Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin Sayın Vali, Karamanoğlu Mehmed Bey'in ahfadı değerli Karamanlılar, Basımınızın seçkin temsilcileri, Dilimiz, güzel Türkçemizin Anadolu'da devlet dili olarak kullanılmaya başlanmasının 723. yılı vesilesiyle sizlerle birlikte olmanın mutluluğu içerisinde hepinizi en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. Huzurlarınızda iki Türkçe sevdalısını, ‘Türkçe'den başka dil kullanılmaya' fermanını vererek Türkçe'ye çağlar aştıran Karamanoğlu Mehmed Bey'i ve arı-duru Türkçesiyle çağları aşarak gönüllerimizi fetheden Yunus Emre'yi rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Yine, bu güzel toplantıyı her yıl tertipleyerek, dilimize olan sevgimizi, bağlılığımızı pekiştiren ve bunu ifade etme fırsatı veren, nesilden nesile bu duyarlılığın sürmesi için gayret gösteren Sevgili Karaman'lı kardeşlerimizi, başta Sayın Valimiz olmak üzere tertip heyetini, ilim adamlarımızı ve emeği geçenleri kutluyorum. Bilindiği gibi, dil, milletlerin hayat kaynağıdır. Milletler, kültürlerini, medeniyetlerini dilleri üzerine inşa eder ve sürdürürler. Kuşaktan kuşağa milli varlıklarını dil ile aktarırlar. Bir başka ifadeyle, dil, toplumu kuşatan ortak değerler yaratır ve toplumsal bütünleşmeyi sağlar. Kısacası, dil, milletlerin kalbi gibidir. O kalp durduğu zaman, milletlerde ortadan kalkar. Tarih, dilini kaybettiği için bugün varlığını sürdüremeyen topluluklarla doludur. Öyle ki, Orta Asya'dan zaman zaman Batı'ya doğru akan bazı Türk toplulukları da zaman içerisinde dillerini kaybetmiş, bundan dolayı da başka milletler arasında eriyip, yok olmuşlardır. Dilin, milletleri yaşatan, büyüten en önemli unsurlardan biri olduğunu farkettiği içindir ki, Karamanoğlu Mehmed Bey, kendi çağdaşlarının aksine günlük hayatın dışında, devlet hayatında da bütün işleyişin Türk dili ile gerçekleştirilmesi fermanını vermiştir. Yine bu topraklarda yaşayan ve dünyaya insanı konu alan en güzide şiirleri ve sevgi felsefesini armağan ederek evrenselleşen Yunus Emre'de tıpkı Karamanoğlu Mehmet Bey'in sergilediği hassasiyetledir ki, arı-duru bir Türkçe ile şiirlerini dile getirmeyi yeğlemiştir. Dilin, nesilleri birbirine bağlayan özelliği üzerine bizim tarihimizde, kültürümüzde ve edebiyatımızda daha pek çok örnek bulunmaktadır. Dede Korkut, hikayelerinde soy soylayıp, boy boylarken, örf ve ananelerimizi ve milli hassasiyetlerimizi bize yüzyıllardan beri öğretmeye, anlatmaya devam etmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli divanları manevi alemimizin derinliklerini bizlere göstermektedir. Kanuni Sultan Süleyman şiirleriylede "muhteşem bir insanın" diline en hakim insan olması gerektiğini, Şah İsmail Hatayi, Anadolu'nun hemen yanı başında bir başka Türk devletinin daha bulunduğunu hatırlatmıştır. Bu güzel Türkçe iledir ki, hâlâ Karacaoğlan alır bizi Toroslar'a, Çukurova'ya götürür, Ömer Seyfettin dilin zevkine eriştirir ve Mehmet Akif vatan sevgisinin ve istiklâl aşkının bir faninin gönlünde nasıl fırtınalar kopardığını gösterir. Değerli Misafirler, Saygıdeğer Basın Mensupları, Tarihin kaydettiği en eski milletlerden birisi olmamıza ve binlerce yıldan beri dilimizi koruyarak bu günlere ulaşmamıza rağmen, dilimiz zaman zaman başka dillerin, kültürlerin kuşatması altında yaşamak zorunda kalmıştır. Özellikle, Selçukluların belli bir döneminde, günlük hayatta Türkçe egemen olmasına rağmen, yöneticiler ve aydınlar arasında ne yazık ki, Arapça ve Farsça rağbet görmüştür. Osmanlı'nın son dönemine rastlayan yenileşme sürecinde ise, aydınlar arasında başta Fransızca olmak üzere, Batı dilerinin etkisinde bilim, sanat ve kültür dili arayışları gelişmiştir. Ancak, bu arayışların karşısında her zaman büyük bir milli duyarlılık olmuş, her zaman güzel Türkçemizi büyük bir bağlılıkla seven, kullanan nesiller yetişmiştir. Bunlar arasından, bilim, edebiyat, kültür, sanat dili olarak, güzel Türkçemizle insanlığa gerçekten ‘evrensel ölçekte' muazzam eserler sunan pek çok Türk sanatçısı ve kültür adamı çıkmıştır. Değerli Misafirler, Dil, milletlerin hayatında, milletlerin var olmaya devam edebilmesi için en önemli unsurların arasında yer aldığı gibi, aynı zamanda da milletlerle birlikte yaşayan, devamlı gelişen ve ihtiyaçlara göre kendini yenileyen canlı bir organizmadır. Bilindiği gibi, dil, insanoğlunun aynı geçmişi, aynı kültürü ve kaderi paylaştığı insanlarla iletişim kurabilmek için, duygu ve düşüncelerini ses yoluyla husule getirdiği ve Allah'ın yeryüzündeki canlılar içinde yalnız insana bahşettiği bir özelliktir. Dilin, hızla gelişen iletişim ve ulaşım teknolojisi ve hayatın her alanında yaşanılan dönüşüm karşısında değişmeden, kırılmadan veya etkilenmeden durmasını beklemek de elbette ki doğru değildir. Yalnız, burada birkaç husus üzerinde özellikle durmak gereğini hissetmekteyim. Bunlardan ilki, küreselleşme sürecinin yanlış bir şekilde algılanması ve eğitimden günlük hayata kadar milli dilin dışında bir dilin ön plana çıkarılmasıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı ile siyasi ve ekonomik ilişkilerimizin geldiği konumdan kaynaklanan bir tercihle okullarda Türkçe dışında, dil öğretimi müfredatında yer alan İngilizce ne yazık ki, bugün ilköğretimden, yüksek öğrenime kadar bütün eğitim hayatımızın temeli haline getirilmektedir. Birtakım çevrelerin ve milli duyarlıktan yoksun, Türk dilinin güzelliklerinin, tadının ve zenginliklerinin farkına varamamış kişilerin Türkçe'nin bilim dili olmadığı gibi bilim dışı iddialarının da ne yazık ki bu anlamda toplum üzerinde zararlı etkileri bulunmaktadır. Aileler de, milli hassasiyetlerine rağmen çocuklarının geleceği açısından bu gidişatın sağlıklı bir değerlendirmesini yapmakta güçlük çekmektedir. Birçok eğitimcinin, aydının bu eğilimin sakıncalarını büyük bir ciddiyet içerisinde ortaya koymasına rağmen de bu tutum uzun yıllardan beri sürdürülmektedir. Oysa ki, kendi dilinin güzelliklerinin zevkine varamayan, zerafetini, inceliklerini kavrayamayan nesillerin içinde yaşadıkları topluma karşı yabancılaşacakları, toplumun değerlerini anlama ve kavramada güçlük çekecekleri de ortadadır. Bizim, yabancı dil öğretimine karşı olmak gibi bir tavrımız bulunmamakla birlikte, yabancı dille öğretimin bu türlü mahsurlarının da dikkate alınması noktasındaki hassasiyetimiz bilinmektedir. Bu çerçevede, okullarımızda, eğitim-öğretim dilinin Türkçe olması ve ders olarak Türkçe öğretimi konusunda daha duyarlı, gerçekçi bir politikanın uygulanmaya konması konusunda çalışmalarımız da sürmektedir. Bugünkü meselemizin yabancı dil öğretiminden değil, yabancı dille eğitimle kaynaklandığını görmek durumundayız. Şurası açıktır ki, kendi diliyle eğitim yapamayanlar bilimsel gelişmeleri özümseyemezler ve çağın bilimini takip etmekte yetersiz kalırlar. İkinci olarak üzerinde durmak istediğim nokta ise, bilhassa kitle iletişim araçlarında Türk dilinin kullanılmasında sergilenen özensiz ve duyarsız tavırdır. Kitle iletişim araçlarının dünyayı hızla global bir köye çevirme sürecinin başlamasıyla birlikte bir çok ülke, dilini koruma altına almak, yozlaştırılmasını önlemek için içerisinde ciddi cezai yaptırımlar da bulunan bir dizi tedbir almak durumunda kalmıştır. Gayet tabii olarak, bu hassasiyetlerin bir takım yaptırımlar dolayısıyla sergilenmesini beklemek, herşeyden önce hem toplum olarak, hem de her bireyin tek tek sahip olduğu büyük bir zenginlik olan dile sahip çıkma duyarlılığı ile bağdaşmamaktadır. Aynı zamanda toplumun medeniyet yolunda aldığı mesafelerde öncü bir sorumluluğu ve inkar edilemez etkinliği söz konusu olan medyanın yabancı sözcükler başta olmak üzere, dilin yanlış kullanımı ve argo gibi dil sapmalarına karşı daha bilinçli bir tavrı kendiliğinden geliştirmesi gerekmektedir. Gerek yabacı diller karşısında Türkçe'ye karşı ve gerekse iletişim araçları da dahil günlük hayatta dilimizi kullanma konusunda ortaya çıkan duyarsızlığın doğal bir uzantısı olarak, bilimde, sanatta, edebiyatta yaşadığımız yozlaşma ve kısırlaşma gibi sanayi ve ticaret alanlarında da sıkıntılarla karşı karşıya bulunmaktayız. Bunların en başında marka ve imaj oluşturma problemi gelmektedir. Günümüzde, iğneden ipliğe her türlü üretimi gerçekleştiren, dış ticaret pazarını genişletme çabası içerisinde büyük mesafeler kaydeden Türkiye'nin mahalle bakkalından, en büyük üretim tesislerine varıncaya kadar kendi dilinde isim ve markayı tercih etmeme eğilimine girmesi gerçekten büyük üzüntü vericidir. Bu durum, tarihin en eski, köklü milletlerinden birisi olan ve derin dil acıları yaşayan Türk milletine yaraşır bir tavır değildir. Yabancı dillerden alınma ticarethane tabelaları, ürün markaları bir taraftan yabancılaşmanın, diğer taraftan yapılan işte kendine güvensizliğin tezahürleri olarak algılanmalıdır. Değerli misafirler, Kıymetli basın mensupları, Türk insanının dinamizmini, gücünü ve azmini perçinleyen, daha da öne çıkaran bir diğer gerçek ise Türkçe'nin geniş hakimiyet alanıdır. Balkanlardan, Kafkaslar'a, Orta Asya'ya, Doğu Türkistan'a kadar çok büyük bir coğrafyada konuşulan dilimizin bize kazandıracağı büyük imkanları fark etmemiz ve ufkumuzu daha derin, daha geniş tutmamız gerekmektedir. Bir taraftan bilimde, sanatta, edebiyatta ortak bir dil oluşturmak, öte yandan da Türk emeğinin, aklının ve kaynaklarının ürünü olan sanayi ve ticarete konu mallarımızın dünyaya açılmasında kendi markamızla varolabilmek temel hedefimiz olmalıdır. Kendimize ait olan zenginliğin farkında olmadan, kendimizi çeşitli gerekçelerle başka dillerin etkisine açık tutmak aslında sahip olabileceğimiz çok büyük imkan ve zenginlikleri de reddetmemiz gibi bir anlama gelmektedir. Büyük Türk düşünürü Gaspıralı İsmail Bey'in dediği gibi, ‘dilde, fikirde, işte birlik' içinde Türkiye'den Balkanlar'a, Kafkaslar'a, Orta Asya'ya uzanan geniş bir coğrafyada Türkçe konuşarak yeni bir işbirliği sahasını kurmak artık mümkün hale gelmiştir. Bu günü anlamlı kılan, çağlar boyu bizi yaşatan dilimize saygı ve sevgide en önde olan ve çağlar boyu milletimizin hafızalarında hep canlı kalan Karamanoğlu Mehmed Bey'e, Yunus Emre'ye ve dahi onlarla aynı yolda yürüyenlere selam olsun diyor, bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |