Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin Muhterem Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Grup toplantımıza hepinizi en iyi dileklerimle selamlayarak başlıyorum. Türkiye gündemini değerlendirmeye geçmeden önce, geçtiğimiz haftanın partimiz açısından taşıdığı anlam ve öneme kısaca temas etmeyi gerekli görüyorum. Bilindiği gibi, Türk Milliyetçiliği Hareketinin fikir ve kültür hareketi hüviyetine siyasi bir derinlik de kazandıran şahsiyetlerin en başında Rahmetli Başbuğumuz gelmektedir. Zorlu, zorlu olduğu kadar da onurlu bir hayat, böyle bir mücadelenin gelişmesine ve başarısına adanmıştır. Arkasında idealist bir gençlik, aziz milletimizin can yoldaşı kader arkadaşı olan bir Milliyetçi Hareket Partisi, ve çok önemli bir tecrübe birikimi bizlere miras olarak kalmıştır. Muhterem Başbuğumuzun Hakk'ın rahmetine kavuşmasının üzerinden tam 3 yıl geçmiş bulunmaktadır. 4 Nisan, bir taraftan bütün Türk Dünyasını acılara boğan bir gün olarak hafızalara, yüreklere kazınmış; diğer taraftan da bu siyasi ve kültürel mirasın önemini sembolize eden bir gün olmuştur. O'nun dava arkadaşları, dostları ve genç evlatları, bu acılı anı, O'nun ideallerine ulaşmanın muhasebesinin yapıldığı bir gün haline dönüştürmüştür. İnanıyorum ki, merhum Türkeş Bey'in aziz hatırasına en çok yakışan anlamlı ve hayırlı yollardan biri budur. Bu yıl, o soğuk ve hüzünlü 4 Nisan gününün omuzlarımıza yüklediği görev ve sorumluluk bilinciyle, daha ileriye daha güzele yönelmenin temelleri atılmıştır. Partimiz, siyasi hedeflerine ulaşmak, halkına daha iyi hizmet sunabilmek amacıyla yeni genel merkez binasının ortaya çıkmasını sağlayacak ilk ve önemli adımları atmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, yeni çağın icaplarını yerine getirmesinin bir aracı olacak bu hizmet binasıyla birlikte, tek başına iktidara hazırlanacaktır. Daha önemlisi, milletimizin parlak geleceğine yönelik projelerin ve fikirlerin üretildiği merkezlerden biri haline gelecektir. Huzurlarınızda, bu çabamızın Türk demokrasisi ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını bir kez daha Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum. Yine, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinde Rahmetli Türkeş Bey'in anısına inşa edilen Türklük Anıtı da görkemli bir eser olarak tarihteki yerini almıştır. Bu vesileyle, bütün bu konularda emeği geçen arkadaşlarıma şükranlarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum. Değerli Arkadaşlarım, Kıymetli Misafirler Büyük ümitlerle girdiğimiz 21. Yüzyılın başında dünyadaki gelişmeleri dikkatle değerlendirdiğimiz zaman önümüzde kaybedecek vaktimizin olmadığını görürüz. Geçtiğimiz iki yüzyılı bir türlü istediği gelişme seviyesini yakalayamamış, kayıp yüzyıllar olarak yaşamış milletimizi, bu yeni yüzyılda yeniden dünyanın büyük gelişme göstermiş milletleri arasına katmak için hızlı hareket etmek mecburiyeti vardır. Günümüz dünyasında, toplumsal ve ekonomik süreçlerde olduğu kadar, milletlerarası ilişkilerde de belirleyici olan temel eğilimleri dikkatle analiz ettiğimizde nelerin yapılması gerektiği konusunda önemli ipuçları elde etmemiz mümkündür. Bugün küreselleşme diye ifade edilen olay bir boyutuyla ekonomik yapıların dünya ölçeğinde rekabete açık hale geldiği yeni bir ilişki biçimini ifade etmektedir. Kendi içine kapalı toplumlar ve ekonomiler, bu yeni ilişki biçiminin karşısında hızla marjinalleşirken; küresel ölçekte hedefler tespit edip bunlara göre örgütlenmiş olan toplumlar, yeni ilişkilerin merkezinde yer almaktadırlar. Açık toplum ve rekabetçi piyasa mekanizması kavramları, yeni çağın ilişki biçimlerini ifade eden göstergeler olarak kabul edilmektedir. Açık toplum, devlet ve toplum ilişkilerini, özgülükler esasında fertten aile, toplum ve devlete doğru yönlendiren yeni bir yapıyı ifade etmektedir. Bu anlayışla temel hak ve özgürlüklerin siyasi bağlamdaki aktörleri, "yurttaş" olan fertlerdir. Ve bu yurttaşın önünü kapatan engelleri kaldırmak, ona destek olmak, onun yaratıcılığının ortaya çıkmasını sağlamak ise demokratik devletin görevidir. Dikkatle izlenildiğinde, devletin, demokratikleşmesi meselesinin çağımızın gelişme seviyesine ulaşmadaki etkin rolünü tespit etmek daha kolay olabilir. İnsanların yaratıcı enerjisinden faydalanmayan, onu ortaya çıkaramayan, demokratik değerlere dayanmayan toplum ve ülkelerin büyük işler başarması günümüzde mümkün değildir. Muhtelif vesilelerle üzerinde durduğum gibi, küreselleşen dünyanın en önemli dinamizm kaynaklarından birisi de bilgi veya enformasyondur. Bugün toplumlar ve ülkeler arasındaki rekabet daha çok ürettikleri bilgi ve onun uygulama biçimleri üzerinden yürütülmektedir. Bilgi üretemeyen toplumlar yenilik yaratamamaktadırlar. Yenilik yaratamayan toplumlar ise bu ihtiyaçlarını başka toplumlardan transfer ederek gidermeye, satın almaya mecbur hale girmektedirler. Hiç olmazsa satın alınan bilgi ve enformasyonu ikame edecek farklı bilgiler üretip satmak mevcut durumu muhafaza etmenin şartı haline gelmiştir. Böyle bir dünyada, bilim zihniyetine sahip olmadan, bilgi üretmeden gelişmiş ülkelerle aradaki farkı kapatmanın yolu mevcut yapıyı köklü bir şekilde değiştirmekten geçmektedir. Bunun için yeni bir ekonomik ve siyasi örgütlenmeyi sağlayacak esaslı bir yapısal dönüşüm programını uygulamak durumundayız. Muhterem Milletvekilleri, Sayın Basın Mensupları, Kısacası, 21. yüzyıla hakim olan bu temel süreçlere baktığımız zaman kendi toplum ve ülkemizin içinde bulunduğu şartları daha iyi değerlendirebiliriz. Türkiye'nin gerçek gündemini oluşturan sorunlar bu süreçlerle ilgilidir. Artık Türkiye'yi taşımakta zorlanan ekonomik, toplumsal ve siyasal yapıda köklü değişmelere gitmek mecburiyetindeyiz. Belki de bunun için atılması gereken ilk adım öncelikle mevcut zihniyet yapılarının değişmesi yönünde olmalıdır. Türkiye'nin ekonomik yapısında belirleyici olan devletçi-müdahaleci zihniyeti, rekabet şartlarından uzak tekelci oluşumları hızlı bir şekilde rekabetçi piyasa mekanizmasına dönüştürmek zorundayız. Türk ekonomisini de çağdaş toplumların ekonomilerindeki temel ilkelere göre düzenlemeden, "rant ekonomisinden" tam anlamıyla kurtarmak mümkün değildir. Şurası gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır ki, içinde bulunduğumuz koalisyon hükümeti ekonomide önemli bir başlangıç yapmıştır. Geçtiğimiz 20 yıl içerisinde Türkiye'yi, Türk toplumunu kemiren bir hastalık olan enflasyona olduğu kadar, ekonomide kriz ve dar boğazlara karşı da çözüm olacak ciddi bir mücadele yürütülmektedir. Yıllardır yapılamayanı yaparken ortaya koyduğumuz kararlılığın, aynı zamanda bir siyasi riski göze almak anlamına geldiğini hepimiz biliyoruz. Bu konudaki başarının her türlü fedakarlığa değer bir nitelik taşıdığına inandığımız için, bunu hiç çekinmeden yaptık ve yapmaya devam edeceğiz. Daha düne kadar istikrar programının başarılı olmayacağı konusunda en karamsar görüşleri ifade edenler bile bugünlerde enflasyonun düşme eğilimine girdiğini ve Türkiye'nin bu belayı yeneceğini görmeye ve bunu ifade etmeye başlamışlardır. Evet, Türkiye enflasyonu yenecektir, yenmek zorundadır. Mevduat faizlerindeki düşüş giderek kredi faizlerine yansıyacak, yılın ikinci yarısından itibaren bu gelişmeler yatırımları da uyarmaya başlayacaktır. Sözün kısası, Türk ekonomisi yeniden kendi dengelerini kurup canlanma yolundadır. Bundan kimse şüphe etmemelidir. Biz bütün siyasi kararlılığımızla bu politikaları devam ettirmek düşüncesindeyiz. Türkiye'nin esas yakalaması gereken istikrarlı büyüme ve ileri hamleleri gerçekleştirme yönündeki amacına ulaşması için buna mecburuz. Bunun için, takip edeceğimiz politikalar bizi rekabetçi piyasa ekonomisine, bilgi teknolojilerine dayalı yeni üretim teknolojilerine götürecek olan bir dönüşüm stratejisinin parçaları olarak görülebilir. Özellikle ulaştırma ve haberleşme alanında çağdaş dünyanın yakaladığı dinamizmi ve ivmeyi sağlayacak yeni gelişmeleri bir an önce yakalamak durumundayız. Bütün bunlar Türkiye'nin yeni bir büyüme ve toplumsal gelişme ihtiyacına cevap verecek politikalardır. Ve Türkiye'nin gündemi, bunlar üzerinde, bu gerçekler üzerinde yoğunlaştığında Türkiye zaman kaybetmekten de kurtulmuş olacaktır. Kıymetli Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Ülkemiz son zamanlarda Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının görev süresinin bitmesi vesilesiyle yaşanan tartışmalarda gene büyük zaman kaybetmiş, boş yere enerji harcamıştır. Birçok kez ifade ettiğim gibi, partiler arası yarışın sergileneceği ya da uzlaşma anlayışının ve kararlılığının gösterileceği alanlar ve anlar bellidir. Bunların birbirine karıştırıldığı durumlarda, siyasetin ümitten çok ümitsizlik, çözümden çok çözümsüzlük üretmesi kaçınılmazdır. Demokrasinin kurumlaşması da, siyaset ile toplum arasında güven bağının kuvvetlenmesi de, bu tür ayrımların iyi yapılmasında sergilenen becerilere ve duyarlılıklara bağlıdır. Türk siyasetinin tarihsel açmazlarından birini bu zamanlarda sıkça gözlenen krizler ya da kriz beklentileri oluşturmaktadır. Demokrasimizin kırılgan bir yapıya sahip bulunması, temel kural ve kurumlarının yeterince gelişip yerleşmemiş olması, sürekli bir titizliği ve samimiyeti daha çok zorunlu kılmaktadır. Anayasa değişiklikleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinin, böyle bir durumun en bariz örneklerini oluşturduğuna hiç şüphe yoktur. Ülke yönetimini ve demokrasinin işleyişini doğrudan ilgilendiren bu ve benzeri hayati konularda, Türkiye sürekli yoğun tartışma ve gerilim yüklü süreçlerle karşı karşıya kalmaktadır. Anayasa değişiklikleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sahip olduğu görünüm, bir noktaya kadar tabiidir. Çünkü, tartışma ve rekabet demokrasinin temelini oluşturur. Bir noktadan itibaren ise, demokrasiyi yeni sorunlarla karşı karşıya bırakabilir. Seviyeli, ilkeli ve tutarlı siyaset bunun için çok hayati ve önemlidir. Aynı şekilde, uzlaşma ve hoşgörü iklimi de, demokrasinin ruhunu teşkil eder. Ahenkli bir demokratik siyasi yapı ve işleyiş için ruh ile bedenin birbirini tamamlaması kaçınılmazdır. Ülkemiz, maalesef böyle bir hassasiyetin hakim olduğu demokratik bir siyasi hayatın hâlâ uzağındadır. Anayasa değişikliği gibi, Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu açıdan da çok önem taşımakta, demokratik istikrarın gelişimi bakımından bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Anayasa değişikliği paketinin, ilkeler bazında tartışılmasından çok, bir pazarlık ve taktik mücadeleye dönüşmesi, sonuç almayı mümkün kılmamıştır. Meclis iradesi, değişiklik önerilerini tasvip etmeyen bir doğrultuda tecelli etmiştir. Nihai karar, tabii ki demokratik bir karardır ve tartışmalara hukuki olarak da son noktanın konması anlamına gelmektedir. Bununla birlikte, anayasa değişikliği süreci, öncesi ve sonrasıyla birlikte siyasi yöntem ve etik bakımından tartışılmaya devam edilmektedir. Şüphesiz, teklifin altındaki imza sayısı ile meclisin ortaya koyduğu irade arasında göze çarpan bariz fark, bu tartışmayı besleyen temel faktörlerden biri olmaktadır. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, meseleye, prensipler çerçevesinde ve tutarlılık içinde yaklaşmaya özen gösterdik. Anayasa değişikliğini siyasi rejimimizin işleyişine yeni kuralların eklenip eklenmemesi meselesi olarak yaklaştık. Milletvekili arkadaşlarımın kendi imzalarına sonuna kadar sahip çıkmış olmalarını, sadece tutarlılık adına değil, bu bakımdan da takdir ile karşılıyorum. Milliyetçi Hareket Partisi, mevcut şartlar dahilinde doğru olanı yaptığına inanmış ve sonuna kadar da arkasında olmuştur. Yüce Meclisin ortaya koyduğu irade, bu açıdan siyasi vicdanımızı yaralamamış, ancak konu üzerinde çok yönlü düşünmemize sebep olmuştur. Partimiz, her gelişme karşısında çok yönlü analizler yaparak milleti ve ülkesi için en iyinin, en güzelin arayışı içinde olmuştur, bundan sonra da olmaya devam edecektir. Her siyasi partinin ve milletvekilinin de, son gelişmeler hakkında bir değerlendirme yapması, meclisin ve siyasetin itibarını er ya da geç zedeleyecek olan tavırlardan kaçınması önem arz etmektedir. Unutulmamalı ki, olumsuzluklar karşısında kaybeden demokrasimiz ve halkımız olmakta; siyasetin ve siyasetçinin uğradığı itibar erozyonunun önüne geçmek giderek daha çok zorlaşmaktadır. Değerli Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Bugün gelinen noktada anayasamızın çizdiği prosedür içerisinde yeni cumhurbaşkanı yüce meclis tarafından seçilecektir. Bu konuda herhangi bir endişeye gerek bulunmaktadır. Burada bizim önerimiz yeni cumhurbaşkanının kim olması ve hangi partiden olmasından daha öncelikli ve daha önemli hususlarla ilgidir. Bunları kısaca şu şekilde ifade etmek istiyorum. 1-Yeni Cumhurbaşkanı seçilmesi meselesi, sadece koalisyonu oluşturan partileri ilgilendiren bir konu değildir. Bu bakımdan cumhurbaşkanının seçilmesi meselesini doğrudan hükümetle irtibatlandıran bir yaklaşım içerisinde bulunmamak gereği vardır. Kısaca cumhurbaşkanlığı seçiminin hükümet meselesinden ayrı olarak ele almak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 2-Yeni Cumhurbaşkanı mecliste bulunan bütün partilerle yapılacak dialogla, mümkün olan en geniş uzlaşma zemininde ortaya çıkacak bir anlayış ve işbirliği sonucunda seçilmelidir. 3-Siyasi partiler ile meclisimiz, Cumhurbaşkanı seçimine, küçük ve kişisel hesapların değil, siyasetin prestij kazanma ve güven tazelemesinin bir aracı olarak yaklaşmalıdır. 4-Yeni Cumhurbaşkanının kim olmasından çok, nasıl bir şahsiyetin Cumhurbaşkanlığı makamına seçilmesi önemlidir. Bunun için uzlaşma arayışlarında, cumhurbaşkanı olacak şahsın vasıfları belirleyici olmalıdır. 5-Yeni Cumhurbaşkanı olacak şahsın, her şeyden önce Türkiye'nin bütünlüğü ve Türk devletinin milli ve üniter yapısı konusunda temsil edici, cumhuriyetin temel değerlerini sahiplenecek bir kimliğe sahip olması önemlidir. 6-Yeni Cumhurbaşkanı olacak şahsın kamuoyumuzda bugüne kadar, dürüst, şaibesiz ve milletimizin manevi değerlerine saygılı hüviyeti ile tebaruz etmiş, demokrasinin ilkeleri konusunda duyarlı bir şahsiyet olmalıdır. Bu çerçevede uzlaşma arayışları sonucu tespit edilebilecek şahsiyetin büyük milletimizi en iyi bir biçimde temsil edebilecek olduğuna inanıyoruz. Muhterem Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Türk siyaseti, 18 Nisan Seçimleriyle birlikte yeni yüzyıla yeni ve güzel bir başlangıç yapmıştır. Sosyal ve ekonomik hayatımızın, kısacası halkımızın susadığı istikrar ve uzlaşma ortamı büyük ölçüde tesis edilmiş; hepimizin, herkesin geleceğe yönelik beklentileri ve ümitleri gelişmeye başlamıştır. Siyasi hayatımızın gelişiminde önemli dönüm noktalarından birini ifade eden Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu bakımdan da önemli bir sınavdır. Bunu, yeni gerilimlere ve krizlere meydan vermeden başarmak, şüphesiz 18 Nisan Seçimleri sonrasında başlayan atılımların ve ortaya çıkan istikrarın sürekliliğini de kolaylaştıracaktır. Biz, Yüce Meclisin, Türk Milleti ve Devleti açısından en doğru kararı vereceğine bütün kalbimizle inanıyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle bir kez daha saygı ve sevgiler sunuyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |