Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni. 3 Haziran 2014
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.
3 Haziran 2014

 

Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Sözlerime başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Her yıl yerine getirdiğimiz manevi bir görevi ifa etmek amacıyla 27 Mayıs 2014 günü Kızılcahamam Ülkücü Şehitler Anıtı’nda toplanmış ve aziz şehitlerimizi dualarla anmıştık.

Bir kez daha davaları uğruna şehit düşen ülküdaşlarımıza ve bütün şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.

Bu kapsamda olmak üzere, grup toplantımızı geçen hafta yapamamıştık.

Bir haftalık aradan sonra tekrar biraraya gelmiş bulunuyoruz.

1 Haziran 2014 tarihinde YSK tarafından iptal edilen; iki il, yedi ilçe ve beş belde de seçimler yenilenmiştir.

Kesin olmayan sonuçlara göre Milliyetçi Hareket Partisi, Bayburt’un Aydıntepe ilçesi, Çankırı’nın Şabanözü ilçesi ve Niğde’nin Bağlama beldesinde belediye başkanlığını kazanmıştır.

Aydın’ın Buharkent, Kastamonu’nun Çatalzeytin, Tokat’ın Yeşilyurt ilçelerinde; Yozgat’ın Eymir, Erzincan’ın Çadırkaya ve Afyonkarahisar’ın Gömü beldelerinde partimiz çok az farklarla ikinci sırada yer almıştır.

AKP’nin kamunun imkanlarını ölçüsüzce kullanmasına rağmen partimiz 1 Haziran’dan da çok şükür başarıyla çıkmıştır.

Belediye başkanı seçilen arkadaşlarımı bu vesileyle tebrik ediyorum.

MHP’ye destek veren muhterem vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyor, seçim sonuçlarının ülkemize, milletimize ve demokrasimize hayırlı olmasını diliyorum.

Çok çalışmasına, çok mücadele vermesine ve aldığı sorumluluğu en iyi şekilde temsil etmesine rağmen, demokratik yarışta geriye düşen arkadaşlarıma da güveniyor,  kendilerini kutluyorum.

Geçtiğimiz Pazar günü de görülmüştür ki, birçok seçim çevresinde, partimiz ya ilk ya da ikinci sıradadır.

Ne mutlu bizlere ki, Milliyetçi Hareket Partisi, milletimizin ümidi olmuş, sevgisini kazanmıştır.

İktidarın onca istismarına, onca baskısına ve onca antidemokratik uygulamasına rağmen partimiz 30 Mart’tan başarıyla ve alnının akıyla çıkmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin oy oranları kesinleşen haliyle; belediye meclis üyeliği seçiminde yüzde 17,82; belediye başkanlığı seçiminde yüzde 17,76;  il genel meclis üyeliği seçiminde ise yüzde 20,71 düzeyine ulaşmıştır.

Bu kapsamda en son 1 Haziran’ın da dahil edilmesiyle üç büyükşehir, beş il, yüz altı ilçe ve elli sekiz belde belediyesini Milliyetçi Hareket Partisi’nden aday olan değerli arkadaşlarımız kazanmıştır.

Partimizin ivmesi sürekli yükselmekte, desteği devamlı artmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin başarı grafiği önümüzdeki dönem için hepimizi ümitlendirmektedir.

Mahalli İdareler Seçimleri bir kez daha göstermiştir ki, Türkiye’nin gelecekteki iktidarı, AKP yıkımını onaracak, tahribatını giderecek yegane gücü Milliyetçi Hareket Partisi’dir.

Başbakan’ın huysuzluğu, asabiyeti ve anormal boyutlara ulaşan öfkesi bundan kaynaklanmaktadır.

Başbakan Erdoğan AKP’deki düşüşü açıkça görmektedir.

AKP’ye oy veren kardeşlerimizin kitleler halinde MHP’ye yöneldiğini bilmektedir.

Bu itibarla hırçındır, kızgındır, korku içindedir.

Başbakan’ın muhalefet boşluğundan bahsetmesi, muhalefet eksiliğine vurgu yapması, yeni bir muhalefete ihtiyaç olduğunu iddia etmesi akılsızlığının, siyasi nezaketsizliğinin olduğu kadar telaş ve stresinin de bir sonucudur.

Biz başka muhalefet partilerini bilemeyiz, fakat Milliyetçi Hareket Partisi’nin varlığı bile başlı başına Başbakan’ı bunaltmakta, kabuslar görmesine neden olmaktadır.

Çünkü MHP, haksızlığa, hukuksuzluğa ve hırsızlığa dur diyecek kudrettir.

Çünkü MHP, ihanete, rezalete, fitneye imkan tanımayacak kuvvettir.

Çünkü MHP, Başbakan’dan ve vicdanı kararmış millet hasmı ortaklarından hesap soracak, hepsinin üstesinden gelecek tek iradedir.

İktidar partisinden umduğunu bulamayan, istediğini alamayan vatandaşlarımız partimizi tercih etmeye, partimizde toplanmaya başlamışlardır.

Başbakan’ın aile boyu karıştığı yolsuzluklar, AKP’yi saran rüşvet ağı, bölücü teröre karşı gösterilen affedilemez acziyet, sosyal ve ekonomik şartların çarpıklığı iktidar değişimini zorunlu, hatta acil kılmaktadır.

Altını çizerek söylemek isterim ki, Türkiye’de bir muhalefet sorunu değil, bir iktidar yıpranması, bir iktidar tükenmesi vardır.

Başbakan ve hükümeti krediyi bitirmiş, yetkisini kötüye kullanmış ve makus sona doğru inişe geçmiştir.

Kutuplaşmaya dayalı, gerginliğe bağlı, husumete ve ayrımcılığa havaleli siyaset tasarım ve zihniyeti artık iflas etmiştir.

Nitekim AKP ahlaken, aklen, fiilen ve vicdanen erimiştir.

Hükümetin meşruiyeti sorgulanır ve tartışılır hale gelmiştir.

Başbakan Erdoğan’ın yapacağı, sağlayacağı, vereceği hiçbir şey kalmamıştır.

Türkiye’mizin altından kalkamayacak kadar büyük badirelere savrulmaması için Başbakan Erdoğan’ın siyaseten tasfiye olması lazımdır.

Toplumsal kargaşanın daha fazla yayılmaması, anlaşmazlıkların geniş çaplı çatışmalara dönüşmemesi için AKP hükümetinin demokratik yollardan gitmesi şarttır.

Bunu da yapacak adı, şanı ve anıları hayasızca inkar edilen büyük Türk milletidir.

Milletçe karşı karşıya olduğumuz sorunlar pansuman tedavilerle, günübirlik müdahalelerle telafi edilemeyecek boyuttadır.

Sokaklar kaynamaktadır.

Suçlular rahat ve emniyettedir.

Toplumsal kesimler birbirine husumet duymakta, en ufak kıvılcım, en küçük tahrik veya provokasyon ortalığı savaş alanına çevirmektedir.

Türkiye yönetilemez bir ülke haline doğru hızla gitmektedir.

Siyaset Başbakan sayesinde düşmanlık üretmektedir.

Ruhsal ve duygusal kopuşlar alarm zilleri çalmaktadır.

Etnik ve mezhep temelli cepheleşmeler birliğimizi, dirliğimizi ve kardeşliğimizi hedef almaktadır.

Okmeydanı’nda iki vatandaşımızın ölümüne yol açan vandallıklar, Alevi İslam inancına mensup kardeşlerimiz üzerinden yürütülen tahrik kampanyaları hepimizi endişelendirmektedir.

Gezi Parkı hadisesinin yıldönümünde yaşanan ve yaşatılan ilkellikler her yönüyle rahatsız edicidir.

Başbakan henüz kabuk bağlamamış yaralarla oynamaktadır.

İnsanlarımızın birbirine düşmesi için kışkırtmalardan medet ummaktadır.

Dahası her sözü, her açıklaması, her konuşması nefret yüklüdür.

15 yaşındaki Berkin için “ölmüştür, geçmiştir” derken, Mısırlı Esma için aylardır neredeyse ağıt yakmadığı kalmıştır.

Böylesi bir kişinin Başbakanlık yapması mahzurlu, geleceğimiz açısından vahamet habercisidir.

Merkez Bankası’na faiz-enflasyon ilişkisi üzerinden ders vermeye kalkan, döviz rezervi artınca kendisine yoran, faiz artırılınca Banka’yı suçlayan, kumandayla faiz indirmeye niyetlenen ve faiz lobilerine hizmetkârlık yaptığını unutturmaya çalışan bir Başbakanla ekonomide yeni ufuklar da hayaldir.

Demokrasinin ayakta kalabilmesi, milli varlığın bekası, milli devletin istikbali için iktidarın sağ salim el değiştirmesi temin edilmelidir.

AKP’yle geçecek her gün sıkıntı getirecektir.

AKP’yle geçecek her gün huzursuzluğu tetikleyecek, umutsuzluğu tırmandıracaktır.

Başbakan yorgun, bitkin ve bezgindir.

Başbakan yozlaşmış ve değerlerine yabancılaşmıştır.

Başbakan vizyonsuz, hedefsiz ve mecalsizdir.

Önüne gelene hakaretler yağdırması, ona buna küfürler savurması, vatandaşlarımıza tekme tokat saldırması hiçbir vicdanın kabullenmeyeceği çürümüşlüktür.

Türk milleti 2002 yılında Başbakan ve partisini hizmet etsin, problemleri çözsün, beklentileri karşılasın diyerek yetki vermiştir.

Ancak 12 yıllık dönemde AKP hükümeti, milletimize ancak ve ancak düşman unsurların, çetelerin, cinayet örgütlerinin ve küresel çıkar gruplarının verebileceği türden zarar ve ziyanları reva görmüştür.

Başbakan açısından 30 Mart Mahalli İdareler Seçimleri geri sayımın başlangıcıdır.

Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Başbakan Erdoğan ikinci dersini 10 Ağustos’ta alacak, Çankaya’ya çıkayım derken yarı yolda soluksuz kalacaktır.

Üçüncü ve son aşama olan 25. Dönem Milletvekilliği Genel Seçimlerinde de nasıl geldiyse öyle gidecek, gittiği yerde de 17-25 Aralık’tan, açılım ve çözüm isimli ihanet süreçlerinden dolayı milletin hakemliğiyle bedel ödeyecektir.

Türkiye çok yakında belini doğrulatacaktır.

Türk milleti çok yakında kriz ve felaket lobilerine haddini bildirecektir.

Türk vatanı AKP’den ve Recep Tayyip Erdoğan’dan kurtulduğu gün selamete ve esenliğe kavuşacak, üzerimizde dolaşan musibetler böylelikle son bulacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Etnik bölünmeyi amaçlayan kanlı terörün, siyasi ayrılıkçılık heves ve tahrikleri önümüzdeki en büyük sorunlardan birisidir.

Bugün Türkiye’de iç huzur, kardeşlik ve dayanışma ruhu hançerlenmek istenmektedir.

Türkiye’nin varlığına ve milli birliğine kastetmeyi amaçlayan kanlı terör son dönemlerde yine azıtmış, yine azmış, yine kontrolden çıkmıştır.

Hükümet yıllarca, teröristin insafa gelmesini bekleyerek zamanı boşa harcamıştır.

Hükümet yıllarca teröristlere tavizler vererek, pazarlıklar yaparak sözüm ona terörün duracağını zannetmiştir.

Bu aymazlık, bu gaflet zayıflatmak bir yana PKK’nın cüret ve mevzi kazanmasına yol açmış ve bölücü lobinin elini güçlendirmiştir.

1 Ağustos 2009 tarihinde, 12 kötü adam nezaretinde başlatılan “Demokratik Açılım” isimli yıkım projesi Türkiye’yi PKK’ya ikram etmenin ilk etabı, ilk adımıdır.

Habur’dan güle oynaya sokulan, sanki zafer kazanmış bir ordunun neferleri gibi gövde gösterileri yapan, şehir şehir gezdirilerek sabırları zorlayan caniler yıkımın en karanlık güruhudur.

Hücresinde ömür boyu müebbet cezasını çeken İmralı canisinin müzakere masasına oturtularak bölücülük nefesiyle hayata döndürülmesi yıkımın en zillet tarafıdır.

Geçtiğimiz yıl çözüm ve barış adıyla başlatılan süreç ihaneti yıkımın, yıkılışın ve yok oluş mecrasının en kaygan durağıdır.

16 Kasım 2013 tarihinde, Diyarbakır’daki Barzani-Erdoğan buluşması, sözde Kürdistan’ın ilk kez bir Başbakanca telaffuzu yıkımın en gaddar kısmıdır.

Başbakan Erdoğan’ın İmralı canisi ve çetesine karşı özel bir hassasiyeti, özel bir ilgisi, azalmayan bir sempatisi vardır.

Zira Başbakan’ın Türk milletine kötü emeller taşıyan, saldırgan niyetler besleyen çevrelere karşı muhabbet ve sıcaklığı gözle görülür derecede fazladır.

Nerede bir Türk düşmanı varsa Başbakan’la can ciğer kuzu sarmasıdır.

Nerede Türkiye’ye kin duyan, tarihi mevcudiyetimize karşı ucu maziye kadar dayanan intikam heveslisi varsa Başbakan’ın kardeşlik çemberindedir.

Bu itibarla Başbakan’ın PKK’ya karşı müsamahakâr tavrı, bebek katiline dostane yaklaşımı kendi içinde tutarlı ve anlamlıdır.

Görüyorsunuz son günlerde PKK var gücüyle eylem yapmaktadır.

PKK’lılar "Diyarbakır/Hani İlçesi Gömeç Köyü Çağıl Mahallesi mülki sınırları içerisinde yapılması planlanan sulama barajını" protesto etmek maksadıyla, Diyarbakır-Bingöl karayolunu 24 Mayıs 2014 tarihinden itibaren kapatmıştır.

Militanlar araçları yakmış, yola hendekler kazarak ulaşımı engellemiştir.

Hükümetin kahredici bir acziyet içinde seyrettiği olaylar esnasında bölücü alçaklar, güvenlik güçlerimize molotof kokteyli atmış, uzun namlulu silahlarla saldırmıştır.

Ağrı Doğubayazıt Çiftlikköy’de 26 Mayıs günü, özel bir şirkete ait üç araç teröristlerce yakılmış ve altı vatandaşımız da kaçırılmıştır.

PKK’lı militanlar bir kez daha uzun namlulu silahlarla Mehmetçiğe saldırmışlardır.

PKK’lı militanlar, 28 Mayıs günü Diyarbakır’da görev yapan üç işçiyi, 29 Mayıs 2014 günü de bir özel şirkette çalışan iki işçiyi adice kaçırmıştır.

30 Mayıs günü, Şırnak Beytüşşebap’da, 2'nci Jandama Komando Tabur Komutanlığı hizmet binası inşaatına mermer taşıyan üç çekici araç, mermerleri karakola boşaltmayı müteakip, dönüş yolunda bir grup bölücü terör örgütü mensubu tarafından yakılmış, üç şoför de kaçırılmıştır.

30 Mayıs günü Diyarbakır Lice’de hainlerin saldırısı sonucunda; bir astsubay ve üç uzman çavuş yaralanmıştır.

Yine 30 Mayıs’ta Lice’de, görevli Jandarma Özel Harekat Birliği’ne uzun namlulu silahlarla saldırılmıştır.

Sayıları 400’e varan PKK’lı grup 30 Mayıs günü Muş-Varto, Bingöl-Karlıova, Bingöl-Erzurum karayolunu trafiğe kapatmıştır.

Bu hazin ve düşündürücü bilanço son bir haftanın eseridir.

Teröristler, yollarımızı kesmekte, kimlik kontrolü yapmakta, araçları ateşe vermektedir.

Çıkan olaylarda onlarca güvenlik görevlimiz yaralanmıştır.

Maalesef ki, 28 Mayıs 2014 günü, bölücü teröre karşı kahramanca mücadele veren korucumuz Mehmet Uğurtay Mardin’in Dargeçit ilçesinde şehit edilmiştir.

Şehidimize Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerken, ailesine ve mesai arkadaşlarına başsağlığı temenni ediyorum.

Doğu ve Güneydoğu’da devlet yoktur.

Valiler ve kaymakamlar kayıptır.

Asker ve polisimiz ancak kendisini savunmaktadır.

AKP’li bazı valiler rezalette yarış halindedir ve şuursuzluğun dibini boylamıştır.

Bazıları, PKK’lıları ricayla minnetle durdurmaya, kestikleri yolları yalvar yakar açtırmaya çalışmıştır.

Bazıları ise çözüm sürecinden dolayı Başbakanla birlikte İmralı canisini takdirle karşıladığını yüzsüzce, edepsizce dile getirmiştir.

Ve bu vali müsveddesi hala görevdedir.

Şayet PKK’lılar takdir ve taltif ediliyorsa, şehitlere ne denilecektir? Bu aziz vatan, bu necip millet can pahasına nasıl savunulacaktır?

Öcalan takdir alıyorsa, Türk milletinden, Türk devletinden, Türk bayrağından öç almak için kuyruğa girenlerle nasıl mücadele edilecektir?

Türkiye nereye gitmektedir?

Egemen ve bağımsız bir devletin yolları kesiliyor, insanları kaçırılıyor, hakimiyeti aşındırılıyor, askeri ve polisine alenen kurşun sıkılıyorsa, orada devlet fiilen komaya girmiş demektir.

Türkiye’nin milli ve üniter devlet yapısı, vatan topraklarımızın bütünlüğü ve dokunulmazlığı ölümcül darbeler almaktadır.

Eşkıyalar dağdan şehirlere inmiştir.

PKK’nın korkusu kalmamıştır.

Her taraf Kandil Dağı’na çevrilmiştir.

Zira ortada hükümet yoktur.

Zira ortada Türk gençliğiyle uğraşan, Gezi Parkı’nda kilitli kalan, 17-25 Aralık’tan kaçan ve mahkemede hesap vermekten ödü kopan bir Başbakan’ın teröre boyun eğme hali vardır.

Türk milleti çok açık, çok ağır, çok kesif bir tehdidin altındadır.

Bölücü terör örgütü, yurdumuzun dört bir yanına konuşlanmaktadır.

Türkiye kanlı bir bölünmeye, kardeşin kardeşe silah doğrulttuğu acımasız bir mecraya sürüklenmektedir.

Ne var ki, Recep Tayyip Erdoğan gençlere, demokratik hakkını kullanan göstericilere su ve gaz sıkmakla, kurşun atmakla oyalanmakta, ağza alınmayacak galiz ifadelerle sataşmaktadır.

Gezi Parkı olaylarının yıldönümünde, Taksim’e gelme ihtimali olanlara gözdağı veren ve “güvenlik güçlerimiz kesin talimatı almıştır. Gereği neyse A'dan Z'ye o yapılacaktır” diyen Başbakan, konu PKK olunca anında ortalıktan kaybolmaktadır.

Başbakan PKK’ya niçin sessizdir?

Neyi vaat etmiş, hangi sözü almıştır?

Önce Cumhurbaşkanı olabilmek, sonra da Başkanlık sistemini kurabilmek için BDP-HDP-PKK ve İmralı canisinden icazet ve onay mı ummuştur?

Bunun için de PKK’nın eylemlerini görmezden, duymazdan, bilmezden mi gelmektedir?

İlaveten Barzani petrolüne taşıyıcılık yaparak destek mi aramaktadır?

Başbakan koltuk uğruna, Türkiye’ye ihanet ettiğinin ne zaman farkına varacaktır?

İstanbul’da polisin sabrını anlamadığını dile getiren ve buna hayret eden Başbakan, sıra PKK’nın küstahlıklarına gelince çıt çıkarmadan izlemektedir.

Bize göre bu sebepsiz değildir.

Gelişmelerden çıkardığımız kadarıyla, Başbakan Erdoğan Türkiye’nin bir parçasını, şehit emaneti bu kutsal vatanın bir bölümünü gözden çıkarmıştır.

Anlaşılan, pazarlıklarla vatan topraklarını teröristlere hibe etmeye, lütfetmeye, Başkanlık çeyizi karşılığında özerkliği vermeye karar vermiştir.

Eğer bu şüphemiz, bu izlenimimiz doğruysa Recep Tayyip Erdoğan nesillerinden bile çıkmayacak bir suça batmış ve ihanete ortak olmuş demektir.

İstanbul’da molotof atan ve nereden kumanda edildikleri muamma olan maskeli derin yapılanmalara bağıran çağıran Başbakan, bunun mislisini Doğu ve Güneydoğu’da yapanlara karşı suskun ve durgundur.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusudur?

Doğu’da devlet otoritesi sıfırlanmaktadır.

Başbakan siyasi hesaplara, siyasi çıkarlara Türkiye’yi feda etmektedir.

Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde böyle bir iktidar, böyle bir Başbakan görülmemiştir.

Yakın çevresine yeni giren malum danışmanı haklıdır; çünkü Başbakan 20. Yüzyıldaki Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’ya, yani diğer namıyla Nedimof’a tıpa tıp benzemekte, ruh ikizi olduğunu icraatlarıyla ispatlamaktadır.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Çözüm ve barış isimli ihanet süreci PKK’yı kendine getirmiş, militan açığını takviye etmesine yaramıştır.

PKK insan kaçırmakla kalmamış, dağa çocuk kaçırmaya kadar işi vardırmıştır.

Özellikle Diyarbakır’dan seslerini yükselten, itirazlarını seslendiren, evlatlarını geri isteyen anaların haklı ve meşru yakarışları ziyadesiyle saygıdeğerdir.

Ortaokul ve lise çağındaki çocuklar terör baronları tarafından ölüme çekilmekte, kullanılmak ve çatışmaya sokulmak üzere dağa götürülmektedir.

Hükümetin neden olduğu boşluktan, hukuksuzluktan ve aymazlıktan istifade eden PKK, sözde nüfuz ve egemenlik sahalarını genişletmek maksadıyla terörist sayısını tahkim etmekle meşguldür.

Düşününüz ki, 15 yaşındaki bir çocuk kandırılarak dağa çıkarılmakta, eline zorla silah tutuşturulmaktadır.

Terörden ekmek yiyen, bölücülükten rant devşiren omurgasız ve midesizler çocuklara kalem yerine silah vermekte, sevgi yerine nefret aşılamaktadır.

Kendi evlatlarını el bebek gül bebek büyüten terör elebaşları, mazlum annelerin, mağdur babaların çocuklarını kana ve bombaya kanalize etmekte, canlı bombaya çevirmektedir.

Henüz kendi hakkında karar veremeyecek bir yaşta olan çocukların akılları çelinmekte, hayatları sömürülmekte, ümitleri karartılmaktadır.

Mutlaka ki, çocuklara Türk askeri düşman olarak gösterilmektedir.

Türkiye düşman olarak tanıtılmakta ve belletilmektedir.

Şurası kesindir ki, Nijerya’da kız çocuklarını kaçıran, sonra da köle pazarında satacağını açıklayan Boko Haram örgütü neyse, PKK’da aynısıdır.

Bu terör örgütleri küresel güçlerin kundağında büyütülen, sonra da verilen emirleri icra eden kiralık cinayet şebekeleridir.

Kimin işine geliyorsa, kim daha çok para veriyorsa bu tip örgütlere tetik çektirmektedir.

Bunlarda ne din, ne iman, ne insanlık, ne de merhamet vardır.

Küçücük çocuklara göz koyanların, anaların bağrını yakanların kuşku yok ki vicdanları mayın tarlasından, kalpleri mezar çukurundan farksızdır.

“Evladımı İstiyorum” eylemi yapan gözü yaşlı anneler haklı ve masumdur.

Onların feryatları, onların çığlıkları, onları sızlanışları karşılıksız bırakılmamalıdır.

Evlat özlemi çeken, evlat acısıyla ciğeri parçalanan her anne içten ve samimidir.

Biliyorsunuz, PKK bebek katleden bir örgüttür.

PKK çocuk kurşunlayan bir ölüm makinesidir.

Hainlerin çoluk çocuğu kaçırarak militan açığını kapatma planı, esasında köy basıp çocuk katletme barbarlığından, emzikli küçücük yavruları öldürme şerefsizliğinden anlam itibariyle ayrı değildir.

En başta Başbakan ve hükümeti konunun üzerine kararlıca eğilmeli, duygusal laflarla vaziyet kurtarmaya kalkışmamalıdır.

Başbakan Erdoğan geçen haftaki grup toplantısında, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde seslerini duyuran anneleri, babaları selamlamıştır.

Buraya kadar diyeceğimiz bir şey yoktur.

Fakat ortada önemli bir sorun vardır.

O da Başbakan’ın acizliği ve korkaklığıdır.

Başbakan dünya ve Türkiye medyasını hassas olmaya çağırmıştır.

Diyarbakır’daki annelerin görülmediğinden yakınmıştır.

Daha sonra PKK’nın siyasetteki yan kolu ve aşağı mahallesi olan BDP ve HDP’ye yönelik olarak şunları söylemiştir:

“Bunların da adreslerini gayet iyi biliyorsunuz, nerede neyin olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. Alıp geleceksiniz, alıp gelmediğiniz takdirde bizim de B planımız, C planımız devreye girer, bunu da çok açık söylüyorum.”

Duyunca irkildiğimiz bu sözler ayan beyan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ın ağzından çıkmıştır.

Başbakan’ın villada para eriten zeka abidesi evladı “ya hak” diyerek ok atarken, garibanın, fukaranın çocuğu ya sabır çekmekte, Kürt kökenli kardeşimin çocuğu dağa, bayıra kandırılarak götürülmektedir.

Başbakan Erdoğan iki gözü iki çeşme olan anneleri PKK’nın siyasi şubesi olan tek yumurta ikizi partilere havale etmiştir.

BDP ve HDP’den medet ummak saflık değilse, kifayetsizliğin ta kendisidir.

Şu kadar ki, dağ sevkiyat zincirinin üç halkası varsa, ikisi bu partilerdir.

Başbakan Erdoğan PKK’nın kaçırdığı çocuklar için yine PKK’dan yardım dilenmektedir.

Anneleri Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin önünden kimlerin cebren ve baskıyla kaldırdığı meydandadır.

Hatırlasanız Başbakan 20 Mayıs 2014 tarihli Meclis grup konuşmasında aynen şöyle demişti:

“Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı koyun bile bu ülkenin Başbakanı olarak benim mesuliyetim altındadır.”

Klasikleşmiş, her devirde değişik isimlerden işitilmiş bu anlamlı sözler, ne kadar eski olsa da önemini yitirmemiştir.

Evet, normal şartlarda, Dicle’nin ya da Fırat’ın kenarında kaybolan koyun Başbakan’ın mesuliyeti altındadır.

Peki bu koyunu kapan ve çalan Başbakan olursa veya kapan ve çalanlarla Başbakan ortaklık içindeyse ne yapacağız, nereye başvuracağız?

Başbakan sanıyorum ki kafayı koyunun postuna ve piyasa fiyatına takmış olsa gerektir.

Yoksa Başbakan’a kalırsa bir koyun giderse, bir başka koyun gelecektir.

Nasıl olsa Başbakan’ın ağılında çok koyun vardır.

Bize kalırsa Başbakan koyun metaforunu bir kenara bırakmalı, çocukların derdine düşmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı onurluysa, izzet-i nefis taşıyorsa, çocuklar neredeyse, nereye götürülmüşlerse elindeki imkanları harekete geçirerek gidecek, arayacak, bulacak, sonra da getirip ailelerine teslim edecektir.

Bunun başka bir yolu yoktur.

Başbakan’ın B ve C planları ise fostur, boştur, hikâyedir.

Şayet bir plan varsa, şayet bir hazırlık varsa, HDP veya BDP’den insaf beklenilmesi ayıptır, vebaldir.

PKK’nın kamplarının nerede olduğu bellidir.

Teröristlerin nereden girip çıktığı ortadadır.

Başbakan; yüreği varsa, gücü yetiyorsa bir gece Kandil’de görünmeli, ne var ne yok temizlemeyip atmalıdır.

İşte o zaman B ve C planları olduğuna kanaat getiririz.

İşte o zaman kendisinin inandırıcı olduğuna hükmedebiliriz.

 

Değerli Milletvekilleri,

Başbakan Erdoğan bu söylediklerimi yapacak seviyeye, vasfa ve cesarete sahip değildir.

Nitekim PKK’ya elini vermiş kolunu kaptırmıştır.

PKK terör örgütü etkinliğini artırmış, ideolojik, mali ve insan kaynağı havzasını genişletmiştir.

İşin kötüsü bunları AKP’nin himayesi altında yapmış, Başbakan’ın yardım ve yataklığıyla gerçekleştirmiştir.

Terör örgütünün bunca eylemine karşılık hükümet hala ihanet sürecinin aksamadığını ileri sürmektedir.

Bu devrin Ali Kemal’i, Sait Molla’sı, Yunan işgalinin başarısı için dua eden Ali Rüştü’sü olan yıkımdan sorumlu Başbakan Yardımcısı sürecin normal yürüdüğünü açıklamıştır.

Ayrıca hükümetin kararlı olduğunu söyleyerek, süreçte tıkanma olmadığını iddia etmiştir.

PKK; Doğu ve Güneydoğu’da “kontrol bende” mesaj ve imaları verirken Başbakan ve yardımcısı çözülme sürecinin akıntısında kütük gibi sürüklendiklerini görememektedir.

Tekrar söylüyorum, PKK süreçle canlanmıştır.

Çözüm sürecine yüklenen hangi anlam varsa, çözüm sürecinden beklenen ne varsa havada kalmış, yalan çıkmıştır.

Gerçi bunlar bizim için sürpriz değildir.

Biz olacakları bir yıldır güçlü bir öngörüyle teşhis edip sürekli söyledik, sürekli hükümeti uyardık.

Başbakan süreç ihanetiyle ilgili olarak; “Bu iş, niyet hayır olduğu için sonu da hayır olacaktır” derken biz Türkiye’nin çözülmeye gittiğini,

“Annelerin ağıdını durduracak, Allah'ın izniyle o annelerin hayır dualarıyla inşallah 2023'e çok farklı şekilde gireceğiz” derken, biz analar ağlamasın tezinin sadece istismar olduğunu,

Başbakan “10 yıldır işte bu örselenmiş duyguları tamir etmenin mücadelesi içindeyiz'' derken, biz sürecin PKK’nın güçlenmesine neden olacağını,

''Çözüm süreci adını verdiğimiz bu süreç, çok büyük hassasiyetle, büyük dikkatle, yaralı duyguları tamir etme, karşılıklı güven tesis etme, kardeşlik hukukunu yüceltme süreci” derken, biz kardeşliğin ve birlikte yaşama iradesinin çözüleceğini değişik vesilelerle ifade ettik.

Başbakan “PKK silah bırakıyor” dedi, biz “bırakmayacak” dedik.

Başbakan “PKK sınır ötesine çıkıyor” dedi, biz “milleti kandırmayın, kimsenin çıktığı falan yok, bilakis iyice yerleşiyorlar” dedik.

Başbakan “terör bitti” dedi, biz “PKK taleplerini almadan, hadi bitir şu terörü demekle hedeflerinden vazgeçmez” dedik.

Başbakan “baharın geldiğini, dağlardan çiçek toplanacağını” söyledi, biz “kışa hazırlanalım” dedik.

Başbakan süreç “milli projedir” dedi, biz ise ihanetin daniskası diyerek isabetle doğruları haykırdık.

Bugün ne kadar haklı olduğumuz yaşanılanlara bakılınca daha iyi anlaşılacaktır.

Başbakan ve hükümeti PKK’nın yüzlerce çocuğu dağa çıkarmasına bile mani olamıyorken, İmralı’nın izbeliklerinde hala pazarlıkları sürdürmesi bağışlanması mümkün olmayan gayri millilik ve gayri insaniliktir.

Milli değerlerden nasibini almayan zevatın, bebek katiliyle direkt müzakere aşamasına geçmesi PKK’ya fikren ve psikolojik olarak mağlup olması değildir de nedir?

Maalesef ki, Genelkurmay Başkanlığı bile hükümetin dümen suyuna girmiş, mücadelede ayak sürümeye başlamıştır.

Genelkurmay Başkanlığı terör eylemlerinin istatistiğini tutmaktan başka ne yapmaktadır doğrusu merak içindeyiz?

Terörle mücadele eden Mehmetçiklerimizin azimlerinin kırılmaması, yalnız bırakılmamaları asıldır.

Ne var ki, Mehmetçik neredeyse savunmasız bir şekilde karakollara, taburlara sığınmış; PKK’lılar karşısında zor durumda bırakılmıştır.

Bu öncelikle hükümetin bir suçuysa, daha sonra da Genelkurmay’ın bir kusurudur.

Şu aralar Jandarma’nın, İmralı canisinin istekleri doğrultusunda bölgeden çekileceği medyaya yansımıştır.

Hükümet tüm dikkat ve enerjisini teröristbaşının hain taleplerine odaklamıştır.

Başbakan ve hükümeti eylemlerini yoğunlaştıran ve yaygınlaştıran PKK’ya sus payı olarak yeni ödünleri arka arkaya sunmak için harekete geçmiştir.

Sefil hükümet anlayışı, PKK’lıların yurt dışına çıkması ve affedilmesi için hazırlık içindedir.

Canibaşının dayattığı; sözde demokratik siyasetin önündeki engellerin kaldırılması, cezaevlerindeki PKK ve KCK’lı hasta mahkumların durumu ve Terörle Mücadele Yasası’nda yapılması planlanan değişiklikler bir takvime bağlanmıştır.

Nitekim açıklamalar bu yöndedir.

PKK terör örgütü Başbakan’ın zaafını görmüş ve yumuşak karnını anlamıştır

Bu yüzden de Cumhurbaşkanı Seçim sürecini terörize ederek listelediği talepleri gerçekleştirmeye çabalamaktadır.

