Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin yapmış olduğu basın toplantısı metni. 20 Ağustos 2014
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
yapmış olduğu basın toplantısı metni.
20 Ağustos 2014

 

Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sözlerime başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bugün sizlerle ‘10 Ağustos Cumhurbaşkanı Seçimi’nden sonra yeşeren ve gittikçe farklı boyut kazanan siyasi ve hukuki bunalımla ilgili görüşlerimi ve bunlara karşı önerilerimi paylaşacağım.

Ek olarak genişleyen demokrasi, rejim ve sistem krizi hakkındaki düşüncelerimi fazla teferruata girmeden ifade edeceğim.

Bu kapsamda düzenlediğimiz basın toplantımıza hepiniz hoş geldiniz.

 

Sayın Basın Mensupları,

Eğer herhangi bir vatandaşımız; sayfaları ve ekranları havuzcuların emrine girmiş tutsak medyanın tesiri altında değilse, algılarının kapakları doğru söz ve tekliflere sımsıkı kapalı durmuyorsa ülkemizin halinden mutlaka rahatsız olacaktır.

Türkiye’nin şu anki manzarasına ister İslami ve insani açıdan bakalım; isterse de hukuki, siyasi ve ekonomi cephesinden yaklaşalım, gördüklerimiz yürek yaralayıcıdır.

İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi miadını doldurmuş, politik ömrünü tamamlamış ve geriye sarmaya başlamıştır.

Tükendikçe sendeleyen, sendeledikçe ecel terleri döken iktidar, Türk milletini korkudan korkuya sürüklemekte, tehditlerle, aba altından gösterdiği sopalarla herkesi sindirmeye çalışmaktadır.

Bu nedenle;

Türkiye ağır bir gündeme saplanmış, belirsiz ve riskli bir sürece sapmıştır.

10 Ağustos Cumhurbaşkanı Seçimi beklenilenin aksine yeni bir sorun yumağı üretmiş, daha büyük bir sorun kuşağı doğurmuştur.

Ortada huzurdan, güvenlikten ve esenlikten eser kalmamıştır.

Türkiye; tek bir adamın egosuna, tek bir adamın koltuk hırsına, tek bir adamın keyfiliğine mahkûm edilmiştir.

Bu adam ki, kuvvetler ayrımı ilkesini anlamsız hale getirmiştir.

Bu adam ki, yasama, yürütme ve yargıyı tekeline almak için kolları sıvamıştır.

Buradan aziz milletime, televizyonları başında bizi izleyen muhterem vatandaşlarıma, bize oy versin vermesin her kardeşime sesleniyorum:

Türkiye’nin 10 Ağustos’tan buyana eli kolu daha da sıkı bağlanmış, ufku tümden perdelenmiştir.

“Milli İrade, Milli Güç” ve “Milletin Adamı” slogan ve sözleriyle demokrasiye kast edilmiş, adalet karantinaya alınmıştır.

Millilik namına hiçbir şey bırakmayan, milliliğin yegâne hasmı olan Erdoğan 10 Ağustos akşamından itibaren gözünü karartmış, gönlünü kapatmıştır.

Ayak oyunlarıyla, adaletsizliklerle 12. Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan şu an Türkiye Cumhuriyeti’ni aşama aşama yıkmaktadır.

Buna Türk milleti seyirci kalamaz, kalmamalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi ise hiçbir şart altında Erdoğan’ın devlet ve millet üzerindeki oynamalarına, yeni Türkiye rumuzlu melanete tepkisiz kalmayacaktır.

Tüm çıplaklığıyla meydandadır ki, ahlaki sınırlar iyice muğlaklaşmıştır.

Hukukun temel ilke ve kuralları bütünüyle silikleşmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin hayat damarları tıkanmıştır.

Ortak akıl kaybolmuştur.

Ortak değerler kan kaybetmiştir.

Devlet felçlidir, millet tedirgindir, adalet yaralıdır, siyaset kördüğümdür, ekonomi bıçak sırtındadır.

Ülkemiz Recep Tayyip Erdoğan zulmü ve zorbalığı altındadır.

Bu şahıs hukuk tanımamaktadır.

Bu şahıs teamül, uzlaşma, anlaşma gibi hasletlere yabancıdır.

Çarpıtılmış, temellerinden koparılmış demokrasi despot üretmiştir.

 Erdoğan, 10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı seçilmesine rağmen itici, incitici, kırıcı ve cepheleştirici üslubunu aynen sürdürmektedir.

Erdoğan, Anayasa’ya aykırı hareket etmekle kalmayıp, Cumhurbaşkanı seçilmesine rağmen suç işlemektedir.

 

Değerli Basın Mensupları,

10 Ağustos 2014 Pazar günü yapılan Cumhurbaşkanı Seçimi’nin kesin sonuçları Yüksek Seçim Kurulu tarafından 15 Ağustos 2014 Cuma günü açıklanmıştır.

Bu tarihten itibaren Aday Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı resmileşmiştir.

Anayasa ve yasalar çok açıktır:

Anayasa’nın 101. Maddesi’nin son fıkrası; Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer” amir hükmünü ihtiva etmektedir.

Mezkûr Anayasa hükmünde geçen ‘seçilme’ lafzının göreve başlama olarak yorumlanamayacağına dair yandaş propaganda ve beyanatların hukuken ciddiye alınır bir yanı bulunmamaktadır.

Recep Tayyip Erdoğan 15 Ağustos’tan itibaren sadece olgusal değil; resmen ve hukuken de seçilmiş Cumhurbaşkanı’dır.

Fakat 11. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün görev süresi 28 Ağustos’ta dolduğu için yaklaşık iki haftalık bir bekleme süresini geçirmek durumundadır.

Erdoğan’ın Anayasa’nın 103. Maddesi’ne göre yemin etmesi ve mazbatayı alması sadece şeklen yerine getirilmesi, usulen ifası lazım olan tamamlayıcı işlemlerdir.

6271 Sayılı Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu’nun 20. Maddesi de tartışmaya mahal vermeyecek kadar berraktır.

Bu kanun maddesine göre, Cumhurbaşkanı Seçimi’nin kesin sonuçları, Yüksek Seçim Kurulu tarafından TBMM Başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığına bildirilecek, kamuoyuna ilan edilecek ve Resmi Gazete’de yayımlanacaktır.

Ancak Cumhurbaşkanı Seçimi’nin kesin sonucunun 15 Ağustos’ta duyurulmasına rağmen, Resmi Gazete’de yayımlanma safhası henüz yerine getirilmemiştir.

Bu kuşku verici ihmal ve gecikmede çok açık bir kasıt olduğu anlaşılmaktadır.

Erdoğan ve emir verdiği kukla ve köle bürokratlar yasaları hiçe saymakta, Resmi Gazete’ye ahlaksızca ve alenen ambargo koymaktadır.

Ne var ki, bu tezgah, bu usulsüzlük Erdoğan’ın açıklarını kapatmaya, yırtıklarını yamamaya,  hukuka karşı hazımsızlığını örtmeye yetmeyecektir.

Recep Tayyip Erdoğan 12.Cumhurbaşkanı olduğundan dolayı Anayasa’nın 101.Maddesince; taşıdığı milletvekilliği görevi kendiliğinden düşmüş, parti genel başkanlığıyla ilişiği otomatikman kesilmiştir.

Şayet Türkiye bir hukuk devletiyse, şayet herkes kanun önünde eşitse, şayet şeriatın kestiği parmak acımayacaksa; Erdoğan 15 Ağustos’tan itibaren milletvekilliğini kaybettiğinden Başbakan da sayılamayacaktır.

Halihazırda Türkiye hükümetsizdir.

61. Cumhuriyet Hükümeti şeklen ve esasen bitmiştir.

Atılan imzaların, yapılan atamaların, verilen kararların hiçbir hukukiliği ve meşruiyeti yoktur.

İkaz ve önemle bildiriyorum ki, Recep Tayyip Erdoğan Başbakanlık makamını derhal boşaltmalıdır.

Herkesi uyarıyorum, Türkiye Cumhuriyeti sivil ve silahsız bir darbeyle karşı karşıyadır.

Erdoğan Anayasa’yı fiilen askıya almıştır.

Oldubittilerle devleti ele geçirmiştir.

Erdoğan; vatana, millete, demokrasiye ve hukuka ihanet etmektedir.

Meselenin şakaya gelir tarafı yoktur; Türkiye’nin yönetimi gasp edilmektedir.

Erdoğan’ın lehine kalemşörlük ve müfterilik yapan yeni yetmelerin hücum ve hakaretlerine muhatap kalan Sayın Gül artık biraz dik durmalı, giderayak Türkiye’ye sahip çıkmalıdır.

“Bizim cenahtan epeyce saygısızlık gördüm” diyerek sızlanan Sayın Gül elini taşın altına koymalıdır.

Sayın Abdullah Gül, 31 Ekim 1989’da 8.Cumhurbaşkanı Seçilen dönemin Başbakanı merhum Özal’ın yerine bir gün sonra yapılan görevlendirmeye paralel bir adım atmalıdır.

Hatırlatmak isterim ki, merhum Turgut Özal Başbakanlık görevini sürdürürken 31 Ekim 1989 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Bu sebeple 7.Cumhurbaşkanı Evren, 1 Kasım 1989 tarihinde Merhum Özal’ın yerine vekâleten Başbakan Yardımcısı görevlendirmiştir.

Merhum Özal, 31 Ekim 1989’da 8.Cumhurbaşkanı seçilmesine rağmen, yeni görevine 9 Kasım 1989’da başlamış ve bu tarihe kadar da Başbakanlık makamında oturamamıştır.

 

Değerli Basın Mensupları,

Recep Tayyip Erdoğan Başbakanlık’tan, genel başkanlıktan ve milletvekilliğinden ayrılmayarak çok net suç işlemektedir.

Bu bir siyasi cunta teşekkülüdür.

Olanlar, siyasetin ara ve kara dönemi olarak tarihe geçecektir.

Türkiye’de, deyim yerindeyse Babıali Baskını’nı, 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı ve 12 Eylül’ü aratmayacak kansız ve silahsız bir darbe yapılmıştır.

Erdoğan; Cumhurbaşkanı seçilmesinin kesinleştiği tarih olan 15 Ağustos’ta üstlendiği siyasi ve idari görevleri bırakmayarak çok büyük ve tarihi bir hataya düşmüştür.

Bu kanunsuzluğun, bu antidemokratik tutumun milli vicdanlarda kabulü imkânsızdır.

Bugünkü şartlarda Türkiye, parti devletine doğru adım adım sürüklenmektedir.

Erdoğan kendisinden sonraki hükümet ve parti yapısını dizayn etmektedir.

27 Ağustos 2014 günü yapılacak AKP’nin olağanüstü kongresinde kimin genel başkan seçileceğini dayatmayla, iç ve dış mihrakların icazetiyle şekillendirmektedir.

Maksat Sayın Abdullah Gül’ün partiye dönüşünü engellemektir.

Amaç yeni Türkiye denen hukuksuz, gayri milli, gayri ahlaki sistemin temellerini atmaktır.

AKP siyasi rüştünü kazanamamış bir parti hüviyetindedir.

Erdoğan her ihtimali hesaba katarak; AKP’yi kendi siyasi gündem ve hedefine uygun olacak tarzda kurgulamaktadır.

Son günlerdeki gelişmeler AKP’nin tek bir isme endekslendiğini, tek bir isme göre planlandığını göstermektedir.

Bu durum en başta AKP’ye oy veren vatandaşlarımıza, parti yöneticilerine ve milletvekillerine haksızlıktır.

Erdoğan, dış politikayı çıkmaza sürükleyen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu zorlamayla halef olarak belirlemiştir.

‘Parti içi istişareleri işletiyoruz’ diyerek de, kendi kararını herkese onaylatmaktadır.

Bu esnada 28 Ağustos’tan sonra AKP’ye döneceğini açıklayan Sayın Gül, Erdoğan tetikçilerinin iştahlı saldırılarıyla ıslah ve terbiye edilmektedir.

Erdoğan’ın danışmanı olarak şöhret yapmış, ün kazanmış bir isim de sürekli konuşarak, sürekli yazarak yeni dönemde AKP’nin şifrelerini birer birer kamuoyuna bildirmektedir.

“AKP’nin kimseye diyet borcu, açık hesabı bulunmamaktadır” diyen bu danışman, ganimet avcılığına soyunarak gizliden gizliye ‘acaba Başbakan olur muyum’ sevdasındadır.

Biz, hırslarına yenilmiş, aklını makam ve mevkie kurban vermiş bu danışmanın, 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonun tartışmalarını azaltmak amacıyla 62. Hükümeti kurmasını 4 Ocak 2014 tarihinde Bursa’da söylemiş ve teklif etmiştik.

Mademki bu şahıs AKP’nin bilirkişisidir, mademki AKP’nin yol haritasını çizmektedir, mademki AKP’nin kuruluşunda emeği geçen onca isme ayar verecek kadar etkilidir; o zaman Erdoğan’dan sonraki Başbakan’ı uzaklarda aramaya gerek yoktur.

Erdoğan, Davutoğlu’yla vakit kaybetmektense, mührü bu danışmana vermeli; artık özel kalem, özel danışman, özel sekreter olarak gördüğü Başbakanlık görevini bu yeni yetmeye teslim etmelidir.

‘Kardeşlik bağlarımız bozuluyor’ diyerek mırıldananlar da çaresizce başlarını öne eğmeli, sergilenen vefasızlıklardan dolayı göz pınarlarından yaş akıtmalıdır.

 

Değerli Basın Mensupları,

Normal şartlarda AKP’nin iç meseleleri elbette bizi ilgilendirmemektedir.

