Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, 30 Mart Mahalli İdareler Seçimleri öncesinde gündemdeki önemli konularla ilgili düzenlenen basın toplantısında yapmış oldukları konuşma. 28 Mart 2014
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
30 Mart Mahalli İdareler Seçimleri öncesinde gündemdeki önemli konularla ilgili
düzenlenen basın toplantısında yapmış oldukları konuşma.
28 Mart 2014

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli dava Arkadaşlarım,

Türkiye’miz yakın tarihinin en önemli demokratik imtihanına iki gün sonra sahne olacaktır.

Milli irade 30 Mart Pazar günü tecelli edecektir.

Ülkemizin hazmedilmesi mümkün olmayan ağır bir gündeme hapsolduğu kara bir dönemde milletimiz sandık başına gidecek, seçimini yapacaktır.

Evvela 30 Mart Mahalli İdareler Seçimleri’nin ülkemize, milletimize ve demokrasimize yeni bir umut kapısı aralamasını ve yepyeni bir temiz sayfa açmasını en içten hissiyatımla diliyorum.

Gelişmelerin önemine binaen düzenlemiş olduğumuz basın toplantımıza katılan her bir yazılı ve görsel medya mensubuna hoş geldiniz diyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

 

Değerli Basın Mensupları,

Bugünkü basın toplantımızı çalkantılı bir dönemde yapıyoruz.

Sözlerimin hemen başında şu yalın gerçeği ifade etmek istiyorum ki, Türkiye dört bir koldan saldırıya uğramakta, hazin, haşin ve hasis bir suikasta maruz kalmaktadır.

Türk milleti içte ve dışta kolları olan düşmanca emellerin taciz ve operasyonu altındadır.

Türk devleti yolsuzluğa ve yozlaşmaya çivilenmiş iktidar elinde felç olmuş, linç olmuş, pert olmuş durumdadır.

Türkiye’de her şey ayaklar altındadır ve gündem karmakarışıktır.

Milli ve manevi değerlerimiz ruhunu teslim etmek üzeredir.

Ülkemizin içinde bulunduğu siyasi ve sosyal ortam inanılamayacak, düşünülemeyecek, tahammül edilemeyecek kadar kötüleşmiştir.

Durum vahamet ötesidir.

Manzara korkunçtur.

Gelişmeler kaygı vericidir.

Başbakan ve hükümeti devletin itibarını, milletin saygınlığını, vatanın bağımsızlığını, bayrağın şanını lekelemekle kalmamış, milli güvenliğimizin, milli sırlarımızın mahremiyetini delik deşik etmiştir.

17 Aralık 2013’den şu güne kadar geçen 102 günde yaşanmadık ve şahit olunmadık hiçbir şey kalmamıştır.

Rüşvet ve yolsuzluk girdabı genişledikçe hükümet komplolara sığınmış, iftiralardan medet ummuş, karalama kampanyalarına bel bağlamış, karşı saldırı ve algı yönetimiyle iddiaları püskürtmeye çabalamıştır.

Başbakan Erdoğan’ın gözünü kan ve hırs bürümüştür.

Yolsuzluğu örtmek için her yalandan, her dedikodudan, her tezvirattan istifade etmenin peşine ve derdine düşmüştür.

Başbakan sağduyusunu kaybetmiş, akıl yolundan çıkmıştır.

Malumunuz olacağı üzere, 17 Aralık’tan sonraki 102 günlük sürede Türkiye’de konuşulmadık bir şey bırakılmamıştır.

Başbakan Erdoğan; kendisi, ailesi, bakanları, yandaş işadamları ve yakın çevresi hakkındaki şaibeleri aydınlatmak ve hukuken netleştirmek yerine reddiyeci bir tutumla önüne kim geliyorsa, karşısına kim dikiliyorsa saldırmış, suçlamaların önünü kesmeye azmetmiştir.

Başbakan Erdoğan yargıyı çalışamaz hale getirmiştir.

İktidar adaletin terazisini bozmuş, mahkemelerin güvenirliğini tartışmaya açmıştır.

17-25 Aralık tarihleri arasında yapılan “Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonları” sonucunda görevden alınan ve görev yeri değiştirilen hakim ve savcıların toplam sayısı şimdilik 784’ü bulmuştur.

Sayıları sekiz bini aşan polis ya görevden alınmış ya da tayin edilmiştir.

Rüşvetçiler dışarda ve rahattır, adalet ise hüküm giymiştir.

Yolsuzluğa adı karışan kim varsa korumaya alınmış, güvenceye kavuşturulmuştur.

Başbakan rüşveti komplo, tuzak sözleriyle örtmeye teşebbüs etmiştir.

Başbakan hırsızlığı iktidar gücüyle kapatma telaşındadır.

Soyguna milli irade kılıfı geçirmenin ve bu yolla kendisine zırh oluşturmanın arayışındadır.

Bilinmelidir ki, ayakkabı kutusu sandıkla saklanamaz.

Hazine yağmacıları, devletin kasasına, milletin kesesine göz koyanlar sandığa gizlenemez.

Türk milleti kirlenen, harama bulaşan Bakan ve Başbakan çocuklarını haklı ve meşru göremez, görmez.

30 Mart rüşvetin aklanacağı tarih değildir.

30 Mart hortumcuların temize çıkacağı tarih değildir.

30 Mart 17 ve 25 Aralık’ın rövanşı değildir.

İnanıyorum ki sandık, haram yiyenleri milli vicdanlarda mahkûm edecektir.

Demokrasi; otoriter eğilimleri, diktatör hevesleri, bana kimse dokunamaz diyen yeni yetme iktidar zümresini alt edecektir.

30 Mart yenilenmedir, ama Yeni Türkiye isimli karanlık mecraya sapma hali değildir.

30 Mart istiklalimize değerli bir katkıdır, fakat istiklal mücadelesi veriyoruz diyenlerin de bozgunu olacaktır.

 

Muhterem Basın Mensupları,

Türkiye sorunlara batmış, her geçen gün ağırlaşan ve çetrefilleşen çok cepheli bunalımların tutsağı olmuştur.

Ne üzücüdür ki, huzurumuz kalmamıştır.

Dirliğimiz yara almıştır.

AKP hükümeti 11 yılda ülkemizi mahvetmiştir.

Cumhuriyet tarihinde bu kadar art niyetli bir iktidar görülmemiştir.

Cumhuriyet tarihinde bu kadar yozlaşan, yüzsüzleşen, suç işleyen, yolsuzluğa bulaşan bir iktidara rastlanmamıştır.

17 Aralık 2013 tarihinde sabah erken saatlerde başlayan “Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu” adeta turnusol kâğıdı işlevi görmüştür.

Başbakan ve çevresi inanılmaz, kabullenilmez, hiçbir vicdan sahibinin onaylamayacağı kapkara bir düzenin mimarı olmuştur.

Hükümet kul hakkını yemiştir.

Hükümet milletimizin vergilerini yutmuştur.

Hükümet tepeden tırnağa günah işlemiştir.

Neresinden bakarsak bakalım 17 Aralık bir milattır.

Başbakan ve hükümetinin gerçek yüzü 17 Aralık günü gözler önüne serilmiştir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma Başbakan ve hükümetini suçüstü yakalamıştır.

Kirli kazanç bağlantıları ortaya çıkarılmıştır.

Zehirli sarmaşık gibi devlet ve toplum bünyesini saran rüşvet çarkı tüm yönleriyle tespit ve teşhir edilmiştir.

Sahte belgelerle hayali ihracat teşebbüsleri almış başını yürümüştür.

Türkiye altın kaçakçılığı üssü haline getirilmiştir.

Büyük paraların döndüğü kara para aklama mekanizması kurulmuştur.

İmar usulsüzlükleri korkunç boyutlara ulaşmıştır.

Arazi vurguncuları vatan topraklarını parsellemiştir.

Rüşvetle vatandaşlık dağıtımı sınır, kural ve ahlak tanımamıştır.

AKP’ye oy veren kardeşlerim Allah için biraz muhasebe yapmalıdır; yüce dinimizin hangi buyruğunda, yüce kitabımızın hangi ayetinde, Efendimizin hangi sözünde hırsızlık, rüşvet ve haram meşru görülmüştür?

17 Aralık 2013 tarihinden sonra öyle tapeler, öyle ses kayıtları gündeme düşmüştür ki, akılla, mantıkla ve imanla izah etmek asla mümkün değildir.

Evdeki çalıntı paraları sıfırlaması, ne var ne yok eritmesi için oğluna 17 Aralık günü sabah 08.02’de korku ve panik içinde talimat veren kişi bu ülkede Başbakan’dır.

İranlı Zarrap için namuslu emniyet müdürlerine hayatı zindan etmeye kadar işi götüren,  bu edepsizin önüne yatmaya kararlı olan ve oğlunun bir trilyonu birkaç kuruş olarak gördüğü kişi bu ülkede İçişleri Bakanlığı yapmıştır.

Bakara Suresi’yle dalga geçen, sabah vakitlerinde Twitterden ayet çaktığını ifade eden ve çikolata kutularıyla rüşvet alan ahlaksız kişi bu ülkede Avrupa Birliği Bakanlığı yapmıştır.

Dinlemelere takılmamak amacıyla onlarca ayrı telefon hattı üzerinden İranlı kaçakçıyla görüşen, 700 bin liralık saate tamah eden, mücevherlerle, hediye piyanolarla aklı başından giden utanmaz kişi bu ülkede Ekonomi Bakanlığı yapmıştır.

İşadamlarına Başbakan’ın talimatıyla salma salan ve ihalelerden yüzer milyon dolarlık haraç alarak havuz medyasına aktaran şahsiyet fukarası kişi bu ülkede Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı yapmıştır.

Hazine arsalarını yandaşlara, hanedan mensuplarına tapulayan, rantiyecilerin gönlünü eden günahkâr bu ülkede Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapmıştır.

Türk tarihinde böylesi rezaletler ne yaşanmış ne de görülmüştür.

Başbakan haysiyetini, siyasi iffetini, siyasi geleceğini kutulara kilitlemiştir.

Bakanları Türkiye’nin saygınlığını üç kuruşa satmıştır.

Ülkemiz gerçekte hayal dahi edilemeyecek kötü ve içler acısı bir duruma savrulmuştur.

Alo Fatih diyaloglarıyla medyanın tarafsızlığı zedelenmiştir.

Alo Mustafa, Alo Nermin hattıyla basın ve yayın ahlakı yerin dibine geçmiştir.

Gazetelere sansür uygulanmış, televizyonlar baskı altına alınmış, internet hedef yapılmıştır.

Medya çalışanları işinden edilmiştir.

Bir yanda Kabataş’ta sözüm ona başörtülü bir kardeşimize saldırıldığını aylarca dillendiren Başbakan, diğer yanda yazılarından rahatsız olduğundan başörtülü bir hanım gazeteciyi işten attırmıştır.

Bu nasıl bir çifte standarttır?

Bu nasıl bir kepazeliktir?

Yıllarca her türlü kirini, dolanını, hainliğini, gafletini ve tezgahını başörtüsü sömürüsüyle kapatan şer yuvası Başbakan, kendisini eleştiren başörtülü bir bayanın ekmeğiyle oynamaktan en ufak bir vicdan azabı duymamıştır.

Fenerbahçe’yi ele geçirmek için olmadık ayak oyunlarına başvuran bu Başbakan’dır.

Beşiktaş Başkanının nezdinde tüm futbolseverlere küfürler yağdıran bu Başbakan’dır.

Beğenmediği haberlerden dolayı medya patronlarını azarlayan ve ağlatan bu Başbakan’dır.

Türk milletine küfür eden işadamlarına methiyeler düzen, etrafında analara ağza alınmayacak hakaret edenleri tutan bu Başbakan’dır.

Bu Başbakan’ın kalbiyle dili arasında kapanamayacak uçurumlar vardır.

Türkiye’miz adalet ve hukuk tanımaz bir iktidarın kontrolündedir.

Mahkemeler zapturapt altına alınmıştır.

Rüşvetçiler, hırsızlar, soygun çeteleri cezaevinden çıkarılmıştır.

Başbakan rüşveti komplo sözleriyle püskürtmek için 102 gündür çırpınmaktadır.

Hain, casus, ajan, paralel yapılanma, örgüt, maşa, kaset montajcıları, takiyeci, haşhaşi, virüs, sülük, vaiz lobisi, kan lobisi, faiz lobisi diyerek hedef saptırmaktadır.

Tam 102 gündür, itibar suikastçıları, dindar kisvesine bürünmüş iftiracılar, milli irade hırsızları, yalancı peygamberler, içi boş alim müsveddeleri beyanlarıyla akılları karıştırmaktadır.

Başbakan Erdoğan gerçekleri boğmak için ananas polemiğine girmiştir.

Rüşvetin üzerini örtmek için tespihlerin gelip gittiğinden bahsetmiştir.

Başbakan hedef yaptığı grupların inlerine gireceğiz derken yolsuzluk ininde kendisinin saklandığını gözlerden uzak tutmaya kalkışmıştır.

Maalesef bugün, hukuk çalışamaz haldedir.

Devlet durmuş vaziyettedir.

Hırsızlar yetki ve unvan sahibidir.

Başbakan Erdoğan milletimizi, partisine oy veren kardeşlerimi namertçe aldatmaktadır.

Hortumcuları korumakta, şakır şakır haram yiyen, usulsüzlüğün dibini boylayan yandaşlarını ve mahdumlarını kollamaktadır.

Rüşvet ve yolsuzluğa adı karışan bakanlarını hukuktan muhafaza etmek için milli iradeyi dolandırmakta, milli iradeyi çarpıtmaktadır.

Gazi Meclis’in tarihinde ilk defa çok ciddi iddia ve suçlamalara konu olan dört bakan hakkındaki fezlekeler okunmamış, milletvekillerinin bilgisine sunulmamıştır.

Başbakan korkudan titremiş, ne yapacağını şaşırmıştır.

Rüşvetçileri sayısal çoğunluğuyla şimdilik emniyete almıştır.

Başbakan madem bu eski bakanları masum görmektedir, madem bunların suçu olmadığına inanmaktadır, o halde hesap vermelerinin de önünü açmalı ve temize çıkmalarını acil olarak temin etmelidir.

Suçsuzluğuna inanılan bakanların Yüce Divan’a gitmelerinden çekinecek ve korkacak bir şey yoktur.

Ve Başbakan Erdoğan’da kendisi hakkındaki iddialardan arınmak için görevinden derhal ayrılmalı, arkasından da bağımsız yargının huzuruna çıkmalıdır.

Yoksa bu kadar isnat ve olağanüstü suçlamalarla Başbakanlık görevini yürütemeyecektir.

Zira aldığı kararlar, attığı imzalar, yaptığı idari tasarruflar gayri meşru ve gayri ahlaki olacaktır.

Türk milletinin başhırsız, başçalan, başyürüten, başgötüren dediği bir kişi iktidarda kalamaz, koltukta oturamaz.

Başbakan için seçenekler ikiye düşmüştür.

Ya paşa paşa hesap verecektir, ya da tarihi nitelikli yolsuzluklarından dolayı gün gelecek ülkeden kaçmak zorunda kalacaktır.

Karar kendisinindir.

Türk milleti her türlü değerimizi siyasi çıkar uğruna kullanan, devlet hazinesini boşaltan Recep Tayyip Erdoğan ve çetesine tahammül etmeyecektir.

Türkiye Tunus’a, Mısır’a, Libya’ya, Ukrayna’ya ve Suriye’ye dönmeden Başbakan istikrar ve normalleşme için lazım gelen adımları atmalı, üzerine düşeni yapmalıdır.

Bunun yolu da adaleti harekete geçirmek, mahkemeleri siyasi tasallut altından kurtarmaktır.

Ülkemiz rahatlamalıdır.

Toplumsal gerginlik son bulmalıdır.

Kutuplaşma hafifletilmelidir.

Gençlerin hayatı karartılmamalıdır.

Türkiye belini doğrultmalıdır.

Yolsuzluk, yoksulluk ve yozlaşma kökten bitirilmelidir.

Bunun için ilk durak şüphesiz iki gün sonraki 30 Mart Seçimleridir.

 

Muhterem Basın Mensupları,

30 Mart Mahalli İdareler Seçimleri’nin hazırlık ve propaganda devresi çok sancılı geçmiştir.

Bu süre zarfında cepheleşmeler körüklenmiş, hizipler derinleşmiş, anlaşmazlıklar hız kazanmıştır.

Mahalli İdareler Seçimleri doğal mecrasından kaymış ve gerçek manada bir genel seçim havasına bürünmüştür.

Başbakan Erdoğan demokrasiyi adeta terörize etmiş, adeta boğazlamıştır.

Ağzına ne geldiyse söylemiş, meydanlarda kural, insaf, adalet ve vicdan tanımamıştır.

Elbette şu günkü hengâmede kaybeden Türkiye ve aziz milletimiz olmuştur.

Başbakan’ın politikalarını, uygulamalarını ve niyetlerini tamı tamına  “daima zillet, daima rezalet” olarak değerlendirmek en doğrusudur.

30 Mart Mahalli İdareler Seçimleri öncesi ülkemiz tapelerin, ses kayıtların istilasına uğramıştır.

Başbakan ve çevresinin kirli çamaşırları belirli aralıklarla ortaya saçılmış, kamuoyu menfaatini ilgilendiren konuşmaları afişe edilmiştir.

Hakikaten de ortada tape ve ses kayıtlarından geçilmemektedir.

Türkiye, sanal medyadan sızdırılan haber, bilgi, belge ve ihbarlarla sallanmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın hukuka yönelik darbesi, savcı ve hâkimleri siyasi vesayet altına alma girişimi rüşvet ve yolsuzluk iddialarının sanal medya vasıtasıyla açıklanmasına neden olmuştur.

Bu yolun hukukiliği bir yana, ahlaki olup olmadığı elbette tartışmalıdır.

Daha önemlisi, kimliği meçhul kişi, grup ve mahfillerin ülke gündemini ele geçirmesi, istedikleri gibi olayların akışına yön vermeleri mutlaka iyi yorumlanmalı ve iyi okunmalıdır.

Bu durum karşısında milli varlığımız, milli güvenliğimiz, milli geleceğimiz sanal medyada konuşlanan, keyfince herhangi bir internet sitesi açan, derin yapılanmalarla işbirliği halindeki yerli ve yabancı unsurların elinde çok büyük risk ve tehditlere maruz kalabilecektir.

Şu da bir gerçektir ki, Başbakan ve hükümetinin gizli kapaklı çok fazla iş ve işlemi vardır ve bunlar birbir deşifre edilmektedir.

Hükümetin pislikleri, kirli bağlantıları, ihanetleri, provokasyonları, soygun ve vurgun düzeni açığa çıktıkça milletimiz infiale kapılmaktadır.

Açık açık söylüyorum, devletin en mahrem ve özel bilgilerinin, bu çerçevede yapılan toplantıların ortam dinlemesiyle ele geçirilip sanal medya kanalıyla servis edilmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin içine düşürüldüğü içler acısı halin yalnızca bir özetidir.

Dışişleri Bakanlığı’nda; Dışişleri Bakanı’nın, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı’nın, MİT Müsteşarı’nın, Genelkurmay İkinci Başkanı’nın 13 Mart tarihinde katıldıkları iddia edilen bir toplantının dinlenmesiyle elde edilen ses kayıtları 27 Mart günü, yani dün, internet sayfalarına düşmüştür.

Düşünebiliyor musunuz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti baştan ayağa dinlenmekte, plan, hedef ve niyetleri ülke ve dünya kamuoyuna servis edilmektedir.

Bu ne hayasızlıktır?

Bu ne edepsizliktir?

Türkiye ne hale gelmiş ve getirilmiştir?

Bu ajanlar kimdir, nerelere saklanmıştır, arkalarındaki güç kimlerdir?

Böyle bir devlet, böylesi bir belirsizlik içinde, böylesi zorlu bir coğrafyada, bu kadar hainin, düşmanın ve her tarafa sızmış ajan-provokatörün saldırısına ne kadar dayanabilecektir?

Tüm güvenlik duvarları yıkılmış, tüm mahremi çökmüş, kozmik şifreleri çözülmüş bir devletin yaşama ve var olma şansı şimdiye kadar görülmemiştir.

Devletin perişan hali Başbakan Erdoğan’ın eseridir.

Başbakan çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemi derken Türkiye’nin kodlarını, milli birliğini ve tarihi haklarını pazarlıklarla, menfaat karşılığında elden çıkarmıştır.

Dışişleri Bakanlığı’ndaki Suriye odaklı toplantının dinlenmesi ve kayıt altına alınması bize göre şu anlama gelmektedir:

Artık bu ülkede hiç kimsenin güvenliği teminat altında değildir ve devlet fiilen yoğun bakımdadır.

Türk milleti her türlü tehdit ve baskıya karşı korumasızdır.

Başbakan, kendisini ve Bilal’ini kurtarayım derken devletin prestijini, caydırıcılığını ve milletin bekasını ateşe atmıştır.

Akşamın bu saatinde Başbakan Erdoğan’a sesleniyorum;

Sayın Erdoğan, iktidar ve koltuk hırsı uğruna devleti perişan etmekten, cılkını ve posasını çıkarmaktan dolayı şimdi mutlu musun?

Türkiye’yi bölüp parçalamak amacıyla devleti tahrip etmekten, her tarafını çürütmekten dolayı sevinç duyuyor musun?

Gerçek paralel ihanete, bölücü alçaklara ortam açmaktan memnu musun?

Şimdi rahata erdin mi, huzur buldun mu, keyfin yerine geldi mi?

Başbakan açıklamalıdır; devletin sırlarını bugüne kadar kimlerle paylaşmış, milli çıkarların aleyhine kimlerle işbirliği yapmıştır?

Türkiye’yi yediden yetmişe dinleyenler gerçekte kimlerdir?

Başbakan ve zihniyeti bu konuyu cemaatin üzerine yıkmakla kendisini aklayamayacaktır.

Çünkü bu kadar geniş çaplı bir dinleme ve gözetleme faaliyetinin küresel güç ve istihbarat örgütlerinden bağımsız icra edilmesi aklın inkarı olacaktır.

Elbette devletin en kritik birimlerinin, kuruluşlarının ve buralardaki toplantıların dinlenmesi, milli güvenliğimizi sakatlayıcı casusluk faaliyetidir.

Fakat bu yolu açan, bu imkanı tanıyan, mütecaviz hareketlere karşı gafilce sessiz duran Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetidir.

Dışişleri Bakanlığı’ndaki toplantının dinlenmesi bir sorunsa, orada konuşulanların muhteviyatı daha ağır bir başka sorunun varlığına işarettir.

Anlaşıldığı kadarıyla, Suriye içinde yer alan Süleyman Şah Saygı Karakolu’na yönelik terör örgütü IŞİD’in artan tehditlerini görüşmek üzere söz konusu toplantı tertip edilmiştir.

Dışişleri Bakanlığı’ndaki bu toplantı taraflarca inkar edilmemiş, yeni bir montaj faslı ve dublaj sayfası açılmamıştır.

Fakat bu toplantı Türkiye’nin güvenliğini konuşmak yerine Başbakan ve hükümetinin siyasi güvenliğini sağlama almak için bir beyin fırtınası şeklinde geçmiştir.

Karşılıklı beyan ve açıklamalardan çıkan sonuç budur.

Başbakan Erdoğan’ın Süleyman Şah Türbesi’ni bahane ederek Suriye’yle savaşı ciddi ciddi aklından geçirdiği ortaya çıkmıştır.

MİT Müsteşarı’nın; “gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesi’ne de saldırırız” sözleri Başbakan’ın masasındaki asıl komployu ele vermiştir.

Şu işe bakınız ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin istihbarat teşkilatının başındaki bir şahıs, ülkesine, vatanına, milletine başka bir ülkeden füze atmaktan bahsetmektedir.

 

Değerli Basın Mensupları,

Başbakan’ın sır küpü olan MİT Müsteşarı’nın bu denli pervasız, bu kadar kontrolsüz ve bu derece kendi ülkesini yok sayması yaptığı görevle kesinlikle bağdaşmamaktadır.

Camileri bombalayacaklar diyerek yıllarca TSK zan altında bırakılmış, değerli komutanlar haksız yere cezaevinde tutulmuştur.

Ancak şimdi kendi ülkesine füze attırıp Türkiye’yi savaşa sokmayı amaçlamış birisi karşımızdadır.

Güçlü bir ihtimaldir ki, bu fikrin patent hakkı Başbakan Erdoğan’ındır.

Yani Başbakan rüşvet, yolsuzluk ve hırsızlıktan yakayı kurtarabilmek için Suriye’ye karşı düzmece bir savaş senaryosu dahi hazırlamıştır.

Kısaca diyebiliriz ki, Başbakan Türkiye’ye bizzat kendi işbirlikçi adamları vasıtasıyla füze atılmasına dahi sıcak bakacak kadar ahlaksız, vicdansız ve insafsızdır.

Aziz milletim bu gerçeği öğrenmelidir.

Başbakan’ın asıl yüzünü ve maksadını anlamalıdır.

Başbakan için atılacak füzeler sonucunda kimlerin öleceği, hangi felaketlerin yaşanacağı, hangi gözyaşlarının döküleceği önemsiz bir ayrıntıdır.

Geçmişte tıpkı PKK’yla yaptığı kanlı barutlu pazarlıklar gibi, Suriye’de de aynı yöntemi denemeye kalkışmıştır.

Meydanlarda hizmetkârlıktan dem vuran Başbakan Erdoğan, milletine kurşun sıkacak kadar gözü dönmüş siyasi bir kişiliktir.

Bu kadar yıpranan, tartışılan, zihniyeti hakkında çok ciddi eleştiri ve iddiaların olduğu bir kişinin MİT’in başında kalması Türkiye’nin milli güvenliğini daha da aşındıracaktır.

Şunu da merak ediyorum ki, Türkiye tele kulak çetelerinin eline geçerken MİT ne iş yapmıştır?

Devletimiz açık yada örtülü operasyona uğrarken MİT Kandil’de midir, İmralı’da mıdır, yoksa yeni bir Oslo masasında ter mi dökmektedir?

Başbakan Erdoğan’ın geleceği zifiri karanlıktır.

Başbakan Erdoğan siyasi menfaatleri uyarınca her kötülüğü yapacak kadar insanlıktan ve Allah korkusundan uzaklaşmıştır.

Twitter’i kapatması, YouTube’i karartması, siyasi partilere kaset tezgahına bulaşması Başbakan’ın ipliğini pazara çıkarmış, maskesini tümden düşürmüştür.

Gelişmeler bize bunu göstermektedir.

AKP’nin Türkiye’yi tasfiye hamlesine ilk ve kat’i itiraz 30 Mart günü yapılacaktır.

Buna inanıyor, bunu yapacak aziz milletime sonuna kadar güveniyorum.

 

Sayın Basın Mensupları,

Milliyetçi Hareket Partisi olarak 30 Mart seçimlerine çok büyük anlamlar yükledik ve çok önemsedik.

Bu itibarla Türkiye’yi il il, ilçe ilçe gezdik, düşünce ve kanaatlerimizi milletimizle paylaştık.

Dün itibariyle 30 Mart ile ilgili siyasi çalışmalarımızı Gaziantep Mitingiyle sonlandırdık.

Şahsen aziz milletimizin 30 Mart’ta en doğru tercihi yapacağına yürekten itimat ediyorum.

Biz gayret ettik, doğrudan ve haktan yana tavrımızı koyduk.

Çalanlara, soyanlara ve haram yiyenlere sesimizi yükselttik, itiraz ettik ve milletimizin sözcüsü olduk.

Bu seçim, açgözlülüğe karşı adaletli paylaşmanın seçimi olacaktır.

Bu seçim, vurguna ve yolsuzluğa karşı namusun, asaletin, temizliğin seçimi olacaktır.

Bu seçim, yağma ve peşkeşe karşı ahlakın ve dürüstlüğün seçimi olacaktır.

2 gün sonra istismara, iftiraya karşı, şeref ve haysiyet seçilecektir.

2 gün sonra bölünmeye, kargaşaya ve düşmanlığa karşı milli birlik, bin yıllık kardeşlik hukuku tercih edilecektir.

Artık bundan sonra yardım Cenab-ı Allah’tan, takdir aziz milletimizdendir.

Bu duygularla basın toplantımıza katılan herkese tekrar teşekkür ediyor, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.