz kalan Kastamonulu kardeşimin İstanbul’a göçü durmamaktadır.

Yoksulluk pimi çekilmiş bir bomba gibi herkesin hanesindedir.

Başbakan kendi evlatlarına gemiler alıp, kamu arazilerini kapatıp yağma düzenini genelleştirirken, Kastamonu’nun gençleri çay içecek, yuva kuracak para bulamamaktadır.

AKP’nin tek bildiği vatandaştan alıp yandaşa vermektir.

Dış politika fos çıkmıştır.

İç siyasi denge fiyaskodur.

Başbakan millete musallat olmuş kayıp ve sanal kişiliktir.

Başbakan devlet ruhunun celladı, gelecek ideallerimizin katili, bin yıllık kardeşlik duygusunun hasmıdır.

Türkiye Başbakan’ın elinde can çekişmektedir.

Türkiye Başbakan’la şok geçirmektedir.

Türkiye demokrasi rotasından çıkmakta, otoriterlik patikasına sapmaktadır.

AKP hükümeti istikrarsızlığın asıl kaynağıdır.

Bugün yaşadığımız sorunların müsebbibi AKP hükümetidir.

Türk milletinin asırlar içinde yoğurduğu milli ve manevi değerleri saldırıların hedefindedir.

Başbakan Erdoğan istiklalimizi tırpanlamakta, istikbalimizi karartmaktadır.

Kastamonu bu zihniyete sessiz kalmayacak, kalamayacaktır.

Türk milleti vahim gidişata daha fazla tahammül edemeyecektir.

Tesellimiz, bunun işaretlerinin çok yoğun olarak alınıyor olmasıdır.

Geleceğimizden tasarruf edemeyeceğimize, varlığımızdan ödün veremeyeceğimize göre AKP’nin sandıkta devrilmesi şarttır, mecburidir, ikamesi olmayan zorunluluktur.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

AKP’nin cezalandırması için kestirme yollara hiç aldırış etmeden, sandıkta son vuruşu yapmak lazımdır.

Yoksa felaket kapıdadır.

Gölgesiyle bile kavga eden Başbakan milleti birbirine düşürecektir.

“Artık Yeter” demek, bu kadarı da fazla diyerek Başbakan ve zihniyetine ders vermek hepimizin boynunun borcudur.

Zira bugünkü iktidar günah çukuruna düşmüştür.

AKP’nin her tarafı kire bulanmıştır.

Başbakan’ın her sözü fitneyi alevlendirmekte, gıybet, dedikodu, kötü zannı kurumsallaştırmaktadır.

Barış kılığında gezen barbarlık Kastamonu’yu bunaltmıştır.

Özgürlük kılığında gezen zorbalık Kastamonu’yu öfkelendirmiştir.

Milli irade kılığında gezen ahlaksızlık, diktatörlük ve anormallik Kastamonu’yu yormuştur.

Türkiye’ye, işgal ordularının bile veremeyeceği tahribatı bizzat Başbakan, bizzat işbirlikçi iktidar kadroları 11 yılda vermiştir.

Başbakan Erdoğan ve hükümeti;

 Milliyetçiliği ayaklar altına alarak millet düşmanlarına hizmet etmiştir.

Türklüğü inkar ederek soysuzluğa çanak tutmuş, haçlı heveslerini umutlandırmıştır.

Andımızı kaldırarak milli yeminleri çiğnemiş, milli ülkülere nefret saçmıştır.

Türk milletini yok sayarak tarihe, gerçeğe, kültüre, asırlarca yaşanmış onca milli hatıraya sırt çevirmiştir.

Bu kapsamda sizlere hatırlatmak isterim ki;

PKK muhatap alınarak çözüm ve barış propagandasıyla Türkiye terörle pazarlığa çekilmiştir.

ABD destekli, AB icazetli, İmralı canisi onaylı, Barzani şahitli çözülme ve çöküş süreci; sözde demokratikleşme, özgürlük, kardeşlik propagandasıyla, barış gelsin, analar ağlamasın ambalajıyla toplumun tüm gözeneklerine şırınga edilmiştir.

Böylelikle terörle mücadele toptan reddedilmiş ve kanlı terör dayatmalarının hak arama çabası olarak takdim ve propagandası yapılmıştır.

Türk milleti, Dolmabahçe’de temellendirilen ve 63 sözde akilin görevlendirildiği acımasız ve vicdansız bir psikolojik hareketin hedefi yapılmıştır.

Ve netice olarak da PKK’nın silahla yapamadığı ne varsa, süreç ihaneti parantezine alınmış ve il il gezilerek toplumsal dokuya baldıran zehri gibi enjekte edilmek istenmiştir.

Son 11 yıldır süren ve geçtiğimiz yıl hızlanan gelişmeler çerçevesinde;

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilke ve esasları sorgulanmış, ana fikri yargılanmıştır.

Üniter devlet yapısı sulandırılmış, milli devleti tasfiye etme kampanyası yoğunlaşmıştır.

Etnik ve mezhep ayrımcılığı kışkırtılmış ve Türk milletinin ayrışması tahrik edilerek farklı aidiyet merkezleri teşvik edilmiştir.

Bölücülük Başbakan ve hükümeti kanalıyla siyasete iyice yerleşmiş, terörist dayatmalar meşruiyet zemini bulmuştur.

Oslo’dan İmralı’ya kadar yürütülen müzakereler, özellikle geçtiğimiz Nevruz Bayramı’nda Diyarbakır’da sahnelenen ayaklanma hazırlıkları canibaşını yeniden örgüt lideri mertebesine çıkarmıştır.

AKP hükümetinin bölücülüğe ve bölücü teröre gösterdiği hoşgörü, verdiği cesaret rekor üstüne rekor kırmıştır.

PKK’yı masumlaştırmak, Türk milletini birbirine düşürmek ve 36 etnik parçaya ayırmak amacıyla tezgahlanan süreç rezaleti ne kadar lekeli vicdan, ne kadar bedbaht ve ne kadar kifayetsiz muhteris varsa alayını derlemiş, toplamış ve aynı melanet gayeye sevk etmiştir.

Para ve mevkii peşinde koşanlarla; vatan, bayrak ve millet davasına ihanet için çırpınanlar Başbakan Erdoğan ve İmralı canisinin eş-şefliğinde idare edilen hainler korosunda şevkle, hırsla ve hınçla yer almışlardır.

AKP iktidarıyla birlikte;

Millet aleyhtarı çevreler huzur ve esenliğimizin kanına girmiştir.

Devlet karşıtı cephe umutlarımızın canına okumuştur.

PKK severler sıra sıra dizilmişler, bölücü odaklar akın akın birikmişler Türkiye ve Türk milletine suikast düzenlemişlerdir.

Türkiye hem içte hem de dışta sıkışmıştır.

Milli güvenliğimiz tehdit altındadır.

Başbakan Erdoğan yolsuzluklardan kurtulmanın derdine düşmüşken, sınırlarımızın hemen dibinde PKK’nın yan kolu PYD Suriye’nin kuzeyindeki Cezire’de özerklik ilan etmiştir.

Suriye’nin Kamışlı ve Haseke şehirlerini içine alan Cezire’nin petrol rezervi bakımından zengin bir yer olması ayrıca dikkate değerdir.

Terör örgütü etrafımızı çembere almaktadır.

Tehlikeler gün geçtikçe fazlalaşmaktadır.

Dışişleri Bakanı’nın “ateşle oynuyorlar, meşru görülemez” sözlerini ortada takan kimseler yoktur.

PKK-PYD bildiğini okumaktadır.

PYD öncülüğünde teşekkül ettirilen sözde yasama meclisi, bu ayın başında Amude şehrinde toplanarak bir anayasa hazırlamış, Cezire, Afrin ve Kobani bölgelerinden meydana gelen 3 ayrı kanton yönetimi oluşturulmuştur.

Cezire’den sonra diğer iki kantonun özerk yönetimi ilan etmesi an meselesidir.

Başbakan Erdoğan’ın, 2011 yılında, “PYD provokasyonuna izin vermeyiz, müdahale ederiz” sözü yerle bir olmuştur.

Başbakan’ın diklenmeleri sonuç vermemiştir.

PYD’yi değişik tarihlerde Türkiye’de ağırlayan Başbakan ve hükümeti esasında özerk yönetimin önündeki son engelleri de kaldırmış, bu konuda millete karşı başka, müzakere odalarında başka konuşmuştur.

AKP hükümeti bölücü terör örgütüne kol kanat germiş, etrafımızdaki kuşatmaya göz yummuştur.

Bu durum Türkiye için çok büyük badirelere yol açacaktır.

Bölücü mihraklar Türkiye’de de bir özerklik peşindedir.

Bunu hedef olarak belirlemişlerdir.

30 Mart’ı Kürt kökenli kardeşlerim için referandum olarak gören Meclis’teki PKK maşaları, sözde Kürt sorununun çözümü için demokratik özerkliği iyice gündemlerine almışlardır.

Başbakan’ın müzakere dostları Türkiye’nin idari yapısının, toprak bütünlüğünün, kardeşlik ve birlik harcının alt üst edilmesini amaçlamaktadır. 

Ancak hükümet bu tehdidi kulak arkası yapmaktadır.

Sınırlarımızın hemen dibindeki bölücü terör yapılanması Türkiye’yi içine çekecek düzeyde bir girdaptır.

Maalesef Başbakan Erdoğan ve hezimetin insan hüviyetine bürünmüş hali olan Dışişleri Bakanı ya bunun farkında değildir, ya da ihanete birinci dereceden iştirak etmektedir.

İkaz ve önemle söylüyorum Türkiye; parçalanmaya, hükümetin yardım ve yataklığıyla üniter yapısından vazgeçmeye doğru sürüklenmektedir.

Başbakan’ın Kürdistan ifadesi ve affı vaat etmesi bunun ispatıdır.

Suriye’deki terör örgütleri, bozgundan nemalanmaya, kendilerine yerleşim yerleri açmaya, özerk yapılar kurmaya, hakimiyet alanlarını genişletmeye canice gayret etmektedir.

Esad yönetiminin yaptığı söylenen ve fotoğraflarla Cenevre öncesinde basına sızdırılan vahşet ve işkence görüntüleri şu an her şeyi perdelemiştir.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Şiddetin izahı yoktur.

Canavarca insan canına kast etmenin bahanesi olamaz.

Orantısız güç gösterisiyle savunmasız ve masum insanların öldürülmesi insanlığa topyekûn vurulmuş bir darbedir.

Suriye’deki soykırımı aratmayan kanlı olayları, kimden gelirse gelsin vicdanları kanatan vandallıkları geçiştirmemiz, görmezden gelmemiz mümkün değildir.

Ülke ve dünya kamuoyuna yansıyan ve görenleri çileden çıkaran katliam fotoğrafları insanım diyen herkesi infiale sevk edecektir.

Suriye’deki sistematik ve toplu kıyımı şiddetle lanetliyorum.

Suçsuz, günahsız sivillere yönelik cinayetlerin cezasız bırakılmamasını, uluslararası toplumun duyarlı ve insaflı hareket etmesini temenni ediyorum.

Zalim Esad yönetiminin sığınacağı gerekçesi elbette kalmamıştır.

Ancak Suriye muhaliflerinin estirdiği terör rüzgarını da yok saymak aklın ve mantığın inkarı olacaktır.

Cenevre’de buluşup sadece top çevirenler, bölgesel dinamikleri hesaba katmadan buyurgan bir tavırla Suriye’ye ayar vermeye kalkanlar akan kanı durduramayacaklardır.

Cenevre’nin şu günkü tablosuyla arzulanan sonuca kapı aralaması abartılı bir değerlendirme olacaktır.

Öte yandan AKP hükümetinin bizatihi Suriye tarafından, konferansa katılan ülkelerin huzurunda teröre destek veren bir ülke olarak suçlanması Türkiye’nin düşürüldüğü hazin durumu açıkça resmetmektedir.

Anlayamadığımız taraf, Cenevre Konferansı Türkiye’nin azar yiyeceği, eleştiri alacağı bir yer midir, yoksa Suriye’deki kaosun çözüleceği bir platform mudur?

Ne acıdır ki, Başbakan ve hükümetinin politikaları sayesinde Türkiye’nin caydırıcılık vasfı kalmamıştır.

Eli kanlı Esad yönetiminin Suriye’nin içler acısı halini AKP’ye faturalandırması, terör örgütlerine verilen destekleri ifşa etmesi son derece uyarıcıdır.

Başbakan Erdoğan ve hükümeti Cenevre’de Suriye muhaliflerinin tarafında değil, Türkiye’nin yanında durmalıdır.

Muhaliflerin geleceğini değil, Türkiye’nin geleceğini düşünmelidir.

Acaba Dışişleri Bakanı, PYD’nin özerklik kararından duyduğu rahatsızlığı, buna karşı uluslararası toplumun gerekli hassasiyeti göstermesi gerektiğini vurgulamış mıdır?

Başbakan’ın tek kaygısı El Kaide’nin alan üstünlüğü, muhaliflerin başarı kazanması mıdır?

Yakın gelecekte, El Kaide Türkiye’nin herhangi bir yerinde saldırı düzenlerse veya sınır hattımızdaki il yada ilçelerimizde alçakça hak iddia ederse TIR’cılar ne yapacak, MİT’i kargo şirketine, nakliye firmasına çeviren Başbakan ne diyecektir?

Bugün terör örgütlerine verilen silahlar, sağlanan imkanlar yarın Türkiye’ye karşı kullanılırsa Başbakan ve hükümeti bunun altından nasıl kalkacaktır?

Suriye’deki vahşet görüntülerini günlerdir manşetlerine taşıyan boyalı ve yandaş basın, mesela Reyhanlı’daki menfur saldırıda toprağa verdiğimiz 54 cana bu kadar üzülmüş, bu kadar kahretmiş midir?

Brüksel’de, yandaş işadamlarını barındıran bir kuruluşun toplanması için ön ayak olduğu gurbetçileri Rabia işaretiyle selamlayan Başbakan, Türk milletinin sesine kulak vermek yerine, kafa kesenlerin, insan eti yiyenlerin oyuncağı olduğunu anladığında nereye kaçacaktır?

Yalakaları, taklacıları, parti içi soytarıları tarafından, haşa, Allah’ın vasıflarını taşıdığı iddia edilen ve şirke kayması an meselesi olan Başbakan’ın sonu iyi olmayacaktır.

 

Şunu biliniz ki, dinimizi siyasete alet eden, çıkarları uğruna inançlarımızı istismara yeltenen batıl zihniyetlerin iki dünyası da karanlık, iki dünyası da cehennemliktir.

AKP’ye oy veren muhterem ve mütedeyyin kardeşlerim bu olanları görmeli, art niyetlilerin gerçek yüzünü deşifre ederek hadlerini bildirmelidir.

Bu inançlarımıza sadakatin ve imanımıza hürmetin bir gereğidir.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli Vatandaşlarım,

Sizler burada yok ve yoksulluk içindeyken Başbakan ve hükümeti devlet hazinesine dadanmış, durmadan sizlerin parasını kendi hesaplarına geçirmiştir.

Kastamonulu kardeşimin alın teri ayakkabı kutularından çıkmıştır.

Kastamonulu fukara kardeşim başını sokacak bir göz ev bulamazken, bakan çocuklarının yatak odalarında para kasaları bulunmuştur.

Sizler cüzdanınıza koyacak paradan mahrumken, bakan çocukları evlere para sayma makinesinden şantiyeler kurmuştur.

Çünkü elle saymak günleri, haftaları, belki de ayları alacak kadar çok çalıntı para evlere yerleştirmişlerdir.

Başbakan Karunlaşmış, milletin malına, mülküne, helaline el uzatmış ve direkt cebine ulaşan hortum bağlamıştır.

Sizler bir lokmayı zor bulurken, bunların yediği önünde yemediği arkasındadır.

Rüşvet ve yolsuzluk operasyonları 4 bakanı koltuğundan indirmiştir.

Kamuoyuna yansıyan görüntüler, ses kayıtları, ilişki ağları hırsızlığı delillendirmiştir.

Buna rağmen Başbakan yaklaşık 40 gündür rüşveti ve yolsuzluk haberlerini inkarla vakit geçirmektedir.

Diyor ki, olanlar komplodur.

Diyor ki, olanlar küresel saldırıdır.

Diyor ki, olanlar paralel devletin, bir örgütün işidir.

Diyor ki, rüşvet yalandır, asılsızdır, uydurmadır.

Diyor ki, yolsuzluk kisvesi altında Türkiye’ye, Türk milletine, demokrasimize, istiklalimize, geleceğimize tuzak kurulmaktadır.

Diyor ki, yaşananlar en büyük darbedir.

Casuslar, ajanlar, hainler, haşhaşiler, virüsler devrededir.

Peki casus varsa, ajan varsa ve bugüne kadar yapılan en büyük darbe söz konusuysa failler nerededir?

Devlet ve millet aleyhine casusluk suçtur.

Darbe suçtur, ajanlık suçtur, vesayet düzeni kurmak suçtur.

Başbakan ve hükümeti bu casusları, devlet içinde yuvalanmış çete mensuplarını, suikast düzenleyen örgüt yanlılarını ne zaman adalete teslim edecek, lider kadrosunu hukukun önüne hangi gün çıkaracaktır?

Başbakan aleyhe çalışan casusları biliyor da gereğini yapmıyorsa, devlete ve millete alnen ihanet ediyor demektir.

Henüz paralel devlet diye yaygarası koparılan yapının hiçbir ferdi mahkemeye çıkartılmamıştır.

Türkiye’yi ajanlar sarmışsa, casuslar her tarafa sirayet etmişse, devlet çetelerin güdümüne girmişse, soruyorum, bu esnada Başbakan ve hükümeti neyle meşgul olmuştur?

Başbakan “ne istedilerse verdik” dediklerine, şimdi kalkıp casus mu demektedir?

Bu nasıl bir iştir? Bu nasıl bir riyakârlık ve nankörlüktür?

O zaman Başbakan Türkiye’yi satmış, şimdi düşman olarak ilan ettiklerine yargı ve emniyet başta olmak üzere devletin kritik yerlerini kiralamaktan utanmamıştır.

Başbakan’ın sözlerinden bu anlaşılmaktadır.

Dünyanın neresine giderseniz gidiniz, yabancı taşeronlarına, casuslara, örgütlere, yer altı yapılanmalara ülkesini peşkeş çeken bir iktidar, bir Başbakan kesinlikle ayakta kalamayacak ve demir parmaklıkları boylayacaktır.

Başbakan Erdoğan sürekli konuşmakta ve hırsızlığı gizlemeye çalışmaktadır.

Savcı ve hakimlere toplu yer değiştirmelerle şu kış gününde zulüm yapmaktadır.

Binlerce polisi görevden almakta, sürgüne göndermektedir.

Savcılar, polisler, hakimlerle ilgili idari tasarrufun gayesi nedir?

Bunlar şayet örgüt mensubuysa, o zaman haklarında hukuki takibat başlatmak için neyin olması beklenmektedir?

Başbakan gemilerle oynayan evladına ve kendisine dayanan yolsuzluk iddialarından aşırı korkmuş, can havliyle karşı saldırıya geçmiştir.

HSYK’yı anayasaya aykırı şekilde tanzim etme hazırlığının sebebi de budur.

12 Eylül Referandumuna evet diyen 21 milyon 787 bin 610 kişi kandırılmış, aldatılmıştır.

Fakat Başbakan Erdoğan Brüksel’de sorgu odasına alınınca HSYK’yla ilgili düzenlemeyi tekrar gözden geçirmek durumunda kalmıştır.

AB komiserleri rüşvet ve soygun düzenin mimarı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesini almış, gerekli talimat listesini kendisine vermişlerdir.

Yolsuzluğu gizlediğiyle ilgili iddialara ses çıkaramayan Başbakan, “şu an iki bakanın oğlu hapiste” diyerek vaziyeti kurtarmaya çalışmıştır.

Şimdi sırada muhtemelen ABD ziyareti vardır.

Bu ülke nezdinde yapılacak girişimler ihtimaldir ki, örgüt olarak lanse edilenlere kadar ulaşabilecektir.

Doğrudur iki eski bakanın oğlu içerdedir.

Gelin görün ki görev yeri değişen savcının 25 Aralık’ta ifadeye çağırdığı Başbakan’ın oğlu ise gövde gösterisi yaparcasına dışarıda koruma ordusuyla gezmektedir.

Asıl savcılar görevden el çektirildikten, yol temizliği yapıldıktan, tüm riskler en aza indirildikten yaklaşık bir ay sonra Başbakan’ın arazi düşkünü evladı avukatı aracılığıyla ifadeye hazır olduğunu duyurmuştur.

Nasılsa güvenlik sağlanmış, hukukta geçiş üstünlüğünü elde etmiştir.

Başbakan oğlunu ve kendisini aklamak için soruşturma dosyaları üzerinde tahrifat yapmaktadır.

Suç saklanmaktadır.

Büyük yolsuzluk örtülmektedir.

Tetikçiler, adrese teslim iş yapan görevliler Başbakan’ı kurtarmak için kendilerini feda etmeye hazırlardır.

Başbakan haşhaşi olarak suçladıklarına karşı özenle beslediği bu devrin cavlakilerini seferber etmiştir.

Ancak ne yaparsa yapsın rüşvet kapatılamayacak, yolsuzluk damarı saklanamayacaktır.

Kastamonulu kardeşlerim şunu iyi biliniz, “Ankara’da Hırsız” vardır.

Unutmayın, hırsızlar Ankara’da köşe başları tutmuştur.

Hukuka ket vuran bunlardır.

Yargının karşısına dikilen bunlardır.

Gözleri bağlı, bir elinde terazi, diğer elinde kılıç olan adalet mabudesini kırmaya ve dağlamaya kalkanlar da bunlardır.

Soruşturma yapan savcıların elinden dosyalar alınıyor, görev yerleri değiştiriliyorsa, bunların suçlusu komplo yalanlarıyla milleti kandıran rüşvetçilerdir.

Hırsızın hakimi ve savcıyı görevden aldığı yere ananas değil, karpuz devleti denir.

Sakarya’da açlıktan dolayı bayılan hanım kardeşimizin hakkı devleti karpuz gibi soyup dilimleyenlerin cebindedir.

Kastamonu’da akşam evine ekmek götüremeyen kardeşimin nafakası bunların banka hesaplarındadır.

Soruyorum sizlere;

Makam sahibi rüşvetçileri koltuğundan indirmek için “Artık Yeter” diyecek misiniz? (Evet)

Başbakan’ın algı operasyonlarıyla hırsızlığı ve yolsuzluğu kapatma teşebbüsüne “Artık Yeter” diyecek misiniz? (Evet)

Komplo, örgüt, paralel devlet, küresel suikast deli saçmalıklarına “Artık Yeter” diyecek misiniz? (Evet)

AKP’ye yeter, MHP’ye geçer not verecek misiniz? (Evet)

Öyleyse şimdi söz senin Kastamonu.

Şimdi söz senin Kastamonulu kardeşim.

Biz herkesi kucaklayacağız.

Türkiye’de yaşayan her bir vatandaşımın ayırt etmeksizin temsilcisi olacağız.

Kimseyi dışlamayacağız, kimseyi yabancı görmeyeceğiz.

Herkesi bir ve eşit kabul edecek, herkesin hakkını, hukukunu savunacağız.

Büyük, lider, kuvvetli, iddialı, belirleyen, yön çizen, süper güç Türkiye’yi Allah’ın izniyle hep birlikte kuracağız.

Bu düşüncelerle sizleri bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyor, Kastamonu’nun tüm ilçelerini ve il belediyesini sizlerden istiyorum.

Seçimlere katılacak adaylarımıza başarılar diliyorum.

Yolunuz, bahtınız ve alnınız açık olsun.

Cenab-ı Allah yar ve yardımcınız olsun.

Sağ olun, var olun.

Ne Mutlu Türküm Diyene.