Fakat AKP’nin 27 Ağustos’ta yapacağı olağanüstü kongresinde yalnızca genel başkan değil, aynı anda Başbakan’da seçilmiş olacaktır.

Bu itibarla aziz milletimizi doğrudan alakadar eden bir konu bizim de ilgi sahamıza girmektedir.

Şunu da söylemek istiyorum ki, bu olağanüstü kongrede Recep Tayyip Erdoğan’ın genel başkan sıfatıyla konuşma yapması yasa dışıdır.

Erdoğan derhal ve acilen geri adım atmalı ve kongreye katılmamalıdır.

Aksi bir davranış, aksi bir uygulama Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığı ve bağımsızlığıyla örtüşmeyecek, yeni bir Anayasa’ya aykırılığı tescilleyecektir.

Türkiye’yi 12 yıldır yöneten siyasi iktidarın neden olduğu hukuk ihlalleri çok tehlikeli sonuçlara davetiye çıkaracaktır.

Ve şüphesiz ki, bunda payı olanlar sorumluluktan kurtulamayacaktır.

Her şey ortadadır, Erdoğan kontrolü iyice kaybetmiştir.

Türk devlet geleneğinin asırlık teamüllerini inkâr etmekte, yok saymaktadır.

Bu tablo, yeni Türkiye denen kandırma ve kalleşliğin eseridir.

Erdoğan milletvekillerine ‘gözüm üzerinizde’ diyerek gözdağı vermekte, durum ve konum hatırlatması yapmaktadır.

Kaynayan AKP kazanını sakinleştirmek için tehditler savurmakta, kimler olduğu az çok belli olan fitneci gördüklerini hizaya getirmeye çabalamaktadır.

AKP’de sular durulmak bilmemektedir.

1945’te CHP’nin içinden “Dörtlü Takrir”le filizlenen muhalif hareketin bir benzeri AKP’nin bünyesinden çıkabilecektir.

Kulisler, lobiler, imtiyazlı çevrelerin müdahaleleri, koltuktan başka gözü bir şey görmeyen menfaatperestlerin çevirdiği dolaplar ufuktaki fırtınanın habercisidir.

Görünen gerçek odur ki, AKP girdaba kapılmış, bölünmenin, hizbin, çekişmenin, anlaşmazlığın, husumetin derin çatlağına sıkışmıştır.

Bundan sonra AKP’nin denge, düzen ve dirlik içinde kalması düşünülemeyecektir.

Erdoğan’ın Başbakanlıktan kaçması hakkındaki iddiaların kadük kalmasına imkan vermeyecektir.

Dış politikada başarısızlık markası haline gelen Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan olarak atanması ise içten içe yayılan ve yerleşen tartışmaları daha da şiddetlendirecektir.

Erdoğan; 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu’nda kendisini savunmayan, paralel hayalete göğsünü germeyen kim varsa kenara çekecektir.

Kabineye girmenin yolu, parti yönetiminde görev almanın kuralı Erdoğan için ölümüne fedakârlıktır.

Artık AKP’de rüşvete, rezilliğe, hırsızlığa, harama, çalmaya, soymaya destek çıkmayanlara, müzahir davranmayanlara yer de yoktur, tahammül de olmayacaktır.

Erdoğan partisini oyuncağa çevirmiş, değerini aşındırmış, içini boşaltmıştır.

Cari açığı kapatmakla övünen kara paracı Rıza Sarrap isimli İranlı şarlatan bile AKP’nin birçok isminden daha hayırlı ve evla konuma yükselmiştir.

Türk demokrasisi adına utanç verici ne varsa Erdoğan’ın şahsında somutlaşmıştır.

Bizim üzüntümüz Türk milletinin böylesi bir zillete muhatap olmasıdır.

Bizim endişemiz Türkiye’nin geleceğiyle ilgilidir.

Şunu özellikle belirtmekte fayda görüyorum ki;

Recep Tayyip Erdoğan’ın 10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı seçilmesiyle Türkiye ağır bir hasar almıştır.

77 milyon hepten kaybetmiştir.

10 Ağustos’ta;

Rüşvetçiler gülmüş, kalpazanlar onaylanmıştır.

Yolsuzluk şebekeleri, ihanet çeteleri, bölücü odaklar, hazine yağmacıları başarı elde etmiştir.

10 Ağustos’ta Erdoğan’a verilen her oy; İmralı canisinin hanesine yazılmıştır.

10 Ağustos’ta Erdoğan’a verilen her oy; adaletsizliği güçlendirmiş, soygun düzenine ve PKK’ya can simidi uzatmıştır.

10 Ağustos’ta Erdoğan’a verilen her oy, zalimliğe ikram, küfre iltifat, batıla ödül, millet düşmanlarına ulufe anlamına gelmiştir.

Ne yazıktır ki, 10 Ağustos’ta Erdoğan’a verilen her oy Diyarbakır-Lice Yolçatı Köyün’deki terörist heykeline harç olmuştur.

Biz, milletimizin iradesine kuşku yok ki hürmet ediyoruz.

Ancak Erdoğan’a oy veren kardeşlerimizin yine de tefekkür etmesini, soğukkanlı ve vicdanlı şekilde düşünmesini samimiyetle bekliyoruz.

Bu vesileyle sormak ve sorgulamak istiyorum ki;

Efendimiz Hz.Muhammed’in gurura kapıldığını söyleyecek kadar manen iflas etmiş bir zihniyete oy vermek doğru mudur?

Bakara Suresini alaya alıp makara yapan terbiyesizliği tercih etmek helal midir?

“Peygamberimizi bile desteklemeyenler oldu” sözleriyle Efendimizi siyasi mukayese konusu yapan densizlere arka çıkmak meşru mudur?

Haşa, Erdoğan’ın Allah’ın sıfatlarını taşıdığını söyleyerek şirke giren günahkârlarla aynı safta görünmek İslami midir?

 “Adaleti ayakta tutanlardan olunuz” kutlu emrine riayetsizlik ve nankörlük yapanlara alkış tutmak, yanında durmak imanlı ve ihlaslı olmakla nasıl bağdaştırılacaktır?

Müslümanlar öldürülürken, peygamber kabirleri havaya uçurulurken, kestikleri insan kafalarıyla top oynayan canilere sempatik bakanları ve küresel cinayet projelerine dalkavukluk yapanları el üstünde tutmak kıyamet alameti değil midir?

Ümit ederim ki, Erdoğan’a oy veren vatandaşlarım bu sorular üzerine düşünecekler, dürüst bir iç muhasebe yapacaklardır.

 

Sayın Basın Mensupları,

Demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir.

Doğrudur, 10 Ağustos’ta Erdoğan sandıktan çıkmıştır, fakat ahlak, edep, milli ruh, milli kimlik, kardeşlik bağları, Cumhuriyet’in ilkeleri, utanma duygusu ve doğruluk sandıkta kalmıştır.

Bundan sonra Erdoğan’ın komplolarına, yıkıcı ve parçalayıcı niyetlerine mani olunmazsa zararı herkes görecek, ceremeyi herkes çekecektir.

İşte Lice’deki olaylar ortadadır.

Uzman Çavuşumuz Uğur İnal ise maalesef teröristlerin açtığı ateş sonucu şehit olmuştur.

Ayrıca Van’ın Saray ilçesi Türkiye-İran sınır hattında devriye görevi yapan Yamanyurt Hudut Karakol Komutanlığı’na bağlı askeri time PKK dün gece pusu kurmuş, Teğmen Emre As’ı şehit etmiş, bir askerimizi de yaralamıştır.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet niyaz ediyor, ailelerine, silah arkadaşlarına ve milletimize başsağlığı diliyor, yaralı Mehmetçiklere şifa temenni ediyorum.

Unutmayalım ki, Mehmetçiğe ilk kurşunu sıkan teröristin heykelini dikenler ve tepkiler karşısında yıkmak zorunda kalanlar aynı yolun yolcusudur.

4 gün boyunca dikili duran, gökten de zembille inmeyen kanlı heykele Erdoğan’dan çıt çıkmamış, AKP’den provokasyon yapılıyor dışında herhangi bir eleştiri gelmemiştir.

PKK heykelini dikenler kadar, dikilmesini seyredenler de işlenen suça ortaktır.

Heykeli yıkmakla kimse kurtulacağını ve vaziyeti kurtaracağını zannetmemelidir.

Bizim açımızdan ihanet heykelini yapan, yaptıran, inşa eden ve inşasına cevaz veren PKK’sından AKP’sine kadar alayı birden millet nezdinde ve hukuk önünde hıyanete çanak tutmuştur.

5 Ağustos 2014 tarihli YAŞ toplantısında lağvedilen Diyarbakır 2. Hava Kuvvet Komutanlığı’nın bahçesinden 9 Haziran 2014 günü bayrak indirilmesi namussuzluğu neyse, terörist heykeli aynısıdır.

Muhtemeldir ki, Lice’deki alçaklığın altında da paralel izi sürülecektir.

Erdoğan’ın eski Türkiye diye fişleyip kötülediği ülke gerçeğinde bırakınız PKK heykeli dikmeyi, bunu akıldan geçirmek bile hayal ötesidir.

Gerçekten de Erdoğan’la birlikte hayaller gerçek olmuş, hainler azmış ve azıtmıştır.

Yeni Türkiye; PKK’ya heykel dikenlerin, dikilmesine göz yumanların fason ve defolu imalatıdır.

Yeni Türkiye; kayıptır, kopmadır, kırılmadır, küftür, kirdir ve kutuplaşma hazinesidir.

Yeni Türkiye; Çankaya’nın içki masalarıyla özdeş görüldüğü, kurucu kahramanların aşağılanıp suçlandığı ahde vefa nedir bilmeyen küllenmiş bir ülke tablosudur.

Şunu herkes bilsin ki, 29 Ekim 1923’ün emanetlerine yüz çevirenlerin iki yakası bir araya gelmeyecektir.

Yeni Türkiye; sukut etmiş ahlak, hurdaya çıkmış adalet, iflas etmiş milli onurdur.

Yeni Türkiye; teslim olmuş devlet, köhnemiş demokrasi, sekteye uğramış hak ve özgürlüktür.

Ne söylenirse söylensin, yeni Türkiye; ölü doğmuş bir projedir.

Herkes bu yeni Türkiye hezeyanına ikna olsa da, Milliyetçi Hareket Partisi eyvallah etmeyecek, Türk milletinin tamamını her türlü zenginliğiyle kucaklayarak Türkiye’yi kurtaracaktır.

Bu sebeple, yeni Türkiye teşebbüsünün ilk mahsulü olan PKK heykeline ilk ve en kategorik tepkiyi biz gösterdik, biz dile getirdik.

Heykeltıraş Erdoğan PKK heykeline sessiz kalarak şehitlere hakaret etse de, biz Türk milletinin tercümanı olduk.

Lice’de dikilen heykel ilk şehidimiz Süleyman Aydın’ı bir kez daha katletmiştir.

Lice’de kanlı heykel yükselirken, Türk milleti düşmüş, Türkiye tökezlemiştir.

Terör örgütü Diyarbakır’da sözde uyuşturucu operasyonu yaparken, sözde şehitlikler açıp yol kontrolleri gerçekleştirirken balkonlardan bakan Recep Tayyip Erdoğan ve kapı kuluna dönüştürdüğü bakanları ortalıkta yoktur.

Bilen varsa söylesin;

Erdoğan’ın içişleriyle ilgilenerek paralel izi süren alalı valalı bakan nerededir?

Yeni kabineye girmek için çırpınan AKP’nin Yenimahalle fidanlığının şefi nerelerde gezmektedir?

Türkiye nereye gitmektedir?

Bu memleket, bu millet nasıl bir zulmün pençesinde, nasıl bir kumpasın kıskacındadır?

Şu namertliğe bakınız ki,

Teröristler baraj basıyor, vergi topluyor, dağa militan götürüyor; AKP’li yıkım bakanı çözümden, Kandille direk temastan bahsediyor.

Teröristler her değerimize meydan okuyor, AKP’li yıkım bakanı Eylül ayının sonunda çıkacak süreç ihanetinin yol haritasıyla meşgul oluyor.

Teröristler Türk devletine kafa tutuyor, AKP’li yıkım bakanı militanların eve dönüşüyle, hayata uyum ve demokratik siyasete katılımıyla ahlaksızca uğraşıyor.

Meğerse AKP’de ne çok PKK’lı bakan varmış da bizim haberimiz olmamıştır.

İmralı canisi, 30 yıllık sözde savaşın büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasında olduğunu söylemektedir.

Demek ki, öyle vaatler, öyle tavizler, öyle sözler verilmiştir ki, PKK sonunda emel ve amacına ulaşmanın sevincini yaşamaya başlamıştır.

Erdoğan kazandıkça PKK kazanmış, Kürdistan umutları zafere yaklaşmıştır.

Bu teröristlerle iktidarın içine girdiği kazan-kazan döngüsüdür.

Ve ne hazindir ki vebal çok büyümüştür.

Erdoğan’ın Cumhuriyet’i tamamen yıkması ve Başkan olabilmesi için PKK’ya ve İmralı canisine ihtiyacı vardır.

Bunun için teröristler hoşgörülmekte, kamuoyu çözülmeye ve çöküşe hem hazırlanmakta, hem de alıştırılmaktadır.

Dahası Erdoğan Cumhurbaşkanı sıfatıyla miting yapmak, AKP’ye paralel çalışmak için şimdiden hazırlık içine girmiştir.

Anayasa’yı değiştirmek için gerekli çoğunluğu almak pahasına her çirkinliği, her kanunsuzluğu yapmayı kafasına koyan Erdoğan’a Türk milleti izin vermeyecek, oyunu bozacaktır.

Görülüyor ki, demokrasi makyajı sürmüş cellatlar övülmektedir.

Türkiye’ye namlu çeviren idam mangası öne çıkarılmaktadır.

Türk milleti Haçlı bakiyesinden arta kalan çok vahşi bir tuzağın içine gün be gün çekilmektedir.

Aziz milletim uyanmalıdır, koyulaşan geceyi, kalabalıklaşan hainleri, kaskatı kesilen Türkiye muhaliflerini görmelidir.

Böyle giderse;

Üzerinde yaşadığımız topraklara ruh veren vatanımızı,

Beşeri bir cevher olan ve hepimizi bağrına basan milletimizi,

Hukuki, siyasi ve tarihi nitelikli teşkilatlanmamızla birlikte kurtuluş mücadelemizin aziz bir eseri olan üniter milli devletimizi,

Bağımsızlığımızın şeref sembolü ve şehitlerimizin emaneti Ay Yıldızlı Al Bayrağımızı mevcut hal ve şekliyle korumak imkansız olacaktır.

Erdoğan’ın yeni Türkiye’si Türklüğün mezar taşını imal etmektedir.

Artık kaybedecek bir saniye bile yoktur.

10 Ağustos’tan sonra muhalefet üzerinde oynanan oyunlar ise tamamen Erdoğan’ın bölünme kampanyasına hizmettir.

Öğrenilmiş çaresizlikle muhalefeti ilişkilendirmeye çalışan akılsız yorumcu ve lafın gelişi uzmanlar kimin yararına nefes tükettiklerini örtemeyecek kadar yakayı ele vermektedir.

Yeni muhalefet diyenler, muhalefetin yetersizliğinden yakınanlar; gerçekte bizim milli, tavizsiz ve ilkeli siyasetimizden gocunan bir avuç Erdoğan robotudur.

Türkiye’nin perişanlığını ve milli mahvını görmemek için yüzünü çevirip muhalefet eleştirisi yapanlar kesinlikle maksatlı ve özel görevli AKP uşaklarıdır.

Bunlara da bizim müsamahamız olmayacaktır.

Türkiye’nin yeni muhalefete değil, yenilenmiş ve yepyeni milli bir iktidara ihtiyacı vardır.

Biz bunu başaracağız ve Milliyetçi Hareket’i mutlaka iktidara taşıyacağız.

 

Değerli Basın Mensupları,

Israrla diyorum ki; 10 Ağustos Cumhurbaşkanı Seçimi adil, özgür ve şeffaf yapılmamıştır.

Havuz ve hakaret medyası, devletin kaynakları, anket şirketleri, kalemi kırık sözde köşe yazarları, TRT, örtülü ödenek, kamu görevlileri Erdoğan’ın hizmetine seferber edilmiştir.

Sandığa gitmeyen 13 milyon 671 bin 498 kişi Erdoğan’ın değirmenine su taşımıştır.

30 Mart Mahalli İdareler Seçimlerine göre oy kullanmaktan imtina eden 5 milyonu aşkın kişi Erdoğan’a ümit aşılamıştır.

Demokratik gevşeklik 12.Cumhurbaşkanı koltuğuna Erdoğan’ı oturtmuştur.

Umut ve temenni ediyorum ki, vatandaşlık görevini yerine getirmeyen kardeşlerim önümüzdeki seçim süreçlerinde 10 Ağustos’u telafi edeceklerdir.

Ortada Erdoğan’ın matematiksel bir başarısı varsa da, ahlaken ve vicdanen mağlubiyeti tartışmasızdır.

Erdoğan şimdiden kriz üretmektedir.

Adli yıl açılış törenlerine katılma şartı koyması, muhalefetle ilişkilerini nasıl kuracağına dair sakat yaklaşımı, Çankaya’ya çıkmasına rağmen hala yapımı süren yeni Başbakanlık binasının etrafında gezmesi az çok izleyeceği yöntemler hakkında ipucu vermektedir.

Türkiye sistem kilitlenmesiyle karşı karşıyadır.

Demokrasi ve rejim krizi kapıdadır.

İlave olarak bölgesel sorunlar içinden çıkılmaz hal almaktadır.

IŞİD resmen sınırlarımızın dibinde katliam yapmaktadır.

Peşmerge yönetimi ve PKK, IŞİD’le mücadele görüntüsü altında küresel yardım ve yataklık neticesinde legal bir kisveye büründürülmektedir.

Hatta PKK’nın terör örgütü listelerinden çıkarılması dahi gündemi işgal etmektedir.

Bu gelişmeler Kürdistan’ın kurulması için stratejik ve ölüm üzerine bina edilmiş şirret bir tasarımdır.

Oyun içinde oyun vardır.

IŞİD’in elinde olduğu söylenen 49 vatandaşımızın ise Irak’taki bir Sünni aşirete teslim edildiği, bu masumlar üzerinden pazarlıklar yapıldığı iddiaları fazlalaşmıştır.

AKP’nin bir dönem; IŞİD militanlarının tedavi, barınma ve silah ihtiyaçlarını karşıladığı ileri sürülmektedir.

Bu terör örgütünün kimler tarafından silahlandırıldığı, bölgeye hangi gayelerle sürüldüğü ise sır olmaktan çıkmıştır.

Tüm oklar küresel güç merkezlerini işaret etmektedir.

Anlaşılan odur ki, Irak’taki siyasi yapının dizaynı ve bölgesel planlamanın sil baştan icrası için IŞİD görevlendirilmiş, önü açılmış, kan dökmesi tembihlenmiştir.

Masumların canı bölgesel senaryolarda dolgu malzemesi olarak kullanılmaktadır.

Lafa gelince demokrasi ve insan hakları konusunda mangalda kül bırakmayan malum ve batılı çevreler mazlumların ölümünü alttan alta teşvik etmektedir.

Güya İslam adına işlenen insanlık suçları; yüce dinimizi karartmak, gözden düşürmek ve sorgulatmak için el ovuşturanlara yaramaktadır.

İslam aleminin, kaleyi içten çökertmek için toplanan ve kuşatmayı sağlamlaştıran küresel statükoya karşı meşru müdafaasını yapması kaçınılmaz bir görevdir.

 

Kim ki IŞİD’le İslam’ı bir görüyor, insan kasaplarını Müslüman ve inançlı addediyorsa asıl hesaplaşılması ve dikkat edilmesi gereken iblis yanaşması odur.

Müslümanların doğrulması için çok az zaman kalmıştır.

Türkiye’yi bölgesel ve küresel bataklığa çekmek için can havliyle görev yapan stratejik kâbus mucidinin, böylesi bir dönemde Başbakanlık makamına oturma ihtimali ülkemiz adına talihsizliktir.

Eminim ki, AKP’nin vicdanlı delege ve mensupları tehlikeleri öngörerek ölçüsüzlüğe, tefrikaya, savurganlığa, içten pazarlıklı anlayış ve tercihlere vize vermeyeceklerdir.

Türkiye’nin milli güvenlik duvarlarını Erdoğan’la birlikte yıkan birisinin Başbakan olması stratejik felaket, stratejik iflas olacaktır.

Almanya’nın istihbarat teşkilatı bile çatır çatır Türkiye’yi dinlerken, içimiz dışımız böceklerle sarılmışken düzen kurucu ülke olmaktan bahsetmek eğer bir cahillik değilse, biliniz ki art niyetliliktir.

BOP’un mahzeninde tıpışlananlar Türkiye’nin cılkını çıkarmaktadır.

Almanya’ya göstermelik tepki koyanlar, izahat bekleyenler, yürekliyse daha etkili ve caydırıcı tedbirleri vakit kaybetmeksizin alacak iradeyi sergilemelidir.

Türk milletinin baştan ayağa dinlenmesi, izlenmesi ve özel hayatının arşivlenmesi geçiştirilemeyecek kepazelik olup esasen bir rejim krizidir.

Erdoğan uyurken, iftira ve yalan kitabı yazıp siyasi verkaçlarla en yakın arkadaşlarını saf dışı bırakırken;  iç ve dış kaynaklı uzun kulaklar Türkiye’yi dinlemiş, milletin, devletin niyet ve tasavvurlarını kaydetmiştir.

Erdoğan gezip tozarken, rüşvetle zenginleşip villalara para yığarken Türkiye başıboş kalmış; akbabalar, yarasalar, kan emici keneler, böcekler damı peçeyi sarmıştır.

Açık açık söylüyorum;

Türkiye’nin yeni vesayet kalesi AKP ve Erdoğan’dır.

Türkiye’nin yeni baş ağrısı AKP ve Erdoğan’dan başkası değildir.

Son olarak bir kez daha tekrar ediyorum ki; işler çığırından çıkmadan Recep Tayyip Erdoğan 28 Ağustos’a kadar halen yürüttüğü tüm görevlerinden ayrılmalı, kenara çekilmelidir.

AKP’nin olağanüstü kongresine katılmaya kalkışmamalıdır.

Hukuk adamları, hukuksuzluk karşısında suskun kalmamalıdır.

Bu düşüncelerle basın toplantımıza katılan her arkadaşıma teşekkür ediyor, bir kez daha katılımcıları sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.