Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Çok Değerli Misafirler, Muhterem Dava Arkadaşlarım, Kıymetli Hanımefendiler, Beyefendiler, Bu anlamlı buluşmada sizleri sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Denizli’ye iki günlük ziyaret maksadıyla gelmiş bulunuyoruz. Bu akşam tertip edilen yemek vesilesiyle de sizlerle birlikteyiz. Denizli gerek ülke ekonomisi gerekse sahip olduğu değer ve potansiyel bakımından çok önemli bir yere sahiptir. Coğrafi planda, kıyı şeridini iç kesimlere bağlayan, yolların kavşak noktasında bulunan stratejik bir yönü vardır. Denizli Ege Bölgemizin parlayan bir yıldızıdır. Ve sorunlarından kurtulduğu takdirde önü çok açıktır. Denizli üretimin yanındadır. Denizli adaletli paylaşımın tarafındadır. Denizli bağımsızlıktan, milli birlik ve kardeşlikten yanadır. Milli mücadele yıllarında devrin Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’nin şu sözleri Denizli’nin iftiharı, Denizli’nin özeti şeklindedir. Bakınız şöyle diyor merhum Ahmet Hulusi Efendi: “Silahımız olmayabilir, topsuz, tüfeksiz, sapan taşları ile de düşmanın karşısına çıkacağız. İstiklal aşkı, vatan sevgisi, kalbimizdeki iman ile mücadelemizin sonunda zaferi kazanacağız.” Bu sözlerden anlaşılacağı üzere, Denizli inanmış, başarmıştır. Denizli hedeflemiş, ulaşmıştır. Milli ve manevi değerlerin rehberliğiyle imkânsızlıklara aldırmadan sonuca varmıştır. Siz muhterem arkadaşlarım işte böylesi bir derin mirasın aynısıyla tatbikçileri ve temsilcilerisiniz. İnanıyorum ki, Denizli karar verirse merhum Ahmet Hulusi Efendi’nin iradesini yeniden canlandırabilir. Denizli isterse milli varlığımız üzerinde hesap yapan çevrelere bir kez daha hezimet yaşatabilir. Denizli kafaya koyarsa haramla söz kesenleri, birliğimizi ve dirliğimizi bozmaya çalışan kalabalık ve karanlık odakları mağlubiyetle tanıştırabilir. Ben şahsen, Denizlili kardeşlerimin milli ve tarihi görevlerini en iyi şekilde yerine getireceklerine candan itimat ediyorum. Gün boyu vatandaşlarımızın heyecan ve coşkusundan bunu çıkarıyorum. Denizli’deki bunalmışlığı görüyorum. Denizli’deki şikâyet ve sızlanmayı hem duyuyor, hem de hissediyorum. Takdir edersiniz, herkesin ortak beklentisi; huzurlu, sağlıklı ve güvenli bir hayattır. Bunun için de temel ihtiyaçlarını giderecek, aynı zamanda geleceğini garanti altına alacak gelir ve kazanca sahip olmak her kardeşimin hakkıdır. Oturacak bir eve sahip olmak, sıcak ve sorunsuz yuva kurmak herkesin ortak ve tabii beklentisidir. İşini, yatırımını, planlamalarını herhangi bir riske muhatap kalmadan istikrar içinde gerçekleştirmek her vatandaşımın arayışıdır. Siyasi iktidarlar bunları dikkate almalı, öncelik sıralamasını iyi yapmalı, politikalarını evvela insanın mutluluğu ve esenliği gayesine yönlendirmelidir. Ekonomik istikrar ve dengeyi sağlayamamış, üretim eksenli bir model kuramamış, sanayileşme konusunda değerli adımlar atamamış iktidarlar bugünümüzü heba ettiği gibi geleceğimizi de karartmaktadır. Türkiye’nin en ciddi sorunlarından birisi de mevcut hükümetin sadece konuşuyor olmasından kaynaklanmaktadır. Başbakan kurduğu hayal borsasında oyalandıkça Denizli kaybetmekte, Türkiye geriye gitmektedir. Daha da kötüsü yolsuzluklarla ilgili iddiaları bastırmaya ve inkar etmeye çalıştıkça ahlak, adalet, hukuk, maneviyat ve insani değerlerimiz zarar görmektedir.
Değerli Misafirler, Muhterem Denizliler, Ekonomiyi, siyasetten; ekonomik faaliyetleri sosyal konulardan ayırmak imkânsızdır. Ekonomik yorumları güvenlik, asayiş, kültür, insan psikolojisi, dış politika gibi alanlardan ayrı düşünmek mümkün değildir. Birbirini doğrudan etkileyen bu girift yapıda, iyi giden bir ekonomide diğer alanlarda da ciddi zafiyet olmayacaktır. Ne yazık ki iktidarda 12’nci yılına giren Adalet ve Kalkınma Partisinin milletimize reva gördüğü ekonomik ve sosyal tablo iç acıcı değildir. Hepiniz yaşıyor ve görüyorsunuz ki, karşımızda; √ Yatırım ve üretimin artmadığı, √ İşsizliğin çığ gibi büyüdüğü, √ Yoksulluğun derinleştiği, yolsuzlukların genişlediği, √ Milli ve manevi değerlerimizin istismar edildiği, √ Aile bağlarımızın, toplumsal ahlaki değerlerimizin yerle bir edildiği, √ Gerilim ve kutuplaşmanın yönetim tercihi olduğu, √ Huzurumuzun kalmadığı, dirliğimizin hasar gördüğü, √ Kardeşliğimizin yaralandığı vahim bir tablo vardır. Bu sosyo-ekonomik dağınıklık ve zayıflık doğal olarak diğer alanlara da sirayet etmiştir. AKP hükümeti, bizi biz yapan, bir arada tutan ortak değerlerin kaynaştırıcı gücünü inkar etmiştir. Bunun yerine tarihi ve kültürel derinliği olmayan yapay farklılıkların ayrıştırıcılığı üzerinden bölücü ve cepheleştirici bir siyaset üslubu benimsemiştir. Son 11 yıllık sürede, iktidar gücü, kronikleşen sorunlara çözüm üretmek için kullanılmak yerine istismar, gerilim ve kutuplaşma yönünde kullanılmıştır. Sorunlar karşısında başarısızlığa uğranılan her durumda geçmişi suçlama geleneği sürdürülmüştür. Vatandaşımızın ekonomik ve sosyal hayatına ilişkin beklentilerinin boşa çıktığının farkına varıldığı her durumda mutlaka bir istismar vesilesi bulunmuştur. Sistemli gayretlerle yıpratılan devlet ve toplum hayatımızın hemen her alanında yaşanan bloklaşmalar giderek fecaat boyutlara ulaşmıştır. Ekonomik gelişmeler de, yaşadığımız genel bunalımdan farklı bir seyir izlememiştir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, ekonomik kararlardaki ahenksizlik ve sosyal ahlaktaki çöküşün hızlanması ile körüklenmek istenen kardeş kavgası geleceğe umutla bakılmasına mani olmuştur. 28 Ocak’ta artırılan faiz artışı özellikle Denizli’yi ve Denizlili müteşebbisleri çok zorlayacak, daha da darboğaza sürükleyecektir. Şu yürek sızlatana hakikati sizlerle paylaşmalıyım ki, İşçi, memur, esnaf, köylü ve emeklilerden oluşan mağdurlar, kendi kaderine terk edilmiştir. Yıllardır işsizlik önlenememiş, yoksulluk azaltılamamış, gelir dağılımı adaletli hale getirilememiştir. Yolsuzluk ve yozlaşmalar AKP döneminde inanılmaz seviyelere gelmiştir. Merkezi ve yerel idarelerde kamu kaynakları haksız, hukuksuz, usulsüz şekilde yandaşlara dağıtılmış ve halen de devam edilmektedir. AKP iktidarı siyasi onur ve haysiyetini ayakkabı kutularıyla değiştirmiştir. Hükümet ölümcül rüşvet hastalığına baştan ayağa yakalanmıştır. Haneden mensupları, evlatlar, dünürler, hısımlar, yakınlar, uşaklar, piyonlar hepsi birden yolsuzluk kanalına düşmüşler, kutulara, para sayma makinelerine, para kasalarına sarılmışlardır. Denizlili kardeşimin bırakınız oturacak evini, bir göz yeri kiralamaya bile gücü yetmezken, bakan çocukları evlere banka şubeleri açmıştır. Hırsızlar ahlaksızca Denizli’nin sırtından geçinmekte, ürettiğinden çalmaktadır. Sizler gece gündüz çalışıp dişinizden tırnağınızdan arttırabildiklerinizle ayakta kalmaya çalışıyorsunuz. Fakat Ankara’daki hatırlı, unvanlı, mevkili hırsızlar milletin parasına el koymaktadır. Açıl susam açıl diyen “Ali Baba ve Kırk Haramilerine” taş çıkartan ve “kapan kutum kapan” diyerek pisliğin üzerini örtbas etmeye çalışan iktidar mensupları Türkiye’yi soyup soğana çevirmektedir. Başbakan rüşveti inkar etmektedir. Yolsuzluk iddialarını komplo olarak görmektedir. Başbakan açısından; yargı darbe yapmaktadır. Yine bu zihniyete göre casuslar her taraftadır, küresel suikastçılar işbaşındadır. Zannedersiniz 17 Aralık’tan beri hükümet iftirayla karşı karşıyadır. Başbakan yolsuzlukları reddettikçe zora düşmekte, debelendiği bataklığa biraz daha batmaktadır. Hiç kimsenin Türkiye’nin sözde büyümesini hedef aldığı yoktur. Hiçbir dış mihrakın üçüncü köprüyü, üçüncü hava limanını, hızlı treni, ihanet sürecini hedef yaptığı falan da yoktur. Zaten çoğu küresel çevrelerden izin ve icazet alınarak yapılmış veya başlanılmış işlerdir. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, AKP ihalelerinden nemalananların da haraca bağlandığı anlaşılmaktadır. Medya ihalelerinde kullanılmak üzere bazı bakanların Başbakan talimatlı bağış havuzu oluşturdukları, aldıkları komisyon ve yüzdelerle hukuk ve ahlaki kaideleri ferç ettikleri ortaya çıkmıştır. Ve Başbakan sayesinde büyük ihaleler alan bazı meşhur işadamlarının millete nasıl hakaret ve küfrettiği de basına sızan tapelerden açıkça görülmüştür. İşte burası çok önemlidir. Türk milletinin kanını emen hırsızlar bir de dönüp alçakça küfürler yağdırmaktadır. Hükümetin Türkiye’yi getirdiği nokta işte bu kadar vahimdir. Öte yandan faiz lobisi, Başbakan’ın kadim ortağıdır. Kan lobisi, faiz lobisi, terör lobisi, hıyanet lobisi, bölücülük lobisi, savaş lobisi, silah lobisi öteden beri Başbakan’la birliktedir. Özellikle faizlerdeki yüzde 100’e varan artışlardan sonra hiç kimse Başbakan’ın sözlerine, haykırışlarına, sahte diklenmelerine bundan sonra itibar etmeyecektir. Faiz lobisi Başbakan’dan alacaklarını tahsil etmiş, Türk milletini, Denizlili sanayiciyi, esnafı, girişimciyi, mağduru ve mazlumu can evinden vurmuştur. Bir ara ümük sıkmaktan bahsedenler şimdi hepimizin, hepinizin canını sıkar hale gelmiştir.
Değerli Misafirler, Siyasi ve ahlaki çürüme devlet ve toplum hayatını kaplamıştır. Yürütülen dış politika da milli menfaatlerimiz bakımından kaygı verici olmuştur. Herkesin huzur içinde olacağı bir güvenlik sistemi ve herkesin adaletine güvendiği bir yargı sistemi tesis edilememiştir. Vatandaşı gerçekten önceliğine alan hakkaniyetli bir yönetim anlayışı kurulamamıştır. Etnik bölünmeyi amaçlayan kanlı terör, siyasi ayrılıkçılık hevesleri ve etnik tahrikler artmış, Türkiye tehlikeli bir cepheleşme sürecine sürüklenmiştir. İnsanlar daha önce komşu, bakkal, manav, işçi, memur, dost ve arkadaş olarak gördükleri kişilerde, etnik köken ve mezhebe dayalı kimlik sorgulamaya başlamışlardır. Denizli’de ise öğrenci evleri hedefe koyulmuş, sanki tüm öğrencilerimiz gayri meşru hayat yaşıyormuş gibi bir algı oluşturulmuştur. Bunun sorumlusu elbette Başbakan Erdoğan’dır. Bugünkü gidişatın, iddia edildiği gibi barış ve huzurla, demokrasi ve hürriyetle, kalkınma ve refahla, kaynaşma ve kardeşlikle hiçbir ilgisinin olmadığı milletimiz tarafından anlaşılmıştır. Yüzleşme adı altında milli tarihimizi karalama kampanyaları milli sorunları sözde çözme iddialarıyla hız kazanmıştır. Şu günkü geldiğimiz noktada; vatandaşlarımızın geleceğe daha umutlu bakmasını sağlayacak bir ekonomik ve sosyal yapı söz konusu değildir. Ve bütün bunların milletin gözünden kaçırılması için, aklın, izanın, gerçeklerin karartılması için maddi çıkar ilişkileri tesis edilen yandaş medya oluşturulmuştur. Manşetler haramzadelerin hizmetindedir. Manşetler milli ve manevi değerlere sırt dönmüş kişi ya da grupların ambargosu altındadır. Ekranlar bölücülerin, kozmopolit ve sözde aydınların yönlendirmesi altındadır. Türkiye’nin aynı zamanda bir medya sorununa haiz olduğu tartışmasızdır. Bütün çabalara rağmen hükümetin sipariş verdiği haber ve yorumları yayınlamakta direnen medya unsurlarına ise baskı ve dayatma artmaktadır. Ayrıca kültürel gerçeklerimizden ve toplumsal temellerimizden kopan ekonomik sistemle birlikte, milletimiz çok büyük bir açmazın ortasına düşmüştür. Bu eleştiriyi yaparken elbette ki şu gerçekleri de göz ardı etmemiz mümkün değildir. Ülkemizin ekonomik yapısı ve gelişmesi bu zamana kadar, çoğunlukla dinamik merkezler tarafından biçimlendirilmiş ve sınırlandırılmıştır. Diğer taraftan, ekonomik sistemin küresel alana aşırı bağımlı yapısı ve insanı dışlayan mekanik kurgusu, zaten birikmiş sorunların kalıcı olarak çözülmesini zorlaştıran başlıca faktörler arasında yer almıştır. Piyasanın düzen ve istikrarını, insan mutluluğunun üzerinde gören böylesi anlayışın, elbette ki krizlerden zarar gören milyonlarca vatandaşımızla ilgili bir kaygısı olmayacaktır. Görünmez bir elin dengeleyici ve yönlendirici misyonuna duyulan derin hayranlık ve beraberindeki teslimiyet, tecrübeyle sabittir ki görünen ve sahip olunan değerlerin tahrip olmasının da gerekçesi ve bahanesi olmuştur. Ve bu yaklaşımın ortaya çıkardığı, en azından tetiklediği ve hızlandırdığı ekonomik yıkım, başta ülkemiz olmak üzere yaşadığımız yerküre üzerinde büyük tahribatlara da davetiye çıkarmıştır. Bu ekonomik düzenin mağdurları ve kaybedenleri bellidir. Bunlar, dünyanın her yanında yaşayan ve aralarında milyonlarca vatandaşımızın da bulunduğu milyarlarca yoksul, çaresiz, umutsuz ve sağlıksız kitlelerden başkaları da değildir. Ulus-devletlerin dayandığı politik topluluğun hem sosyolojik mahiyetini, hem de egemenlik haklarını dönüştüren küreselleşme sürecinin dayatmaları krizlerin ortaya çıkmasının bir nedenidir. Milyarlarca insan, bu dengesiz ve adaletsiz sistem yüzünden; beslenme ve barınma sorunları yaşamakta, yeterli eğitim ve sağlık hizmetlerini alamamaktadır. Küreselleşmenin bilançosunda eşitsizlik, yoksulluk, etnik çatışma, coğrafyaların değişmesi, devletlerin parçalanması vardır. Ülkelerin bölünmesi kutuplaşma ve silahlanma yarışı; mutluluk, refah ve yardımlaşmadan daha ağır basar hale gelmiştir. Bunun yanı sıra küreselleşmenin; adalet, refah ve işbirliği vaat ettiğini de söylemek şu haliyle çok mümkün değildir. Bu küresel dayatmalar karşısında, milli devletin temelini oluşturan anahtar kavramlar olan; millet, milliyet ve milli kültürün küreselleşme karşısında ayakta durma mücadelesi alabildiğine artmıştır. Bunların hemen arkasından da mili egemenlik, demokrasi, dayanışma, bağımsızlık ve onurlu yaşamanın önemi daha da belirginlik kazanmıştır. Ancak, tehlikelerle dolu olan AB ile müzakere ve terörle pazarlık sürecinde söz konusu kavramların hepsi tartışılır hale gelmiştir. Türk milletinin kendisine olan inancı zayıflatılarak, millet olma bilincinin köreltilmesine dönük çabalar hız kazanmıştır. Uzunca bir süredir, küresel güçlerin gelişmekte olan ya da azgelişmiş ülkelere demokrasi ve insan hakları kılıfıyla böl, parçala ve yönet politikalarını dayattıkları ortadadır. İstikrarsız bir ekonomi; sürdürülebilir ve kontrollü siyasi istikrarsızlığın bir sonucu ve hızlandırıcısı olarak milletimize büyük acılar, zulümler ve sıkıntılar yaşatmaktadır. Türk milleti böylesi bir mağduriyeti hak etmemektedir. Fakirlik bir kader, işsizlik mutlak bir son değildir. Olmamalıdır. Hakkaniyetten uzak bu ekonomik süreç, önce bu sürecin mağduru olan milletimiz tarafından mutlaka değiştirilmelidir. Biliyorsunuz, her ekonomik kriz, peşi sıra demokratik sistemin tartışılmasını beraberinde getirmiştir. Bundan en fazla zararı elbette sizler çektiniz. Ekonomik kriz, siyasal çalkantı, askeri müdahale ve dışa bağımlılık, birbirini izleyen ve iç içe geçmiş süreçler olarak ülkemizin talihsiz ve demokratik olmayan bir alışkanlığı haline gelmiştir. Hem ekonominin, hem demokrasinin kısır döngüsü olarak tanımlanabilecek bu fasit daire, geride kalan yıllarda büyük kayıplarımıza neden olmuştur. Ayrıca ekonomik dengesizliğin, siyasal ve toplumsal bunalımlara anında dönüştüğü bu zamana kadarki tecrübelerle sabittir. Bunun için geçmişteki sorunlardan ders alınmalıdır. Allah muhafaza, dünün aynısıyla tekrarı bizleri tarihi rekabette geriye düşürecek ve iflasa sürükleyecektir. Bugün siyasal kriz vardır ve rejim krizine dönüşme emaresi göstermektedir. Bugün hukuk krizi vardır; ne yazık ki yargının bağımsızlık ve tarafsızlığı tartışmalı ve şaibelidir. Bugün devlet krizi vardır; erkler arasındaki kabus dolu mücadele bunu resmetmektedir. Ve bugün ekonomik krizin ayak sesleri yüksek sesle işitilmektedir. Etrafımız her geçen gün kararmaktadır. Sınırlarımız terör örgütlerinin taciz, baskı ve tahakkümü altındadır. Düne kadar Esad’a karşı olarak terör örgütlerine destek veren Başbakan ve hükümeti, mesela El–Kaide’nin, IŞİD’in Türkiye’nin herhangi bir noktasına eylem yapması halinde ne diyecek, bunu nasıl izah edebilecektir? Bununla birlikte ülke çıkarımıza uygun düşmeyen, milli gerçeklerimizle bağdaşmayan, hatta kimi zaman mantık dışı ekonomi politikalarıyla da yüz yüze gelinmiştir.
Muhterem Misafirler, Ekonomik sorunlara paralel artan sosyal ve siyasal problemler, ne yazık ki sizleri yıldırmış ve bezdirmiştir. Ekonomik büyümenin sosyolojik ve kültürel temellerimizden kopuk olarak gerçekleşmesi, üretim sistemimizin her sallantıda daralması, geleceğe dönük ümidin azalması, sorun çözme yeteneğimizin zayıflamasına yol açmaktadır. Unutulmaması gereken en temel husus ise; sanayileşmenin ve gerçekçi ekonomik gelişmenin, beraberinde sorun çözme kültürünün toplumsal yapıya yayılmasını ve yerleşmesini sağlayacak olmasıdır. Oysa ki ciddi bir siyasal güçle yönetim yetkisini eline alan Adalet Ve Kalkınma Partisi’nin ekonomik ve siyasi uygulamalarında bu hususları asla gözetmediği 11 yıllık icraatlarından anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, en ufak bir toplumsal gerilim ve siyasi tansiyon yükselmesinden kaynaklanan sorunlar milletimizi anında etkisi altına alabilmektedir. Hepinizin bildiği gibi Türkiye, yaklaşık yarım yüzyıldır ekonomik ve mali sistemini bir esasa oturtmaya, küresel fırsatlar, toplumsal riskler ve siyasal sistem arasında bir denge kurmaya çalışarak bugünlere kadar gelmiştir. Yaşadığımız tecrübeler ülkemizin ekonomik sorunlarına paralel olarak ardı ardına gelen siyasal, sosyal, ahlaki ve asayiş alanlarında katmerli sorunların da baş gösterdiğini ortaya koymaktadır. Az önce de vurguladım gibi, yıllardır tekrarlanan, önce ekonomik kriz, sonra siyasal istikrarsızlık ve nihayetinde toplumsal bunalım döngüsü; ülkemizde demokrasinin kök salmasını, sağlam ve milli bir ekonomik iklimin ortaya çıkmasını engellemiştir. Üzülerek ifade etmeliyim ki; işsizlik, durgunluk, hayat standardının düşmesi ve benzeri açmazlar sosyal patlamalara çok müsait bir ortam hazırlamaktadır. Siyasi, ekonomik ve sosyal problemlerin neden olduğu derin umutsuzluğun ve sisteme dönük güvensizliğin, devlete ve hükümete karşı öfkeye dönüşebilme riski çok fazladır. Bu nedenle başta devlet ve hükümet ricali olmak kaydıyla, herkes, çok şuurlu ve dikkatli olmalıdır. Küçümsenen bir kıvılcım Türkiye’yi ateşe verebilecektir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyaset anlayışının öznesi insan, nesnesi devlet, yüklemi demokrasi, cümlesi ise millettir. Biz, bunlardan birini diğerine; yani milleti, devleti ya da demokrasiyi ötekine tercih ederek yapılacak sözde yaklaşımların eksik, kusurlu ve sakat olacağına inanıyoruz. Bu itibarla insandan başlayacak toparlanma ve canlanmanın millet ve devlete kadar ulaşacağını düşünüyoruz. Türkiye’nin fabrika ayarlarına dönmesi bize göre elzemdir. Milli, ahlaki ve hukuki bir zemine tutunarak; güçlü, sözü dinlenen, iddialı, girişimcisiyle yerkürenin her tarafına ulaşmış bir Türkiye hedefi hepimizin özlemidir. Milliyetçi Hareket Partisi işte bunu gerçekleştirmeye, herkesi bir ve eşit görerek milletimizin tüm güzelliklerini kucaklamaya kararlıdır.
Muhterem Misafirler, Değerli Dava Arkadaşlarım, 30 Mart 2014 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimleri tarihi bir değere sahiptir. Bu seçimler Türkiye’nin yakın geleceği için belirleyici olacaktır. Demokraside olması gereken ve geciktikçe de toplumsal basıncın artacağı iktidar değişimi için 30 Mart ara duraktır. Türkiye’nin kazanabilmesi için Başbakan ve hükümeti kaybetmelidir. Türk milletinin varlığını ve birliğini koruyabilmesi için Başbakan ve hükümeti sandıkta mağlup olmalıdır. Ve Denizli’nin artık yeter diyeceğini ümit ediyor, bunun çok ehemmiyet arz ettiğini biliyorum. Önümüzdeki Mahalli İdareler Seçimleri’nde; √ Türk kimliği oylanacak, √ Türkiye’nin varlık ve bekası oylanacak, √ Türkçemiz oylanacak, √ Türk milleti oylanacak, √ Cumhuriyetin kurum ve kuralları oylanacak, √ Yolsuzluk ve rüşvet oylanacak, √ İş, aş ve gelecek beklentisi oylanacaktır. Ya AKP, PKK ve BDP kazanacak ve Türkiye’yi etnik mayınlarla patlatacak ve parçalayacaklardır. Ya da Milliyetçi Hareket Partisi Denizlili kardeşlerimin ve büyük milletimin sayesinde başarıya ulaşacak, Türkiye’yi topyekûn temizleyecek ve ayağa kaldıracaktır. Sizlerin ilgi ve desteğinize şimdiden teşekkür ediyorum. Cenab-ı Allah Türklüğün, Türk milletinin ve tüm iman edenlerin yar ve yardımcısı olsun. Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, başarılı, sağlıklı ve huzurlu bir ömür geçirmenizi niyaz ediyorum. Hepinize teşekkür ediyorum.
|