Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Ne üzücüdür ki, Türkiye hayatın her alanında gerilemekte ve tökezlemektedir. Sürekli ertelenen, ertelendikçe büyüyen, büyüdükçe içinden çıkılmaz hal alan derin ve köklü sorunlar ülkemizi ciddi şekilde tehdit etmektedir. İstikrar ve güvenliğimiz hükümet kaynaklı ihmalkârlığın, vizyonsuzluğun, hedefsizliğin kurbanıdır. Ülkemiz vahim, vahim olduğu kadar da ölçüsüz, ilkesiz, yönsüz, yolsuz ve kontrolsüz bir sürecin tüm ağırlığını yaşamaktadır. AKP’nin yönetim ve boyunduruğu altında geçen uzun yıllar kayıp, hüsran, israf, acı, afet, yenilgi ve acziyet olarak hafızalardadır. Türkiye alarm vermektedir. Aradığımız, arzuladığımız ve umut ettiğimiz huzurlu ve güzel günlerden en ufak iz ve eser yoktur. Dirliğimiz son nefesini vermek üzeredir. Kardeşliğimiz ağır yaralıdır. Ekonomik refah, sosyal adalet, siyasi denge hiç olmadığı kadar karmaşık ve karanlıktır. Türkiye’nin içine sürüklendiği bunalım ve buhran döngüsü ufkumuzu kapatmakta, istikbalimizi riske sokmaktadır. Düzenlediğimiz bugünkü basın toplantısında işte böylesi kaygı verici ve kırılgan bir ülke tablosunu ana hatlarıyla değerlendirip görüş ve yorumlarımı sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Bu vesileyle hepinize hoş geldiniz diyorum.
Değerli Basın Mensupları, Parti olarak, milletimizin sıkıntı ve sorunlarının tahammül ve dayanma eşiğini çoktan geçtiğini düşünüyoruz. Yeni diye sunulan, yeni diye yutturulmaya, yeni imajıyla yedirilmeye çalışılan her şeyin yeğni ve yenilgi olduğunu ibretle görüyoruz. Anlaşılan odur ki, ihanetin yeni bir dalgası, çözülmenin yeni bir fazı, bölücülüğün yepyeni bir furyası düne eklemlenerek, düne iliştirilerek ilerletilecektir. Bildiğiniz gibi, 10 Ağustos Cumhurbaşkanı Seçimi’nin toz bulutu altında halef-selef Cumhurbaşkanları arasında devir-teslim işlemi tamamlanmıştır. Seçilmiş 12. Cumhurbaşkanı Erdoğan hukuki nitelikli haklı eleştiri ve tartışmaların gölgesinde koltuğuna oturmuş, görevine başlamıştır. Müteakiben AKP’nin 5’inci, Türkiye Cumhuriyeti’nin 62’inci Hükümeti Konya Milletvekili ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Başkanlığında 29 Ağustos 2014 günü kurulmuştur. Başbakan Davutoğlu, Hükümet Programı’nı 1 Eylül 2014 günü TBMM’nde okumuştur. Hükümetin tam manasıyla göreve başlayabilmesi için gerekli olan güven oylaması bugün yapılmış ve 62’inci Hükümet TBMM’nden vizeyi almıştır. Normal tarihi 7 Haziran 2015 olan 25.Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi’ne kadar Türkiye’nin siyasi sorumluluğu bu Hükümet’in omuzlarında olacaktır. Yeni AKP Hükümeti’nin niyet, mizaç ve maksadı baştan sorunlu, baştan hasarlıdır. Çünkü bu Hükümet’in ipleri hala Erdoğan’ın elindedir. Çünkü bu Hükümet Erdoğan’a zimmetlenmiştir. 62.Hükümet gelip geçici olduğu kadar bağımlı, tutsak, havası inik, başı eğiktir. 62.Hükümet icazetle tesis, pazarlıklarla tezahür, karşılıklı menfaatlerle tecelli etmiş siyasi bir kukladır. Bu Hükümeti, özellikle bir önceki Erdoğan Hükümeti’nden ayıran, farklılaştıran, özel kılan hiçbir yan yoktur. Yaygın kanı ve kabule göre; 62’inci Hükümet’in program, söylem, eylem ve hedefleri Çankaya’da belirlenmiş, Çankaya’dan dikte edilmiştir. Bizim de düşüncemiz bu yöndedir. Yeni Hükümet Programı’nın ana yörüngesi 61’inci Hükümetinkine sabitlenmiş ve çivilenmiştir. Ahmet Davutoğlu Çankaya’nın Başmabeyincisi olmaya peşinen rıza göstermiş, komutla ve kumandayla hareket eden Başçuhadarlık vazifesini gönüllüce kabullenmiştir. Bu, Türk milleti adına üzüntü duyduğumuz bir durumdur. Elbette 62’inci Hükümet’in ne getirip ne götüreceğini zaman içinde görmek mümkün olacaktır. Biz önyargısız, iyi niyetle, içtenlikle ve samimiyetle Hükümet’in başarılı olmasını ister ve bunu dileriz. Fakat ilk düğmesi yanlış iliklenen, ilk adımı yanlış atılan, baştan aşağıya Erdoğan’ın siyasi dürtülerine teslim olan, Türkiye’nin asıl ve gerçek sorunlarına yabancı duran bir Hükümet’ten çok şey beklemenin de zaman kaybı olacağına yürekten inanırız.
Sayın Basın Mensupları, 62’inci Hükümet Programı’nda öne çıkan ve göze çarpan dört ana vurgu olduğu şüphesizdir. Bunlar; yeni Türkiye, yeni Anayasa, paralel yapıyla mücadele ve sözde çözüm sürecidir. Çankaya’da hazırlanıp Davutoğlu’nun önüne koyulan Program’ın özü ve ana omurgası bu dört hedefle çizilmiş ve şekillenmiştir. Başbakan Davutoğlu, Erdoğan tarafından kulağına fısıldanan ve hatta talimatlandırılan ne varsa benimsemiş, daha doğru bir deyimle benimsemek zorunda kalmıştır. AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık koltuğunun şarta tabi olarak Davutoğlu’na tevdi edilmesi boşuna değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 62’inci Hükümet’in ruhunu haczetmiş, iradesini gasp etmiştir. Davutoğlu siyasi velayet altına girmiş, Erdoğan vasiliğine ve vesayetine boyun eğmiştir. Ayakları üzerinde duramayan, ilkeleri ve ahlaki sınırları bulanık bir iktidarın iç ve dış problem sahalarının genişlediği bir dönemde siyasi sorumluluk üstlenmesi milletimiz adına bahtsızlıktır. 62’inci Hükümet’in terzisi Erdoğan, kumaşı BOP, hastalıklı bedeni yeni Türkiye, gıdası bölücülük, vitamini paralel yapıyla mücadele, ezberi yeni anayasa, kirli mayası ise rüşvet ve yolsuzluk dosyalarıdır. Bu yüzden 62’inci Hükümet’ten doğruluk beklemek, bütüncül politikalar izleyeceğini sanmak, Türkiye’nin ve Türk milletinin hayrına faaliyet göstereceğini ummak saflık ve akılsızlıktır. Başbakan Davutoğlu ‘10 Ağustos ile birlikte yeni Türkiye’nin inşa süreci başladı’ diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan manen ve ahlaken ağır kusurlu mirası devraldığını açıkça beyan etmiştir. Başbakan, Hükümet Programı’nda yeni Türkiye ucubesine methiyeler düzmüş, övgüler yağdırmıştır. Başbakan’a göre, yeni Türkiye’nin kapıları 10 Ağustos’ta ardına kadar açılmıştır. Yine Davutoğlu’na göre, son 12 yılda yapılanları yeni bir atılım dönemi ile taçlandırmak Hükümet’in temel misyonu olarak belirlenmiştir. Davutoğlu kitabi ve beylik sözlerle binbir gece masallarını aratmayacak hayaller peşinde koşmuş, suya yazı yazmanın yanında hayal tacirliğiyle avunmuştur. Belli ki, çiçeği burnunda Başbakan selefinden çok şey öğrenmiştir. Ancak öğrendikleri hep yanlış, hep yüz karasıdır. Yeni bir medeniyet ihyasından bahseden Başbakan’ın, örtülü şekilde Türk-İslam medeniyetini küçümsemesi, kafasına göre, keyfi olarak kötülemesi müktesebatıyla haddinden fazla çelişmektedir. Davutoğlu siyasi varlığını, siyasi vazifesini Erdoğan’ın gözüne girmeye, verdiği ev ödevlerini yapmaya adamıştır. Yeni Hükümet’in gündeminde millet yoktur, Türkiye yoktur, Cumhuriyet yoktur, millilik yoktur, heyecan yoktur, insan yoktur, sosyal ve ekonomik kesimlere umut da yoktur. Yeni Hükümet’in tek hedefi Recep Tayyip Erdoğan’ın ikbal ve çıkarlarına hizmettir. Sırf bu yüzden 62’inci Hükümet bir Erdoğan kumpası, bir Erdoğan komplosudur ve tepeden tırnağa zincirli, A’dan Z’ye prangalıdır. Eskinin bir türevi, eskinin bir yansıması, son 12 yıllık başarısızlığın mirasçısı olan 62’inci Hükümet ve başındaki zat aslında yeniye, yenilenmeye ve yeni olan her şeye tümden uzaktır. Ağzından restorasyon kelimesi düşmeyen, saçma sapan nakillerle, özenti ve kopya kavramlarla Türkiye’nin gerçeklerini örten, yeni Türkiye tetikçiliği yapan Başbakan ve hükümeti 12 yıllık bozgunun miadı dolmuş ürünüdür. Türkiye’yi bölücülüğün kör testeresiyle restore etmeye, rejim ve sisteme yeni kılıflı zehirli hançer saplamaya azmeden bugünkü güruhun önce kendisini yenilemesi ve kirli emellerini gözden geçirmesi en halisane temennimizdir.
Sayın Basın Mensupları, Başbakan Davutoğlu’na göre, yeni Türkiye kendine güvenen donanımlı, erdemli vatandaşlarıyla dünyada öncü ülke olacaktır. Bu güdük tez, AKP’nin 12 yıllık söylemiyle taban tabana zıttır. Daha düne kadar Türk vatandaşlarının özgüvene kavuştuğunu, Türkiye’nin ilklere imza attığını bıktıran tekrarlarla ileri süren AKP’li yöneticiler değil midir? Daha düne kadar, Türkiye’nin bölgesinde ve küresel zeminde öncü ve sözü dinlenen ülke olduğunu sık sık iddia eden AKP’li yöneticiler değil midir? Recep Tayyip Erdoğan sanki dünya devi olduğumuzu, beşeriyete adeta yön verdiğimizi her ağzını açtığında söylemiyor muydu? Şu çalkantılı zihne bakınız ki, Cumhurbaşkanı, KKTC dönüşü sırasında, ‘Ortadoğu’da liderlik hevesimiz’ yok derken dünüyle açıkça tenakuza düşmekten kurtulamamıştır. AKP yeni dedikçe bocalamakta, yeni çığırtkanlığı, yeni çağrışımı yaptıkça batmakta, mahcup olmaktadır. Şunu bir defa önemle söylemek istiyorum ki, 10 Ağustos yeni Türkiye’nin doğumu demekse, 9 Ağustos’tan önceki tüm AKP’li yıllar eskidir, eskimişliğin tescil ve ilanıdır. Sözgelimi, eski Türkiye doğumlu sonradan görme zümrenin, yeni bir çığır açma iddiasıyla yeni Türkiye yolculuğuna çıkması da yalnızca siyasi ve sinsi bir keşif harekâtıdır. Yeni Türkiye ezberi, AKP’nin tutulduğu iflah olmaz bir hastalıktır. Buradaki maksat rejim değişikliği ve kurucu değerlerin erozyonudur. Başbakan Davutoğlu, yeni Türkiye’ye öyle anlamlar yüklemiş, öyle değerler atfetmiştir ki, bu konuda sahibini bile solda sıfır bırakmıştır. Davutoğlu diyor ki; yeni Türkiye, büyümüş, kalkınmış ve güçlü bir Türkiye’dir. Biz diyoruz ki; yeni Türkiye küçülmüş, sinmiş, silinmiş, sömürülmüş, zayıf bir ülkedir. AKP’nin yenisinden; yutulmuş, emperyal yamyamlara yem olmuş ve eğer adına Türkiye denirse, özünden sapmış bir ülke çıkacaktır. Davutoğlu diyor ki; yeni Türkiye, tüm farklılıkları ve renkleriyle, toplumun bütününü kucaklayacaktır. Biz diyoruz ki, yeni Türkiye; insanlarımızın AKP’ye oy veren-vermeyen, Alevi-Sünni, Doğulu-Batılı, inanan-inanmayan diye kamplaştırıldığı, milli bünyenin 36 etnik parçaya bölündüğü ve medeniyet liginden küme düşmüş bir ülkedir. Davutoğlu diyor ki; yeni Türkiye, toplumsal refah, büyük ekonomi, siyasi istikrar ve ileri demokrasi üzerinde yükselecektir. Biz diyoruz ki, yeni Türkiye; yoksulluğun kemikleşeceği, refahın söneceği, küçülen ve sadece bir avuç imtiyazlı azınlığın hesabına çalışan ekonomik yapının sökün edeceği, istikrarsızlığın yaygınlaşıp demokrasinin mumla aranacağı kaybetmiş bir ülkedir. Davutoğlu diyor ki; yeni Türkiye; her insanının vatandaşı olmakla gurur duyacağı bir dünya devleti olacaktır. Biz diyoruz ki; yeni Türkiye; tarihinden kopmuş, kimliğine yüz çevirmiş, milli kültürüne yabancılaşmış, Türk’e hayat hakkı tanımayan edilgen, pasif ve onun bunun eline bakan teslim olmuş bir ülkesidir. Davutoğlu diyor ki; Yeni Türkiye; bütün farklılıkları ile birbirini seven, birbirine kenetlenmiş, kendine güvenen, özgür, sorumlu ve erdemli insanlarıyla yeniden dünyanın medeniyet merkezi olan bir Türkiye olacaktır. Biz de diyoruz ki; yeni Türkiye mahcup olmuş, ortak inançları kaybolmuş, süngüsü düşük, itibarı ve saygınlığı darbelenmiş ezik ve köhnemiş bir ülkedir. Yeni Türkiye; İmralı canisinin özgür kalacağı, PKK’nın siyasete taşınacağı, vatan hainliğinin, bayrak düşmanlığının ödüllendirileceği tükenmiş bir ülke gerçeğidir. Yeni Türkiye; Türk milletine düşmanlık sırasına girmiş ne kadar mihrak varsa terfi ve rütbe alacağı, para ve servete boğulacağı, milliyetçiliğin kuruyacağı çözülmüş ve çürümüş bir ülke tanzimidir. Yeni Türkiye; çözüm diyerek PKK’ya teslim olmuş, barış diyerek dağılmaya çanak tutmuş, yeni anayasa diyerek parçalanmaya ve Başkanlık sistemine göz kırpmış odakların eşine az rastlanan bir tuzağıdır. Yeni Türkiye; yeni bir Mondros, yeniden masaya konulmuş Sevr, yepyeni bir işgal ve özerklikten Kürdistan’a uzanan isyankârlıktır. Değerli Basın Mensupları, Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923 tarihinde kutlu bir mücadelenin, şanlı bir diriliş ve atılganlığın sonucu olarak kurulmuştur. Cumhuriyetimiz 19 Mayıs 1919 Samsun’undan 9 Eylül 1922 İzmir’ine kadar oluk oluk akan şehit kanıyla ahlaklı, soylu ve milliyetçi kahramanların bizatihi devreye girmeleriyle temellenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti savaş meydanlarında yeşermiş ve dikilen filiz 91 yıl önce bin şükür tutmuştur. Bugün, “eski Türkiye ölüyor, rejim değişiyor, ihtilal oluyor, devlet el değiştiriyor, sistem yeni baştan kuruluyor, yeni Türkiye inşa ediliyor” diyenler şunu çok iyi bilsin ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde şehitlerimizin kanı, gazilerimizin asil ruhu, ecdadımızın hayır duası vardır. Kahramanlıklarla kurulan bir rejimin, bir devletin, bir Cumhuriyet’in; ihanetle, ben yaptım oldu mantığıyla, milli irade hırsızlığıyla ve ayak oyunlarıyla yıkılması eşyanın tabiatına aykırıdır. Savaş meydanlarında çatısı örülen, rotası çizilen bir ülke ancak ve ancak yine aynı yolla, yine aynı yöntemle, yine aynı badireler göze alınarak tasfiye edilebilecektir. Yeni Türkiye isimli ihanete ortak olanlar, her türlü kuralsızlığı, haksızlığı ve gayri milliliği rehber edinenler unutmasınlar ki, meydanda kurulanı meydanda yenecek bir kudret çıkmadıkça yeni Türkiye gün yüzü göremeyecektir. Yine unutmayalım, Türkiye’nin kurtuluşunda ve kuruluşunda milletimizin muhteşem bir adanmışlığı ve anıtlaşmış bir kararlılığı vardır. Bu adanmışlık kırılmadıkça, bu kararlılık sakatlanmadıkça; Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel sürekliliğine zarar verilmesi, engel çıkarılması söz konusu olamayacaktır. Türk milleti, AKP’ye yeni Türkiye kurulsun, geçmiş çiğnensin, milli emanetler gömülsün diye oy vermemiştir. Türk milleti AKP’nin ve Erdoğan’ın; tarihimizle hesaplaşsın, milli ve manevi değerlerimizle çatışsın, yedi düvelin dahi yapamadığını milli irade kisvesiyle yapsın diyerek de önünü açmamıştır. Milletimiz huzur ve sükûnet istemektedir. Milletimiz ekonomik sorunlarına çözüm, sosyal meselelerine çare talep etmektedir. Milletimiz Türkiye’nin her düzeyde onurlu, sağlam, tavizsiz, güçlü ve başı dik bir ülke olmasını dilemektedir. Yeni Türkiye kurdum demekle kurulmaz, ısmarlama ve yabancı telkinlerle oluşturulan yeni bir sistem millet nezdinde hüküm ve anlam ihtiva etmez. Yeni Türkiye, 91 yıllık Cumhuriyet tarihinin ölüm ilanıdır ki, Milliyetçi Hareket buna izin ve onay vermez. Numaralı Cumhuriyetçilerin yüz nakli yapmış hali olan yeni Türkiyeciler, akıllarını başlarına almalıdır ve bu milletin daha fazla sabrını zorlamaktan vazgeçmelidirler. Bütün bu gelişmelerin ışığında, 62’inci Hükümet millete değil; Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çalışacak, emrine, siyasi planlamasına harfiyen uyacaktır. Biliyor ve görüyorum ki, önümüzdeki Milletvekilliği Genel Seçimi’nde AKP’nin son hükümeti tarihin karanlık sayfasındaki yerini alacak, Türk milleti kaderine ve ülkesine sahip çıkacaktır. Türkiye; yenilenmiş, tazelenmiş milli bir iktidarla, yepyeni bir siyasi iradeyle tüm yüklerinden, tüm belalarından kurtulacak ve üzerindeki kabus örtüsünü yırtıp atacaktır. Aşağı yukarı bir yıl sonra, millet kazanacak, Türkiye kazanacak, 77 milyon hep birlikte kazançlı çıkacaktır.
Değerli Basın Mensupları, Her devletin, her milletin tarihi nitelikli teamül, kural ve yerleşmiş ilkeleri vardır. İktidara gelen hangi siyasi görüş, hangi parti olursa olsun, kökü derinlere tutunmuş, herkesçe benimsenmiş ve öteden beri var olagelmiş kaidelere uymakla mükelleftir. Türkiye Cumhuriyeti’nin İmparatorluk geçmişinden elde ettiği, Türk asırlarının içinden olgunlaşarak bugünlere taşıdığı bir devlet geleneği, bir devlet felsefesi vardır. Teamüller zaman içinde durmuş, donmuş, demirlemiş davranış kalıpları değildir. Her teamül; yaşanmış, özümsenmiş, kabullenilmiş, olağanlaşmış bir uygulama ve deneyimin mahsulüdür. Yeni teamüller elbette imkansız değildir. Ne var ki, bu konuda öncelikle niyet önemlidir, varılmak istenen gayenin içeriği esastır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, aklı sıra yeni teamül oluşturmanın peşindedir. Daha bir haftalık Cumhurbaşkanı olmasına rağmen Türkiye’yi germiş ve rahatsız etmiştir. Erdoğan’ın eski alışkanlıklarından kurtulmaya ve arınmaya niyeti yoktur. Kendisi, bu zamana kadar 11 cumhurbaşkanına evsahipliği yapmış olan Çankaya’da oturmama tercihini teamül değişikliği olarak yorumlamaktadır. Erdoğan’ın yeni ikamet adresi ise, Atatürk Orman Çiftliği’nde 150 dönümlük arazi üzerine hukuksuz şekilde bina edilen sözde Ak Saray olacaktır. “Bu fakirin o proje üzerinde çok emeği var” sözleriyle yeni sarayı sahiplenen milyarder Erdoğan debdebe sevdasındadır. Çankaya’daki Cumhurbaşkanı yerleşkesini de Başbakan ve hükümeti kullanacaktır. Açıklamalardan çıkan sonuç bu yöndedir. Küçük bir bağ evinden 91 yıllık birikime uzanan Çankaya Köşkü’nü kullanmamanın kanunen bir yaptırımı yoktur. Kaldı ki böylesi bir müeyyide olsa bile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın buna uyacağını kimse söyleyemeyecektir. Zira geçmişi her şeyin tanığıdır. Bizim anlayamadığımız taraf, Çankaya’nın manevi varlığından Erdoğan’ın niçin rahatsızlık duyduğudur. Çankaya, millet ve Cumhuriyet’e mal olmuş milli ve tarihi bir simgedir. Başbakanlığa tahsis edilecek olması da değersizleştirme ve manevi mevkiini düşürme hazırlığıdır. Gazi Mustafa Kemal’in Çankaya duvarlardan çınlayan sesi mi Erdoğan’ı gocundurmaktadır? Türkiye Cumhuriyeti’nin bir asra yaklaşan birikim ve heybeti mi Erdoğan’ı ürkütmektedir? Şayet mesele yeni teamül oluşturmak ise, bilinsin ki, Çankaya’yla ilgili tasarrufun adı teamül değil; korsanlık, dayatma, yangından mal kaçırma, aşağılama ve küçümsemedir. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde kişiye bağlı teamüller olmayacak, olamayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin sembolü olan Çankaya’ya oturmamakla geçmişten intikam alınacağı, geçmişin silineceği hesaplanıyorsa; bu devletin kişilerle kaim ve baki olmayacağını hatırlatmayı görev sayarım. 12’inci Cumhurbaşkanı’nın Çankaya’da oturmama kararı kendisinin bileceği bir iştir. Şimdiden söylüyorum, Milliyetçi Hareket Partisi’nin iktidarında, AKP’ye ait ne kadar yanlış ve marazi uygulama varsa düzeltilecek ve hak yerini bulacaktır. Bilinmesinde fayda görüyorum ki, Çankaya’ya anlam yükleyen, layık olduğu değeri veren yaşanmış on yılların yanı sıra aziz Türk milletinin haslet ve isabetli seçimidir. Erdoğan’ın, Ankara’nın göbeğinde, milletin alın terinden kestiği paralarla şahsına sözde yeni Türkiye’nin sarayını yaptırması, milyon dolarlara uçak satın alması kalıcı değildir ve gün gelecek eski defterler mutlaka açılarak siyasi mahsuplaşma yapılacaktır. Kafamıza takılan en bariz sorulardan birisi de, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmadan uçan saray siparişini nasıl ve ne hakla vermeye kalkışmasıdır? Nüfusumuzun yarıdan fazlası ev bark sahibi değilken, milyonlarca vatandaşımız bir dilim ekmek için ömür boyunca çalışıp çırpınırken, şu anda saltanat sürenlerin, hazineye yaslananların devlet kesesinden har vurup harman savurmaları günahtır, haramdır. Türk milleti Erdoğan’ın keyfi, konforu, lüksü ve ihtirasları için emek harcayamaz, harcamamalıdır. Eminim ki, aziz milletimiz kanını emenleri, cüzdanına el uzatanları, cebine dadananları görmekte ve bir kenara da gerekli notlarını almaktadır.
Sayın Basın Mensupları, Türkiye’nin en mühim ve kronikleşen sorunu rüşvet ve yolsuzluktur. 17-25 Aralık 2013’te AKP Hükümeti kıskıvrak yakalanmış, yakayı ele vermiştir. Başbakan ve bazı bakanlarla birlikte çocuklarının ve yandaş işadamlarının bütün kirli çamaşırları bir bir dökülmüştür. Türkiye akıllara durgunluk veren, vicdanların asla onaylamayacağı rüşvet olaylarıyla sarsılmış ve sallanmıştır. Ne var ki, AKP hükümeti 17-25 Aralığı darbe diyerek savuşturmak için tüm imkan ve gücünü can havliyle seferber etmiştir. Ahlak adına, adalet adına, iman adına, insanlık adına, inançlarımız adına utanç verici ilişkiler ağı inkar edilmiş, yargı ve emniyet karşı saldırılarla linçe tabi tutulmuştur. Hırsızlara arka çıkılmış; savcılar, hakimler suçlanmıştır. Soygunculara kol kanat gerilmiş, hukukun canına okunmuştur. Rüşvetçiler, kara paracılar, altın kaçakçıları, komisyoncular, havuzcular korumaya alınmış; polis memurları, polis müdürleri hücuma uğramış, mağdur edilmiştir. Devlet 17-25 Aralık’la birlikte kilitlenmiştir ki, bu kilit henüz açılmamıştır. Yeri gelmişken altını çizerek belirtmeliyim ki, 11’inci Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün, kayıp trilyon davası kapsamında lazım gelen ifadeyi vereceğini belirtmesi ve hukuka saygısını dillendirmesi takdire şayan ve hepimizin özlem duyduğu bir tavırdır. 17-25 Aralık’ın failleri hükümetin yardım ve yataklığıyla şimdilik yakayı kurtarmıştır. Rüşvetçi bakanlarla ilgili kurulan Meclis Soruşturma Komisyonu henüz müessir şekilde çalışmaya başlayamamıştır. Hükümet yolsuzluğun üzerine gitmemek için uyduruk ve kara mizah bahanelere sığınmaktadır. Mutlaka ki, yargı işlemeli, ucu nereye dayanırsa dayansın, kime dokunursa dokunsun rüşvet ve yolsuzluğa adı karışanlar hesap vermelidir. Buna Recep Tayyip Erdoğan da dahildir. 17-25 Aralık’ta suçüstü basılan kim varsa şimdilerde güvendedir. Bunlar arkayı sağlama almışlar, dönemin Başbakanı’na sırtlarını dayamışlardır. Bu ülkede 8 aydır hukuk askıdadır. Bu ülkede 8 aydır haram yiyenler, hazineyi boşaltanlar dokunulmazdır. Hırsızlık güvenceye alınırken, yargının çivisi çıkarılmıştır. Hırsızların peşine düşmüş emniyet mensupları üç dalgada göz altına alınmış, darbeci diyerek itham edilmiş, bazıları da tutuklanmıştır. Oysaki Erdoğan’ın paralel diyerek suçladığı emniyet mensupları, daha düne kadar iktidarın en has ve seçkin elemanları olup, devlet bürokrasisine özenle yerleştirilmişlerdir. Geçtiğimiz yılki bir beyanında Cemaate yönelik olarak “ne istediler de vermedik” diyen Erdoğan’ın, şimdilerde haşhaşiler, hainler, ulusal güvenliğimize saldıranlar, virüsler sözleriyle saldırı oklarını bu gruba yöneltmesi en azından mesnetsiz ve dayanıksızdır. Mesele cemaat değil, rüşvettir. Mesele Pensilvanya değil, yolsuzluğa kapılmış hükümettir. Eğer, devletin hiyerarşik düzenine paralel bir yapılanma oluşmuşsa, yasaya ve Anayasa’ya aykırı bir örgütlenme meydana gelmişse, birinci derecede sorumlu buna göz yuman, buna müsamaha gösteren, buna yol veren Başbakan ve hükümetidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, paralel yapının herkesi dinlediğini, kriptolu telefonlardaki konuşmaların kaydedildiğini sürekli tekrarlamıştır. Öyle ki, mailler takip edilmiş, internet izlenmiş, en gizli diyaloglar tapelerle deşifre edilmiştir. Peki, bunlar oluyorken hükümet nerededir? Bu kadar aciz, hadiselerden bu denli habersiz bir hükümet Türkiye’yi nasıl yönetmektedir? İçimiz dışımız böceklerin istilasına, tele kulakların saldırılarına uğramışken hükümet neyle meşguldür? Türkiye’nin tüm tasavvur ve niyetleri koz olarak kullanılmak üzere teker teker arşivlenirken Recep Tayyip Erdoğan ne yapmış, nerelerde gezmiştir? Hükümet şikayet makamı değil, sorun çözme merciidir. Türkiye’nin milli güvenliği tehdit altındayken, ABD’sinden İsrail’ine, Almanya’sından Birleşik Krallığı’na ülkemizi dinlemeyen kalmamışken MİT denilen kuruluş ne yapmış, başındaki zat neyle oyalanmıştır? Son günlerde gündeme gelen dinleme skandalları rezalet ötesidir. Anlaşılan kafası esen Türkiye’ye kulak kabartmış, canı sıkılan antenleri Türk milletine çevirmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk yurt dışı seyahatine çıkarken, yabancı istihbarat teşkilatlarının ülkemizi dinlemeleriyle ilgili sorulan bir soruya hiçbir vicdan sahibinin kabullenmeyeceği türden bir cevap vermiştir. Erdoğan; “dünyada istihbaratı güçlü olan ülkelerin farklı ülkeleri dinlememe diye bir şeyi yoktur, bunu da hepimizin bilmesi lazım, bunu hepsi yapıyor” sözlerini hayret verici bir pişkinlikle açıklamıştır. İçişleri Bakanı’nın konuyla ilgili yorumu ise daha kahredicidir. Bu bakan; “dinlemeler kamuoyu önünde olmayacak, kamuoyu önüne yansımayacak şekilde olursa normaldir” diyebilecek kadar manen iflas etmiştir. Diyarbakır Lice’deki PKK heykelini; “fiber glas maddeden yapılmış basit bir heykel” diyerek hafife alan bu şahsın, dinlemelerle ilgili düşüncesi tam anlamıyla kepazeliktir. Yani bakanından Cumhurbaşkanı’na kadar hakim olan görüş; kim güçlüyse dinlemesi meşrudur. Türkiye casusluk faaliyetleri konusunda sessizliğe gömülmüş, Dışişleri Bakanlığı’nın skandala karışan bazı ülkelerden eften püften izahat istemesi dışında hiçbir şey yapılmamış, yapılamamıştır. Erdoğan’ın Galler’deki NATO Zirvesi’nde muhataplarına gerçekte ne söylediği, milletimizin hassasiyet ve şikayetlerini nasıl yansıttığı hususu da muammadır. Sayın Basın Mensupları, Sizler aracılığıyla aziz milletime iletiyorum ki, milli güvenliği delik deşik olmuş, casusların, provokatörlerin cirit attığı bir ülke kaybetmeye mahkumdur. Birleşik Krallık, Kıbrıs deniz üssünden Akdeniz’deki fiberoptik internet kabloları aracılığıyla Türkiye’ye kulağını uzatmış ve ablukaya almışken hiç kimse başarıdan, güçlü Türkiye’den bahsedemeyecektir. Lozan görüşmeleri sırasında Türk heyetinin bütün telgraf haberleşmesini, temas trafiğini kayda alan, hatta Ankara’daki görüşmeleri bile dinleyen bu ülkenin 91 yıl sonra kaldığı yerden devam etmesini öğrenmek zillet ve hezimettir. Keza Almanya herhangi bir pişmanlık veya ıslah hali göstermeksizin her yanımızı dinlemiş, ABD ise Türkiye’yi böcek cennetine çevirmiştir. Güçlü bir ülkenin dinlemesi mubah değildir, marifet dinletmemek, istihbarata karşı koymaktır. Merak ediyoruz, paralel yapı herkesi dinliyor diyerek ortalığı ayağa kaldıran Erdoğan’ın, yabancı istihbarat teşkilatlarının dinlemesini olağan görmesi hangi akla hizmettir? Cumhurbaşkanı; sakladığı, gizlediği, açığa çıkmasından korktuğu, özel ilişkileri nedeniyle mi meseleyi alttan almaktadır? Lafa gelince ele avuca sığmayan Davutoğlu, niçin çekimser, niçin pısırık, niçin kayıtsızdır? Hükümetteki beyler, sizlere sesleniyorum; Türkiye casusların, ajanların, iri kulakların operasyonu, taarruzu altındadır, vicdanınız hiç mi sızlamıyor? Eğer dinleniyorsak, ki öyledir, Türkiye’nin devlet sırrı diye bir şeyi kalmamış, iktidar tümden ele geçirilmiştir. Geçtiğimiz Mart ayında, Dışişleri Bakanlığı’ndaki bir toplantının dinlenmesini ve ardından sızdırılmasını ağır ifadelerle eleştiren hükümet, yabancı ülkelerin örtülü faaliyetlerine dik durmalı, ‘güçlü ülke dinler’ diyerek teslimiyet göstermemelidir. Hükümet, 25 Aralık soruşturmasına takipsizlik kararı verdirip 12 Ekim’deki HSYK seçimleri için siyasi kampanya düzenlerken, Türkiye düşmekte, yabacıların güdümüne girmektedir. Erdoğan saraylardan saray beğenirken, Türk milletinin mahremine el uzatılmaktadır. Sadece görevlerini yapan şerefli Türk polisleri ahlaksızca hukuk infazlarına maruz kalırken, hükümet iç ve dış saldırılarla başa çıkacak iradeden mahrumdur. Başbakan Davutoğlu, yeni ahlaki formasyon, epistemoloji, restorasyon gibi akademik tatmin ve gevezelikten vazgeçmeli, Türkiye’nin hak ve hukukunu savunacak cesaret ve dirayeti göstermelidir. Olanlar devlet ciddiyetinin, devlet olma umur ve hukukunun hiçe sayılmasıdır. AKP Türkiye’ye ve Türk milletine ihanet etmektedir.
Sayın Basın Mensupları, Yeni kurulan Hükümet, PKK’yla müzakereleri hızla ve genişleterek sürdürmektedir. Artık İmralı canisine sekretarya hizmeti verilmesi bile konuşulmaktadır. Kandil’le direk temas kurulacağı, dağdaki teröristlerin hayata, eve ve siyasete dönüşü için çalışmaların yoğunlaştırılacağı anlaşılmaktadır. PKK’lıların, adı af olmayan, pişmanlık beyanı aranmayan; ama gerçekte bal gibi, apaçık af demek olan bir düzenlemeyle dağdan indirilmesi planlanmaktadır. Medyaya yansıdığına göre, AKP-İmralı-Kandil üçgeninde yapılan görüşmeler 9 maddelik bir yol haritası konusunda anlaşma yapılmasını sağlamıştır. Bu arada Doğu ve Güneydoğu’nda devlet yoktur. Şımaran PKK’lı teröristler, canibaşının posterleri ve örgüt paçavraları eşliğinde Ağrı Dağı’nın eteklerinden güpegündüz meydan okumuşlar, temsilen ve sözüm ona Türkiye Cumhuriyeti’nin mezarını kazmışlardır. PKK, AKP’nin kalesine gol üstüne gol atmaktadır. Hükümet PKK çarkına kapılmış, bölücülük kapanına kısılmıştır. İmralı canisi AKP’ye talimatla yasa çıkartacak noktaya gelmiştir. Yeni Türkiye ihanetinin şifreleri, yeni anayasanın muhteviyatı AKP-PKK-İmralı canisi arasındaki diyalog ve müzakerelerle yazılmaktadır. AKP resmen ve acıklı bir şekilde İmralı canisinin ağzına, PKK’nın gözüne bakar hale gelmiştir. Türk milleti böyle bir hükümete mecbur ve müstahak değildir. HDP cenahı öyle bir aşamaya gelmiştir ki, AKP piyonu Demirtaş, Türkiye’nin PKK’ya silah yardımı yapmasından yüzsüzce, pes dedirtecek bir cüretle bahsetmiştir. Almanya’nın peşmergeye füze ve tanksavar başta olmak üzere silah yardımı yapacağı kamuoyuna sirayet etmiştir. Danimarka, İtalya ve Fransa’nın içinde bulunduğu bazı ülkelerin de IŞİD’e karşı peşmergeyi silahlandıracakları anlaşılmaktadır. Kuşkulandığımız husus peşmergeye giden silahların aynı zamanda PKK’nın da eline geçme ihtimalidir. HDP Eşbaşkanı’nın utanmaksızın Türkiye’nin PKK’ya silah yardımında bulunma teklifi şüphelerimizi artırmaktadır. Esasen ciddiye alınacak hiçbir yanı olmayan bu sefil önerinin, AKP’de cevap bulması maalesef ki olmayacak bir şey değildir. AKP-PKK-HDP-Barzani ve İmralı canisi tüm yatırımlarını süreç ihanetine bağlamışlar, Türkiye’nin bölünmesi için aynı safta toplanmışlardır. Bir yılı aşkın süredir gündemde olan sözde çözüm ve barış sürecinden Genelkurmay Başkanı’nın haberdar olmaması ise inandırıcı değildir. Genelkurmay Başkanı, eğer Türkiye’nin aleyhine olacak böylesi bir süreçten bilgi sahibi değilse, durumunu gözden geçirip kırmızıçizgi edebiyatını başka ortamlarda, başka platformlarda yapması kendisi adına daha hayırlı bir tutum olacaktır.
Sayın Basın Mensupları, Son olarak, milli eğitimdeki kriz ve kaos hakkında kısaca durmak ve konuşmamı tamamlamak istiyorum. AKP Hükümeti, sekiz bine yakın okul müdürünü görevden almış ve büyük bir kıyım yapmıştır. Yetişmiş ve liyakat sahibi okul müdürlerimizin bir kalemde çizilmesi eğitim hayatındaki yangını daha da körükleyecek, mağduriyetleri daha da tırmandıracaktır. Milli eğitim sistemi iyice laçkalaşmış ve enkaza dönmüştür. AKP eğitim ve öğretime partizanca baktıkça, yalnızca yandaş sendika mensuplarına ilgi ve yakınlık gösterdikçe okullarımız, ilim ve irfan yuvalarımız kararmıştır. Eğitim ve öğretim hayatı geleceğimizdir. AKP’nin yaptıkları ve icraatları ise tam bir şuursuzluk ve düşmanlık örneği olup geleceğimizi ve gelecek nesilleri belirsizliğe itmektedir. Milli Eğitim Bakanı her şeyi eline yüzüne bulaştırmış, siyaseten sıfırı tüketmiştir. Ağustos ayında yapılması gereken öğretmen atamaları torba kanun bahanesiyle ötelenmiştir. Yeni eğitim ve öğretim yılının başında 40 bin öğretmenimiz öğrencileriyle kavuşamayacaktır. Bu haksızlıktır ve yeni öğretmen atamaları acilen yapılmalıdır. Ayrıca Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sistemi çocuklarımızın ve velilerin hayatını zindana çevirmiştir. Binlerce evladımız henüz hayatlarının baharında mağdur edilmiştir. Son yaşananlar Hükümet’in eğitim alanında başarısızlık markası olduğunu ve çuvalladığını bir kez daha ispatlamıştır. Buradan diyorum ki, öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz ve veliler milli eğitim üzerinde oynanan oyunların hesabını sormalı, reva görülen zulmü AKP’nin yanına bırakmamalıdır. Bu düşüncelerle konuşmamı bitirirken, basın toplantımıza katılan siz sayın basın mensuplarını ve değerli dava arkadaşlarımı sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Katılımlarınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyor, her birinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.
|