Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Muhterem Milletvekilleri, Değerli Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Aşırı yağışlar ülkemizi baştanbaşa etkilemektedir. Oluşan sel baskınları ve su taşkınları günlük hayata olumsuz yansımakta, can ve mal kayıplarına yol açmaktadır. Geçen hafta da kısmen değindiğim gibi, çiftçilerimiz doludan, şiddetli sağanaklardan dolayı mağdur olmuştur. Meyve ve sebze bahçeleriyle birlikte, tarım arazilerini vuran doğal afet çiftçilerimizi ve tüm üreticilerimizi kara kara düşündürmektedir. Hasat mevsiminin başladığını dikkate alırsak, gerçekten de çiftçilerimizi sıkıntılı ve zor günler beklemektedir. Görünen odur ki, hububat, fındık, kaysı gibi ürünler başta olmak üzere, birçok üründe üretim kaybı yaşanacaktır. Bazı riskler tarım sigortaları kapsamında olmasına rağmen, üreticilerimizin önemli bir bölümü çeşitli nedenlerle sigorta yaptıramamıştır. Hükümet bu gruptaki kardeşlerimizin taleplerini dikkate almalı, çiftçilerimize, mağduriyet yaşayan üreticilerimize muhakkak yardım eli uzatarak şefkat ve iyi niyet göstermelidir. 23 Ağustos 2013 tarihinden bu yılın sonuna kadar afetlerden zarar gören çiftçilerimizin Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasıyla Tarım Kredi Kooperatifleri’nde biriken ve can yakan borçlarını ertelemek doğru olsa da, eksik bir tedbirdir. Ürünleri, hayvan varlıkları, tesis veya seraları en az yüzde 30 oranında zarar gören, meydana gelen zararı da hasar tespit komisyonlarınca kayıt altına alınan çiftçilerimizin borçları yüzde 3 faizle ertelenecektir. Doğal afetten dolayı elde avuçta bir şeyi kalmayan çiftçilerimizin sahip oldukları borçlarına hala faiz yükü bindirmek insafsızlıktır. Merkez Bankası’yla faiz polemiğine giren, düşmeyen faizlerden yakınan, faiz politikasını beğenmediğini açıklayan Başbakan kendisiyle çelişmekte, çiftçilerimize hayatı zindan etmektedir. Ambarı bomboş, cüzdanı tamtakır, umutları simsiyah olan çiftçi kardeşlerim, bu sene ne yiyecek, ne içecek, nasıl geçimini sağlayacaktır? Bunları düşünen yoktur. Şunu biliyor ve inanıyorum ki, Başbakan Erdoğan’ın villasında eritemediği milyarlar çiftçilerimizin alın terinden, helal kazancından kırpılmış ve kesilmiştir. Havuzda toplanan haraç ve rüşvetler tarlada, bağda, bahçede ve bostanda ömür tüketenlerin elinden alınmıştır. Ayakkabı kutularına dizilen milyon dolarlar, yatak odalarındaki kasalardan çıkan servet boyutundaki paralar; borç zulmünün pençesinde olan kardeşlerimin sofrasından çalınmış, ekmeğinden bölünmüş, cebinden aşırılmıştır. Türk çiftçisi yoksullukta boğulmuş, Başbakan ve bakan aileleri zenginlik ve debdebeyle gününü gün etmiş, vur patlasın çal oynasın havasında lükse gömülmüştür. Şahsen, çiftçilerimizin adaletsizliğe, haksızlığa ve hak ihlallerine tahammül etmeyeceğini ümit ediyorum. Beklentim hükümetin çiftçilerimize hakkını ve emeğinin karşılığını mazeretsiz vermesidir. Milliyetçi Hareket Partisi; işçinin, emeklinin, memurun, esnafın ve çiftçinin yanında kaya gibi durmaya devam edecek, her düzeyde üreten, çalışan, yatıran ve milli geliri büyüten kardeşlerimizin sözcüsü ve tercümanı olacaktır.
Değerli Milletvekilleri, Toplumsal gerilim kaygı verici ölçüde artmaktadır. Türkiye sanki cinnet geçirmektedir. Şiddet, cinayet ve barbarlık ilim ve irfan ocağı üniversitelere kadar sıçramıştır. Öyle ki, akademik hayatta yer alan öğretim üyeleri dahi birbirlerini resmen doğramaktadır. Toplumsal sağduyu, toplumsal ahenk, toplumsal denge kaybolmak üzeredir. Kadına yönelik şiddet hız kesmeden devam etmektedir. Başbakan ve hükümeti ise fuzuli işler oyalanmakta, 17-25 Aralık’taki parmak izlerini karartmanın, delileri yok etmenin, adaleti kösteklemenin peşindedir. Bu arada, 24 Şubat’ta sanal medyaya düşen Başbakan Erdoğan ile gıpta edilecek akıl sahibi olan mahdumu arasındaki para sıfırlama temalı konuşma TÜBİTAK tarafından incelenmiştir. Sonuçta TÜBİTAK malum diyaloglara montaj demiştir. Bilimin yüz karalığı klasmanında akademi unvanını alan bu kurum, AB Eski Bakanı’nın bir gazeteciyle yaptığı ve Bakara Ayetimizle dalga geçen konuşmalarına da montaj teşhisi koymuştur. TÜBİTAK gibi bir kurumun, 17-25’le kararması, emir komutayla rüşvetin, ahlaksızlığın ve hırsızlığın izlerini silmeye memur edilmesi büyük bir ayıptır. İlgisiz alakasız yerlerden toplanarak TÜBİTAK’ta görevlendirilmiş AKP’li memurlar sadece kendilerine değil, sadece kurumlarına değil, milletimize ve ülkemize de yazık etmişlerdir. Rüşvetin aparatları, rüşvetin kapakçıkları, rüşvet hattının nöbetçileri Başbakan talimatlı temizlik işine soyunmuşlar, menfaat karşılığında kararlarını satmışlardır. TÜBİTAK da bu kadar ucuz, bu kadar basit, bu kadar ucube bir kurum olduktan sonra vay halimize demek için her sebebimiz vardır. İnternete düşen konuşmaları hece hece montaj diyerek aklamaya çalışanlar, hece hece varsa vicdanlarını, kelime kelime varsa beyinlerini Başbakan’ın kullanımına devretmişlerdir. Hisleriyle konuşan, hisleriyle tespitte bulunan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı’na montaj daha önceden gaipten malum olmuştur. Ve son hamleyi, son vuruşu TÜBİTAK yapmıştır. Hatırlarsanız, Başbakan parlak zekâlı oğluyla konuşmasını ‘montaj, dublaj, piyes’ diyerek inkâr etmişti. ‘Kriptolu telefonlarımı dinlediler’ diyerek kıyameti koparmıştı. Akaracı makaracı ve rüşvet afyonu yutmuş Bakan da hakkındaki iddiaları reddetmiş, ne var ki telefonda konuştuğu gazeteci dostu olanlardan dolayı özürler dilemişti. Yani TÜBİTAK’ın montaj dediğini taraflar doğrulamıştır. Şüphe etmiyoruz ki, gerçekler elbet bir gün bağımsız ve tarafsız mahkeme nezdinde ortaya çıkacak ve çıkarılacaktır. İşte o zaman el mi yaman, bey mi yaman herkes anlayacaktır. İşte o zaman rüşvete haram podyumunda modellik yapanların foyası ortaya çıkacaktır. Başbakan’ı bakalım TÜBİTAK mı kurtaracak, bakalım havuza para yığarak üçüncü havalimanı ihalesini kelepirden kapan ve millete küfrederek hazineyi boşaltan dönemin işadamları mı elinden tutacaktır?
Değerli Milletvekilleri, Türkiye’miz kapkaranlık bir çıkmazın tam göbeğindedir. Türk vatanı çok tehlikeli bir sürecin ortasında can çekişmektedir. Türk milleti sonu ve sonucu kanlı ve ağır maliyetli olacak bir dönemin tüm şartlarına peşinen mahkûm haldedir. Başbakan ve hükümeti ülkemizin milli güvenlik duvarlarını yıkmakta, saygınlığını, saadetini ve sağlam bünyesini deşmektedir. Bölücülük kontrolsüz şekilde yayılmakta, devlete meydan okuyan, millete kafa tutan küstahlıklar pervasızca ivme ve cesaret kazanmaktadır. Belediye başkanı seçilen mimli ve sicilli bölücüler, henüz göreve başlamadan tahriklerini sıralamaktadır. Ağrı’da milli mücadele kahramanımız merhum Kazım Karabekir’in isminin, verildiği caddeden silineceğini bölücülüğün sinsi ve köşesiz ismi peşinen duyurmuştur. Bu zihniyet sanıyorum atalarının, mesela; Mıgırdıç Hirimyan veya Paul Terziyan’ın isimlerini Kazım Karabekir’in yerine yazacaktır. Güroymağa Norşin, Aydınlar’a Tillo denilirse ve yerleşim yerleri isimleri birer birer değiştirilip TC ifadesi bile kamu kurum ve kuruluşlarından sökülürse, en sonunda sıra Kazım Karabekir ve hatta Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e kadar gelecektir. AKP yol açmış, siyasi bölücüler bu yoldan yürümüştür. Ne olursa olsun, milli mücadele yıllarında Ermeni çetelerine dünyayı dar eden kahraman komutanımız, devlet ve siyaset hayatımızın güzide ismi merhum Kazım Karabekir’i hiç kimse Türk milletinin hafızasından silemeyecek, çıkaramayacaktır.
Değerli Arkadaşlarım, Hükümetin tavizkar tutumu PKK’yı yüreklendirmektedir. Bu yüzden bölücü terör örgütü, eylem sahasını genişletmekte ve psikolojik üstünlüğünü sağlamlaştırmaktadır. Geçtiğimiz yılın ilk aylarında başlatılan ihanet süreci PKK’ya silah vermiş, bomba sunmuş, ölüme ve öldürmeye teşvik etmiştir. Bugün daha iyi anlaşılmıştır ki, hükümetin yanlış tercih ve teşhisleri maalesef ki vahim neticeler doğurmuştur. Başbakan Erdoğan çözüm dedikçe, PKK Türkiye’yi çözmeye ve çökertmeye heveslenmiştir. Süreç ihaneti Türk milletinin varlığını tartışmaya açmış, bin yıllık kardeşlik hukukunu hedef almıştır. Süreç ihaneti Oslo-Kandil-İmralı ve AKP arasındaki temas trafiğini hızlandırmış, ihanet ve melaneti belgelemiştir. Geçmişten bugüne kadar Başbakan’ın “Çözüm Süreci” isimli çözülme ve çürüme süreciyle ilgili tüm söz ve beyanları yalan çıkmıştır. Başbakan Erdoğan, Türk milletini; “Çözüm süreci, silahı aradan çıkarma, sözü, düşünceyi, siyaseti devreye alma sürecidir” demiş, aldatmıştır. “Çözüm süreci, tavizlerin verildiği, pazarlıkların yapıldığı, teröre karşı geri adımların atıldığı bir süreç değildir” demiş, kandırmıştır. “Şu anda biten, şu anda sona eren, sadece 30 yıllık terör değil, çok daha uzun yıllara yayılmış bir sorunlar manzumesidir” sözleriyle de yanıltmış, yalancılıkta ve münafıklıkta zirve yapmıştır. Yani Başbakan geçtiğimiz yılın 27 Nisan günü terörün bittiğini utanmadan, sıkılmadan, en ufak rahatsızlık duymadan açıklamıştır. Hatta daha ileri gitmiş; Cudi Dağı’nda çiçek toplamaktan, Süphan’da, Ağrı’da piknik yapmaktan, Dicle’nin ve Fırat’ın sularında özgürce, korkusuzca serinlemekten bahsetmiştir. Allah var ya, görüntüde dağa piknik yapmak için çıkanlar çok olmuştur. Fakat işin garip yanı dağa gidenler çiçek toplamak yerine silaha sarılmış, gezmek ve eğlenmek yerine nefret ve şiddet akıntısına kapılmıştır. Daha ilginci; dağ yolu öylesine kalabalıklaşmış, öylesine sıkışmıştır ki; ipini koparan, pusulasını kaybeden kim varsa; kah gönüllü, kah zorla Kandil’e sürüklenmiştir. Başbakan çiçek-böcekle uğraşırken, PKK yılan ve çıyanları mağaralara doldurmuş, kanlı planların yapıldığı kamplarda vampir imalatına girişmiştir. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladığımız 23 Nisan Günü, PKK çoluk çocuk demeden, insaf ve vicdan tanımadan dağa insan kaldırmıştır. Çocukları dağa kaçırılan, anaları inim inim ağlayan bir ülkenin iyi yönetildiğini, iyi durumda olduğunu hiç kimse söyleyemeyecektir. Yanılıp yenilip Başbakan’a baksak ve inansaydık; Çözüm süreci umut yolculuğuydu. Çözüm süreciyle boşalmış köylere dönüş oluyordu. Terör sonlanıyor, dayanışmamız pekişiyordu. Süreç denen ihanet yarışında, Türkiye kazanacak, demokrasi kazanacak, evlatlarımız, torunlarımız, annelerimiz, babalarımız kazançlı çıkacaktı. Açık açık ifade ediyorum ki, süreç ihanetinin tek kazanını, tek kazançlı çıkanı PKK olmuş, Başbakan’ın hanesine de boş kovanlar, boş hayaller, israf edilmiş yıllar düşmüştür. Analar ağlamasın tezi iflas etmiş, çözüm ve barış oltasına tutuşturulan yemler terörist piranaları yakalamak bir yana beslemiş ve irileştirmiştir. Hükümet sözcüsü Başbakan Yardımcısının geçtiğimiz aylarda gerçekleştirdiği ABD ziyareti sırasında, katıldığı ‘Türkiye’nin Demokratikleşme Süreci’ isimli konferansta sarfettiği bazı sözler Türkiye’nin geldiği aşamanın adeta özetidir: Şöyle diyor bu Başbakan Yardımcısı; “Sayın Öcalan demek suç olmaktan çıktı, PKK’nın kendine ait bayrağını elinde taşımak, Öcalan posterini taşımak suç olmaktan çıktı.” Evet, gözü yaşaran, fakat yüzü kızarmayan Başbakan Yardımcısının hakkı vardır: Türküm demek suç oldu, milliyetçi ve vatansever olmak suçlandı, ama şehide kelle, katile sayın demek, PKK paçavralarına bayrak yakıştırması yapmak alkışlandı, aklandı, hatta çirkin ve rüküş bir moda haline geldi. Başbakan ve hükümetinin Türkiye’yi getirdiği tablo budur. PKK Başbakan’ı ve etrafındakileri kafeslemiş, İmralı canisi de kul köle yapmıştır. İnlerine gireceğiz diyerek kendi kucağında büyüttüğü ve palazlandırdığı çevrelere hakaret eden, gözdağları veren Başbakan çoktan Kandil’deki inlerde baş sedire oturmuş, burayı siyasetinin ana karargâhı haline getirmiştir. Üzülerek söylemek isterim ki; Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ın düşmanla aynı fikre, aynı niyete ve aynı amaca sahip olması, üstelik bunu devlet politikası haline getirmesi 1919’lu yıllardan beri görülmemiş bir hıyanet, duyulmamış bir rezalettir. Başbakan’ın bölücü canilere Türkiye’yi peşkeş çekme arzusu, Türk milletini feda etme ısrarı ancak ve ancak yeminli bir Türk düşmanına has küçülme halidir. Son günlerde Diyarbakır başta olmak üzere, ülkemizin değişik il ve ilçelerinde baş gösteren terörist saldırılar, bölücülerin isyan teşebbüsleri Başbakan ve hükümetinin sunduğu geniş imkanlardan ilham almaktadır. Teröristler ülkemizi yakıp yıkmaktadır. Özellikle Van’ın Çatak ilçesi Övecek Köyü yakınlarında görüldüğü gibi, PKK tabela asmakta, yol ve kimlik kontrolü yapmakta, vergi adı altında haraç almaktadır. İnsanlarımız kaçırılmakta, huzurumuz baltalanmaktadır. Karakol, kalekol ve baraj inşaatlarına düzenli ve sistematik eylemler icra edilmektedir. Hepsinden önemlisi, burası çok mühimdir, bağımsızlığımızın sembolü, milli şeref ve namusumuzun simgesi, kardeşliğimizin timsali Ay Yıldızlı Al Bayrağımız çekildiği gönderden indirilmektedir. Diyarbakır’daki olaylarda ölen PKK’lıların ardından, yüzleri kapalı PKK’lı bir grup doğu hava sahamızı koruyan 2.Hava Kuvvet Komutanlığı’nın etrafını sarmıştır. Bu gruptan öne çıkan bir hain, komutanlığın tel örgülerle çevrili duvarını aşmış, sonra bahçesine girmiş ve ne acıdır ki orada bulunan bayrak direğine tırmanarak şehidimizin emanetini, varlığımızın nişanesini şerefsizce indirmiştir. İnen bayrağımız eşkıya sürüsü tarafından yerlerde sürünmüştür. 17-25 Erdoğan soruyorum sana, bu olanlardan dünkü sözlerinden başka, en ufak rahatsızlık duydun mu? ‘Asker, komutan bedel ödeyecek’ diyorsun da, asıl bedel ödemesi gerekenin sen olduğunu niçin itiraf etmiyor, edemiyorsun? Bugün grup kürsüsüne çıkıp; eften püften konuşmaktan, atıp tutmaktan başka ne yapmayı planlıyorsun? Yoksa oturduğun yerden sinsi sinsi gülümseyerek, “hadi çocuklar, hadi evlatlarım, biraz daha gayret edin, nasıl olsa finale yaklaşıyoruz” diyerek bayraksızlara, vatansızlara, millet nedir bilmeyen alçaklara sevgi ve sempati mi gösteriyorsun? Lütfen dikkat ediniz, indirilen, yerlerde tekmelenen, çiğnenen bayrağımız 2.Hava Kuvvet Komutanlığı’nın bahçesinden, güpegündüz gasp edilen sancağımızdır. Ve sancak düşerse vatan düşecektir. Bu oluyorken, 2.Hava Kuvvet Komutanlığı’nda hiç mi duyarlı, hiç mi helal lokma yemiş, hiç mi kalbi vatan ve bayrak sevgisiyle çarpan bir asker çıkıp da şerefsize gününü gösterememiştir? Türk bayrağını dahi korumaktan aciz bu komutanlık personeli o esnada nerededir, hangi mahzendedir, nöbetçiler neyle uğraşmaktadır, pilotlar nereye uçmuştur? Böyle bir acziyet, böyle bir yenilmişlik, böylesi bir sinmişlik nasıl izah ve tevil edilecektir? Farz edelim ki, düşman saldırmış, her tarafı çevrelemiştir; bu durum da silahlar tek kurşun atmadan teslim mi edilecektir? Bayrağını muhafaza edemeyenler, bilen varsa söylesin, hava sahamızın güvenliğini nasıl teminat altına alacaktır? Hadi müzakereci Başbakanı geçtik diyelim; Genelkurmay Başkanlığı karargâhında terör örgütü mensuplarının ölüm haberlerini yayımlamakla meşgul omzu yıldızdan görülmeyen zevat acaba bu gelişmelerden hiç mi vicdan azabı duymamaktadır? Milli namusumuzu temsil eden bayrağımızı korumaktan bihaber komutanlar, yarın makamlarına kadar gelerek silah çeken teröristler olduğunda ne yapacaktır? O zaman da, çözüm ziyan olmasın, kimse darılmasın, kimse kırılmasın, kimseler yanlış anlamasın diyerek pısırıklığı, pasifliği devam mı ettireceklerdir? Diyarbakır’da görev yapan 2.Hava Kuvvet Komutanıyla Genelkurmay Başkanı istifa edecek kadar erdemli ve onurlu olmayı deneyecekler midir? Genelkurmay Başkanlığı’nın konuyla ilgili dün yaptığı açıklama ise, özrün kabahatten ne denli büyük olduğunu gözler önüne seren çevir kazı yanmasın türünden bir beyanattır. Neymiş efendim, çocuklar ve kadınlar kullanılarak provakatif eylem yapılmış. Neymiş efendim, tahammül sınırlarını zorlayan bu tür eylemlere karşı serikanlı davranılmaya gayret edilmiş. Genelkurmay Başkanlığı açıklamasının sonunda mizah gibi, şaka gibi, milletimizin zekasını hafife alan ve komedi dizilerine malzeme olacak bir ifade vardır ve aynen şöyledir: “Hiçbir kişi veya grubun şanlı Türk Bayrağını dalgalandığı gönderinden indiremeyeceğinin bilinmesi kamuoyuna saygıyla duyurulur.” Teröristler bayrağımızı indirdikten yaklaşık 24 saat sonra aklı başına gelen Genelkurmay Başkanlığı hala ve ısrarla; hiç kimsenin bayrağımızı dalgalandığı gönderinden indiremeyeceğini söylemektedir. Sayın Genelkurmay Başkanı geçiniz bunları; vaziyeti kurtarmak namına paylaştığınız görüşleri yazılı şekilde milletimize değil, Diyarbakır’daki hain direkteyken söyleyecek ve gereğini anında yapacak mertliği gösterecektiniz. Sayın Paşa; sizler Ankara’da saltanat sürüp Başbakan’ın peşinden sürüklenirken, bayrak düşüyor, vatan elden gidiyor, farkında mısınız? Bayrak inerken serinkanlı olabiliyorsanız, namus ve şeref elden giderken de herhalde soğukkanlılığı elden bırakmazsınız. Şayet devlet yaşayacaksa, şayet millet var olacaksa, bayrak direğine tırmanacak kadar cüretkâr olan bir sefilin, tam alnı çatından devrilmesi de haktır, helaldir, hukuktur, mahşeri vicdanının şaşmaz adaletidir. 14 Ağustos 1996 tarihinde, Kıbrıs’ta bayrağımızı indirmeye kalkışan ‘Solomon” isimli bedbahtın, şerefli Türk bayrağına el sürerken hak ettiği şekilde cezalandırıldığı hatırımızdadır. Şunu biliniz ki, bayrak iniyorsa, bayrak düşüyorsa, bayrak soluyorsa işgal var demektir. Bayrak indirilirken seyreden varsa, sessizliğe gömülenler görülüyorsa korkaklar, namertler işbaşında demektir. Bayrak hakaret görüyorsa, bayrak küçümseniyor, alaya alınıyor, kanlı ellere terk ediliyorsa; vatan esaret altına girmiş demektir. Ey 17-25 rumuzlu haram elebaşısı, ey PKK şubesi, ey Oslo hayranı, ey Kandil aşığı, ey İmralı sevdalısı; senin çözümün, barışın, açılımın bu mudur? Bayrak inerse çözüm olacak, vatan parçalanırsa çözüm gelecek, millet bölünürse çözüm gerçekleşecek, öyle mi? Doğu ve Güneydoğu’da etnik temizlik olursa barış gülleri açacak, PKK affedilirse barış hakim olacak, Kürdistan kurulursa barış amacına ulaşacak, öyle mi? İmralı canisi serbest kalırsa demokrasi güçlenecek, teröristler siyasete taşınırsa özgürlük yaygınlaşacak, silahlar değil fikirler konuşursa Türkiye’yi kimse tutamayacak; öyle mi? Batsın senin çözümün, batsın senin barışın, yerin dibine geçsin senin özgürlük ve barış anlayışın, kahrolsun sizin süreç fitneniz.
Muhterem Arkadaşlarım, Bağımsız, milli ve üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, bayrağının indirilmesi çok ama çok önemli bir tramva ve hazin bir durum olup lanetlenmesi gerekmektedir. Acaba AKP’li malum danışman, ısmarlama mülakatlarına yenisini ekleyerek; bunu da lüzumsuz bir gerginlik, sıradan asayiş vakası olarak yorumlayacak, şafak sökerken vakitsiz vuku bulan sıradan bir sorun olarak değerlendirecek midir? Başbakan 12 yılda devletin çivisini çıkarmış, her tarafını, her kuralını, her ilkesini, her taahhüdünü, her gayesini hurdaya çevirmiş ve çürütmüştür. 2.Hava Kuvvet Komutanlığı’nın bahçesine kadar giren alçaklar bayrak indirmekle kalmamış, Diyarbakır’daki Şehit Jandarma Astsubay Üstçavuş Fatih Bülbül Kışlası’na taş ve molotof kokteylilerle saldırmışlar, kışlanın isminin yazılı olduğu tabelayı yakmışlardır. Ne kadar elem, ne kadar hüsran vericidir ki; Mehmetçik kışlasına hapsedilmiş, koğuşlarına kapatılmıştır. Yalnızca hikâyeden, iş olsun kabilinden havaya birkaç el uyarı ateşi açılmıştır. Geçmişte Ermeni çeteleri ne yapmışsa, sömürgeci güçler hangi mütecaviz hareketlerin içinde olmuşsa, aynısı bugün aralıklarla yaşanmaktadır. Aman çözüme bir şey olmasın, aman süreç bozulmasın, aman PKK’lılar incinmesin, aman pazarlıklar zedelenmesin diye diye Türkiye’nin kalbine nişan alınmış, milletin bekasına namlu çevrilmiştir. Aziz şehitlerimizin emaneti bu kutsal vatan soysuzların ittifakına sahne olmaktadır. AKP hükümeti devletin elini tutmuş, askerin ve polisin başına bizzat, kasten ve bile bile müzakere çuvalı geçirmiştir. Görünen köyün kılavuz istemediği açıktır; vatanın bir bölümü fiilen terör örgütünün hâkimiyetine teslim edilmiştir. Büyük milletimize ve AKP’ye oy vermiş muhterem vatandaşlarıma sesleniyorum; artık tehlikeyi görün, artık vahametin farkına varın. Başbakan Erdoğan ve hükümetinin Türkiye’yi uçuruma sürüklediğini görün ve tavır alın. Ve bayrak düşmanlarıyla haşır neşir olan Recep Tayyip Erdoğan’dan Cumhurbaşkanı olmayacağını Allah için gösterin, haykırın. Malazgirt ovasında imha ettiklerimizin torunları bugün belini doğrultmaktadır. Çanakkale’de denizin dibine gömdüklerimiz bugün mevki ve koltuk sahibidir. Sakarya’da mağlup ettiklerimiz, Dumlupınar’da diz çöktürdüklerimiz, ta İzmir’e kadar kovaladıklarımız bugün tekrar AKP’nin yanında hizalanmış, saldırı pozisyonuna geçmişlerdir. Mondrosçular hortlamış, Sevrciler hırlamaya başlamıştır. Türk ve Türkiye hasımları doğrulmuşlar, siperlerini yurdumuzun her köşesine taşımışlardır. Yaşananlar, şahit olduklarımız bunu göstermektedir. Lice’deki isyan ve müptezellikler aynısıyla, Hakkari’de, Van’da, Mardin’de, Bingöl’de, Şırnak’ta, İstanbul’da, İzmir’de ve hatta Tokat’ta tekrarlanmıştır. Terör Türkiye’nin her tarafına yuvalanmıştır. Bölücülük Türkiye’nin üzerine kapaklanmıştır. Süreç ihaneti Türkiye’nin kâbusu, ayak bağı, kelepçesi olmuştur. Bugünkü şartlarda diyebiliriz ki, PKK iktidardadır, PKK Bakanlar Kurulu sıralarındadır, PKK Başbakan’ın ruhunu, iradesini ve karar organlarını ele geçirmiştir. Durum kritiktir. Büyük Türk milleti çok ciddi bir musibet tufanıyla yüz yüzedir. Etnik temelli bölücülüğün borusu ötmekte, PKK’nın sözü geçmekte, İmralı canisinin lafı dinlenmektedir. Ülkemiz terörün kuşatması altındayken, hala İmralı’da bakanlar düzeyinde pazarlıklar yapılması, hala sözde çözüm süreciyle ilgili çalıştaylar düzenlenmesi milletimize küfürdür, en adi suçtur. Şu isimlendirmeye bakınız; 7-8 Haziran 2014 tarihinde Diyarbakır’da; “Yeni Türkiye’nin Açılan Kilidi: Çözüm Süreci” isimli bir çalıştay gerçekleştirilmiştir. Başbakan, sözüm ona yeni Türkiye’nin kilidini PKK çilingiriyle açmaya bir kez daha yeltenmiştir. Türkiye’yi anahtar teslim PKK’nın ve bölücü mihrakların üzerine geçirmeye istekli ve iştahlı olan Başbakan, Diyarbakır’da yeni bir zillete imza atmış, yeni bir zulmete çanak tutmuştur. PKK ve müzahir odakları Diyarbakır’ı savaş alanına çevirirken, Başbakan kilit açmakla meşguldür. Ancak; açmaya çalıştığı yeni Türkiye’nin kilidi değil, kardeşliğimizin kilididir. Açmaya çalıştığı dirliğimizin, birliğimizin, esenliğimizin bin yıllık kilididir. Açmaya çalıştığı, bölünmeye uzak ve kapalı Kürt kökenli kardeşlerimizin tertemiz duygularıyla yoğrulan millet kilididir. Kör anahtarlarla yalamaya döndürülmek istenen Türk milletinin kimliği, Türklüğün yüzyılların imbiğinden damıttığı milli ve manevi değerleridir. Diyarbakır’daki PKK çalıştayı bölünmenin, ayrışmanın ve etnik düşmanlık tohumlarının kirli ellerce, zalim ve zorba emellerce saçılmasına hizmet etmiştir. PKK çalıştayına katılan ve konuşma yapan üç bakandan birisi olan yıkımdan sorumlu Başbakan Yardımcısı; tarihli, takvimli, somut ve sonuca götürücü yeni bir yol haritası üzerinde çalıştıklarını açıklamıştır. Ayrıca; “çözüme mecburuz. Hayata, eve, siyasete dönüşler, bütün hepsi değerlendiriliyor” diyerek PKK’ya tekrar umut aşılamış, teröristleri daha da şevklendirmiştir. Bu yıkım müellifi, bu yıkım müteahhidi; İmralı canisini överek; “mesajları bizim düşüncemizdir” diyecek kadar idrak, izan ve insaf parçalanmasının faili olmuştur. Hükümetteki PKK’lılardan birisi olan bu şahıs; madem İmralı canisinin düşüncelerini sahiplenmekte ve önemsemektedir, o halde kendisinin ahlakı ve tutarlılığı kalmışsa ya canibaşının hücre arkadaşlığına gönüllüce talip olmalı ya da mekap giyerek, terörist kıyafeti kuşanarak doğruca Kandil’e sığınmalı, kaybettiği gerçek hüviyetini orada bulmalıdır. Onbinlerce vatan evladının kanından ve canından mesul olan ve bu nedenle müebbet hapis cezasına mahkûm edilen bir teröristin düşünceleri hükümetin düşünceleriyle aynıysa artık söz bitmiştir. AKP’ye gönül veren kardeşlerim, bu sözleri işitmelidir, desteklerini Öcalan canisinin emrine sokan nankörleri iyi bilmelidir. PKK çalıştayı AKP ile İmralı canisinin bir yanağın iki yüzü olduğunu ispatlamıştır. Yıkımdan sorumlu Başbakan Yardımcısı içindeki kini çalıştay vesilesiyle iyice dökmüş, görevli ve sorumlu bir PKK havarisi olduğunu hiçbir tereddüde mahal bırakmadan açığa vurmuştur. Bu terör piyonu diyor ki, “biz aslında devleti, kurumları kendisiyle hesaplaştırdık. Geçmişiyle, geçmişte yaptıklarıyla yüzleştirdik.” Ben de diyorum ki, sen önce kendinle hesaplaş, sen önce karanlık geçmişine kafa yor, sen onu bunu bırak da PKK’ya tutsak düşmüş vicdanınla yüzleş.
Değerli Arkadaşlarım, Vicdan kişinin kendi kendini gözden geçirmesi sonucu, niyet ve eylemlerinin ahlaki değerinin bilincine varmasını sağlar. Niyet ise, kişinin toplumsal ilişkiler ya da olaylar karşısında, ahlaki açıdan eylemlerine yön vermek üzere takındığı ve benimsediği düşünce mahsulüdür. Gerçek niyetini gizleyen, saklayan ve bastıran kim olursa olsun sahteliğe, yüzeyselliğe ve takiyyeye açık kapı bırakmıştır. Başbakan ve hükümetinin en bariz özelliği, en ayırt edici vasfı takiyyede sınır ve sinirleri zorlamasıdır. Buna rağmen, Türk milletine psikolojik harekât yapan, algı operasyonlarıyla yalanın, yolsuzluğun ve ihanetin açığa çıkmasını önlemeye çalışan iktidarın bütün şifreleri çözülmüş, gerçek niyeti deşifre olmuştur. Başbakan artık doğruları çarpıtamayacaktır. Tezgâh altında sürdürdüğü karanlık iş ve ilişkileri öteleyemeyecek, örtemeyecektir. Çünkü cambaz ipten düşmüş, takke uçmuş, maske inmiş, boya dökülmüştür. Bugünkü şartlarda Başbakan, İmralı canisiyle doğrudan doğruya pazarlık yapmaktadır. Geçmişte defalarca söylediğimiz gibi, bu ihanet görüşmeleri “Al-Ver” sürecidir. Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanı olabilmek için İmralı canisine yanaşmış, başkanlık hayallerine ulaşabilmek için PKK’nın yaması, yancısı ve yandaşı olmaya karar vermiştir. Başbakan İmralı canisi ve çetesine ilk etapta özerkliği vaat etmiş, affı müjdelemiş, vatan topraklarını parselleme sözü vermiştir. Bunun karşılığında ise iktidarda kalmayı, Cumhurbaşkanı koltuğuna oturmayı istemiştir. Yani kısaca AKP-PKK arasındaki ilişki şudur: “Al Güneydoğuyu, Ver Çankaya’yı.” “Al Özerkliği, Ver Başkanlığı.” “Al Şerefi, Ver Şerefsizliği.” Şeref; üstün değerlere bağlı olarak sürdürülen ilkeli bir yaşamı ifade etmektedir. Şeref; haysiyet, fazilet gibi kavramları da içerdiği gibi, gösterilen yararlılıklar sonucu kazanılan saygı ve kişisel değere verilen addır. Şerefli bir kişi milletinin kimliğini, kültürünü, bayrağını ve milli çıkarlarını koruma, yüceltme ve zarar verilmesini önleme hususunda yüksek bir duyarlılık ve hassasiyete sahip olandır. Başbakan Erdoğan, yakın geçmişte PKK’yla görüşmeleri defalarca yalanlamış ve inkar etmiştir. Bununla da kalmamış “görüşen ve görüştü diyen şerefsizdir” diyerek üste çıkmaya çalışmıştır. Daha sonra biz değil devlet görüşüyor sözleriyle farklı bir noktaya gelmiştir. En sonunda gerek kendisi, gerekse de AKP’li bazı şöhretli bölücüler pazarlıkları kabullenmek zorunda kalmıştır. Başbakan sanıyorum, bundan sonra şereften bahsederken iki düşünüp bir söyleyecek, sırtındaki şeref yoksunluğu kamburuyla kalan ömrünü düşe kalka geçirecektir. AKP, 2006 yılından beri PKK’yla harıl harıl görüşmektedir. 2008 yılının Eylül ayından itibaren pazarlıklar düzenli ve yoğun hal almıştır. Aziz milletimiz duysun, AKP’ye oy veren kardeşlerim bilsin ki; bu tarihte Başbakan ve hükümeti, Erbil’den PKK’ya özel uçak tahsis etmiş, buradan yüklediği militanları Oslo’ya götürmüştür. PKK terör örgütü, geçmişte oluk oluk şehit kanı dökerken, Başbakan ve hükümeti başta Oslo olmak üzere, bazı Avrupa ülkelerinde örgütle görüşmeleri sürdürmüştür. Kısaca Mehmetçik vurulurken, AKP-PKK pazarlık yapmış, yanak yanağa, diz dize ihanet belgelerinin satırlarını doldurmuşlardır. Evlatlar yetim, gelinler dul kalırken, Başbakan peşmergeyle sıra geceleri düzenlemiş, aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yemiş içmişlerdir. Bayrağa sarılı tabutlar Anadolu’nun bağrına ateş topu gibi düşerken, Başbakan PKK’ya mühimmat vermiş, sırtını sıvazlamış, karamsarlığını dağıtmıştır. Geldiğimiz bugünkü süreçte, BDP-HDP heyetleri 19 kez İmralı yollarını arşınlamış, 19 kez caninin buyruklarını doğrudan doğruya almışlardır. PKK öyle bir noktaya gelmiştir ki, İmralı’daki ihanet buluşmalarını bile yeterli görmemektedir. Şimdi İmralı canisiyle AKP’li bakanlar doğrudan temas halindedir. Anlaşıldığı kadarıyla üç bakandan oluştuğu medyaya yansıyan pazarlık heyeti bazen HDP, bazen de İmralı canisiyle masaya oturmaktadır. Bize göre Sevr ihanetine imza atan ve beddualarla anılan ‘Rıza Tevfik, Damat Ferit ve Hadi Paşa’ üçlüsü neyse, PKK’yla görüşen üç bakan da tıpkısının aynısıyla odur. Buradan herkese çok açık söylüyorum: Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinin has bahçesidir; burada hiçbir ayrılıkçı, bölücü, yıkıcı emel barınamayacak, tutunamayacaktır. Türk milliyetçiliği Türk milletinin yegâne gücü, yegâne kurtuluş ümididir. Türk milleti etnik ve mezhep farklılıklarını aşan, bunun üstünde ve üzerinde bin yıllık acı ve sevinç müktesebatıyla olan, oluşan ve olgunlaşan, dev bir kültür çınarıdır. Anasının dili, yöresi, doğduğu ve doyduğu yer neresi olursa olsun tüm Türk vatandaşları ahlaken, hukuken, vicdanen, manen birdir, eşittir ve birbirinden farksızdır. Bizim millet telakkimizde coğrafyaya göre, bölgelere göre, dile ve etnik kimliğe göre tasnif, sınıflandırma ve derecelendirme yoktur. “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözüne bağlı olan ve ortak geçmişten gelip ortak gelecek idealine inanan herkes kardeşlikle perçinlenmiş, vatandaşlık bilinciyle harmanlanmış büyük Türk milletinin özü, ta kendisidir. Bu öz asla bölünme kabul etmeyecektir. PKK ise çocuk kaçıran, bebek öldüren, cana ve insanlığa kast eden kanlı ve kiralık bir terör örgütüdür. Ne İmralı’da yatan katil, ne Kandil’deki kan tüccarları, ne de Türk bayrağına el uzatan şerefsizler Kürt kökenli kardeşlerimizin temsilcisi değildir, olamayacaktır. Kürt kökenli kardeşlerim AKP-PKK-HDP kıskacından kurtulmalı, özgür iradeleriyle teröre mesafe koymalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi herkesi kucaklamaya, herkesle kaynaşmaya vardır, hazırdır ve buradadır. Başbakan’a, PKK’ya, küresel merkezlere, Barzani’ye, düşmemizi, tükenmemizi bekleyen kim varsa alayına sesleniyorum: Bizim verecek insanımız, çizecek sınırımız, geri çekilecek toprağımız, kaybedecek vatanımız, yıkılacak devletimiz, sararıp solacak bayrağımız yoktur. Bedeli kanla ödenen, her karışında şehitlerimizin izi, anısı ve kanı bulunan son vatanımızı can pahasına koruyacak Türk milleti hamd olsun diri ve ayaktadır. Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, hafta sonunda LYS imtihanına girecek evlatlarımıza şimdiden üstün başarılar diliyor; hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.
|