18.04.2000 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Konuşması
18 Nisan 2000

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Konuşmama başlarken hepinizi en iyi dileklerimle selâmlıyorum.

Dört ayı aşkın bir süredir Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları ülke gündeminin ilk sıralarında yer almaktadır. Konuya ilginin düzeyi ve tartışmaların seyri, diğer ülke sorunlarına ve dış ilişkiler alanında ortaya çıkan gelişmelere gerekli önemi gösterip zaman ayırmamızı engellemiştir. En azından bu tür meselelerin geri plâna itilmesine sebep olmuştur.

Bugün burada daha çok ekonomimizin bir fotoğrafını çekmek, dün ve bugün muhasebesini yaparak halkımızın bilgisine sunmak istiyorum. Bu çerçevedeki görüşlerimizi Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan gelişmelerin kısa bir değerlendirmesini yaptıktan sonra, sizlerle ve halkımızla paylaşacağım.

Bilindiği gibi, aday olma süreci resmen başlamış bulunmaktadır. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu konudaki görüş ve önerilerimizi geçen hafta grup toplantımızda kamuoyuna açıklamıştık. Altı prensipte özetlediğimiz bu düşünce ve önerilerimiz, geniş yankı uyandırmış, kamuoyundan büyük destek görmüştür.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin beş partiden oluşan siyasi kompozisyonu ve bu kompozisyonun iktidar ile muhalefet arasındaki dağılımı, uzlaşma ve işbirliğini ön plana çıkartmıştır. Buna ilave olarak, Cumhurbaşkanlığı makamının taşıdığı önem, sahip olduğu görev ve yetkiler, işbirliği ve anlaşma zemininin oluşturulmasını daha da gerekli hale getirmiştir.

İktidar ortağı partilerin yanında, muhalefet partilerinin de böyle bir yaklaşım içinde olduğu görülmektedir. Bu sürecin devam etmesi, halkımızın ve meclisimizin tasvip edeceği bir sonucun ortaya çıkması en büyük dileğimizdir.

Bir taraftan demokratik sürecin rüştünü ispat ederek makûl bir sonuca varması, diğer taraftan 18 Nisan seçimleri sonrasında şekillenmeye başlayan uzlaşma ve hoşgörü ikliminin bozulmaması önem taşımaktadır. Ülkemizin geleceği ve demokrasimizin kurumlaşması bakımından, 21. Yüzyıla yaptığımız güzel başlangıçta bir önemli kilometre taşının daha döşenmesi, şüphesiz hayati değere sahiptir.

Takdir edileceği üzere, Partimiz ve hükümetimiz bu açıdan gerekli olan özeni ve dikkati sergilemekten geri durmamaktadır. Demokrasi tarihimizde ender rastlanan bir anlayışın hayata geçirilmesi için çaba sarfedilmektedir. Gerçekten de Hükümeti oluşturan partiler ile muhalefet partileri arasında yapıcı bir diyalog ve işbirliği sürecinin başlatılmış olması, bunun için önemlidir. Prensipler ve yöntem üzerinde cereyan eden görüşme trafiği, önümüzdeki günler içinde daha somut bir çerçevede gelişmeye başlayacaktır.

Sürecin başarıyla tamamlanması durumunda, Türk siyasetinde yeni bir sayfa açılmış; demokrasimizin tarihi ihtiyaçlarından birini oluşturan sağlıklı iktidar-muhalefet ilişkilerinin tesisinde kayda değer bir adım atılmış olunacaktır.

Bütün bu çabalar, bazı çevrelerin imâ ettiği gibi, meclisimizin iradesine ipotek koyma anlamı taşımamaktadır. Muhtemel meşruluk tartışmalarının önüne geçmek, gereksiz çekişme ve krizlere yol açmamak için elverişli bir zemin ve ortam hazırlama anlamına gelmektedir. Bunun sağlayacağı temel fayda, her şeyden önce bu zamana kadar yaşadığımız tartışmaların ve gündemin kilitlenmesi sürecinin, seçimden sonra yaşanmaması olacaktır.

Ülke içinde ve dışında çözüm bekleyen, biran önce el atılması gerekli olan sorunların varlığı bilinmektedir. En başta, önümüzdeki aylar içinde kritik bir dönemece girecek olan Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz yoğun bir siyasi ve idari hazırlığı gerekli kılmaktadır.

Yine, ekonomik programın kararlılıkla uygulanması ve takibi önem taşımaktadır. Kısa vadede çok hayati bir nitelik arzeden bu iki konuda ortaya çıkacak ihmal ya da kararsızlığın telafisi mümkün olmayan yeni sorunlara yol açabileceği unutulmamalıdır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Tabii ki, ülkemizin temel sorunları, sadece Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimizin geleceği ve hayat pahalılığı değildir. En az bunlar kadar önemli ve hayati olan, en kısa zamanda neşter vurulması gereken birçok sorunumuz bulunmaktadır. Bunlar arasında, gelir dağılımının bozukluğu, işsizlik, eğitim ve adalet sisteminde aksayan yönler başı çekmektedir.

Ancak, çeyrek yüzyılı aşan bir tarihi geçmişi bulunan kronik enflasyon belâsı, hem toplumsal ve ekonomik sistemimiz hem de uluslararası ilişkilerimiz bakımından çok farklı bir yere ve öneme sahiptir. Bu sorun, diğer toplumsal ve ekonomik sorunlar üzerinde çok yönlü bir etkiye, daha açıkçası olumsuz sonuçlara yol açtığı için can alıcı bir konumda bulunmaktadır.

Çünkü, ülkemizde uzun yıllardır yaşanan kronik enflasyon, ekonomide kaynak ve gelir dağılımını sürekli bozmuş, faizlerin yüksek ve istikrarsız bir şekilde gerçekleşmesine sebep olmuştur. Bunlar da, üretim ve istihdamı arttıracak yatırımları olumsuz etkilemiş; kamu bütçesinin dengesini bozmuştur.

Devlet, sonuç itibariyle, faiz ödemekten ve yeni borçlar aramaktan aslî görevlerini yapmakta zorlanan bir noktaya gelmiştir. Borç faizlerinin vergi gelirlerinin tamamını yutması, reel faizlerin akıl dışı düzeylere yükselmesi, Türk ekonomisinin acı gerçekleri olarak ortaya çıkmıştır.

Buna karşılık, tam 26 yıldır enflasyonu düşürme vaadi bütün hükümet programlarında temel önceliklerden biri olarak yer almış, ancak başarılı ve kararlı bir mücadele sergilemek ve sonuç almak mümkün olamamıştır.

En son olarak, 1999 yılı Türk ekonomisinin her alanda tıkandığı kara bir yıl olarak tarihdeki yerini almıştır. Ekonomik daralmanın had safhaya ulaştığı 1999 yılında "deniz bitti" yorumlarının sıkça yapılması boşuna değildir.

Uzun yılların birikimi olan sorunların kaçınılmaz sonucunu yansıtan bu dramatik tablonun ortaya çıkmasında şüphesiz son iki yıldır yaşanan olağanüstü gelişmelerin de payı büyüktür. 1997 yılında Uzakdoğu'da başlayıp 1998 yılı içinde Rusya'yı etkisi altına alan küresel ekonomik krizin Türk ekonomisi üzerindeki olumsuz etkileri, daha çok 1999 yılı içinde kendini göstermiştir. 1998 Ağustos'undan itibaren yoğunlaşan Rusya krizi sonrasında yabancı yatırımcıların Türkiye'den kaçışı hızlanmış, rezervlerimiz azalmaya başlamış ve dış finansman imkânları daralmıştır.

Yine aynı dönem içinde petrol fiyatlarında gözlenen hızlı yükseliş süreci, ekonomik hayatın nefes almasını güçleştiren başka bir faktör olmuştur. Çünkü, 1998 yılı içinde 12.74 dolara kadar gerileyen bir varil petrolün fiyatı, içinde bulunduğumuz yılın Şubat ayı başlarında 30 doları aşmıştır. Böyle bir artışın, sıkıntılı bir ekonomiyi daha çok baskı altına alması kaçınılmazdır.

Bütün bunlara, erken seçim tartışmalarının yarattığı belirsizlikler ile Marmara bölgemizde ardarda yaşanan büyük deprem felaketlerinin eklenmesi, sorunların daha da derinleşmesini ve ekonomik aktivitenin giderek zayıflamasını beraberinde getirmiştir.

Kısacası, 1999 yılı, özellikle de 1999 yılının ilk üç çeyreği, ekonomik açıdan çok ciddi daralmanın yaşandığı ve sıkıntıların had safhaya ulaştığı bir dönem olmuştur. Buna karşılık, aynı yıl, özellikle de ikinci yarısı, siyasi açıdan ciddi bir toparlanma ve güven ortamının oluşmaya başladığı bir yıl olmuştur.

57. Cumhuriyet hükümeti, üç partiden meydana gelmiş olmasına rağmen, hem istikrarlı ve uyumlu bir hükümet modeli oluşturmuş, hem de ekonomik sorunların üzerine kararlı bir şekilde gitmeye başlamıştır. Hükümetin güvenoyu almasını izleyen aylarda, yeni vergi düzenlemelerinin yapılması, uluslar arası tahkime imkân sağlayan Anayasa değişikliğinin gerçekleştirilmesi, Bankalar Kanununun elden geçirilmesi, en son olarak enflasyonla mücadele ve yeniden yapılanma programının açıklanarak hayata geçirilmesi mümkün olmuştur.

Hükümetimizin, 1999 yılı içinde yaşanan bütün olumsuzluklara ve olağanüstü şartlara rağmen ortaya koyduğu siyasi irade ile somut politikaları hayata geçirmeye başlaması, karşılığını da kısa süre içinde almamızı sağlamıştır. Sadece iç piyasaların ve ekonomik aktörlerin güveni kazanılmamış, dış piyasalarda da Türk ekonomisine karşı duyulan ilgi ve güvenin arttığı gözlenmiştir.

Benzer şekilde geniş halk kesimleri ve toplumsal aktörler de hükümetimize ve enflasyonla mücadele programına destek sağlamıştır. Bugün, izlediğimiz Türkiye İhracatçılar Meclisi ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin müştereken hazırladığı "Türkiye Enflasyonu Yeniyor" başlıklı anlamlı kampanyası takdire şayandır. Huzurlarınızda Birlik ve Meclis yöneticileri ile emeği geçen herkese partim ve şahsım adına teşekkür ediyorum.

Yine, Türk kadınının kendiliğinden ortaya koyduğu çarşı-Pazar denetimine kadar varan enflasyon karşıtı refleks her türlü övgüye layıktır. Bu manzara ülke olarak uzun yıllardır özlemini çektiğimiz bir manzaradır ve geleceğe olan inancımızı arttırmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak toplumsal sorumluluk bilincinin bugün ulaştığı boyutları memnuniyetle karşılıyor ve destekliyoruz.

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

İç ve dış piyasaların daha 2000-2002 yıllarını kapsayan enflasyonla mücadele ve yeniden yapılanma programı yürürlüğe girmeden verdiği olumlu reaksiyonlar kayda değerdir. 1999 yılının Kasım-Aralık aylarında faiz oranlarında ortaya çıkan düşme trendi, buna karşılık Borsa'nın yükselme eğilimine girmesi ve hepsinden önemlisi reel ekonomide başlayan kıpırdanmalar, memnuniyet verici gelişmeler olmuştur.

2000-2002 dönemini kapsayan ve "enflasyonla mücadele ve yapısal değişim" olarak tanımladığımız programın, üç aylık sonuçları da ortaya çıkmış bulunmaktadır. Hatırlanacağı üzere, bu programın temel amaçlarını;

1. Tüketici enflasyonunun 2000 yılı sonunda % 25'e, 2001 yılı sonunda % 12'ye, 2002 sonunda ise % 7'lere indirmek;

2. Reel faiz oranlarını makûl düzeylere düşürerek borç-faiz sarmalını kırmak,

3. Ekonomik kaynakların etkin ve adil dağılımını sağlamak,

4. Makro ekonomik dengeleri yeniden kurarak ekonominin büyüme potansiyelini arttırmak,

oluşturmaktadır.

Üç aylık sonuçlar bu hedeflere ulaşacağımıza dair olumlu kanaatimizi pekiştirmiştir. Programın arkasında yer alan siyasi toplumsal destek de, Türkiye'nin bu konuda makûs talihini yeneceğini göstermektedir.

Bizler, temel ekonomik sorunlara, özellikle de enflasyona karşı başlattığımız "topyekûn ve kararlı mücadele"nin başarıya ulaşacağına inanıyoruz. Türkiye bu başarıyı haketmiştir. İnşallah yeni yüzyılın başında çeyrek asırlık kronik enflasyon ayıbından kurtularak ekonomik hamleleri gerçekleştirmemiz ve canlanmayı kalıcı hale getirmemiz mümkün olacaktır.

Aksi takdirde, enflasyonun azması, toplumsal güvensizlik ve yılgınlık sürecinin yeniden hakim olmaya başlaması kaçınılmazdır. Makro ekonomik dengelerin sağlanamaması, enflasyonun kontrol altında tutulmaması durumunda, giderek önemli boyutlara ulaşan toplumsal sorunları çözmeye zaman ayırıp enerji harcamamız daha da zorlaşacaktır.

Bunun için, başarısızlığa, ne toplumumuzun ne de ekonomimizin tahammülü kalmamıştır. Yakaladığımız tarihi fırsatı, toplumun bütün kesimleri arasında var olan iş ve güç birliğini, ekonomik mücadeleye olan ilgi ve özeni devam ettirmemiz lazımdır.

Bu zamana kadar bu açıdan dikkate değer bir çaba, müşterek bir hassasiyet ortaya konulmuştur. Son birkaç aydır kendini hissettiren iyimserlik havası ile yaşanan olumlu gelişmeler böyle bir müşterek çabanın, kararlılığın ve inancın eseridir. Bu aynı zamanda, toplum, siyaset ve ekonomi üçgeni arasında gerekli olan bağın kurulduğunu, iyimser havanın pekiştiğini göstermektedir.

Gerçekten de uygulamanın hedeflenenlerden daha ileri bir noktada sonuçlar ortaya koyması birçok açıdan önem arz etmektedir. Örneğin, programın ilk üç ayında %70'ler oranında beklenen iç borçlanma faiz oranları %35'ler seviyesine gerilemiştir. Dış borçlanmada ise, yılın ilk çeyreğinde 1.5 milyar dolarlık hedefe karşın toplam 2.8 milyar dolarlık 3 tahvil ihracı gerçeği yaşanmıştır.

Enflasyon ile faiz oranlarında gözlenen düşme trendine, son günlerde özelleştirmede sağlanan başarıların eklenmesi, herşeyden önce ekonomik hayatımızın sağlığına kavuşma işaretleridir. Son aylardaki POAŞ'ın özelleştirilmesi, TÜPRAŞ'ın halka arzı ve GSM ihalesi ile 5 milyar 339 milyon dolar gelir elde edilmiştir. Bu rakam, 2000 yılı için hedeflenen 7 milyar 600 milyon dolarlık özelleştirme gelirine daha yılın ilk 3 ayında büyük ölçüde ulaşıldığını göstermektedir.

Geçtiğimiz hafta içerisinde yapılan GSM ihalesinde ortaya çıkan 2,5 milyar doların üzerindeki rakamın her kesimi memnun etmesinin, ekonomik ve toplumsal aktörlerin öz güvenini pekiştiren bir başarı olarak da anlamı büyüktür. Bunlar, sonuç itibariyle, ekonominin siyasete güveninin, ekonomik aktörlerin geleceğe daha umutla bakmaya başlamasının bir ifadesidir.

Bugün, Meclis'in ve Hükümetin önünde bu olumlu gidişi daha da geliştirip kalıcı hale getirmek gibi öncelikli bir görev bulunmaktadır. Türkiye, hem borç ve faiz sarmalını hem de enflasyon ayıbını tarihe mutlaka gömmelidir. Bu, ülkemizin toplumsal istikrara kavuşması ve önünü görebilmesi bakımından da çok önemlidir. Yine unutulmamalı ki, yatırımların ve ihracatın artarak belirli bir düzenliliğe sahip olması da büyük ölçüde böyle bir kararlılığın ve alt yapının varlığına bağlıdır.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Bütün bunların gerçekleşmesi, toplumsal ve ekonomik istikrarın kalıcılaşması, ülkemizin ekonomik ve sosyal potansiyellerinin açığa çıkmasını beraberinde getirecektir. Eğitimini, adalet sistemini gözden geçirerek yenileyen bir Türkiye'nin, kamu kaynaklarını yerli yerinde kullanıp kamu hizmetlerinin kalitesini yükseltmeye başlayan Türkiye'nin hakettiği seviyeye gelmesi kaçınılmazdır.

Böylece, lider ekonomi, lider devlet, lider toplum, kısacası lider ülke, yakın bir gelecekte bir hedef olmaktan çıkacak, güzel bir gerçek haline dönüşecektir. Avrasya'nın kalbinde yeralan Türkiye'miz işte o zaman bu coğrafyanın ve insanlığın kutup yıldızı olacaktır.

Konuşmama bu duygu ve düşüncelerle son veriyor, yüksek heyetinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selâmlıyorum.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı