Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin 4.İstişare Toplantısında Yapmış Olduğu Konuşma
25 Mart 2007-İstanbul
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Sayın Basın Mensupları,
İstanbul İl Başkanlığımızın ev sahipliğinde 4. Bölge İstişare toplantısını gerçekleştirmek üzere bir araya gelmiş bulunuyoruz.
Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale, Kocaeli, Sakarya illerini kapsayan bu toplantıya katılan dava arkadaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Cenab-ı Allah’a, tek başına iktidar yolunda bizleri yeniden buluşturduğu için şükrediyorum.
Değerli basınımızın mensuplarına görevlerinde başarılar diliyorum.
Hoş geldiniz, şeref verdiniz.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Türkiye bugün, beşinci yılının içinde bulunan AKP iktidarının neden olduğu, siyasi çatışma ve gerilim, sosyal çözülme ve bunalım, ekonomik buhran ve belirsizliklerin yaşandığı çok kritik bir süreçten geçmektedir.
AKP yönetimde, ülkemizin, milli birliği, milli ekonomisi, milletimizin ve devletimizin varlığı ve bekası ile iç ve dış güvenliği çok yüksek risk, tehdit ve tehlikelerle karşı karşıya karşıyadır.
Bugün artık Türk milletini, dış tesir ve müdahalelerden koruyacak ekonomik, kültürel, sosyal ve ahlaki güvenlik duvarları AKP zihniyetinin teslimiyet anlayışı ile yıkılmaya yüz tutmuştur.
Geride kalan kayıp yıllar içinde; Kıbrıs, Avrupa Birliği, Irak, terörle mücadele, Türkmenler, sözde Ermeni meselesi gibi bütün milli meselelerde yaşanan iflas gözlerimizin önünde gerçekleşmiştir.
Hükümetin gaflet ve ihanet arasındaki siyaseti sonucu, bölücülük yeniden hortlamış, Türkiye’nin milli birliğini hedef alan tahrikler AKP’nin gönüllü kılavuzluğunda hız kazanmıştır.
Milletimiz, ağır ekonomik sorunların aşılması umuduyla bugüne kadar büyük fedakârlıklarda bulunmuş ve refaha ulaşmayı sabırla beklemiştir.
Ancak, dört yıllık icraatı ile hiçbir sorununu çözmeyen hükümetin, artık milletimize verebileceğinin kalmadığı herkes tarafından anlaşılmıştır.
İş başındaki AKP zihniyeti,
Manevi değerler üzerinden ucuz siyaset yaparak,
Türkiye’nin milli çıkarlarını pazarlayarak,
Milletimizin şeref ve haysiyetini tartışarak,
Şahsi ihtirasları için Türk milletinin geleceğini ateşe atarak sakat, çarpık ve ilkesiz bir anlayışın temsilcisi olmuştur.
İlk seçimde çekip gidecek olan AKP, Türk siyasi tarihinde; taviz ve teslimiyet üzerine inşa ettiği yalan siyaseti, yağma anlayışı ve yozlaşma kültürü ile anılacaktır.
AKP’den başlayan çürüme ve kokuşma, toplum ve devlet hayatımızın her alanına sirayet etmiş ve bunun sonucu ahlaki değerlerimizin temellerini sarsan bir manevi çöküş süreci hız kazanmıştır.
AKP iktidarının beşinci yılında Türkiye, kanunsuzluğun kol gezdiği, vurgun ve hırsızlığın prim yaptığı yolsuzluklar ülkesi haline getirilmiş, namuslu insanlarımız yoksulluk, ümitsizlik ve korkuya terkedilmiştir.
Siyasi, ahlaki ve vicdani hiçbir ölçü ve sınır tanımayan bu inançsız kadrolar, bir iktidarın temel görevi olması gereken;
- Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli güvenliğini,
- Türk milletinin milli birliğini, bekasını ve refahını,
- Toplumsal huzur ve asayişimizi, çok ciddi ve ağır tehlikelerle karşı karşıya bırakmıştır.
Her cephede yaşanan çöküntü Türkiye’yi, siyasal kaosa ve sosyal bir kargaşaya doğru hızla sürüklemektedir.
Hükümetin bütün hünerini gösterdiği en başarılı alan ise AKP kadrolarının içine gömüldükleri yolsuzlukların üstünü örtmek ve yöneticilerini aklamak olmuştur.
Hayatlarından memnun olan bir azınlığın, “istikrar” adına genel seçimlerden bile vazgeçmeye hazır oldukları bu talan ortamında, geniş halk kitleleri yokluk, yoksulluk içinde kıvranmaktadır.
AKP hükümeti ile Türkiye, bir taraftan üzerinde hesapları olan mihrakların, diğer taraftan ise yağmadan hisse kapmaya çalışan çıkar çevrelerinin, ümit ve geçim kapısı haline gelmiştir.
Menfaatleri için AKP’nin payandası olmayı sürdüren bu çıkar odaklarının, hükümeti övmek ve yaklaşan krizleri örtmek ve ötelemek üzerine, bir riya ve tezahürat yarışına girmiş oldukları zaten bilinmekteydi.
Şimdi ise, aralarında bazı medya gruplarının da bulunduğu kimi çevrelerin, AKP’nin tanıtım ve reklâm faaliyetlerini gönüllü olarak üstlendiklerine şahit olunmaktadır.
Bu kapsamda her gün bir kuruluşun, içinde sinsi senaryoların saklandığı, düzmece ve dayanaksız “kamuoyu yoklaması“ adı verilen anketlerle, milletimizin iradesine engel olmaya çalıştıkları anlaşılmaktadır.
Gelinen bu noktada, yağmadan beslenen çevreler ile hükümet arasında, birbirini tamamlayan ilişkiler ağının derinleştiği ve kirli siyaset, kirli ticaret, kirli kazanç şebekesinin, düştükleri çukurda birbirlerine mahkûm hale gelmiş oldukları görülmektedir.
Geleceklerini ve varlıklarını, AKP zihniyetinin mutlak devamında gören yerli ve yabancı asalakların, AKP’siz bir Türkiye’nin olamayacağına dair kara propagandaları için bir organize siyaset şebekesi gibi çalıştıkları belli olmuştur.
Bu kredi, taviz, talan ve riya çarkının farkına varan vicdan ve merhamet sahibi az sayıdaki aydın ve medya kuruluşları ise AKP istibdadının tehdit ve şantajlarına maruz kalmaktadır.
Siyaseti çıkar ve ikbal fırsatı olarak gören bu ilkesiz kadroların, ahlaktan uzak ve milli değerlerden yoksun yönetim anlayışını hâkim kılmak için, sinsi bir tahrip ve tertip kampanyasını yıllardır yürüttükleri hepimizin malumudur.
Özellikle “finale yaklaşıyoruz” diyen Başbakan’ın merkezinde bulunduğu, planlı bir gerilim ve baskı politikasıyla, artık her şeyin çivisi çıkmış, ülkemizdeki bütün ölçü ve ayarlar kaçmıştır.
Bu aşamada, Başbakan’ın, partisini de, demokrasimizi de sıkıntılı bir sürece sürüklediğinin farkına varma zamanı gelmiştir.
Bu zihniyetin, çürümekte olan ömrünü birkaç ay daha uzatabilmek için her türlü rezaleti ve tertibi göze alabilecek ahlaki zafiyete düşmüş olduğu bütün çıplaklığı ile görülmektedir.
İçte, inançları istismar ile mazlum ve mağdur rolü; dışta tam teslimiyet üzerine kurgulanan sanal AKP siyaseti, Başbakan’ın dediği gibi finale gelmiş ve uçurumun kenarına dayanmıştır.
Türkiye bugün kan kaybetmektedir. Sürekli bir suni gerginlik ve suni iyimserlik senaryoları arasına sıkıştırılarak aklı karıştırılmış ve bocalayan bir ülke haline getirilmiştir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve yaşanan gelişmeler, Türk milletini seçim gününe kadar tehlikelerle dolu, çok zor ve sıkıntılı günlerin beklediğinin habercisidir.
Yarattığı tahribat milli bir afet boyutlarına ulaşan AKP zihniyeti, artık Türkiye’nin bekası için başlı başına ve en büyük tehdit haline gelmiştir.
Geride kalan kayıp yıllar iktidarın yaşayabilmek için devletimizi, demokrasimizi ve toplum hayatımızı içten içe kemirmekten, kurumlarla çekişme ve çatışma yaratmaktan kaçınmayacağını göstermiştir.
AKP’nin son oyunu, Yargıtay’daki 23, Danıştay’daki 6 boş üyelik için yaklaşık on buçuk aydır seçimi engellemesi ile ortaya çıkan yeni bir bunalımdır.
7 Ocak 1946’dan buyana çok partili olan demokrasimiz açısından bu vahim gelişme, yürütme gücüne sahip hükümetin, yargıyı önleme ve yargı üzerinde baskı oluşturma ve tek parti diktası oluşturma e arzusudur.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun karar almasını, müsteşarı vasıtası ile önleyen Adalet Bakanı ve hükümet bu tavrı ile açıkça suç işlemektedir. Suçu tutanakla da sabittir.
Başbakan’ın yasama ve yürütme yetkilerinin ardından yargıyı ele geçirerek ulaşmak istediği siyasal netice, devlet ve millet karşıtı bir azınlık tahakkümüne dayanan “Baas rejimi”dir.
Buradan bu tehlikeli oyunu oynamaya yeltenen Başbakan’ı uyarıyorum: Türkiye Cumhuriyeti asla ve asla bir parti devleti olamaz. Bunu aklınızdan çıkarınız.
Türk milleti ve devleti, “mutlakiyet” arayan Başbakan ve maiyetine dur demeye muktedirdir. Sakın yanlış yapmayınız.
Dileğimiz, hükümetin ayağını denk alması ve başına gelecekleri iyi hesaplamasıdır.
Artık kuşkuya yer bırakmayacak şekilde anlaşılmıştır ki, vatanımız için başka coğrafyalarda düşman ve işbirlikçi aramaya gerek yoktur. Bunun adresi AKP’dir.
Bu ilkel zihniyet, ilk seçimde silinip gidecek ve demokrasi tarihimizde bir leke olarak kalacaktır. Artık akıbet ortadadır. AKP’nin sonu gelmiştir.
Başbakan’ın asabiyeti de bundandır. Argo, ve tahkir dolu sözleri gerilen sinirlerinin işaretidir. Kendisi de gidişatın farkındadır.
Ancak korkunun ecele faydası yoktur. Geldikleri gibi gidecekler, gittikleri yerde mutlaka ve mutlaka hesap vereceklerdir.
Bu hesabı sormak, Milliyetçi Hareket için vatan borcu haline gelmiştir.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
AKP’nin cepheleşme ve kutuplaştırma stratejisinin son ve en tehlikeli örneği Cumhurbaşkanlığı seçimleridir.
Demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizde 29 Ekim 1923 tarihinden bugüne kadar 10 Cumhurbaşkanı görev yapmıştır.
Aralarında demokratik teamüllere aykırı seçilmiş olanları varsa da hiçbirinin seçim süreci, AKP döneminde olduğu kadar rezalet ve gerilimlere açık olmamıştır.
AKP zihniyetinin, her alanda yaşadığı ahlaki aşınmayı Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, üstelik kamuoyu önünde tekrarladığı görülmektedir.
Türk devletinin zirvesinde bulunan bu en üst makamı bir krallık, TBMM’ni de kralı kutsayan naibler topluluğu zanneden AKP zihniyeti, konuyu artık iyice sulandırmış ve işi veliahtların anket yoluyla seçimi gibi bir rezalete dönüştürmüştür.
Hergün, kimin Cumhurbaşkanı olması gerektiğine yönelik bir AKP anketinin gündemi meşgul ettiği bu süreçte, Türk devletinin en büyük mevkisi, Başbakan tarafından adeta pazara düşürmüştür.
Eskilerin “kâht-ı ricâl” dedikleri devlet adamı kıtlığını partisinde derinden yaşadığı anlaşılan ilkel AKP zihniyeti aday listeleri ile seçimi mezata çıkarmış, tıpkı siyaseti olduğu gibi bu önemli konuyu da kendi seviyesine indirerek, süründürmeyi başarmıştır.
Elinden gelse Cumhurbaşkanlığı, Meclis başkanlığı ve Başbakanlığını birlikte yürütmek isteyecek olan muhteris ruhi yapının sahibi, bu tavrı ile adaylarda, liyakat, tecrübe ve nitelik aramadığını da göstermiştir.
Hatırlatmak isteriz. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı makamı; Atatürk’ün seçilmesi ile birlikte, Kurtuluş Savaşı kahramanlığının simgelendiği kutlu bir yer olmuştur.
Buraya heves eden Başbakan’ın seçimi halinde Çankaya, ne ile ve hangi erdemle temsil edilecektir.
- Kendi çiftçisinin “anasına” hakaret eden,
- Mehmetçiği “yan gelip yatmakla” suçlayan,
- Aziz şehitlerini “kelle “olarak tanımlayan,
- Bölücü katile “sayın” diyen,
- Milletimizi “kimliksiz” yapmaya çalışan,
- Hakkındaki suçlardan aklanamayan Başbakan, bu sabıkalarından hangisi ile anılacaktır.
Çankaya’da, taviz ve teslimiyet mi, bağımlılık ve ilkesizlik mi, peşkeş çekme ve işbirlikçilik mi, argo ve hakaret mi? hangisi temsil edilecektir?
Bunu Milliyetçi Hareketin kabul etmesi mümkün değildir.
Bu duruma hiçbir milliyetçinin rıza göstermesi mümkün değildir.
Buradan Başbakan’a sesleniyorum:
- Türk devletinin dinamiklerini ve kurumsal ilişkilerini yeterince tahrip ettiniz.
- Türk milletinin siyaset ve diplomasi geleneklerini fazlasıyla istismar ettiniz.
- Toplumsal dokumuza, kardeşliğimize ziyadesiyle zarar verdiniz.
- Devletin bütün kurumlarıyla ve toplumun bütün kesimleriyle çekiştiniz,
- Türkiye’nin milli ve manevi değerleri üzerinden kışkırtıcılık yaptınız,
- Devletin kuruluş ilkelerini siyasi ikbaliniz için tartıştırdınız,
Gelişmelerden, talip olduğunuz mevkiinin ilelebet yaşayacak olan Türk devletinin başkanlık makamı olduğunu anlamamış olduğunuz görülmektedir.
Bir rejim sorununa dönüşebilecek siyasi bir bunalıma sürükleyerek ülkemize yeni bir zarar daha vermeyiniz.
Hiç değilse bu kez, Türk Devleti’nin Cumhurbaşkanlığı mevkiini daha fazla incitmeden, sulandırmadan bir karar veriniz.
Ve açıklayınız: Aday mısınız, değil misiniz?
Aday değilseniz, magazine düşürmeden, dedikoduya fırsat vermeden daha fazla yıpratmadan adayınızı açıklayınız.
Biz buradan, can çekişen AKP zihniyetine “Köşk için nabız tutuyoruz” adı altında yaşanan seviye kaybının telafisini, Çankaya’ya çıkaracakları şahısla bile kurtaramayacaklarını duyurmak istiyoruz.
Türkiye, ehven-i şer’e mahkûm edilmeyecek kadar büyük bir devlettir.
Bu vesile ile Meclis’te bulunan siyasi partileri de Cumhurbaşkanlığı konusundaki ilkelerini açıklamaya ve arkasında durmaya davet ediyoruz.
Siyasal şartların ve dış desteğin eseri olan AKP iktidarında, Başbakanlığı’na bile artık tahammül edilemeyen şahsın, yedi yıl sürecek yeni bir tasallutuna Türk milletinin katlanması mümkün görülmemektedir.
Uzlaştırıcı kişilik özelliklerinin yanı sıra toplumsal ve kurumsal uzlaşma gerektiren bu makamın, kavgacı ve bozguncu bir mizaca teslim edilmesi söz konusu değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı;
- Cumhuriyetin temel değerleri ile çatışan,
- Milletin birlik ve beraberliğine muhalif,
- Halkı ve devletin temel kurumları ile kavgalı bir şahsın sığınağı olmamalıdır ve olmayacaktır.
AKP içinden kim çıkarsa çıksın, bu aşamadan sonra 11. Cumhurbaşkanı’nın şaibeli, zayıf ve ürkek olacağı muhakkaktır.
Tehlikeli bir kumar oynamaya hazırlandığı görülen AKP’nin, doğacak sonuçları idrak etmesi her şeyden önce kendi hayrınadır.
Buradan açıklıyorum, bu şartlarda seçilecek bir Cumhurbaşkanı’nın yönetim süresi, tek başına MHP iktidarında son bulacaktır.
Değerli Dava arkadaşlarım,
Bizim milliyetçilik anlayışımıza göre bir ülkenin huzur, güvenlik ve asayiş içinde bulunması, ancak millet fertleri arasında refah, adalet, ahlak ve eğitimin yükselmesi ile mümkün olabilir.
Başka bir ifade ile suçun ve suçluların artıyor olması, yoksulluğun, adaletsizliğin, çaresizliğin ve yolsuzluğun arttığının, ahlâkın zayıfladığının, sosyal dokunun bozulduğunun bir işareti sayılmalıdır.
AKP’nin getirdiği bugünkü seviyede, siyasi ve ekonomik güven ve istikrar ortamından, iç huzur ve güvenlikten bahsedilemeyeceği de gün gibi ortadadır.
Bugün işbaşındaki AKP yönetimi ile milletimizin açlıkla yoksulluk arasındaki ince çizgide gidip gelerek, çok zor ve sıkıntılı bir hayat sürdürmeye çalıştığı hepimizin bildiği ve yaşadığı bir gerçektir.
AKP Türkiye’sindeki çürüme ve çözülme, hukukun, can ve mal güvenliğinin, toplumsal ahlâkın hızla aşınmasına da neden olmaktadır.
Özellikle başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerimizinde ahlaki çöküşün, asayişsizliğin, terörün, toplumsal güvensizliğin ve kuşkunun egemen olduğu bir bunalım AKP iktidarı ile zirveye ulaşmıştır.
Avrupa Birliğine girme heyecanı ile toplumsal dengeleri dikkate almayan AKP’nin çıkardığı yasalar, suçun ve suçlunun önünü açmış ve sokaklar suçlulara teslim edilmiştir.
“Özgürlük ve güvenlik arasında denge kuruyorum” denilerek suçlulara özgürlük sağlanmış, kamu otoritesi zayıflatılarak, adliye, polis, ve jandarma çaresizliğe itilmiştir.
AKP iktidarının sorumsuz ve umursamaz tavırları sonucunda özellikle büyük kentlerde, vatandaşlarımız tehdide, şiddete maruz kalmış, asayişe yönelik hadiseler artık halkın günlük hayatını etkileyecek boyutlara ulaşmıştır.
Türkiye’de polis bölgelerinde 2006 yılı itibariyle meydana gelen asayiş olayı sayısı 785 bin’i aşarak 2002 yılına göre %260 artış göstermiştir.
Bu oranla devamı halinde 2007 yılı sonunda Türkiye çapında emniyet bölgesinde işlenecek suç sayısının 1 milyon 250 bin’i aşması beklenmektedir. Bu, her 60 vatandaşımızdan birinin, bir yıl içinde suça maruz kalacağını göstermektedir.
Sokaklar, spor klüpleri, sporcular, dini mabetler ve din görevlileri, kamuya ait binalar, işyerleri, meskenler, yayalar, otomobil sürücüleri, üzerinde para veya çanta taşıyanlar yayılan suçların ve artan suçluların artık açık hedefi haline gelmişlerdir.
Ülkemizin huzur ve güvenliğinin, emniyet ve asayişinin tarihte görülmediği kadar bozulduğu bu dönemde, AKP yöneticileri hiçbir sorun yokmuş gibi davranmaya, suçu olağan bir sonuç gibi algılamaya devam etmektedirler.
Yakalanan suçlular, adliyeyi mağdurdan önce terk etmekte, yetersiz mahkûmiyet kararları da suça özendirici olmaktadır.
Sonuçta ise, polisin kendi konutlarını koruyamadığı, vatandaşımızın ödül koyarak suçlu aradığı, belediye otobüslerinin giremediği, mahallelinin sopa ile nöbet tuttuğu bir Türkiye tablosu ortaya çıkmıştır.
İnsanlarımızın işteyken aklı evinde, evindeyken aklı işinde kalmakta, bir suça maruz kalma kaygısıyla yaşamaktadır.
Hükümetin uzaktan seyrettiği asayiş problemi artık yalnızca yetişkinleri değil çocuklarımızı da etkileyecek boyutlara ulaşmıştır. Alınamayan tedbirlerin ve umursamazlığın neticesinde suç işleme yaşı düşmüş, bebek denecek yaştakiler bile suçlarda kullanılmaya başlamıştır.
“Herkesin başına polis dikemeyeceklerini” söyleyerek sorumluluk almayan, ve “ayda bir iki olay, büyütmemek lazım” diyerek küçümseyen Başbakan’ın gafleti, suçları okullara kadar indirmiş durumdadır.
Türkiye, suç ve suçluluk konusunda çok vahim bir sona doğru ilerlemektedir. Hükümetin bu sorunu önleyemeyeceği, önlemeye de kudretinin olmadığı anlaşılmıştır.
Geldiğimiz bu noktada asayişsizlik, ülkemizin milli güvenliğini ve devletin bekasını bile etkileyecek öncelikli ve asla ihmal edilemeyecek bir konu haline gelmiştir.
Değerli dava arkadaşlarım,
Bütün bu suçların ve suç ortamının sorumluluğu hükümet ve politikalarındadır. Son dört yıl içinde üç misline yaklaşan suçlar karşısında İstanbul Valisi’nin dünyanın başka kentleri ile yaptığı mukayeseler bu gerçeği değiştirmemektedir.
Artan suçlar ve bozulan asayiş, AKP hükümetinin sanal başarı yalanları için en gerçek ve hayatın içinden çıkmış en önemli tekziptir.
Bilinmelidir ki,
- Ailenin refahı ve huzuru sağlanmadan,
- Adaletli ve hakkaniyetli bir gelir dağılımı olmadan,
- Halkımızın iş ve istihdam ihtiyacı karşılanmadan,
- Yolsuzluk, istismar ve adam kayırma ortadan kalkmadan,
- Suçluları caydıran ve cezalandıran yasalar konulmadan,
- Kolluk gücüne müdahale inisiyatifi tanımadan,
- Çocuklarımızın ahlaki eğitimi tamamlanmadan,
- Ceza infaz sistemi sağlıklı bir yapı ile işler hale gelmeden, huzur ve asayişin sağlanması asla mümkün değildir.
Huzursuzluğun gerçek nedeni ve mihrak noktası, bu yönetim anlayışı ile AKP’dir ve Başbakan’dır.
Yaklaşan Tek başına Milliyetçi Hareketin iktidarında bu defter de açılacak ve bu ilkesiz zihniyetten mutlaka hesap sorulacaktır. Kaçış ve kurtuluş yoktur.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Konuşmamın bu bölümünde ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaşanan bir gelişmeye değinmek istiyorum.
Milli köklerinden kopmanın, millet sevgisinden uzaklaşmanın, nasıl sonuçlara neden olacağının vahim bir örneği, geçen hafta gerçekleşen bir olayla, bir kez daha ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Kendilerini, Anavatanına değil Rum yönetimine; İstiklal Marşına değil, Rum şarkılarına yakın hisseden, onurunu kaybetmiş bir grubun yaptıkları, Kıbrıs Türklüğünün tarihine düşmüş kara bir leke olarak yaşayacaktır.
Basında yer alan haberlere göre; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki bir partinin, şehitler gününe denk getirilen kongresinde; İstiklal Marşımız okunmamış, şehitlerimize saygı duruşunda bulunulmamış, kongre süresince Rum siyasi şarkıları çalınarak, sözde birleşik Kıbrıs’la ilgili zırvalar alkışlanmıştır.
Rum’a yakın, Türk’e uzak bu zihniyetin; isminden başka Türklükle alakasının kalmadığı anlaşılan bu partinin toplantısında, ihanet bununla da kalmamış, toplantıya Yunanistan’ ve Rum yönetiminden katılan davetliler “ortak vatan” çağrısında bulunma küstahlığını göstermişlerdir.
Avrupa Birliği macerasında AKP zihniyetinin teslimiyet yoldaşı olan partinin, bu toplantısına katılan AKP temsilcileri bu rezaleti pişkinlikle ve utanmadan izlemişlerdir.
Bu olay ile Kıbrıs’ı Türkiye’nin sırtında bir kambur gören AKP zihniyeti’nin ardından, soyunu kaybetmiş bazı şahısların, Türklüğü de bir kambur olarak görmeye başlamış oldukları anlaşılmaktadır.
Böylesi bir çürümüşlüğün, bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde iktidar ortağı olması ise çok büyük bir talihsizliktir.
Geçtiğimiz günlerde, “hellim peyniri”nin kime ait olduğuna yönelik Kıbrıs’ta Rumlarla yaşanan bir tartışma hepimizin malumudur. Bu gelişme ile şahsiyetini kaybetmiş bu zihniyet nazarında, Türklüğü savunmanın, peynirin kaynağını aramak kadar bile önem taşımadığı anlaşılmaktadır.
Kıbrıs Türkü’nün şerefli ve kahraman mücadelesinde leke olarak yerini alacak olan bu hadiseyi şiddetle kınıyorum.
Kimliklerini terk ve inkâr ederek, Rumlara sırnaşarak siyaset yapmak isteyen işbirlikçileri huzurunuzda lanetliyorum.
Temennimiz Kıbrıs Türkünün bir an önce silkinerek uyanması ve ilk seçimde bu rezaletlerin hesabını sorması, bu defolu zihniyeti tavsiye etmesidir.
Bilinmelidir ki Kıbrıs Türk’ü yalnız değildir. Milliyetçi Hareket Kıbrıslı soydaşlarımızın ilelebet yanındadır.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Bugün AKP politikalarının her konuda iflas ettiği, ortadadır. Türk milletini adım adım buhrana götüren ve çöküntü yaşatan AKP için umut ticaretinin artık sonuna gelindiği, hükümetin panik halinden de anlaşılmaktadır.
Türkiye’de, manevi değerlerin istismarı ile ucuz siyaset yapan, Türkiye’nin milli çıkarlarını, onurunu pazarlayan bir iktidar ömrünü tamamlamak üzeredir.
Türkiye’nin tehlikeli bir yola sokulmakta olduğunu dört yıldan beri ısrarla savunan Milliyetçi Hareket, bugün karşımıza çıkarılan bu vahim durumu zamanında görmüş ve gerekli uyarıları zamanında yapmıştır.
Bu aşamada, ülkemizin ve milletimizin sürüklendiği açmaz karşısında, ortak akılla ve sağduyunun rehberliğinde, ülkeyi felaketten çıkarmak için milliyetçilerin iktidarından başka çözüm yolu gözükmemektedir.
Türkiye’mizin kuşatıldığı, tarihimizin yargılandığı, kardeşliğimizin sarsıldığı, değerlerimiz tartışmaya açıldığı, bu tehdit ve risklerle dolu süreçte ülkemin yegâne umudu Türk Milliyetçileridir.
Milliyetçilik, Milli mücadeleyi veren fikrin adıdır. Milliyetçilik, Cumhuriyetimizi kuran iradenin adıdır.
Türk milliyetçiliği, şimdi de bu yeni sömürme ve eritme siyasetinin önüne engel olarak çıkmalıdır. Ve Çıkacaktır.
Başka başkentlerin sunduğu kurtuluş reçetelerinin Türk milletini bir adım ileri götürmeyeceği açıktır. Bunun tek çözümü, dünyaya “Türkiye”den bakmakla mümkündür. Meseleleri “Türkçe” okumakla mümkündür.
Bu nedenle, bütün vatanseverlerin, bütün milliyetçilerin, yüreği vatan için çarpan herkesin adresi Milliyetçi Hareket Partisi olmalıdır ve olacaktır.
2023 yılında lider ülke Türkiye ülküsü, ancak böylesi bir elbirliği ve güç birliği ile gerçekleşebilir.
Bilinmelidir ki, Milliyetçi Hareket Partisi’nin tek başına iktidarında daha onurlu, müreffeh, huzurlu, adil ve güçlü bir gelecek milletimizi beklemektedir. Hedefimiz tek başına iktidardır.
Milliyetçi hareketi iktidara taşıyacak olanlar ise sizlersiniz.
Hakka yürüyüşünün 10. yılına yaklaştığımız önümüzdeki günlerde rahmet ve minnetle andığımız Başbuğumuz Türkeş Beyin tanımı ile “Hepiniz birer Türk Bayrağısınız”
Biz, bu bayrağı lekelememek, kirletmemek, yere düşürmemek üzere and içtik.
Ben, bu inançla aziz milletimin emanetini kucaklayarak yola çıkıyorum. Ve şimdi sizlere soruyorum:
Benimle beraber, Türk milletini ayağa kaldırmaya hazır mısınız?
Tek başına iktidar yolunda bana yol arkadaşı olmaya hazır mısınız? O halde yolumuz açık olsun.
Değerli Dava arkadaşlarım,
Bu toplantının, saflarımızı sıklaştırmak ve tazelenmiş bir inançla yolumuza devam etmek için bir vesile olduğunu düşünüyorum.
Türkiye sevdalısı olan herkesin, “Türk milleti” ortak paydasında buluşacaklarına, milli değerler etrafında kenetleneceklerine yürekten inanıyorum.
Bu kucaklamaya vesile olan İstanbul İl Başkanlığına, heyecanla katılan dava arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum.
Buradan gideceğiniz vatan köşelerine, aziz milletimizin her ferdine, en içten selam ve sevgilerimi tek tek götürünüz.
Her birine yaklaşan tehlikeleri anlatınız, milliyetçiliği tanıtınız. Sabırla ve sükunetle yaklaşınız, başaracağımıza inanınız.
Bu vesile ile Tek başına iktidara giden yolda bütün arkadaşlarıma üstün başarılar diliyorum.
Yüce Allah’ın, Türkiye'nin geleceğine sahip çıkma mücadelesinde milliyetçilerin emeğini karşılıksız bırakmayacağına inanıyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyor ve kucaklıyorum. Sağ olun, var olun.
Tek başına iktidar için, tek yürekle ve hep beraber bir kez daha haykırıyorum.
Altmışıncı Hükümet, Milliyetçi Hareket.
Ne mutlu Türküm diyene.
|