Ne üzücüdür ki, PKK’yla gayri meşru bir ilişki içinde bulunan kişi bu ülkede Başbakan’dır. Ama böylesi bir kişi ne yaparsa yapsın Cumhurbaşkanı olamayacaktır.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Cumhurbaşkanı Seçimi önümüzdeki en önemli gündem konusudur.

 Bu çerçevede, “Ortak Çatı Aday” teklifimiz kamuoyunda geniş bir yankı uyandırmıştır.

Malumlarınız olacağı üzere, 31 Mayıs 2014 tarihinde yapmış olduğumuz Yazılı Basın Açıklamasıyla bazı temaslarımız hakkında değerlendirmelerde bulunduk.

12. Cumhurbaşkanı’nın uzlaşmayla belirlenmesi amacıyla sivil toplum kuruluşlarına planladığımız ziyaretlerimizi sırasıyla bu hafta içinde gerçekleştireceğiz.

Türk milletinin üzerinde ittifak edeceği, mazisinde hiçbir şaibe bulunmayan; milliyetçi, muhafazakar, manevi değerlere haiz, laik ve demokrat özellikleriyle tanınmış değerli bir isim konusunda mutabakat sağlanacağına yürekten inanıyorum.

Yeni Cumhurbaşkanı ayrımcı ve dışlayıcı olmamalıdır.

Yeni Cumhurbaşkanı tarafgirliğe uzak, sübjektif yargılara mesafeli durmalı, milletin ortak duygu ve iradesini yansıtmalıdır.

Cumhura Baş seçeceksek bu kesinlikle geniş çaplı bir anlaşmayla, kararlı bir uzlaşmayla ve herkesin hem fikir olmasıyla sağlanacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, 12. Cumhurbaşkanı’nın kucaklayıcı ve kardeşliğin teminatı olmasını arzulamaktadır.

Bu niteliklere sahip ve kanundaki özel şartları taşıyan Recep Tayyip Erdoğan dışındaki herkesin, her değerli şahsiyetin Cumhurbaşkanı olmaya hakkı vardır.

Görüyoruz ki, Başbakan Erdoğan’ın adaylığı hemen hemen kesinleşmiştir.

Zira AKP yöneticilerinden gelen haberler bu yöndedir.

Fakat her nedense Başbakan adaylığını açıklamaktan çekinmektedir.

Buradan kendisine sesleniyorum: Sayın Başbakan, söyleyiniz; aday mısınız, değil misiniz?

Başbakan’ın Cumhurbaşkanı olmaktan ziyade Başkanlık hayalleri kurduğu, bunu da sözcüleri aracılığıyla kamuoyuna bildirdiği gelişmelerden anlaşılmıştır.

Türk milleti 10 Ağustos’ta Başkan seçmeyecektir.

Türk milleti 10 Ağustos’ta despot atamayacak, seçilmiş bir emir görevlendirmeyecektir.

Başbakan Erdoğan parti içi dengeleri hesaba katarak, yeni başbakan ve yeni genel başkan üzerinde çalışma yaparken, bir yandan da Başkanlık Sistemi’nin taşlarını döşüyorsa, bilsin ki, yanlış hesap milli iradenin hisarlarında parçalanacaktır.

Bizim “Ortak Çatı” önerimiz milletimizin tüm güzellikleriyle örülmüş, tüm hasletleriyle güçlendirilmiş, tüm özlemleriyle inşa edilmiştir.

Merak etme Sayın Erdoğan; bizim çatımız akmaz, uçmaz, kokmaz, göçmez.

Sen bizim çatımıza değil, birlikte tüfek çattığın menfaat düşkünü muhteris yandaşlarına bak.

Sen bizim çatımızın ne olacağına değil, 10 Ağustos’ta düşecek süngünün şimdiden derdine yan.

Bizim Ortak Çatı tasavvurumuz, milletimizin ortaklaşa benimsediği, bağrına bastığı, geleceğe taşımaya azmettiği her değeri, her emaneti, her umudu, her kanaati kapsamaktadır.

Bizim “Ortak Çatımız” Türk milletinin ta kendisi, Cumhurun bizatihi yüksek fazilet ve ülküleridir.

Bunun için Sayın Başbakan, yanılır yenilir aday olursan, bilesin ki, işin zordur ve Ortak Çatı senin zihniyetini önce kaynatacak, sonra da 17-25 formülüyle siyasi moleküllerine ayıracaktır.

Sözlerime son vermeden, ülkemizin değişik yörelerinde aşırı yağışlardan olumsuz etkilenen çiftçilerimizin ve üreticilerimizin yalnız bırakılmamasını ümit ediyorum.

Bilhassa Yozgat Sarıkaya ve Boğazlıyan arasındaki 130 bin dekarlık alanda büyük zararlar oluşmuştur.

Buradan tüm çiftçilerimize yardım elinin uzatılmasını ve zararlarının karşılanmasını hükümetten bekliyor, hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.