Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin Değerli Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Konuşmama başlarken hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum. Öncelikle Devlet Başkanı Hafız Esad'ın vefatı dolayısıyla yakın komşumuz Suriye halkına başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum. Hepinizin bildiği gibi, Hafız Esad Suriye'nin son otuz senesine damga vurmuş ve dolayısıyla hem ülkelerimiz arasındaki ilişkilerde ve hem de Ortadoğu'nun yakın tarihinde en önemli aktörlerden birisi olmuştur. Hafız Esad sonrasına ilişkin en büyük temennilerimizden biri, Suriye'nin iç çalkantı ve bunalıma sürüklenmemesidir. Yine son bir yıldır, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri ile ilişkilerinde takip ettiği barışçı siyasetin kesintiye uğramamasıdır. Hafız Esad'ın dünya yüzünde yaptıkları bütün safhalarıyla artık tarih kayıtlarında mevcuttur. Gerek ölümün tazeliği ve gerekse kardeş Suriye halkının lideri olması hasebiyle kişisel değerlendirmeleri bir tarafa bırakmakta, buna karşılık genel çerçevede bir değerlendirme yapmakta ise fayda mülâhaza etmekteyiz. Hafız Esad yönetiminde Suriye, ne yazık ki, uzun yıllar boyunca adeta bütün dünyanın teröristlerini eğiten, destekleyen bir üs vazifesi görmüş, terörizmi dış politikasında bir araç olarak kullanmaya başlamıştır. Ülkemizi ve insanlarımızı yıllar yılı üzen, yaralayan bölücü- yıkıcı terörist unsurlar da yine ne yazık ki, Suriye'nin destek ve teşvikleriyle faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Yüzyıllar boyu iç içe yaşadığımız ve aynı dine mensup olduğumuz Suriye halkını da derinden üzen bu siyaset, geçtiğimiz yıl Türkiye'nin kararlı tutumu ve girişimleri sonucunda Adana Deklarasyonu'nun imzalanması ile son bulmuştur. Ama, bu siyasetin faturası Türkiye için bir hayli ağır olmuştur. Halbuki, en baştan itibaren teröre dayalı böyle bir siyaset yerine, son bir yıldır uygulanan ve sonuçları itibariyle iki ülkenin de yararına olan barışçı siyaset ilişkilerimize egemen olsaydı şüphesiz ki, bundan her iki ülkenin de büyük kazançları olacaktı. Nitekim, Suriye'nin bölücü terör örgütünün arkasında durmaktan vazgeçmesi ve elebaşını sınır dışı etmesi üzerine önce örgüt geriletilmiş, akabinde de iki ülke arasındaki ticari, siyasi ve kültürel ilişkilerde olumlu gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. Yine, aynı çerçevede, uzun yıllardan beri Ortadoğu'ya egemen olan istikrarsızlık, savaş ve terörizm ortamı tüm bölgenin kaderini yakından etkilemiş, bu büyük coğrafya, bütün tabii zenginliklerine, tarihi ve kültürel varlıklarına rağmen gelişememiştir. Bugün hâlâ, İslâm dünyasında birlik sağlanabilmiş, ülkeler arasında ciddi, samimi ve verimli bir işbirliği ortamı tesis edilebilmiş değildir. Yüzlerce yıl aynı devlet idaresinde, kardeşçe birlikte yaşayan milletler, şu anda kendi aralarında derin ihtilaflar içerisinde bulunmaktadırlar. Bizim dilek ve temennimiz, İslâm Aleminin yeni yüzyılda geçmişte yaşanan acı deneyimlerin ışığında birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesi, Ortadoğu'ya kalıcı bir istikrar ve barış ikliminin hakim olmasıdır. Değerli Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Hatırlanacağı üzere, Meclis soruşturma komisyonlarının büyük ölçüde tamamlanmasıyla birlikte başlayan tartışmalar, geçen hafta boyunca siyasi gündeme damgasını vurmuştur. Bu bağlamda, özellikle siyasi etik, hükümet-meclis ilişkileri gündeme gelmiş, komisyon kararları üzerine çok çeşitli yorum ve eleştiriler yapılmıştır. Partimiz de, bu meselelere yaklaşımını yine bu kürsüden genel siyaset üslûbu içinde ayrıntılı olarak ortaya koymuş; kamuoyunu aydınlatmaya çalışmıştır. Halkımızın da takdir ettiği gibi, partimizin konuya yaklaşım biçimi, kimseyi peşinen aklama ya da karalama yanlışlığına düşmeden, suçlama yerine ilkeleri ve açıklığı esas alan bir titizliği ifade etmiştir. Hiç kimsenin Milliyetçi Hareket Partisi'nin tavrından rahatsız olmaya hakkı yoktur dememizin temel sebebi de budur. Diğer siyasi partiler ise, genellikle samimiyet ve ciddiyetten uzak bir şekilde çok çeşitli hesapların izlerini taşıyan bir yaklaşım sergilemişlerdir. Hatta bazı siyasetçiler, kendi geçmişini, duruşunu ve söylemini sorgulama ihtiyacı hissetmeden başkalarına dil uzatmaya çalışan, kendi içinde bariz çelişkiler içeren açıklamalar yapmakta beis görmemişlerdir. Bu çerçevede, olayların ve tartışmaların sebepleri, sorumluları ve çözüm yolları yerine, muhtemel siyasi yansımaları, koltuk hesapları ve karşılıklı suçlamalar ön plana çıkmıştır. Kısacası, meselenin özü ve boyutları gözden kaçmış ya da kaçırılmış, yine havanda su dövülmeye başlanmıştır. Bütün bunlar sonuç itibariyle halkımızı trajikomik siyasi sahnelerle karşı karşıya bırakmış, siyasetin insiyatif alma ve itibar kazanma ihtiyacına cevap verilememiştir. Muhterem Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Yolsuzluk ve usulsüzlük meselesi, Türkiye için bugünün değil, uzun yılların bir meselesidir. Milliyetçi Hareket Partisi'nin gündemine yeni giren bir konu da değildir. Yıllardır bu noktaya vurgu yapan, son olarak da bu konuda bağımsız bir proje geliştirerek kamuoyunun takdirine sunmuş olan bir siyasi partidir. Hafızalar yoklandığında günümüzden yaklaşık 15 ay önce Türk seçmeninin huzuruna "Yolsuzlukla Mücadele Projesi"yle çıktığımız hatırlanacaktır. 18 Nisan seçimleri öncesinde gündeme getirdiğimiz bu projede, bugün özellikle aklama-karalama tartışmalarının tarafları olan partilerin şikayet ettiği birçok konuya işaret edilerek çözüm yolları önerilmiştir. İzninizle konuşmama, bu projeden hem güncelliğini hem de önemini koruyan bazı pasajlar aktararak devam etmek istiyorum: "Yolsuzlukların, toplum hayatını, demokratik rejimi ve ahlâki değerleri tahrip etmesi nedeniyle, Milliyetçi Hareket Partisi yolsuzlukla mücadeleyi milli siyaset konusu olarak görmektedir... Yolsuzluklar, hukuk devleti ilkesini temelden zedelemekte ve bütün vatandaşların kanun önünde eşitliği ilkesini ortadan kaldırmaktadır. Bunların yanı sıra yolsuzluklar, siyasi otoriteye duyulan saygıya büyük zarar vermekte, devlet-millet yabancılaşmasına sebep olmaktadır." Projenin "Giriş Bölümü"nde yer alan bu değerlendirmelerin ardından, şimdi de "Siyasi Yozlaşmanın Önlenmesi" bölümünden bazı hususları sizlerin ve kamuoyunun dikkatine sunmak istiyorum: "...Yolsuzluklar ve usulsüzlüklerin kamuoyunu sürekli meşgul etmesine rağmen, bu konularda somut adımların atılamaması, Temiz Siyaset-Temiz Yönetim beklentilerini boşa çıkarmakta, siyasetin yozlaşmasına ve toplumsal değerlerin aşınmasına sebep olmaktadır. 1991 Genel Seçimlerinin temel konusu yolsuzluklar olmuş, çok büyük yolsuzluk dosyalarından söz edilmiş ve bunun ardından kurulan 49. Hükümette bir devlet bakanı ‘yolsuzluklarla mücadele'den sorumlu olarak görevlendirilmiştir. Ancak bu bakanlık daha sonraki hükümetler tarafından yolsuzlukla suçlanmıştır..." Yine aynı bölümde şu hususun altı özellikle çizilmiştir: "Anayasanın 100. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğünün 107-113. Maddelerinde "Ceza Ön Soruşturması" niteliğinde denetimsel bir kurum olarak düzenlenen Meclis Soruşturması, bu hukuki niteliğinden çıkarılıp adeta siyaset arenasındaki düellolarda kullanılan bir silah haline getirilmiştir." Son olarak öneriler kısmından bir paragrafı bilgilerinize sunmayı gerekli görüyorum: "Başbakan ve bakanlar hakkındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle TBMM Genel Kurulunda soruşturma açılmasını takiben, söz konusu iddiaların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca da adli soruşturmasının yapılmasına imkan sağlayacak anayasal düzenlemeler yapılmalıdır. Böylece yolsuzluk iddialarının karalama ve aklama şeklinde siyasi pazarlıklara konu edilmesi önlenmelidir." Evet, değerli arkadaşlarım görüldüğü gibi, partimizin bugün tartışılan meseleler hakkında dün söyledikleri bunlardır ve bugünde aynı duyarlılığı sergilemeye özen göstermektedir. Bizim temennimiz, siyasi mücadeleyi kan davası haline getirenlerin, siyasi hırsını aklın önüne geçirenlerin bütün yaşananlardan gerekli dersleri çıkartmasıdır. Yine, her fırsatta partimize dil uzatmayı alışkanlık haline getiren ana muhalefet partisinin bazı yöneticilerinin arada sırada da olsa aynaya bakma zahmetine katlanmasıdır. Çünkü, köşe yazarlarının ve türkülerin arkasına sığınmak onları güçlü ve haklı yapmayacağı gibi, tutarsızlılıklarını ve yanlışlıklarını gizlemeye de yetmeyecektir. Unutulmamalı ki, bütün gelişmeler ve tartışmalar halkımızın gözü önünde cereyan etmekte, demokrasimizin ve ülkemizin içine düştüğü sıkıntıların sebepleri ve sorumlulukları iyi bilinmektedir. Huzurlarınızda, Türk toplumunun ve siyasetinin bu meyanda dün ve bugün karşı karşıya kaldığı tartışma ve sorunlardan bazı genel sonuçlar çıkartarak halkımızın dikkatine sunmak, daha sonra da bir başka gündem maddesine geçmek istiyorum. 1-Ülkemizde son yıllarda siyasi yozlaşma süreci ile birlikte, kültürel ve ahlaki erozyon da yaşanmaktadır. Toplumsal dayanışma ve işbirliği anlayışının zayıflaması ve özellikle medyanın kültürel değerlerimize yeterince özen göstermeyişi yanında, uzun yıllardır devam eden yüksek enflasyon, işsizlik ve gelir dağılımı adaletsizliği gibi belli başlı sosyo-ekonomik sorunlar, bu düşündürücü tablo üzerinde belirleyici olmaktadır. Sosyal ve siyasi bünyemizin bu tür olumsuzluklar karşısındaki direncinin arttırılması zorunludur. 2-Toplum-siyaset ilişkilerinin onarılmasında yolsuzluklarla mücadelenin stratejik bir öneme sahip olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla yolsuzluklarla mücadeleyi zaafa uğratacak, halkımızın zihninde soru işaretlerinin doğmasına yol açacak fikir ve eylemlerden uzak durmak önem taşımaktadır. 3-Yolsuzluk ve usulsüzlüklerin üzerine kararlılıkla gidilmesi için öncelikle bütün siyasi partilerin samimi ve tutarlı bir tavır sergilemesi gerekmektedir. Aynı duyarlılığın medya ve sivil toplum kuruluşları tarafından da ortaya konması şarttır. 4-Siyasi çekişme ve hesapların, meselelerin esasını gizlemesine izin verilmemelidir. Bu bağlamda, "suç işleme" ile "hizmet etme" arasında ilişki kuran çarpık meşrulaştırma mantığına bilerek veya bilmeyerek sarılmaktan kaçınmak gerekmektedir. Doğru ve anlamlı olan, devletin, yolsuzluk ve usulsüzlükleri en aza indirerek etkin, verimli ve adil hizmet üretebilmesidir. 5-Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ve siyasi hayatımızı aklama-karalama ikileminden çekip çıkaracak yeni siyasi üslupların ve hukuki mekanizmaların bir an önce hayata geçirilmesi zorunludur. Bugün ülke gündeminde yer alan meclis soruşturma dosyalarının da siyasi çekişmelere kurban edilmemesi için bu çerçevede ele alınması gerekmektedir. Şimdi bütün siyasi partilere ve kamuoyuna şu hususları bir kez daha hatırlatmayı gerekli görüyorum. Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye'de huzur, istikrar ve gelişmeden yanadır. Bunun için de bugüne kadar üzerine düşen görev ve sorumlulukları bütün siyasi risklerine rağmen büyük bir fedakârlıkla yerine getirmekten kaçınmamıştır. Bizim yolsuzluklarla mücadele konusunda gösterdiğimiz hassasiyet, her şeyden önce siyasetin yeniden itibar kazanmasına yöneliktir. Yolsuzluklarla mücadele istikrarın alternatifi değil; tam aksine istikrarın meşruiyetini sağlayan bir ahlâki tutarlılığı ifade etmektedir. Meclis soruşturma komisyonlarında milletvekillerimizin sergilediği tavırlar, ahlâki ve vicdani kanaatlerinin ürünleridir. Bu konuda ileri sürülen "siyasi hesap iddiaları" gerçeklerle bağdaşmadığı gibi, bugüne kadar "temiz siyaset-temiz toplum" sloganını savunanların bizim bu hassasiyetimiz karşısındaki yaklaşımları da oldukça düşündürücüdür. Bazı siyasetçilerin, köşe yazarlarının ve siyaset yorumcularının partimizi bir siyasi oyun ve hesap içinde gösterme çabaları, bizi istikrarı bozan bir unsur gibi takdim etme gayretleri, aslında istikrar içinde yolsuzluklarla mücadele edilemeyeceği gibi bir anlayışı ifade etmektedir. Burada bir noktayı açıkça ifade etmek istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisi'nin maksadı, herhangi bir siyasi partiyi ya da bir lideri töhmet altında bırakmak veya suçlamak değildir. Yolsuzlukla mücadelenin siyasi hesaplaşmalara alet edilmemesi gerektiği zaten hükümet programında da belirtilmiştir. Biz, şimdi bunun hayata geçirilmesini öneriyoruz. Kısaca ifade etmek gerekirse, bu tür yolsuzluk soruşturmalarının siyasi yaklaşımlar içerisinde mülâhaza edilmekten kurtulmasının yolu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına bu tür durumlarda soruşturma yetkisi verecek bir anayasa değişikliğine gitmekten geçmektedir. Dolayısıyla, Anayasa'nın 83. ve 100. Maddelerini bir an önce değiştirerek yolsuzlukla mücadeleyi hukuki ve kurumsal yapıya kavuşturmak, siyasi zaafiyetlerden arındırmak mümkün olacaktır. Ayrıca, bu değişiklikle birlikte şu ana kadar soruşturma komisyonlarında görüşülerek Yüce Divan'a sevk edilen veya reddedilen bütün dosyaların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına intikali de sağlanmalıdır. Muhterem Dava Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Bilindiği gibi, ülkemiz büyük bir kararlılıkla bir zoru aşmaya, yaklaşık 20 yıldır başarılamayan bir işi başarmaya çalışmaktadır. Ekonomide uygulamaya koyduğumuz enflasyonu yenme, ekonomiyi içine düşürülmüş bulunan dar boğazdan kurtaracak, ekonomide yanlış yapılanma diyebileceğimiz üretim ve büyüme yerine, enflasyon-faiz, iç ve dış borçlar çerçevesinde sıkışmış ilişkileri kökten değiştirecek adımlar atılmaya başlanmıştır. Bunun ilk neticeleri bilindiği gibi faizlerde ortaya çıkmış, bunu enflasyon oranlarındaki belirgin bir düşüş izlemeye başlamıştır. Bugün Türkiye sadece enflasyona veya ekonomideki kötü gidişata dur demiyor, 21. Yüzyıla adım attığımız bir dönemde kendisini ekonomik ve toplumsal olarak üstün bir şekilde inşa etmenin çarelerini ortaya koymuş oluyor. Çağdaş toplumların içinde yaşadığı teknolojik ve ekonomik değişme hızını yakalayamayan toplumların ayakta kalması mümkün değildir. Türkiye'nin bu çağı yakalaması, öncelikle üretim teknolojilerinde modern ekonomilerin ulaştığı seviyeyi yakalamasıyla mümkündür. Faizlerin yüzde yüzellileri aştığı, enflasyonun yüzde yüzler seviyesinde dolaştığı zamanlar, artık geride kalmaktadır. Bu gelişmeler rant ekonomisine dayalı çıkar gruplarının ülkenin ekonomik kaynaklarını keyfi olarak kullandıkları bir devrin kapandığının işaretleri olarak görülmelidir. Türkiye'nin yeni bir büyüme bir stratejisine yönelmesi için gerekli olan istikrar sağlanmaya başlamıştır. Bütün bunlar bize Türkiye'nin doğru politikaları tercih ettiğinde istenilen hedeflere ulaşılabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Değerli Arkadaşlarım, Kıymetli Basın Mensupları, Bugün Türkiye bir dönüm noktasındadır. Bu gelinen noktada gösterilen kararlılık, aldığımız siyasi risk ve sorumluluk bilinciyle bu gelinen noktadan daha ilerisine gitmek zorunda olduğumuzu biliyoruz. Zaten popülizme kaymayan ve büyük fedakârlıklar içeren tavrımızın sebebi de budur. Türkiye'nin önündeki hedef bellidir. Dünyada küresel ölçekte rekabet ve mücadelelerin yaşandığı yeni ilişkiler sürecinde, Türkiye'nin bu ilişkilerin dışında kalması veya bunlara mahkum olmasına seyirci kalamayız. Dünyanın yeniden şekillendiği bu süreçte sürüklenen bir Türkiye değil, bölgesel etkinliği artan, kendi coğrafyasında bölgesel güç haline dönüşmeyi başaran, küresel ilişkilerin şekillenmesine katkıda bulunan bir Türkiye'yi inşa etmek, gerçekleştirmek istiyoruz. Bunun yolu, öncelikle ekonomik istikrarı sağlamaktan, Türkiye'yi istikrar içinde gelişme yoluna sokmaktan geçmektedir. Yıllardır takip edilen politikaların artık Türk ekonomisini yönetilemez hale getirmiş olması, Türkiye'yi bir yol ayrımına getirmiş bulunmaktadır. Bir tarafta Türkiye'yi küçülten, ekonomiyi felç eden politikalar, diğer tarafta büyümeyi ve gelir dağılımında düzelmeyi teşvik eden politikalar vardır. Bizim temel tercihimiz istikrar içinde kalkınma, gelişme içinde adil paylaşım sağlayacak olan bu ikinci tür politikalardır. Yakın zamanlara kadar sürdürülen popülist politikalar bir taraftan gelir dağılımını bozmuş, enflasyonu azdırmış, halkın büyük bir kısmının reel gelirini düşürerek yoksullaştırmıştır. Netice itibariyle, artık günübirlik popülist politikalar, halkı sürekli aldatan ve ülkenin ekonomik kaynaklarını israf eden yaklaşımlar terk edilmiştir. Bu politikalar uygulanırken bizim ilk adımda sıkıntısını çektiğimiz olay, düşük gelir gruplarının durumunu iyileştirecek, gelir dağılımını düzeltecek yaklaşımları ancak belirli bir vadede uygulayabilecek olmamızdır. Özellikle çalışanlara, düşük gelir gruplarına gelir transferi yapmak ancak enflasyonu yendikten sonra takip edilmesi mümkün olabilecek yaklaşımlardır. Son günlerde açıklanan tarım ürünleri destekleme fiyatlarının küçük üreticiler açısından maliyet yüksekliğinden dolayı bazı sorunlara yol açabilecektir. Halkımız iyi bilmelidir ki, mevcut şartlar zorlanarak çiftçimize mümkün olan en iyi fiyat verilmeye çalışılmıştır. Daha önce ayda birkez uygulanan fiyat artışının on beş günde bir uygulanması sağlanarak hububat üreticisinin enflasyona karşı belirli bir ölçüde de olsa korunmasına gayret edilmiştir. Bunla birlikte, Türk çiftçisinin alın terinin karşılığını tam anlamıyla veremediğimizin de bilincindeyiz. Fakat şunu da biliyoruz ki, enflasyonu teşvik edecek, hedeflerin tutmasını engelleyecek bir taban fiyat politikasını benimsemek de, netice olarak gelir dağılımını daha da bozacağı gibi, Türkiye'nin tarımsal verimliliğini azaltan uluslararası fiyatlar karşısında ülkenin dış ticaretini olumsuz etkileyen, yoksullaştıran politikalar olacaktır. Bu anlamda izlediğimiz yol, Türkiye'nin önünü açan, Türkiye'yi önünü görebilir duruma taşıyacak politikalardır. Türkiye'de tarım girdi maliyetlerinin çok yüksek olduğu bir gerçektir. Bu çerçevede tarımdaki üreticilerin desteklenmesi gerekmektedir. Türkiye'deki tarımın desteklenmesi tarımsal ürün fiyatlarının devlet tarafından belirlenmesiyle yapılmaktadır. Fakat ürün fiyatlandırmasında yapılan desteğin doğrudan doğruya üreticiye yansımadığı görülmektedir. Yapılan hesaplamalarda bu tarz bir desteğin ancak %16'sının üreticiye yansıdığı tespit edilmiştir. Bunun için tarıma verilen destekten üreticinin daha çok yararlanması yönünde çalışmalar devam etmektedir. Türkiye'de tarımın güçlenmesi ve varlığını sürdürmesi için devlet desteğine büyük ölçüde ihtiyaç olduğu gerçeği görülmektedir. Çünkü tarım sektörünün milli gelir içindeki payı %14'ün altına düşmüştür. Oysa Türkiye'de nüfusun hâlâ yarıya yakın bir bölümü geçimini tarımdan sağlamaktadır. Türkiye'de hububat taban fiyatlarının, dünya fiyatlarının üzerinde belirlenmesinde birçok mahsur ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede gıda ürünlerinin özellikle ekmeğin nispi fiyatı yükselmektedir. Oysa dar gelirli kesimlerin bütçe harcamalarının çok büyük bir kısmı gıda tüketimine gitmekte, bu ise gelir dağılımını daha da bozmaktadır. Üstelik buğday tüketicisinin önemli bir kısmı yine tarım sektöründe yer almaktadır. Ayrıca Dünya fiyatlarının üzerinde belirlenen buğday taban fiyatları sebebiyle, yurt dışından çok miktarda buğdayın kaçak yollarla Türkiye'ye girdiği de bilinmektedir. Türkiye'de tarımın temel problemlerinden bir tanesi de gelişmiş ülkelere nazaran daha düşük verimlilikte oluşudur. Bu verimliliğin düşük olması tarımda çalışanların gelirlerinin düşük olmasına ve tarım sektörünün milli gelir içindeki payının düşük kalmasına yol açmaktadır. Bu ise tarımın verimliliğini yükseltecek modern bir tarım işletmeciliğini yapmayı engellemektedir. Tarım sektörünü, içinde bulunduğu bu kısır döngüden kurtaracak yapısal reform çalışmalarımız devam etmektedir. Muhterem Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Bütün bunlar Türkiye'nin her alanda topyekün bir mücadeleyi başlatıp başarmasının önemini ortaya koymaktadır. Bunun için önümüzdeki zamanı boşa harcamamıza sebep olacak ve halkımızı incitecek davranışlardan kaçınmak şarttır. Aksi takdirde insanımızın çektiği sıkıntılar ile yaptığı fedakârlıkların hiçbir anlamı kalmayacağı gibi, geleceğe güveni de sarsılmaya başlayacaktır. Hangi hesap ve niyetle olursa olsun böyle bir duruma yol açmaya hiçbir kimsenin hiçbir şekilde hakkı yoktur. Bizlerin, meclisimizin ve hükümetimizin büyük milletimizden aldığı destek devam ettiği sürece başarıya ulaşacağına inancımız tamdır. Zaten Türk siyasetinin başka bir mâkul seçeneği de bulunmamaktadır. Biz, Türkiye'nin, her türlü engele sorunlara rağmen doğru ve gerçekçi yolda ilerleyeceğine inanıyoruz. Bu inanç, herkes tarafından samimiyetle paylaşıldığında da yeni gelişme hamlemizin manevi dinamosunu oluşturacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |