Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Davetliler, Basınımızın Seçkin Temsilcileri, Sözlerime başlarken öncelikle panelimize hoş geldiniz diyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu Büyük Atatürk'ün, aramızdan ayrılışının 62. yılındayız. 10 Kasımlar, artık O'nun aramızdan ayrılışının anma ve matem günü olmaktan çıkarak, bize bıraktığı eserlerin zenginleştirilmesine ve yeni nesillere daha iyi anlatılmasına vesile olmaktadır. 10 Kasımların Atatürk'ün 57 yıllık hayatını, mücadelesini, milletimize kazandırdıkları ve kazandırmak istediklerini doğru anlama bakımından önemi büyüktür. Bugün, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nun düzenlemiş olduğu "Çeşitli Yönleriyle Atatürk" konulu panel de, Büyük Atatürk'ün toplumumuza doğru bir şekilde anlatılabilmesi amacını taşımaktadır. Bu vesileyle değerli katılımcıları ve emeği geçenleri kutluyorum. Bilindiği gibi, 19. yüzyıl, Avrupa'nın, ekonomi, hukuk ve eğitim alanlarında büyük atılımlar yaptığı bir yüzyıldır. Bu yüzyıl, Avrupa'nın milletleşme süreci içinde, kendi kimliklerine sahip çıkan toplumlar ve devletler oluşturma yüzyılıdır. Bu yüzyıl, sanayi ve demokratikleşme süreçleri konusunda, Avrupalı devletlerin ve toplumların, uyanış ve değişim yüzyılıdır. Bugün huzurlarınızda yapacağımız birinci tespit, 19. yüzyılın bu durumuyla ilgili olacaktır. Avrupalı aydınlar ve yöneticiler, kendi toplumlarının 19. yüzyıldaki büyük gelişme ve dönüşümlerine öncülük etmişlerdir. Ne yazık ki, Osmanlı aydını ve yönetimi, çağın dinamiklerini ve dönüşümlerini, bilinçli bir şekilde tanımak ve çağla barışık yaşamayı başarmakta yetersiz kalmışlardır. 20. yüzyılın, özellikle de ilk yarısının, güç gösterilerini de ifade eden sıcak savaşlarla geçtiği bilinmektedir. Bu sıcak savaşların arkasında, zamanın sanayileşmiş toplum ve yönetimlerinin hırslarını denetim altına alamamaları yatmaktadır. Bu hırsların bir sonucu olarak da, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, Balkanlar'da ve Çanakkale'de ülkemizi işgal, devletimizi yok etmek isteyenler, güç ve amaç birliği yapmışlardır. Çanakkale savaşlarında, güçlü orduları ve donanmaları ile ülkemizi işgale yeltenenlerin bozguna uğratılması, tarihin yeniden yazılmaya başlanmasının ilk büyük işareti olmuştur. Bu tarihi başarının bize ve dünyaya verdiği mesajlar, hem çok yönlü hem de çok önemlidir. Özellikle, büyük bir askeri gücün hareket yeteneği ile donanımının arka plânında yatan ekonomik ve teknolojik dinamiklerin, o günkü yönetim hatta aydınlarımız tarafından yeterince iyi anlaşılamadığı görülmektedir. Bunun anlaşılması için, her şeyden önce, çağın ileri kabul edilen bilgi ve teknolojisi ile onu meydana getiren azmin ve birikimlerin boyutlarının kavranması gerekiyordu. "Size ölmeyi emrediyorum" komutunu veren Mustafa Kemal Paşa'nın, askerine inanması ve askerinin de ona inanmış olması, Çanakkale'de yazdığımız destanın temel sebebi olmuştur. İkinci tespitimiz ise, bu noktaya aittir: Toplumuna inanmak, güvenmek toplumun inandığı ve güvendiği bir yönetici olmak. Bu basit gibi görünen sosyal ve psikolojik özellik, her zaman elde edilebilen bir sonuç değildir. Mustafa Kemal Paşa'nın Erzurum ve Sivas Kongreleriyle başlattığı Milli Mücadelenin, Ankara'da topladığı Büyük Millet Meclisi'nin anlamını, şöyle, yorumlamak mümkündür. Atatürk, 20. yüzyılın ilk çeyreğini, öncelikle toplumun kaderini belirleyenlere, daha sonra da topluma, doğru ve yeterince anlatarak yüzyılın nasıl bir gelişme dinamizmi ve sorumluluk anlayışı gerektirdiği konusunda bir bilinç uyandırmak ve yol göstermek istemiştir. Mustafa Kemal Paşa, meclisin ilk toplantısından, Cumhuriyetin ilan edildiği zamana kadar, Türk toplumunda, millet olma bilincini ve milli dayanışma düşüncesini uyandırmaya çalışmıştır. Çünkü, bu çağın gereğiydi. Milli Mücadele'nin bittiği günlerde de, "Milli benliğine sahip çıkmayan milletler, başkasının şikârı/avı olur." diyerek bu düşüncesini geliştirmiştir. Öncelikle milli benliğe ve milletleşme sürecine işaret etmekte, diğer taraftan çağın gereği olan yeni kalkınma yöntem ve hamlelerin önemini vatandaşları ile paylaşmak istemektedir. Bir yıl sonra, 1923'te, "Milli emeller, milli irade, yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin, arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir." demiştir. Böylece, milletini çağın gerekleri ile buluşturmak ve o yöndeki bilgiyi paylaşmak istemektedir. Çünkü yüzyılı çok iyi anlamak ve yeni gelişmelerin doğurduğu imkanları milletine taşımak Atatürk'ün önde gelen özelliklerinden birisidir. Yönetimin, yönetilenle barışıklığı esasına dayalı olan cumhuriyet, onun ifadesiyle "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" düşüncesi, işte bu buluşma ve çabalarda temel yönetim biçiminin ne olacağını ortaya koymaktadır. Üçüncü tespitimizi ise, milli bir devlet, vatansever aydın ve idareci, milli benliği güçlü bir millet olma değer ve ideallerinin sürekli koruması şeklinde özetlemek istiyorum. Gerçekten de 20. Yüzyıl, milli kültürlerin diriliş, milli uyanışların öncelik kazandığı bir yüzyıl olmuştur. O'nun "Ne mutlu Türküm diyene" anlayışı unutturulmak istendiği zamanlarda dahi diri kalmıştır. Sözün kısası, Atatürk, dünyanın tanıdığı büyük liderlerden biri, 20. Yüzyılın ise, en büyük lideridir. Bilinmelidir ki, 1920-1938 yılları arasında sağlanan gelişme ve değişmeler, hem milletin birbiriyle kucaklaşması, hem de çağ ile yarışmak düşüncesiyle temellendirilmiştir. Uygulanması da, milletin çağdaşlaşmaya katılması ve ona katkıda bulunması şeklinde olmuştur. Atatürk'ün, Türk milletini büyük bir atılıma hazırladığı ve yönlendirdiği yüzyılda, Avrupa ve Asya'nın pek çok ülkesinde, totaliter rejimler veya diktatörlükler bulunuyordu. Böyle bir dünyada, O, yabancı bir gazetecinin sorusuna "Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim." diye cevap vermiştir. Aynı çağda yaşayan, gerek kendi milletleri, gerekse dünya için endişe ve korku kaynağı olan bazı liderler, bugün ya unutulmuş ya da kötü miraslarıyla anılır olmuştur. Atatürk ise, sevgi ve saygı uyandırarak, Türk milletini, çağ ile tanıştırmaya gayret edip varlığını teminat altına almaya yöneltmiştir. "Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak" hedefi ise çağın akışına yön verme düşüncesinin bir göstergesidir. Yalnız 10 Kasım'da değil, düşünce ufkumuzda, Atatürk'ün mücadele azmi, bizlere yüklediği sorumluluklar ve gösterdiği hedefler tekrar tekrar konuşulmalıdır. Ülkemizin en zor anında bile düşünüp ortaya koyduğu milli hedef ve stratejilerin hatırlanması, bu tür çabaların anlam ve değerinin çok iyi bilinmesi, büyük Atatürk'ün ebedi istirahatgâhında huzur içinde yatması bakımından da önemlidir. Huzurlarınızda, Atatürk Yüksek Kurumu Sayın Başkanı'ndan Atatürk'ümüzün eksiksiz bir biyografisi ile hedeflerinin bilimsel usullerle hazırlanarak en kısa zamanda milletimize arz edilmesini rica ediyorum. Yeri gelmişken ifade etmeliyim ki, Mustafa Kemal Atatürk herhangi bir kimsenin veya topluluğun tekelinde değildir. Çünkü bütün milletimizin bağlı olduğu ve sevdiği bir tek Atatürk vardır. O'nu sevmek, O'nu anlamak ve O'nun prensiplerini milletimizin idrakiyle örtüştürmek, milletin her ferdinin hakkı ve vazifesidir. Milli egemenliğine ve onuruna doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini iyi bilen ve anlayan Büyük Türk Milleti, bu mukaddes hakkına yönelecek her türlü tehlikeyle başedecek güçtedir. Bu düşüncelerle Büyük Atatürk'ü ebediyete intikalinin 62. yıldönümünde bir kez daha rahmet ve minnetle anıyor, kıymetli heyetinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |