Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Sözlerime başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Bugün sizlerle ağırlaşan ve içinden çıkılmaz hal alan son siyasi gelişmeleri paylaşmayı düşünüyorum. Bu çerçevede düzenlediğimiz basın toplantısına hepiniz hoş geldiniz.
Değerli Arkadaşlarım, Türkiye, şu mübarek günlerde, hiçbir vicdan sahibinin inkâr ve ihmal edemeyeceği kadar sıkıntılı ve sıcak gelişmelere sahne olmaktadır. Bizi var eden ve geleceğe taşıyan tüm milli ve manevi değerler sigaya çekilmektedir. Türkiye her cephede kaybetmekte, her alanda gerilemektedir. Bu tespit ve yorumumuz kötümser ve karamsar bir bakışın eseri olmayıp, gerçeğin ta kendisidir. Yaşadığımız bozgun hali devamlı surette yayılmakta ve yoğunlaşmaktadır. Duyarlı, hassas ve samimi hiçbir vatandaşımızın ilgisiz kalamayacağı, hafife alamayacağı, normal göremeyeceği bugünkü ülke tablosu hakikaten de içler acısıdır. Seri şekilde biriken iç ve dış sorunların hazırlayıcısı hiç kuşkunuz olmasın ki Başbakan ve hükümetidir. Ülkemiz içeride istikrarsız, dışarıda iddiasız bir durumdadır. Türkiye bölgesinde yalnızlaşmakla kalmamış; psikolojik, politik, stratejik, diplomatik, ekonomik ve jeopolitik yenilgiler almaya başlamıştır. Karşımızda itibarı zayıflayan, caydırıcılığı zedelenen, hedefleri zelzele geçiren bir devlet manzarası durmaktadır. Karşımızda içten içe kaynayan, içten içe eriyen bir ülke portresi görülmektedir. Sınırlarımız barut fıçısı, vatandaşlarımız diken üstündedir. Etrafımız ateş topudur. İç ve dış güvenlik duvarları çatlamıştır. Buna karşı, Başbakan Erdoğan iktidarın bütün imkânlarını kendi ikbali, kendi kariyeri, kendi çıkarı için harcamakta; benden sonrası tufan mantığıyla hareket etmektedir. Türkiye yanmış, yıkılmış, yok olmuş; Başbakan için önemsizdir. Türk milleti bölünmüş, birbirine girmiş, birbirine düşmüş; Başbakan için anlamsızdır. Bayrak inmiş, vatan parçalanmış, kırmızıçizgiler ihlal edilmiş Başbakan’ın umurunda bile değildir. Nefsi tarafından tutsak alınmış, egoları tarafından başına çuval geçirilmiş bu kişi için varsa da yoksa da amaç koltuktur, mevkidir, paradır, saltanatının devamıdır. Takdir ve tensip ederseniz ki, böyle bir şahsiyetin bırakınız Cumhurbaşkanı olmasını, bu yüksek göreve aday ve talip olması bile zuldür, zulmettir, milletimiz adına ziyandır.
Sayın Basın Mensupları, AKP iktidarının onikinci yılında Türkiye, kanunsuzluğun kol gezdiği, vurgun ve hırsızlığın prim yaptığı yolsuzluklar ülkesi haline getirilmiş, namuslu insanlarımız yoksulluk, ümitsizlik ve korkuya terkedilmiştir. Siyasi, ahlaki ve vicdani hiçbir ölçü ve sınır tanımayan rüşvetçi ve riyakar kadrolar, bir iktidarın temel görevi olması gereken; √ Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli güvenliğini, √ Türk milletinin milli birliğini, bekasını ve refahını, √ Toplumsal huzur ve asayişimizi, çok ciddi ve ağır tehlikelerle karşı karşıya bırakmıştır. Yaşanan çöküntü Türkiye’yi, siyasal kaosa ve sosyal bir kargaşaya doğru hızla çekmektedir. Hükümetin bütün hünerini gösterdiği en başarılı alan ise AKP kadrolarının içine gömüldükleri yolsuzlukların üstünü örtme ve kılıf bulma teşebbüsüdür. Hayatlarından memnun olan iktidar koruması altındaki kaymak tabaka dışındaki geniş halk kitleleri yokluk, yoksulluk ve işsizlik içinde kıvranmaktadır. Şiddet dalgası, korkunç boyutlara varan kadın cinayetleri, ekonomik kayıp ve adaletsizlikler toplumsal huzuru zehirlemekte, umutlarımızı kırmaktadır. AKP hükümeti ile Türkiye, bir taraftan üzerinde hesapları olan mihrakların, diğer taraftan ise yağmadan hisse kapmaya çalışan çıkar çevrelerinin rant ve geçim kapısı haline gelmiştir. AKP yalakası ve payandası çıkar odakları; hükümeti övmek, ihaneti parlatmak, hayasızca yürütülen algı operasyonlarına destek vermek gayesiyle koro halinde takdim ve tezahürat yarışına girmişlerdir. Aralarında yandaş medya gruplarının, anket şirketlerinin, satılık kalemlerin, özgürlük ve demokrasi kamuflajına sarılmış sözde aydınların bulunduğu malum çevreler, Başbakan’ın tanıtım ve reklâm faaliyetlerini menfaat karşılığında üstlenmişlerdir. Şu sıralarda içinde sinsi senaryoların saklandığı, düzmece ve dayanaksız “kamuoyu yoklaması“ adı verilen anketlerle, milletimizin iradesi bir kez daha çarpıtılmak istenmiştir. 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanı Seçimi’ne çok az bir süre kala, Başbakan’ı şişirmeye, öne çıkarmaya, şimdiden kazandığını ilan etmeye görevli ve meraklı kukla anketçiler süreci manipüle etmek için her tezviratı tedavüle sokmuşlardır. Menfaatperestlerden oluşan yandaş lobi ile Başbakan’ın topluca içine düştükleri derin çukurda birbirlerine mahkûm hale geldikleri görülmektedir. Geleceklerini ve varlıklarını Başbakan Erdoğan’da gören yerli ve yabancı asalakların, Cumhurbaşkanı Seçimi’ni sabote etmek ve algıları saptırmak için çok çirkin şekilde kurgulanan kara propagandaya bel bağladıkları anlaşılmaktadır. Tarafları gün gibi ortada duran bu organize suç ve ihanet kadrosunun yolsuzlukları kapatma, çözülmeyi hazmettirme, bölünmeyi kabullendirme konusunda cansiperane şekilde Başbakan’ın emrinde olduğu bellidir. Siyaseti zenginleşme fırsatı gören ilkesiz ve karanlık zihniyetlerin, ahlaktan uzak ve milli değerlerden yoksun yönetim anlayışını hâkim kılmak için, vahşi nitelikli tahrip ve tertip kampanyasını yıllardır yürüttükleri de hepimizin bildiği konudur. Başbakan Erdoğan’ın “bu bir veda değil, açılıştır” diyerek merkezinde bulunduğu, planlı bir gerilim ve baskı politikasıyla artık her şeyin çivisi çıkmış, bütün ölçü ve ayarlar kaçmıştır. Bu aşamada, kendisinin Cumhurbaşkanı adayı olmasıyla; ülkemizi partisini ve demokrasimizi sıkıntılı bir sürece ittiğinin farkına varma zamanı gelmiştir. Erdoğan’ın çürümekte olan siyasi ömrünü biraz daha uzatabilmek için her türlü ayak oyununu göze alabilecek ahlaki zafiyete tenezzül edeceği bütün çıplaklığı ile görülmektedir. İçte, inançları istismar ile mazlum ve mağdur rolü; dışta teslimiyet üzerine kurgulanan sanal AKP siyaseti sona yaklaşmakta, geciken akıbetine doğru yuvarlanmaktadır. Başbakan bu makus ve kaçınılmaz sonu gördüğünden Çankaya’ya kaçmak, kısa süreliğine kendisini emniyete almak için gözünü karartmış, kararını vermiştir. Ve sonunda yıllardan beri ters köşede yatan, milli değerlerin tersine çalışan Recep Tayyip Erdoğan 1 Temmuz günü Cumhurbaşkanı adaylığını açıklamıştır. Alnında 17-25 Aralığın çıkmayacak lekesi duran, kalbinde kin ve nefretin derinlere kazınmış izi bulunan, Cumhuriyet’in kurum ve kurallarına yapmadığı kötülük kalmayan Erdoğan şimdi cumhura baş olmak için yola çıkmıştır. Bu durum hakikaten de başlıbaşına büyük bir handikap ve hüsrandır. Erdoğan adaylık beyanında bulunduğuna göre, zaman kaybetmeden, daha fazla haksız rekabete neden olmadan, devletin imkânlarını çarçur etmeden Başbakanlık görevinden ayrılacak erdemi göstermelidir. Bu demokrasiye saygının ve riayetin gereğidir. Sanal açılış ve törenlerle Cumhurbaşkanı seçim kampanyasını yürüten Başbakan, adaylığı kesinleşir kesinleşmez üzerinde taşıdığı zırhı çıkarmalı, mertçe, yüreklice, adilce diğer adaylarla aynı şartta meydanlarda olmalıdır. Bir yanda Başbakanlık görevinde kalıp diğer yanda Cumhurbaşkanı adayı olmak; yürütmeyi tek elde toplayarak kuvvetler ayrımını ortadan kaldırmanın, yani demokrasi dışı bir sistemin ön hazırlığıdır. Başbakan otoriter dürtüler tarafından ele geçirilmiş, tek adamlığa heves etmiştir. Sicilinde beyaz nokta bulunmayan, iktidarında Türkiye’yi yalanlarla, aldatmalarla, ayıplı senaryolarla içten içe yaralayan bir şahsın Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek mevkiisine çıkma emeli taşıması Türk milleti adına talihsizliktir. Şunu özellikle belirtmeliyim ki, Başbakan’ın 1 Temmuz’da Ankara Ticaret Odası Kongre Merkezi’nde yaptığı konuşması her yönüyle bulanık ve tutarsızlıklarla doludur. Fakat bu kapsamdaki değerlendirmeme geçmeden önce, Başbakan’ın adaylığının meşruiyet ve ahlakiliği üzerinde durmak ve görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sayın Basın Mensupları, Cumhurbaşkanı adaylığı için yapılacak başvuruların süresi 3 Temmuz 2014 günü saat 17’de dolmuştur. Şu an itibariyle Cumhurbaşkanı adayı olarak üç ismin ön plana çıktığı anlaşılmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na yapılan Cumhurbaşkanı adaylığı başvurularına ait bilgi ve belgelerin Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı’na gönderilmesinin son günü ise 4 Temmuz’dur. Bu süre dün itibariyle tamamlanmıştır. 8 Temmuz Salı günü ise, Cumhurbaşkanı geçici aday listesi Resmî Gazete'de yayımlanacak, aynı zamanda buna karşı yapılacak itirazlar da başlayacaktır. 11 Temmuz Cuma günü de Cumhurbaşkanı Seçimi’ne katılacak adayların kesin listesi Resmî Gazete'de duyurulacak ve böylelikle süreç tam olarak işlemeye başlayacaktır. Buradan anlaşılacağı üzere Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığı diğer adaylar gibi henüz kesinleşmiş değildir. Artık bundan sonra tüm sorumluluk, tüm yetki Yüksek Seçim Kurulu’ndadır. Yüksek Seçim Kurulu bugünden itibaren tarih ve millet huzurunda hayati bir sınav verecektir. Biz başından beri, Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olamayacağına vurgu yaptık, bunu delilleriyle ortaya koyduk. Cumhurbaşkanlığı’nın; √ Cumhuriyetin temel değerleri ile çatışan, √ Milletin birlik ve beraberliğiyle çarpışan, √ Devletin temel kurumları ile cebelleşen bir şahsın sığınağı olmayacağını söyledik. Devletimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olan Atatürk’ün Çankaya’sına kendilerini layık görenlerin bu gerçekleri dikkate almak zorunda olduğunu hatırlattık. Ayrıca; başörtüsü konusunu bir istismar aracı olarak siyaset borsasına taşıyanlardan ve Cumhurbaşkanı seçimi sürecinin malzemesi olarak kullanmaya çalışanlardan Cumhurbaşkanı olmaz dedik. Türkiye’yi kutuplaştırandan, milleti 36 etnik parçaya ayırandan Cumhurbaşkanı olmaz dedik. Şehitlerin vebalini ve kanını taşıyan bebek katiliyle müzakere yapandan, teröristlere kucak açandan Cumhurbaşkanı olmaz dedik. Hukuka saldırandan, adaletten kaçandan, rüşvetçilere ve hırsızlara kol kanat gerenden Cumhurbaşkanı olmaz dedik. Villalara balya balya dolar yığandan, kamu arazilerini zimmetine geçirenden, evdeki parayı sıfırlarken haysiyet ve inandırıcılığını da sıfıra düşürenden Cumhurbaşkanı olmaz dedik. TSK’ya kumpas kurandan başkomutan olmaz diye seslendik. Türklüğü reddeden, TC’yi silen, milliyetçiliği ayaklar altına alan bir inkârcıdan Türkiye’ye Cumhurbaşkanı olmaz, olamaz, olamayacaktır diyerek sarsılmaz duruşumuzu gösterdik. Ve daha ileri giderek; siyasi görüşü, fikri aidiyeti, mezhebi ve yöresi ne olursa olsun, ister AKP’li, ister MHP’li, isterse de CHP’li olsun her vatan evladı Cumhurbaşkanı olabilir, ne var ki Recep Tayyip Erdoğan olamaz, milletin terazisi bu sıkleti çekmez uyarısında bulunduk. Bugün de aynı görüşteyiz, bugün de aynı kararlılıktayız ve aynı noktadayız. Hem Cumhurbaşkanı hem de bu kutlu göreve aday olan şahısların tertemiz bir maziden gelmesi bize göre tartışma götürmez ön şarttır. Başbakan Erdoğan’ın sırtında 17-25 Aralığın kaldırılamayacak yükü vardır. Başbakan Erdoğan’ın geçmişine haram, hıyanet ve hezimet hâkimdir. İktidar yıllarında işlemiş olduğu onca Anayasa suçu, vatan ve millet muhalifliğiyle kabarmış işbirlikçi bir sicili bulunmaktadır. Bu itibarla Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması şöyle dursun; adaylığı bile gayri meşru, gayri hukuki ve gayri ahlakidir. Yüksek Seçim Kurulu tarihi bir sorumlulukla karşı karşıya derken, kast ettiğimiz işte budur. Nasıl ki milletvekilliği genel seçimine katılacak adaylar ince elenip sık dokunuyorsa aynısı Cumhurbaşkanı adayı olan kişi ya da kişiler için de gerçekleştirilmelidir. Adı her türlü yasa dışı iş ve ilişkilere karışmış, yolsuzluklarla anılmış, terörle arasına çizgi çekememiş birisinin; taşıdığı veya talip olduğu görevi ve arkasındaki desteği ne olursa olsun meşruiyet ve inandırıcılığı sorgulanacaktır. Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığına adaylık vizesi alamayacak kadar şaibeli ve şüphelidir. Başbakan Erdoğan aday olamayacak kadar kanunsuzluklara batmış, rüşvet ve yolsuzluğa gömülmüştür. Şayet Türkiye bir hukuk devletiyse, şayet Türkiye’de adalet henüz ruhunu teslim etmemişse Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığının mutlaka, ama mutlaka YSK tarafından reddedilmesi lazımdır. Milliyetçi Hareket Partisi, Başbakan’ın adaylığına itiraz etmekte, aklanmadan, hakkındaki iddialardan dolayı yargı huzuruna çıkmadan Cumhurbaşkanı adayı olamayacağını düşünmektedir. Kademe kademe artan güvensizliklerin müsebbibi bellidir. Başbakan söz, üslup ve eylem açısından Türkiye’nin boğazına çökmüştür. Siyasi varlığını sadece kendisine oy verenlerle sınırlayarak bölücülük yapmış, milletimizi kutuplara ayırmıştır. Başbakan yalan, yozlaşma ve yaftalamada değil usta, ustabaşı olmuştur. 21 Haziran’da Fransa’da; çok çirkin, çok vahim, çok kaygı verici bir iddiada bulunmuş ve Diyarbakır’da bayrak indiren hainin ardında Pensilvanya, CHP ve MHP var diyerek haddini, hududunu aşmıştır. Ancak bizzat kendisine bağlı güvenlik ve istihbarat birimleri bayrak düşmanı alçağın ‘Arap’ kod adlı PKK’lı olduğunu tespit etmiştir. Başbakan belgeli ve ispatlı siyasi müfteridir. Yalan ve iftira Başbakan’ın hücrelerine kadar işlemiş; dilini, bahtını, talihini ve kalbini esir etmiştir. YSK’da görev yapan değerli hukuk insanları inanıyorum ki vicdanlarının sesini dinleyecekler, hukuk neyi gerektiriyorsa onu yapacaklardır. Erdoğan’ın şahsında düğümlenen, şahsında somutlaşan vahim isnat ve suçlamalar adaylığının önünde çok ciddi yasal ve ahlaki engeldir. Bu engel duruyorken, Başbakan’ın adaylığı resmiyette onaylansa bile, milli vicdanlarda kesinlikle cevaz ve cevap bulmayacaktır. Başbakanlık makamı 17-25’in kiri ve pasıyla yeterince aşınmış, yeterince küçülmüş, yeterince incinmiştir. Allah’tan korkan, kuldan utanan hiç kimse; yolsuzluğun, kitabına uydurulan hırsızlığın, milletin alın terini, fakir-fukaranın, garip-gurebanın hakkını gasp eden birisinin Çankaya’yı mesken tutmasına rıza göstermeyecektir. Başbakan’ın adaylığı YSK’dan dönmeli, detone olan bu şarkı YSK’da sonlanmalı, uzun adamın maskesi YSK’da düşürülmelidir. Aksi takdirde Türkiye dünyaya rezil olacak, rüşvet ve soygun düzeni teyit ve teşvik edilip dürüstlük ve ahlak hepten mahkûm edilecektir. Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur.
Değerli Basın Mensupları, Adaylığı sorunlu olan sadece Başbakan değildir. HDP Eşbaşkanı olan zatın bölücü terör örgütü PKK’yla bağ ve bağlantısı gün gibi meydandadır. Türkiye’ye düşmanlık besleyen, Cumhuriyet’e diş bileyen, milletin varlığına ve birliğine saldıran bu PKK’lının Cumhurbaşkanı adaylığı yasalara aykırı olmakla kalmayıp, milli ruha hakarettir. Ümit ederim ki, YSK bunu da değerlendirmeye alacak, terörün kuyruğu olmuş, bölücülüğün dümeninden tutmuş bu Eşbaşkan hakkında detaylı ve ayrıntılı incelemeyi yapacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin zirve makamına aday olacak her şahıs asgari müştereklerde buluşmalı; vasıflarının yanında temiz ve düzgün bir kafa yapısına da sahip olmalıdır. Buna örnek isteniyorsa büyük bir uzlaşmayla Cumhurbaşkanı adayı olarak sivrilen Sayın Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’na bakılması yeterlidir. Buradan Sayın İhsanoğlu’na açık destek veren, vermeyi düşünen siyasi partilerimize ve tüm vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum. Milli mücadelenin ürünü, şehidin şühedanın göz nuru, zaferlerin meyvesi Çankaya’ya ancak hak eden, ancak layık olan çıkabilecektir. Yaşanmış Türk asırları, bin yıldır fedakârlıkla suladığımız, emek emek büyüttüğümüz, gözümüzden bile sakındığımız kardeşlik çınarı hepimize tarihi bir sorumluluk, tarihi bir görev yüklemektedir. Biliyor ve üzerinde ittifak ediyoruz ki, milletin adına tahammül edemeyen, birliğini ve dirliğini çekemeyen, 29 Ekim 1923’ün anti tezi olmakla mimlenmiş hasis ve hasarlı zihniyetlerin Cumhurbaşkanı adaylığı büsbütün tutarsızlık ve çelişkidir. Türk milleti 10 Ağustos’ta muz cumhuriyetine baş seçmeyecektir. Türk milleti 10 Ağustos’ta kabile devletine şef atamayacak, monark tayin etmeyecek, diktatör belirlemeyecek; emir, şah, kral görevlendirmeyecektir. Dahası, Türk milleti 10 Ağustos’ta AKP, PKK, Peşmerge, İsrail, İmralı canisi, IŞİD, El Kaide, BOP koalisyonuna Çankaya’yı teslim etmeyecektir. Allah korusun, Başbakan Erdoğan Çankaya’ya çıkarsa Müslüman katilleri mevzi kazanacak, vaat edilmiş toprakların hayaliyle rüyalarını süsleyen küresel komplonun eli güçlenecek, Sevr yanaşmaları 94 yıl sonra kılıcını kuşanacaktır. Yani karşımızdaki manzara ya zillet ya izzet; ya millet ya da rezalettir. Bu iki tercihten birisini aziz milletimiz seçecek, geleceğini riskli veya güvenli hale bizzat kendi iradesiyle sokacaktır.
Sayın Basın Mensupları, Başbakan Erdoğan’ın adaylığını ilan ettiği konuşması aslında kaçışın, sözde davasını satışın, milletten aldığı vekâlete sırt dönüşün en açık vesikasıdır. Başbakan; 10 Ağustos’ta sadece 12.Cumhurbaşkanının seçilmeyeceğini, kara bir dönemin, vesayetler döneminin de kapanmış olacağını ileri sürmektedir. Burada kafamızı kurcalayan, içimizi kemiren, aklımızın almadığı izah ve açıklamaya muhtaç bir konu vardır. Öncelikle belirtmeliyim ki, Başbakan Erdoğan’ın kardeşim dediği 11.Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün adını konuşması sırasında hiç anmaması, hiç ağzına almaması bizim tuhafımıza gitmiştir. Garipsediğimiz bir başka konu ise şu olmuştur: Sayın Gül seçilirken, demokrasiden, milli iradeden, vesayetin sonlanmasından, statükonun kaybetmesinden bahseden Başbakan; anlaşılan yeni bir vesayet sayfası açmış ve en yakın arkadaşını oraya koymuştur. İki gün sonra kendisine sitem, eleştiri veya uyarı gelmiş olacaktır ki, Anadolu Aslanları İşadamları Derneği tarafından düzenlenen iftar programında yapmış olduğu konuşmada Sayın Gül’ü halktan kopanlardan hariç tutmuştur. Başbakan Erdoğan’ın 28 Ağustos 2007’de göreve gelen Sayın Gül’ü sözüm ona karanlık bir devreye dahil etmesi en başta kendi tıynet ve vefasızlığını çok net gözler önüne sermiştir. Bugüne kadar Cumhurbaşkanı seçilen kim varsa, milli iradeden icazet ve yetki almıştır. Başbakan sanıyorum, diktatörlerle düşe kalka kendi tarihine yabancılaşmanın yanında, Cumhurbaşkanlarının nasıl göreve geldiklerini de hafızasından silmiştir. Milletin Meclisi’ne vesayetçi yakıştırması yapan, Gazi Meclis’in kararlarını kötüleyen, hatta aşağılayan birisinin hâlihazırda TBMM’de görev yapması gerçek anlamda örtülemeyecek bir tenakuz ve samimiyet noksanlığıdır. Başbakan Erdoğan vesayetler dönemi görmek istiyorsa, tavsiyemiz 12 yıldır sebep olduğu, sürekli ilerlettiği sivil cuntaya, sivil darbeye, demokrasi dışı iktidar yıllarına bakmalıdır. Başbakan’ın, Sayın Gül’ün ismini uyduruk vesayet listesine yazması, geçmişi yok sayması, buradan da yeni Türkiye denilen kayıp ve kahredici bozguna dayanak araması kendi şuursuzluğuna dalalettir. Gerçek manada; vesayetin ustası, statükonun mimar başı, tarihi ve kültürel mirasın öğütücüsü, iç barış ve sosyal uyumun katili elbette ve kesinlikle 17-25 Recep Tayyip Erdoğan’dır. Başbakan Erdoğan öyle şeyler söylüyor, öyle şeylerden dem vuruyor ki, kendisini tanımasak, kendisini bilmesek görüşlerine katılmamız; değilse bile makul bulmamız kaçınılmazdır. Diyor ki; "Onlar kutuplaştırdılar, biz birleştirmenin mücadelesini verdik. Onlar ayrıştırdılar, biz kardeşliğin mücadelesini verdik.” Türkiye’yi cephelere bölen, yüzde 50’yi içeride zor tutuyorum diyerek milleti oy veren vermeyen diye ayıran; her konuşması yalan, her sözü gıybet, her beyanı dedikodu ve her kelimesi iftira kokan Başbakan’ın birlikten, kardeşlikten bahsetmesi İblisin iyilikten bahsetmesi kadar akıl dışıdır. Başbakan, Cumhurbaşkanı olduğu takdirde; devlet ile milleti kucaklaştıran, milletin çıkarlarını gözeten ve demokrasinin tarafını tutan birisi olacağını iddia etmektedir. Sana sesleniyorum Sayın Başbakan; sen kim kucaklaşmak kim; sen kim milletin çıkarını gözetmek ve kollamak kim; sen kim milletin ve demokrasinin tarafını tutmak kim? Bu zihniyete göre; bu zamana kadar görev yapmış 11 Cumhurbaşkanı da millete tepeden bakmış, yetkilerini millet için değil millete karşı kullanmış, herkesin değil belirli bir zümrenin menfaatini gütmüştür. Esasen bu anormal, sıradışı, neresinden tutarsanız dökülecek, neresinden bakarsanız dağılacak siyaset anlayışının ciddiye alınacak hiçbir yanı yoktur. Başbakan siyasetini kavga ve inkara çivilemiştir. Bu şahsiyet için kendisinden başka her şey boş ve asılsızdır. Bu kibir ve haset yuvası için kendisi dışındaki herkes gereksiz ve lüzumsuzdur. Tarihteki tüm diktatörlerin ortak özellikleri Başbakan’da toplanmış, vücut bulmuştur. Sanki Hitler’in ruhu Başbakan’a nüfuz etmiştir. Saddam, Mübarek, Kaddafi, Franko, Salazar, Mussollini, Güney Amerika ve Doğu Asya ülkelerini kasıp kavuran zalimler Başbakan’a nefes vermiş, damarında akan kan, beyninde dolaşan fikir olmuşlardır. İşte bu yüzden Başbakan Erdoğan cumhura baş olmayı baştan kaybetmiştir. Başbakan Erdoğan erkenden havaya girmiş olacak ki, kırmızı, beyaz ve koyu mavi renklerin kullanıldığı kuvvetle muhtemel aşırma bir logoyla ve milletin adamı söylemiyle Çankaya yoluna koyulmuştur. ABD Başkanı Obama’nın 2008 seçim kampanyasında kullandığı logoyla çok benzerlikler taşıyan Başbakan’ın logosunda; yeni Türkiye’nin doğuşu güneşin doğuşuyla, Erdoğan’ın hayatı yol ve yolculukla simgelenmiştir. Bilindiği üzere Başbakan telif ve patent hakkı gözetmeden proje, plan ve eser aşırmada marka bir isim olarak ün yapmıştır. Başbakan Türk milletinin güneşini perdelerken, kendisine yol açmakta, Türkiye hasımlarıyla sonu felaketle bitecek bir yolculuğa çıkmaktadır. Bizim açımızdan, bir siyasetçinin milletin adamı olması için önce adam olması, adamlığı öğrenmesi gerekmektedir. Başbakan milletin adamı olmak yerine tercihini yapmış ve PKK’nın, bebek katilinin, küresel cinayet şebekesinin Ankara’daki adamı olarak tarihin 17 ve 25’nci sayfalarına adını yazdırmıştır. Başbakan’ın güneşi çalıntı servet, yolu ise kirli pazarlıktır. Bunun dışında Başbakan’a her yol, her ışık, her parlaklık uzak ve yabancıdır. Başbakan’ın Cumhurbaşkanı adaylığını duyurduğu konuşması elbette bildik ezberlerinden, klasikleşmiş daha önceki safsatalarından herhangi bir farkı yoktur. Ve bu nedenle üzerinde teferruatla durulmaya değer herhangi bir yanı da olmayacaktır. Ancak bu konuşmasında yer verdiği 20 yıl önce bir kız çocuğuyla yaşadığı bilezik hikayesi dikkatlerden doğal olarak kaçmamıştır. Başbakan İstanbul’un yoksul mahallerinden birisinde gezerken; yanına 7-8 yaşlarında biz kız çocuğunun geldiğini, bu küçük çocuğun annesinin gönderdiği iki tane bileziği eline tutuşturduğunu söylemiştir. Bununla birlikte bu kız çocuğunun, kendi bileğindeki oyuncak bileziği de verdiği Başbakan’ın sözlerinden anlaşılmaktadır. Demek ki, Başbakan’ın altına, altın bileziklere düşkünlüğü daha o tarihlerde varlığını göstermiştir. Başbakan Erdoğan’a bakarsak; kendisi daha ne olduğunu anlayamadan, bir şey söyleyemeden bilezikleri veren kız çocuğu kalabalıkların içinde kaybolup gitmiştir. Fakat bu işin içinde anlaşılmayan, eksik bırakılan taraflar vardır. Şu işe bakınız ki, Başbakan’ın; 20 yıldır gezerken, uyurken, otururken, bakarken, uçarken, kaçarken, kısaca her fırsatta bu küçük kız gözünün önüne gelmiştir. Acaba Başbakan villada para eritirken, yolsuzluk definesi, ihanet defilesi yolunda iktidar gücünü kötüye kullanırken bu küçük kız çocuğunu gözünün önüne getirmiş midir? Başbakan meşhur oğluyla telefonda telaşlı telaşlı soygun hasılatı hakkında konuşurken bu küçük kız hiç mi aklına gelmemiştir? Medyaya yansıdığına göre bu kız çocuğu bugün 27 yaşındadır. Bu hanımefendi, gazetelerde neşredilen beyanatına bakarsak, aynen şöyle demiştir: “Ben o gün bir anda annemin elinden çıkarak bileziğimi vermek için yanına gittim. Kendi bileziğimi verdiğimi, beni kucağına aldığını ve sevdiğini hatırlıyorum.” Ne var ki Başbakan konuşmasında, daha bir şey söyleyemeden küçük kızın kalabalıklar arasında kaybolup gittiğini iddia etmektedir. Anlayacağınız üzere ortada bir yalan vardır. Başbakanla hanımefendinin sözleri çelişmektedir. Kesin yargıya varmak şimdilik mümkün değilse de, konuşmasına duygusal bir tema yüklemek isteyen dolar milyarderi Başbakan yine yalana bağlamış, yine yalana başvurmuştur. Yıllarca inançları sömüren, hissiyatları kanatan, sahte sözlerle insanlarımızı kandıran Başbakan’ın küçük kız çocuğunun masum gözlerini değil, aldığı bileziklerin tadını unutmadığı aşikârdır. Bu nedenle haksız kazançla, gayri meşru kanallarla küpünü doldurmuş, kervanını yürütmüş, banka hesaplarını, villadaki odaları para dağına çevirmiştir. En son olarak Başbakan’ın YSK’ya verdiği mal beyanı herşeyi ayan beyan ortaya çıkarmıştır. Buna göre serveti üç yıl içinde 1 milyon lira, eski parayla bir trilyon lira artış göstermiştir. Başbakan üç yıl içinde hangi yatırımı yapmış, hangi karlı işe girmiştir de serveti 1 trilyon lira artış göstermiştir? Vatandaşımıza vurmayan talih; Başbakan’ı, Bilal oğlanı, yandaş ve haramzade işadamlarını nasıl bulmuştur? Demokrasiyle yönetilen hangi medeni ve gelişmiş ülkede bu kadar zengin, bu kadar mal mülk sahibi bir Başbakan vardır? Yıllar içinde hiç azalma göstermeyen 500 bin liralık alacağını hangi borçlu ya da borçlular geciktirmektedir? Aklımıza takılan bir başka konu ise Başbakan’ın hiç mi evi olmadığıdır? Manşetleri süsleyen saray gibi villalar kimin üzerinedir, araziler, arslar kimlerin geçici tapusunda gizlenmektedir? Aklı bilezikte kalan Başbakan’ın, milletin cebini, devletin hazinesini boşaltması şüphesiz ki yanına kalmayacaktır. Başbakan’ın altın kaçakçısı şarlatanları hayırsever diyerek taltif etmesinin sebepsiz olmadığı şimdi daha iyi netleşmiştir. Milyar dolarlık vurgun parasıyla kuyumcu zinciri açacak seviyeye sıçrayan bu Başbakan’dan millete ve devlete Cumhurbaşkanı olamayacak, olmayacaktır.
Sayın Basın Mensupları, IŞİD’in üç hafta önce zorla kaçırdığı ve tutsak aldığı 32 tır şoförümüz geçtiğimiz Perşembe günü özgürlüklerine kavuşmuştur. Bu sevindirici bir gelişmedir. Buradan hepsine ve ailelerine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Ancak 49 vatandaşımız hala IŞİD teröristlerinin elindedir. Şu anda AKP, IŞİD’le pazarlık yapmakta, yeni bir kahramanlık destanı için teröristlerle kuytu köşelerde tezgah çevirmektedir. Başbakan’ın; Musul Başkonsolosluğumuz’dan kaçırılan kardeşlerimizin nerede tutulduğunu, Dicle’nin kenarındaki hangi otelde barındıklarını bilmemesi mümkün değildir. Hükümet IŞİD’in insafa gelmesi için ezik, pasif ve silik bir şekilde gelişmeleri seyretmekte, Cumhurbaşkanı seçimi için propaganda malzemesi elde etmenin arayışındadır. Kafasına göre hilafet ilan eden, ismini revize eden kiralık örgüt IŞİD karşısında Başbakan suskun ve sessizdir. Ne olursa olsun 49 Türk vatandaşı kurtarılmalı, ailelerine kavuşturulmalıdır. Bunda en ufak bir tereddüdümüz yoktur. AKP’li yandaş basın 32 tır şoförümüzün serbest kalmasını çarpıtmakla, AKP hanesine iliştirmekle meşguldür. Dışişleri Bakanı sabaha kadar uyumadıklarını söyleyerek zımnen bir başarı masalı uydurmakta ve gelişmeleri kendisine yontmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarına sahip çıkamayacak, onların hak ve hukukunu savunamayacak kadar aciz bir devlet değildir. Yeter ki gücümüz doğru yerde, doğru zamanda ve doğru şekilde kullanılsın. Başbakan’ın IŞİD’e ürkek ve korkak bakışı; hiç şüphesiz teröristleri cesaretlendirmekte, pazarlık umutlarını canlandırmaktadır. Bugünkü şartlarda komşu coğrafyalar mahviyetin eşiğindedir. IŞİD’in neden olduğu kaos Ortadoğu’nun gevşek ve bıçak sırtındaki dengesini tümden bozmuştur. Irak fiilen ve zihnen mezhep ve etnik parçalanma kıskacına alınmıştır. Barzani bağımsızlık narası atmakta ve yıllardır hayalini kurduğu an için gün saymaktadır. Peşmerge yönetimi birkaç ay içinde referanduma gideceğini duyurmuştur. Barzani’nin geçmişte, “Kürt devleti fikrine alışacaklar” sözü yerini bulmaya başlamıştır. Türkiye jeopolitikten kaynaklanan yarılma, çakılma ve çok büyük stratejik tehditle yüz yüzedir. Başbakan Erdoğan Türkiye’nin tüm kırmızıçizgilerini yemiş yutmuştur. Türk devletinin etrafında her gün yeni bir bayrak dalgalanmakta, her gün yeni bir skandal patlak vermektedir. İsrail Başbakanı Netanyahu Kürdistan’ın kurulmasına açık çek vermiş, desteğini açıklamıştır. Çünkü Barzani ve ailesi onyıllardır İsrail’in Irak’taki Truva atıdır. ABD ve Avrupa Barzani’ye karşı sempatik ve hoşgörülüdür. Büyük Ortadoğu Projesi hedeflerine birer birer ulaşmaktadır. Komşu coğrafyaların haritaları yeniden çizilmenin sınırındadır. Şu acıklı duruma bakınız ki, Kürdistan’ın doğumuna Başbakan ve hükümeti pişkince refakat etmekte, bekçilik yapmaktadır. Erdoğan, İsrail’e Irak’ın kuzeyinden petrol ulaştırmakla kalmamış, aynı hedefte, aynı niyette buluşmuştur. Figüran AKP ile ana aktör İsrail Kürdistan masasında söz kesmiş, fikir birliği sağlamış ve komşu coğrafyaların parçalanmasında mutabık kalmıştır. Ramazan’ı idrak ettiğimiz şu günlerde Gazze’ye bomba yağdıran İsrail’e Başbakan’dan herhangi bir tepkinin hala gelmemesi boşuna değildir. Çünkü Başbakan’ın İsrail düşmanlığı dönemsel ve ısmarlama bir mizansenin ve küresel senaryonun gereğidir. Nihayetinde Başbakan’ı besleyen, büyüten ve palazlandıran ana kaynaklardan birisi de İsrail’dir. Başbakan sonunda İsrail’in dizinin dibine çömelmiş, Barzani’nin piyonluğuna soyunmuştur. AKP’li bir genel başkan yardımcısının Kürdistan’ın kurulmasıyla ilgili olumlu düşünceleri, Irak’ın toprak bütünlüğünü hiçe sayan şuursuzluğu hükümetin yönünü ve kararını gösteren bir emaredir. Cumhurbaşkanı adayı olmak gibi tarihi bir hataya düşen 17-25 Erdoğan Barzani’ye tam teslim, İsrail’e tam ödün vererek gerçek kimliğini ele vermiştir. Başbakan bununla da durmamış, çok değişkenli bölgesel denklem içinde; PKK’ya ek tavizler vererek gönlünü hoş tutmuş, terörün yakıt tankı olduğunu kanıtlamıştır. TBMM’ne getirilen ve dün ilgili komisyonda kabul edilen; “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı” isimli Türkiye’yi imha planı İmralı canisi ve çetesinin kazancıdır. Başbakan ve hükümeti Türkiye’yi adım adım bölünmeye sürüklemektedir. Altını çizerek ifade etmek isterim ki; PKK taleplerinin TBMM’ne havale edilmesi 23 Nisan 1920’den beri görülmemiş bir kepazelik, şahit olunmamış bir çürümedir. Hal böyle ise, Başbakan’ı, Barzani ve cinayet örgütü PKK’yla ısrarla kucaklaşmaya iten ana gerekçe nedir, kimler Başbakan’ın iradesine ve siyasetine zincir vurmuştur? Siyasetin fason imalatı olan Başbakan; hangi dış ziyarette, hangi tezgâh altı ilişkide ve neyin karşılığında bu alçaltıcı ve gayri milli duruma düşmüştür? Teröristlerle pazarlık yapanları şimdilik yasal güvenceye almak, şiddet bitecek, silahlar bırakılacak, eve dönüşler olacak oyalama ve kandırmasıyla cani başına ve örgütüne af planları yapmak nasıl bir amacın ürünüdür? Başbakan milletimize son yurdumuzda hayat hakkı tanımayan ne kadar tetikçi, Türk düşmanı, bayrak hasmı varsa kollarını açmış, onlara ümit aşılamıştır. Türkiye böyle giderse, Ortadoğu’nun karanlığı ve kanlı çekişmesi sınırlarımızdan içeri girecektir. Recep Tayyip Erdoğan iktidarda kalırsa Türkiye kaybedecektir. Bu itibarla emanetin ve egemenliğin sahibi büyük Türk milleti artık devreye girmeli, bu kötü gidişe ilk olarak 10 Ağustos’ta dur demelidir. Ülkemizi bu noktaya, Başbakan Erdoğan’ın ve hükümetinin gelişmeler karşısında sergilediği acz, teslimiyet ve gaflet getirmiştir. AKP hükümetinin siyasi hesapları maalesef kanlı terörü, küresel hesapları, bölgesel ayak oyunlarını yeniden hortlatmış ve bölücü hevesleri artırmıştır. Bu kimliksiz zihniyet kin, nefret ve düşmanlık tohumlarının ekilmesine, milli birliğimiz ve kardeşliğimizin sarsılmasına, söndürülmüş bölücülüğün yeniden doğmasına neden olmuştur. Bilinmelidir ki, Türk milleti AKP zihniyetinden ibaret ve yalnızca AKP’ye emanet değildir. Kimler ve hangi mihraklar, hangi oyunları tertip ederlerse etsinler, hangi ihanetlerin içine girerlerse girsinler, Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in bir mensubu olarak buradan bir kez daha ilan ediyorum ki; Türkiye sahipsiz değildir. Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi, milleti ve egemenlik unsurları ile tektir; ebedi vatanında milli varlığını ve birliğini korumaya muktedirdir. Türk milleti, bu kutlu değerleri ve kutsal emanetleri, göstereceği yüksek fedakârlık, kararlılık, milli şuur ve millet sevgisi ile korumaya son derece azimlidir. Bu düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyor, hayırlı Ramazanlar diliyorum. Bugünkü toplantımıza katılan her bir basın mensubu arkadaşıma içtenlikle teşekkür ediyorum.
|