Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Saygıdeğer Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Haftalık olağan Meclis Grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Sözlerimin başında açık yüreklilikle söylemek istiyorum ki, sizlerle iyi şeyler paylaşmayı, güzel gelişmelerin müjdesini vermeyi çok isterdim. Huzur ve istikrarımızın güvende olduğundan bahsetmeyi çok ama çok arzulardım. Fakat ülkemizin gerçek ve yakıcı fotoğrafının hiç de böyle olmadığını en iyi bilen, en iyi gören bizatihi Türk milletidir. Türkiye su alan bir gemi gibi dibe gitmektedir. Türkiye yokuş aşağı inerken freni patlayan bir kamyon gibi kontrolsüzdür. Başbakan ve hükümeti ehil, emin, liyakat, samimiyet, adalet ve cesaret sahibi olmadığı için ülkemizi iç ve dış kaynaklı tuzakların içine itmiştir. Türkiye’miz kaldırılması çok zahmetli, çok çaba isteyecek, yan tesir ve sonuçları çok külfetli olacak alacakaranlık sorun kuşağına sokulmuştur. İç bünyemiz yanmakta, dış duvarlarımız yarılmakta, koruyucu değerlerimiz yozlaşmaktadır. Maalesef ki, kimliksizler, köksüzler, kindarlar, kemiksizler, kanında haram lokma gezenler mahvımıza hizmet etmektedir. Kabul etmek lazım ki; Türkiye’nin hayati çıkarlarının, tarihi ve kültürel haklarının hiçbir dönemde olmadığı kadar tartışılıp tehdit altında bulunduğu bir süreçten geçiyoruz. Jeopolitik riskler, bölgesel ve küresel dengelerdeki kayma ve oynamalar varlığımızı ve birliğimizi birinci dereceden tehlikeye atmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın gaflet, dalalet ve zilleti, acınası düzeyde milli his ve şuura yabancılaşması karşımıza felaket tablosunu çıkarmıştır. Başbakan hangi ülkenin siyasi sorumluluğunu taşıdığını unutmuştur. Başbakan kim olduğunu, yetki ve iradeyi kimden aldığını yabana atmıştır. Peşinen ifade edeyim ki, Türkiye’nin en ciddi sorun ve açmazı 17-25 Recep Tayyip Erdoğan’dır. Türk milletinin en büyük talihsizliği, Türk tarihinin en tahammül edilemez kör noktası küresel cinayet ve ölüm projesine tıpış tıpış Eşbaşkanlık yapan bu şahıstır. Artık hiç kuşkumuz kalmamıştır: AKP hükümeti; yıkıma, bölünmeye ve düşmanlığa memur edilmiş şer yuvasıdır. AKP hükümeti; milli tezleri havaya uçurmaya, milli hasletleri yok etmeye, Türkiye’nin kapısına kilit vurmaya görevlendirilmiş batıl hayranı, bölücülük meraklısı, fitne mihveri bir menfaat oluşumudur. Yaşadıklarımız bu sözlerimizde ne kadar haklı olduğumuzu teyit etmektedir. Muhatap kaldığımız tramvalar Başbakan ve hükümetiyle ilgili tespitlerimizin, öngörülerimizin ne denli isabetli olduğuna ispattır.
Değerli Arkadaşlarım, Günlerdir Irak’ta patlayan etnik ve mezhep volkanını konuşuyor, Irak Şam İslam Devleti isimli örgütün istilasını izliyoruz. Bu komşu ülkenin 20 Mart 2003 tarihinde ABD’nin önderliğindeki koalisyon güçleri tarafından işgaliyle başlayan süreç Büyük Ortadoğu Projesi’nin ve ABD çıkarlarının öngördüğü sonuca doğru hızla ilerlemektedir. Irak sancılı ve kanlı bir parçalanmayla karşı karşıyadır. Irak barış ve istikrarını tümüyle kaybetmenin sınır hattındadır. Ve Irak kardeşin kardeşe ölüm yağdırdığı, kardeşin kardeşe silah çektiği cehennem vadisine hapsolmuştur. IŞİD örgütü; Milattan Sonra 4. Yüzyıl’dan itibaren Avrupa’yı akın akın istila eden Barbar Kavimlerden öz itibariyle farksızdır. Bu defa da komşu coğrafyalar selefi ve vehhabi gelenekten gelen, El Kaide’nin kuluçkasından çıkan radikal ve acımasız bir terör örgütünün saldırılarına sahne olmaktadır. 5 ile 10 bin arası militanı bulunan IŞİD, Irak’ı yakıp yıkmakta, ezip geçmektedir. Musul, Tikrit, Anbar, Telafer ve Felluce IŞİD kontrolüne geçmiştir. Musul’dan başlayarak Bağdat’a uzanan 150 km’lik bölgeyi bu terör örgütü ele geçirmiştir. IŞİD’in Suriye’nin doğusunda, Irak sınırına mücavir bölgelerden sonra, Musul ve güney kısmını ele geçirmesiyle, işgali altında bulunan Suriye ve Irak toprakları birbirine eklemlenmiştir. Buna karşılık Irak ordusu çil yavrusu gibi dağılmaktadır. Irak askerleri adeta tek kurşun atmadan üniformayı çıkararak IŞİD’in önü sıra kaçmaktadır. Musul’un düşmesi de böyle olmuştur. IŞİD teröristleri, Suriye’nin Rakka vilayetinden Bağdat’a uzanan ve içine Sünni coğrafyayı alan bir hat üzerinde devletleşmenin, devlet kurmanın niyetindedir. Bu durum şüphesiz uluslararası hukuka ağır bir darbe, bölgesel dinamiklere, Irak’ın egemenlik haklarına kesif bir saldırıdır. Eli silahlı IŞİD örgütünün mezhepçi bir motivasyonla hareket ederek Irak topraklarına ve insan unsuruna ilişmesi en hafif deyimle canilik ve eşkıyalığın mevzi kazanmasıdır. Sınırlarımızın hemen dibinde konuşlanan, Suriye’deki boşluktan ve otorite eksikliğinden azami ölçüde yararlanan, emperyal güçlerin gölge ve himayesinde varlığını tahkim eden IŞİD, şimdi Ortadoğu’nun yeni bir baş belasıdır. Bir ara Esad muhalifliğine soyunan IŞİD’e yardım ve yataklık yapanlar, imkan ve kolaylık sunanlar bugünlerde dökülen kanlardan, alınan canlardan doğal olarak bir numaralı sorumludur. IŞİD’i besleyip palazlandıran, yedip içiren, giydirip silahlandıran yerel ve küresel odaklar Ortadoğu’nun ölüm coğrafyası haline dönüşmesini projelendiren zalimlerden başkası değildir. Maalesef ki, AKP de bu işin içindedir ve IŞİD canavarını azdıran, kışkırtan karanlık elin, kapkara emelin küflü bir halkasıdır. 2011 yılında Suriye’yi saran iç savaş, IŞİD ve benzeri terör örgütlerinin yeşerip zemin bulduğu uygun bir iklim yaratmıştır. AKP’nin sırf Esad düşmanlığına bağlanan Suriye politikası sınırlarımızın radikal ve vahşi unsurlarla dolup taşmasına neden olmuştur. Halihazırda, Türkiye ile Suriye sınırındaki iki geçiş kapısı IŞİD’in kontrolündedir. Değişik ülkelerden kopup Suriye’de çatışmaya sürüklenen, işsiz, yarınsız ve vicdansız yığınlar en başta El Kaide, El Nusra ve IŞİD gibi terör çetelerini diri ve zinde tutmuştur. AKP’nin zamanla ve Batı’nın bastırmasıyla bu terör gruplarıyla arasına belli belirsiz mesafe koyması bir türlü somut ve kalıcı sonuçlar doğurmamıştır. Fikren, ruhen ve siyaseten iflas eden ve stratejik sığlığın mimarı olan Dışişleri Bakanı’nın bu yılın Şubat ayında, katıldığı bir televizyon programında Suriye’yi kast ederek; “IŞİD denilen suç yapılanması doğrudan rejimle birlikte çalışan yapılanma” sözleri ise gecikmiş bir pişmanlık itirafının eseri olarak yorumlanmalıdır. IŞİD militanlarının Suriye’deki hangi hapishaneden ve ne zaman bırakıldığına kadar bilgi sahibi olmakla övünen bu hükümet üyesinin, muhtemel riskleri öngörememesi, tehlikeleri fark edememesi içine düştüğü stratejik çaresizliğin hazin bir neticesidir. AKP’nin düne kadar biberonla beslediği IŞİD, ayakları üstünde durduktan sonra sahibine dirsek vurmuş, kendi ikbal ve geleceği açısından yeni efendilerinin eteğinden tutmuştur. Ve pek tabiidir ki, IŞİD, BOP’un kanlı bir tetikçisi, ölüm ve ceset üzerine plan yapan vicdansız ve kiralık bir örgütüdür. Dışişleri Bakanı, her ne kadar IŞİD’i Esad hesabına çalışan suç oluşumu olarak tanımlasa da, bazı emareler, bazı bağlantılar, bazı deliller AKP’nin hala vahşi örgütlerle aynı potada olduğunu işaret etmektedir. Şöyle ki; 11 Haziran 2014 günü sabah saatlerinde, Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu IŞİD militanları tarafından kuşatılmış, aralarında bebek ve kadınların da bulunduğu 49 kişi rehin alınmıştır. Bu esnada hiçbir çatışma yaşanmamıştır. Bu durum bizce manidardır. Konsolosluğun emniyetini sağlayan özel hareket unsurları tek kurşun dahi atmamıştır. Anlaşıldığı kadarıyla, AKP’den Musul’a giden emir de bu yöndedir. Burada üzerinde durmamız gereken önemli bir konu vardır. Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu, yurt dışındaki diplomatik misyonlarımızdan birisidir. ‘18 Nisan 1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi’ne göre, Konsolosluğumuzun dokunulmazlığı vardır ve bu kesindir. Kaldı ki, Uluslararası Hukuka göre, Konsolosluğumuzun bulunduğu alan Türkiye topraklarıdır. Yani IŞİD, aynı zamanda Türkiye’ye saldırmıştır. Yani IŞİD, vatan topraklarına kast etmiştir. Bunun yanında Türk Bayrağı’nı alçakça indirmiştir. Sayın Başbakan, soruyorum sana, bunlar senin için bir anlam ifade ediyor mu? Bayrak inmiş, vatan işgal edilmiş, insanımız rehin düşmüş; bunlar sana bir şeyi çağrıştırıyor mu? Sayın Erdoğan sana diyorum, sana sesleniyorum; iradeni kime ipotek ettirdin, vicdanını kime devrettin, siyasetini kimlere peşkeş çektin? Musul düşerken, Türkmenlerin kanı sel gibi akarken sen para mı sayıyordun, para mı sıfırlıyordun, evladının bir türlü anlamadığı lisanla rüşveti mi gizliyordun? Hayret ediyoruz ki, Dünya’yı kurtarma tantanası altında villayı parayla, cebini haramla dolduran aslan parçası Recep Tayyip Erdoğan’dan IŞİD’e en ufak bir tepki gelmemiş, haysiyetli bir itiraz yükselmemiştir. Başbakan, Obama’dan medet beklemiş, fakat yüz bulamayınca Irak dosyası koltuğunda dolaşan Başkan Yardımcısından telefon trafiğiyle icazet ummuştur. Türkiye’nin toprakları işgal edilmiş, bayrağı tıpkı Diyarbakır’daki gibi indirilmiş, insanları rehin alınmıştır; ne var ki Başbakan muhalefete nasıl kara çalarım, nasıl yüklenirim, nasıl iftira atarım derdindedir. Bu ne utanmazlık, bu ne kendini bilmezliktir? Başbakan Erdoğan Irak’taki güvenlik sorunları bahanesiyle IŞİD’in Musul Başkonsolosluğumuzu işgal ettiğini söylemiştir. Rehin alınan vatandaşlarımızın, sağ salim, emniyet içinde evlerine ulaştırmak için çalışmaların devam ettiğini ifade etmiştir. Ne bitmez, ne sonlanmaz çalışmadır ki, bir haftadır Konsolosluğumuzdan silah zoruyla çıkarılan 49 vatandaşımız hala kurtarılamamıştır. Bunun yanında Musul’un Geyara ilçesindeki elektrik santralinde aynı grup tarafından rehin alınan 31 vatandaşımızın akıbeti ise meçhuldür. Tereyağından kıl çekmekle uğraşan Başbakan, göle yoğurt çaldığının, pişmiş aşa su kattığının, çamurda patinaj yaptığının farkında ve şuurunda bile değildir. Başbakan Erdoğan IŞİD’e terörist diyememiş, dememiştir. Çünkü Başbakan’ın IŞİD’e karşı geçmişten gelen gönül borcu, hoşgörülü ve sıcak bir ilgisi vardır ve her şey ortadadır. Başbakan’ın işitme zorlukları varsa, kendisine yardımcı olayım; IŞİD BOP’un kundağında gözlerini açan bir terör örgütüdür ve Irak’ın yanında Türkiye’ye de saldırmıştır. Yıllardır kurusıkı atan, yalan üstüne siyaset kuran Sayın Erdoğan neredesin? 2003 yılı Temmuz ayında, Süleymaniye’de askerimizin başına çuval geçirilmesi karşısında; ABD’ye nota ver dediğimizde, “ne notası, müzik notası mı” diyen korkak Başbakan yine nereye sıvıştın, nereye kaçtın? Şu hazin ve hüsran verici duruma bakınız ki, IŞİD Türkiye’ye kafa tutmaktadır. IŞİD, Türkiye’yle aracılar vasıtasıyla pazarlık yapmanın peşindedir. Başbakan bunlara kafa yormak yerine, bizim IŞİD’i tahrik ettiğimizi yüzsüzce iddia etmektedir. Başlıbaşına tahrik ve provokasyon olan bu terör örgütünün bizim tarafımızdan kışkırtıldığını söyleyebilmek için bir insanının gizli IŞİD militanı, gizli IŞİD sempatizanı olması yeterlidir. Başbakan’ın bu akılsız ve ahlaksız sözlerinin bizim nezdimizde hiçbir karşılığı yoktur. Sayın Başbakan, namertliğin yakana yapışmasını istemiyorsan, nemelazımcılığın alnına kazınmasını dilemiyorsan; sindiğin delikten çık, masaya yumruğunu vur, dosdoğru bir şekilde IŞİD’e terörist diyecek sağlam duruşu göster. İşte fırsat sana, hodri meydan. Türk devleti ona buna pabuç bırakmaz, bırakamaz. Şu an IŞİD’in elindeki Türk vatandaşlarımızı kurtarmak AKP’nin siyasi şeref ve namus borcudur. Başbakan ilk olarak; sayıları 80’e varan Türk vatandaşını sağ olarak ya kurtaracak ya da kurtaracaktır; bunun başka bir yolu yoktur. İkinci olarak, Türkiye’ye meydan okumanın bedelini IŞİD’e ödetecek, bölgesel sahadaki oldubittilere, meşru sınırlar dahilinde izin ve fırsat vermeyecektir. Üçüncü olarak, Türkiye’nin milli varlık ve güvenliğinin komşu coğrafyaların toprak ve insan bütünlüğünden geçtiğini hesaba katarak; Irak ve Suriye’nin bölünmesine hiçbir şart altında rıza göstermeyecektir. Dördüncü olarak da, Türkmenlerin ve Türkmeneli’nin feryadına tarihi ve kültürel bağlar kapsamında kulak tıkamayacak, üç maymunu oynamayacaktır. Biz Başbakan’a bir haftadır korkma, tehditlere aldırma dedik. Biz Başbakan’a bir haftadır, dirayetli ve cesur olursan, milli bekamızı savunursan Türk milletinin hükümetini yalnız bırakmayacağını, desteğini esirgemeyeceğini söyledik. Ve askeri müdahale öncelikli olmak üzere, tüm seçeneklerin planlanıp etap etap icrasını tavsiye ettik.
Muhterem Arkadaşlarım, Peki, Başbakan bize ne dedi? ‘Bunların dünyadan haberi yok’ dedi. Rehin alınan vatandaşlarımızın başına bir şey geldiği zaman bunu neyle izah edeceğimizi, neyle izah edeceklerini sordu, bu suallerle kendisini avuttu. Başbakan ya anlama özürlüdür, ya da kasten sözlerimizi çarpıtmaktadır. Başbakan ya IŞİD taraftarıdır, ya IŞİD sevdalısıdır, ya da acizdir, terör karşısında diz çökmüş müflis bir siyasetçidir. Biz ‘teröristler vatandaşlarımızı rehin almıştır ve derhal kurtarılmalıdır’ diyoruz, Başbakan ‘Musul'daki gelişmeleri an be an ve dikkatle takip ediyoruz’, diyerek laf ebeliği yapmıştır. Biz, ‘Türk devletinin gücünü göster, boyun eğme, ürkme, çekinme’ diyoruz; Başbakan ‘onların sırtında yumurta küfesi yok, onlar rahatlar’ diyerek bize laf yetiştirmiştir. IŞİD kapımıza dayanmış, bayrağımızı indirmiş, topraklarımızı kirletmiştir; Başbakan hala sünepe bir siyasetçi gibi, ‘soğukkanlı şekilde gereken adımları atacağız’ sözleriyle zaman kazanmakla meşguldür. ‘Türkiye’nin itibarı kayboluyor, sözü yere düşüyor, ciddiye alınmıyor, Ortadoğu’da şamar oğlanına dönüyor’ diye uyarıyoruz; Başbakan ısrarla ‘sağduyulu olacağız, ama vakur olacağız, büyük bir devlet, millete yakışan neyse onu yapacağız’, ezberleriyle adeta saklambaç oynamıştır. İşte bu gerçekler gayri milli bir siyasetçi portresinin hüsran verici yansımalarıdır. İşte bunlar milli menfaatleri umursamayan bir Başbakan’ın hezeyanlarıdır. Güçlü bir devlet, kudretli bir ülke, kararlı ve milli bir hükümet eli silahlı teröristlerden insaf beklemez, keyfine göre hareket etmez. Gerekirse Musul’u ve mücavir alanları havadan ve karadan ablukaya alır, oradaki iki tugayımızı harekete geçirir; hem vatandaşlarımızı hem de Türkmenleri ölüm kapanından çekip çıkarır. Sayın Erdoğan, çok iyi öğren ki, tereyağından kıl çekmek işte budur. Seni ve zihniyetini bilmeyiz ama, bizim devlet anlayışımız, sahip olduğumuz devlet geleneği de böylesi bir asalet ve yürekliliği şart koşmaktadır. Ortadoğu’da ricayla, minnetle, yalvar yakarla, aman dilenmekle hiçbir yere varılamaz, hiçbir kötü ve hain niyetin üstesinden gelinemez. Başbakan madem diplomasiye inanıyordu, madem uluslararası camiadan himmet bekliyordu; o halde yıllardır Suriye’de sürdürülen asimetrik mücadeleye ne hakla taraf olmuştur? Katillerin elinden neden tutmuş, onlarla niçin işbirliği yapmıştır? Elbette AKP’nin bugüne kadar, terör örgütleriyle ne fırıldaklar çevirdiğini, hangi mide bulandırıcı ilişki ve irtibatlar kurduğunu cümle alem duymuş ve öğrenmiştir. Başbakan’ın sicili bu konuda katrana dönmüş, kimyası bozulmuştur. Bu yüzden IŞİD karşısında AKP’nin atıllığı ve durgunluğu fıtratı gereğidir. Çünkü Başbakan terörist görür görmez, hemen pazarlık masası aramakta, yoksa anında kurmakta ve şakır şakır tavizler vermek için iradesinin kapaklarını ardına kadar açmaktadır. Şu garip ve tuhaf duruma bakınız ki; Recep Tayyip Erdoğan radar gibi teröristi her yerde bulmakta, bağrına basmakta ve dişine kıstırmaktadır. Başbakan’ın tebessüm etmesi ve geceleri huzurla başını yastığa koyması için, eminim ki kendi kendisine, bugün Allah için ne yaptın sorusu yerine; bugün PKK için veya bugün IŞİD için ne yaptın sorusunu sormaktadır. Başbakan ve bazı hükümet üyeleri, rehin alınan vatandaşlarımızın güvende olduklarını haber vermektedir. Emeklilik günleri yaklaştıkça kıvranan her an ağlama modundaki Başbakan Yardımcısı IŞİD’in hedefinde Türkiye’nin olmadığını açıklamıştır. Ayrıca AKP’li Dışişleri Bakan Yardımcısı da benzer telden çalmakta, hatta daha ileri giderek, 49 vatandaşımızın rehin olmadığını iddia etmektir. Bu sözlerin neresinden tutalım, neresini onaralım, nesine itimat edelim? Yaşamadığımız rezalet, karşılaşmadığımız musibet kalmamışken, bu zevat bize ne anlatmaya çalışmaktadır? IŞİD, 49 vatandaşımızla birlikte 31 şoförümüz için Musul civarında sörvayvır (survivor) yarışması düzenlemiştir de biz mi kaçırdık? Yoksa ‘biri bizi gözetliyor, bugün ne pişirsem, bugün ne giysem, gelinler kaynanalar, ben bilmem eşim bilir’ türünden yarışma programları tertip etmiştir de biz mi anlayamadık? Bunun için de katılımı artırabilmek için insan kaçırmaktan başka çareleri olmamıştır da biz mi bunu fark edemedik? Başbakan ve hükümeti milletimizle alay mı etmektedir? Bal gibi rehin alınan, can güvenliği tehdit altında bulunan Türk vatandaşlarının gerçek durumlarını saklamaktan, örtbas etmekten ne çıkar beklenmektedir? Rehin alınan vatandaşlarımız güvenli ise, güven ve güvenlik nedir, nasıl tanımlanacaktır? Başbakan IŞİD’e göz kırpmakta, el sallamakta, gülücükler saçmakta, masa altından dayatmalarını kabullenmektedir. Yakın vadede İŞİD rehineleri serbest bırakacaktır. Çünkü başka çıkar yolu yoktur. Ancak AKP’nin teslimiyetçiliğiyle olan Türk devletinin ve Türk milletinin saygınlığına olacak; bir kez daha terörist heves ve talepler mevzi ve imkan elde edecektir.
Değerli Milletvekilleri, Şunu çok kesin bir dille belirtmeliyim ki, hükümetin Suriye politikası çökmüştür. Irak politikası Arap saçına dönmüştür. Ortadoğu politikası maskara ve imha olmuştur. AKP hükümeti komşu coğrafyalardaki hiçbir gelişmeye müdahale edememiş, ön alamamış, yön ve istikamet verememiştir. İstihbarat akışı kurumuştur. Dışişleri Bakanı’nın temelsiz atışları, boyundan büyük lafları kendisini ve hükümetini hem mahcup etmiş, hem şaşkına çevirmiştir. Bu bakan ne diyordu, lütfen hatırlayınız: √ “Bizden habersiz Ortadoğu’da yaprak kımıldamaz.” √ “Geleneksel bekle gör politikası bitmiştir.” √ “Büyük güçlerin peşinden sürüklenmek, başkalarının dublörü olmak devri kapanmıştır.” √ ''Tarihin akışında, doğru safta, inandığımız insanlık değerleri adına doğru yerde durduğumuz açısından bir an bile tereddüt duymadık. √ “Biz insanlığın ve bölge halkının vicdanı olmaya devam edeceğiz.” √ “Zihnimizde nasıl yeni bir Türkiye iddiası varsa, yeni bir Ortadoğu iddiası da var.” √ ''Katledilen bir masumun hakkını aramak, zulme karşı gür bir sesle, 'yeter, dur' demek, insanlık vicdanı ve inandığımız değerlerin gereğidir.” √ “Hedefimiz, Türkiye'nin etrafında bir barış, istikrar ve refah kuşağı oluşturmaktır.” √ “Türkiye olarak bundan sonra da Ortadoğu'da değişim dalgasını yöneteceğiz. Bu değişim dalgasının öncüsü olmaya devam edeceğiz.” Diyeceksiniz ki yalandan kim ölmüş, ama unutmayınız yalandan insan ölmez belki ama, iktidarlar biter, tükenir, insan içine çıkacak itibarları kalmaz. Yalan ve riyayla hemhal olan ve yolları kesişen Sayın Erdoğan ve bakanları şu söylediklerimi kaytarmadan, sululuk ve haşarılık yapmadan can kulağıyla dinlemeli, ders almalıdır: Yalan; √ Dereyi tersinden akıttım diyerek sular altında kalan; √ Dağı devirdim, göğe merdiven dayadım, denize kapak yaptım diyerek insan zekâsıyla oynayan, √ Cumhurbaşkanı seçileyim, başkan olayım, parayı hamutuyla götüreyim derken kendi sonunu hazırlayıp, kendi sebep olduğu aldatma ummanında boğulmasına az kalmış densizlerin insanlık tarihiyle yaşıt ayıbıdır. Yalandan Pinokyo’nun burnu uzuyor, onurlu insanın yanakları kızarıyordu; fakat bunlar da ne uzayacak burun, ne de kızaracak yüz vardır. Çünkü hükümette ahlak ve fazilet kalmamıştır. Çünkü Başbakan nefsine teslim olmuş, hırslarına yenilmiş, açgözlülüğe tutsak düşmüş, yalanın boyunduruğuna girmiştir. Bugün AKP’nin dış politikası yoktur. Bugün AKP’ye her konuda politikasızlık hâkimdir. Dikkatlerinizi çekiyorum ki, Ortadoğu alarm vermektedir. Mezhepsel bölünmeler, etnik anlaşmazlıklar telafisi olmayan kayıplara davetiye çıkarmaktadır. Ortadoğu haritası yaklaşık yüz yıl sonra yeniden masaya yatırılmış, sömürge cetvel ve cellatları işbaşı yapmışlardır. Suriye’den sonra Irak topun ağzındadır. Irak’ın üçe bölünmesi için tüm şartlar oluşmaktadır. IŞİD sadece maşadır, sadece ihale alan, sadece zaman ayarlı bombanın düğmesine basan iblis uşağıdır. Irak’ın; peşmerge, Sünni ve Şii blok arasında paylaşılması an meselesidir ve geri sayım hızla sürmektedir. Jeopolitik gerçeklerimize ve milli çıkarlarımıza göre gelişmeler okunamaz ve gerekli tedbirler alınamazsa; Ortadoğu’nun etnik ve mezhep şarapnelleri Türkiye’yi çok yönlü etkileyecektir. Millet ve devlet bekamız ateş çemberindedir. Türkiye büyük bir kriz ve kaos ortamının stratejik düzeyde çok yüksek riski altındadır. Türk milleti, bölgesel kilitlenmeden kaynaklı olmak üzere, milli varlığına ve haklarına yönelik tehditlerle karşı karşıyadır. Kürdistan’ın kurulması, Kerkük’ün ve Türkmenlerin kaybedilmesi söz konusudur. Kurulacak peşmerge devletinin Türkiye’yi de kapsayan bir ayaklanma veya ayrılışın tetikleyicisi olma ihtimali göz ardı edilmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesi olan milli devlet, üniter devlet, laik devlet yapısı ile milli dil, milli kimlik, milli kültür ağır bir parçalanma ile karşı karşıyadır. Türkiye, coğrafyasını kaybetmemek uğruna özerk, federatif veya konfederatif bir yapılanmayı kabul etme seçeneksizliği ile karşı karşıya bırakılabilecektir. BOP kılavuzluğunda adım adım hedefine giden küresel vahşilik; Irak enerji kaynakları ve boru hattı taşıma güzergahları üzerinde kontrol sağlamak, Petrol ithalatına bağımlılıktan kaynaklanan mali yükü ve arz kesinti riskini azaltmak, Doğu-batı arasındaki enerji ve ulaştırma koridorlarını egemenlik altına almak, Çin, Hindistan ve Güneydoğu Asya pazarlarına satılan petrol üzerinde söz sahibi olmak, Rusya’nın bölgesel direncini kırmak için daha etkin şekilde atağa ve faaliyete geçmiştir. Bugünkü ortamda Irak Türkmenleri büyük bir tehdit ve belirsizlikle yüz yüzedir. Soydaşlarımız Barzani peşmergeleriyle IŞİD arasında sıkışmıştır. Musul, Kerkük, Telafer ve Tuzhurmatu’da Türkmenlerin can ve mal güvenliği neredeyse kalmamıştır. IŞİD mezhepçi bir körlükle Musul ve özellikle Telafer ve Tuzhurmatu’da Şii Türkmenlere kan kusturmaktadır. Irak Türkmenleri çaresiz, savunmasız ve sahipsizdir. Kan gölüne dönen Irak’tan her gün Türkmenlerle ilgili korkunç katliam haberleri gelmektedir. IŞİD’in Telafer’i ele geçirdiği gün, Irak polisinin 60 Türkmen’i acımasızca öldürmesi hepimizin yüreğini dağlamıştır. Irak Türkmenleri; “bizi asıl öldüren düşman kurşunu değil Türkiye’nin sükutudur” diyerek isyan etmektedir. Karşımızdaki bölge manzarası; “Türkiye’nin sabrını kimse test etmeye kalkmasın” gibi içi boş sözlerle geçiştirilmeyecek kadar vahimdir. Merhum şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun şu dizeleri esasen Türkmenleri ve Türkmeneli’nin çığlığını aynısıyla yansıtmaktadır: "Yer, gök, deniz tükenir, Oğuzda er tükenmez, Oğuzda er tükense, Alemde şer tükenmez..." Türkmenler yıllarca hor görülmüşler, her fırsatta katliam ve sürgünle karşı karşıya gelmişler, yok edilmek istenmişlerdir. Türkmeneli sürekli mağdur ve mazlum olmuştur. Türkmenler vicdansızca, alçakça canından olurken, Başbakan suya sabuna dokunmayan açıklamalarla oyalanmaktadır. Biliniz ki, Türkmeneli’nde yaşanan insanlıkla bağdaşmayan gelişmelerin yarısı Filistin’de olmuş olsaydı Başbakan şimdiye kıyameti koparmıştı. Sayın Başbakan; söyler misin bize; Türkmenlerin suçu Gazze’de, Ramallah’da yaşamıyor olması mıdır? Türkmen kızlarının ismi Esma, Türkmen erkeklerinin ismi Mursi olmadığı ve bunlar topluca Rabia yapmadığı için mi sen Türkmeneli’ne duyarsız ve kayıtsızsın? Son olaylar göstermiştir ki, Irak ve Suriye’deki Türkmen varlığı yavaş yavaş ortadan kaldırılmaktadır, Türkmenler soykırıma maruz kalmaktadır. IŞİD’i, Erdoğan’ı, BOP’çusu, çuvalcısı, pazarlıkçısı, peşmergesi bilmelidir ki; asil Türkmenler Türk milleti için onur, şeref ve namus meselesidir. Şerefini parçalar halinde; Barzani’nin odasında, İmralı’nın izbeliklerinde, Kandil’in mağara kovuklarında, Oslo’nun loş odalarında düşürenler bunu asla anlamayacaktır. Türkmeneli Türk’tür, Türklüğün düşmeyecek, düşürülemeyecek kalesidir. Recep Tayyip Erdoğan bunu anlamaya, bunu böyle kabullenmeye mecburdur. Bu itibarla, Başbakan ve hükümeti, kararlı bir tutum izlemeli, Türkiye’nin fiili askeri gücüne de dayanan etkili bir caydırıcılık stratejisini tümüyle hayata geçirmelidir Uluslararası camia ve Irak merkezi yönetimi ile yapılacak temas ve girişimlerin zaman kaybına yol açmadan yürütülmesi ve sonuç vermesi acil bir ihtiyaçtır. Birleşmiş Milletler Teşkilatı, Irak’taki gelişmeleri ilk gündem olarak ele almalı, teröristlerle mücadelede uluslararası karar ve ilkelere göre hareket etmelidir. İç ve bölgesel olaylar birlikte değerlendirildiğinde, Sevr’de çizilip BOP’ta revize edilen parçalanma senaryosu fiilen devreye sokulmuştur. Kısaca Türkiye içeriden bölünmekte, dışarıdan kuşatılmaktadır. Ortadoğu ve Anadolu’da Türk’e hayat hakkı tanımayan asırlık emperyalist azgınlık yeniden harekete geçmiştir. Açılan yüzyıllık yıkım parantezi kapanmak üzeredir. Bu nedenle Türk milleti bu oyunu yeniden bozmalıdır ve bilmeyenlere söylüyorum ki, bozacak ve darmadağın edecek gücü de vardır. Dost ve kardeş ülke Irak’ın toprak bütünlüğüne saygı gösterilmeli ve savunulmalıdır. Türkmenlerin ve Türkmeneli’nin arkasında durulmalı, şuna buna yem edilmemelidir. AKP hükümeti, Türkmenlerin hak ve hukukunu teminat altına almak amacıyla Musul başta olmak üzere, Türkmeneli’nin imdat çağrısını karşılıksız bırakmamalıdır. Türk askeri bugünler için vardır. Türk milleti her şartta kollarını açacak, soydaşlarını kanlı çarktan kurtaracaktır. Şimdi söz ve hareket sırası Başbakan Erdoğan ve hükümetindedir. Başbakan çok önem arz eden önerilerimizi dikkate alıp milli sorumluluğun gereğini yaparsa alkışlarız, iftihar ederiz. Yok, yapamazsa Milliyetçi Hareket Partisi’nin, Türkmeneli’nin ve Türkmenlerin tertemiz elleri hem bu dünyada hem de mahşerde Başbakan’ın yakasına yapışacaktır.
Değerli Milletvekilleri, Türk milleti ilk defa Cumhurbaşkanı’nı doğrudan doğruya seçecektir. Bu demokrasimiz adına çok ciddi bir imtihan sahasıdır. Milletimiz Cumhurbaşkanı seçecek olgunluğu gösterecek, iradesini tam olarak yansıtacaktır. Bize göre, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın toplumun her kesimine hitap etmesi, herkesin üzerinde ittifak edeceği değerli bir şahıs olması Türkiye’nin hayrınadır. Cumhurbaşkanı Seçimleri her zaman tartışmalı, gerilimli, krizli ve sıkıntılı geçmiştir. Özellikle 12 Eylül 1980 öncesi, bu kapsamda en uç ve sıra dışı örneklerin yaşandığı bir döneme tekabül ve tesadüf etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en yüksek mevkiisine yapılacak seçimin demokratik usuller, demokratik nezaket, demokratik sabır ve geniş kapsamlı mutabakatla sağlanması ülke ve millet menfaati açısından şarttır. Bu itibarla 12. Cumhurbaşkanı Seçimi’nin kriz ve karmaşadan uzak bir şekilde icrası, demokrasinin anlam ve ruhuna sadakatle ifası hayatidir. Çatışma kültüründen beslenen aktörlerin, gerginlikten çıkar bekleyen kesim ve odakların Cumhurbaşkanı Seçimi’ne gölge düşürmesine mani olmak herkesin sorumluluğundadır. Milliyetçi Hareket Partisi öteden beri, Cumhurbaşkanı makamına oturacak şahsiyetin kucaklayıcı, kapsayıcı, kuşatıcı ve kuruluş ilkelerine bağlı olması gerektiğini savunmuştur. Partimizin dünden bugüne gerek Cumhurbaşkanı’na, gerekse de Cumhurbaşkanı Seçimi süreçlerine bakışında herhangi bir çelişki ve tutarsızlık olmamıştır. Bilhassa 12. Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ve Türk milletiyle aynı hassasiyetleri taşıyan değerli bir isim olması bizim sürekli vurguladığımız bir husustur. Cumhur’a Baş seçeceğimize göre, her fırsatta uzlaşmanın önem ve ayrıcalığına değindik. Cumhurbaşkanı herkesi temsil etsin dedik. Cumhurbaşkanı; milliyetçi, muhafazakâr, manevi değerlere sahip, laik ve demokrat olsun diye görüş bildirdik. Bu maksatla 16 Mayıs’tan beri çok yoğun temas ve ziyaretlerde bulunduk. Daha önce görev yapmış Cumhurbaşkanlarının düşüncelerini aldık, halen görev yapan Cumhurbaşkanıyla değerlendirmelerde bulunduk. TBMM Başkanı’yla, siyasi partilerimiz ve sivil toplum kuruluşlarıyla belirli bir plan ve program dâhilinde görüşmeler yaptık, fikirlerimizi ve kanaatlerimizi paylaştık. Sonunda uzlaşma arayışlarımız meyvesini vermiştir. Dün, CHP’nin Sayın Genel Başkanı ve çalışma arkadaşları partimize bir aday teklifiyle gelmişlerdir. CHP’nin önerisi bizi memnun etmiş, uzlaşmaya dayalı sorumlu siyaset anlayışı umutlandırmıştır. MHP bu teklifi benimsemiş, makul ve yerinde bulmuştur. Son derece olumlu geçen görüşmenin ardından 12.Cumhurbaşkanı Adayı olarak Sayın Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ismi üzerinden mutabakat sağladığımızı tekraren ifade etmek isterim. Daha evvel görüştüğümüz siyasi partilerimizin bu gelişmeye sıcak yaklaşacaklarını ümit ediyoruz. Bu sonuç; MHP-CHP ittifakından ziyade, siyasetin ve toplumsal kesimlerin geniş bir yelpazede buluşmasıyla şekillenen demokratik bir kararın tezahürü olacaktır. Sayın İhsanoğlu’nun adaylığı; farklı toplumsal kesimlerin, değişik siyasi aktörlerin fikir birliğiyle, kurulan diyaloglarla, çok derinlikli sürdürülen görüşmelerle somutlaşmış olup milletimizin eseridir. Herhangi bir siyasi bunalıma düşmeden, çalkantı ve kör dövüşüne kapı aralamadan Cumhurbaşkanı Seçimi’nin olgunluk ve yüksek katılımla gerçekleşmesi en samimi dileğimizdir. Öncelikle bilgili, birikimli bu saygın ismin adaylığının milletimize, devletimize ve Türk demokrasisine hayırlı olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum. Siyasetteki bu uzlaşma ve anlaşma çabasının gelecek için umut verdiğini özellikle belirtmeyi yararlı görüyorum. Sayın İhsanoğlu son derece mütevazı, alicenap ve çelebi ruhlu bir bilim insanı olarak temayüz etmiş, bölgesel ve küresel meseleleri çok yakından bilen yetişmiş ve donanımlı bir değerimizdir. 10 yıla yakın sürdürdüğü İslam İşbirliği Kalkınma Teşkilatı Genel Sekreterliği görevinde çok başarılı olmuş ve milletimizi layıkıyla temsil etmiştir. Sayın İhsanoğlu’nun bugüne kadar siyasetle organik bir bağının olmadığı, milletine ve devletine uluslararası görevlerde ve üniversitede hizmet ettiği hepimizin malumudur. Ortadoğu ve İslam ülkelerini çok iyi tanıyan, bu alanda uzmanlaşan Sayın İhsanoğlu’nun; bölgesel sorunların inanılmaz oranda fazlalaştığı bir dönemde Cumhurbaşkanı olması Türkiye için bir şans olup hepimizi sevindirecektir. 12.Cumhurbaşkanı Adayımızın mutabakata dayalı olarak belirlenmesi demokrasi kültürümüzü olduğu kadar milli birlik ve kardeşliğimizi de güçlendirecektir. Sayın Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığının tekrar hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum. Cenab-ı Allah Türk milletinin yar ve yardımcısı olsun diyorum. Konuşmama son verirken sizleri bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Rabbim’e emanet ediyorum. Sağ olun, var olun. |