Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
Sayın Basın mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Kurşun gibi ağır bir gündemde sizlerle bir araya gelmiş bulunuyoruz. Sözlerime başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Yakıcı ve bir kadar da endişe verici siyasi gelişmelerle ilgili düşüncelerimi aktaracağım bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
Değerli Basın Mensupları, Üzerinde durmayı düşündüğüm konulara geçmeden önce, milletimizi çok üzen iki elim hadise hakkındaki kanaatlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. 28 Ekim 2014 tarihinde, Karaman ilimizin Ermenek ilçesi Güneyyurt Beldesi Pamuklu Köyü yakınlarındaki özel bir şirkete ait kömür ocağında su baskını yaşanmıştır. Ekmek paralarını kazanmak için yerin yüzlerce metre altında ömür tüketen kardeşlerimiz, öğlen vaktinde yemek yerken felaketle karşılaşmışlardır. Bu sırada kömür ocağında bulunan 26 kardeşimizden 8’i dışarı çıkarak kurtulmuş, 18’i ise maalesef mahsur kalmıştır. Kurtarma çalışmaları halen sürmektedir. Devlet imkânları seferber edilmiştir. Şüphesiz işçilerimizin yemeklerini neden toprak altında yemeye zorlandıkları, işverenin maliyeti kısmak adına insan canını ne hakla tehlikeye attığı her yönüyle araştırılmalıdır. Soma’dan sonra Ermenek’te de yeni bir maden dramı yaşanması geçmişteki acı ve ihmallerden ders alınmadığını göstermektedir. Şu anda yerin350 metrealtında bulunan işçilerimizin kurtarılması için yoğun çaba harcanmaktadır. Sırası ve yeri geldiğinde sorumsuzlukta, ihmalde, tedbirsizlikler halkasında kim ya da kimlerin dahli varsa elbette konuşulacak, haklarında gerekli işlemler yapılacaktır. Ancak şimdi, tüm enerji, tüm çalışma, tüm dua ve temennimizi 18 masumun toprağın altından çıkarılmasına yöneltmek durumundayız. Önemle bildirmek istiyorum ki, maden ocağında yaşanan su baskınını doğal afet gibi gösterip yakayı kurtarmaya çalışan şirket yöneticilerine tavsiyem, küstahlığı bırakıp birazcık insafları varsa nedamet göstermeleridir. Parti olarak üzerimize düşenleri yapmak maksadıyla Ermenek’le yakından ilgilendik, kaygılı ve korkulu bekleyişleri paylaştık. Konya Milletvekilimiz Sayın Mustafa Kalaycı Başkanlığı’ndaki bir heyet 29 Ekim günü bölgeye giderek Milliyetçi Hareket Partisi adına gerekli incelemeleri gerçekleştirmiştir. Arkadaşlarımızın gözlem, tespit ve değerlendirmeleri bir rapor halinde tanzim edilmiştir. Dualarımız 18 işçimizin üzerinedir. Allah’tan ümit kesilmemelidir. Umudumuz son ana kadar devam etmelidir. Bizi derinden sarsan bir başka acı haber de bugün Isparta’dan gelmiştir. Elma bahçesinde çalışan kardeşlerimizi Yalvaç’tan Gelendost’a götüren bir midibüs kaza yapmıştır. İlk belirlemelere göre 17 işçimiz hayatını kaybetmiş, 28’i de yaralanmıştır. Bu kaza yüreğimizi kavurmuştur. Buradan vefat edenlere Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diliyor, yaralılara acil şifa dileklerimi iletiyorum.
Sayın Basın Mensupları, Büyük Türk milletinin kahramanlıkla, akılla ve inançla kurarak vücut, ruh ve anlam verdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin ebedi vatanında milli varlığını koruyabilmesi bugün ciddi bekâ sorunu haline gelmiştir. Türkiye, maneviyatı kurumuş kin ve intikam kadroları, millilik vasfı iflas etmiş siyasi nitelikli tasfiye memurları tarafından köşeye kıstırılmıştır. Milli değerlerimiz, bin yıllık kardeşlik hukukumuz, tarihi ve kültürel mirasımızla birlikte jeopolitik ve jeosratejik hedeflerimiz rafa kaldırılmış, kenara itilmiştir. Türkiye’nin bölünmesi ve kardeş kavgasına sürüklenmesi amacına dönük senaryo ve oyunlar hız kazanmıştır. İçinde bulunduğumuz vahim gidişat tıpkı milli mücadele döneminin tehdit ve tehlikeleriyle benzerlikler göstermeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış dönemi şablonu Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne zımnen model olarak koyulmuştur. Bu çerçevede daralan ihanet makası telafi ve tedavisi zor olacak gelişmelere meydan açmıştır. Başbakan ve Hükümeti’nin umutla, inatla, ısrarla sürdürdüğü çözülme sürecinde; √ Onbinlerce insanımızın hayatına kast eden canibaşı, “çözüm, barış ve kardeşlik abidesi”, √ Vatan evlatlarını kahpece infaz eden PKK terör örgütü dağda hak ve barış arayan “sözde özgürlük savaşçıları”, √ Bu melanete alkış tutan çürümüşler, “barışsever ve demokrat aydın”, √ Bozgunculuğa, ayrımcılığa, fitneye ve terörün örtülü amaçlarına hizmet eden işbirlikçiler ise “akil adamlar” olarak takdim ve servis edilmiştir. Türkiye’de hiçbir ölçü kalmamıştır. Milli kimlik ve güvenlik duvarları arkası arkasına saldırıya uğramıştır. AKP, siyasi varlığını ve siyasi geleceğini tamamen bölücülüğe bağlamış, bölücü alçaklara dayandırmıştır. İktidar PKK’nın hain emellerine, bölgesel ve küresel cinayet projelerine göz yummakla kalmamış iffetsizce alkışlamış ve alkışlanmasına refakat etmiştir. Ortadoğu’yu kana boğanlar, mazisi bir asrı aşan süredir haritalar üzerinde karalama yapanlar rotayı son yurdumuza çevirmişler, milletimizi kapsamına alan şer hesaplarla oyalanmaya başlamışlardır. Türkiye’nin etnik, mezhep ve kültürel farklılıklar temelinde bir çekişme ve çatışma ortamına sürüklenmesi için çok yıpratıcı ve kurnazca bir mücadele sergilenmektedir. Bu eksende sürdürülen ayrıştırma ve kutuplaştırma adımlarının ağır yaralı bir devlet ve toplum yapısına zemin hazırlaması yüksek bir risk olarak karşımızdadır. Bizlere anlam kazandıran, milli varlığımızın temeli olan “Türk milleti” kavramını ve sahip olduğumuz kültürel unsurları tahrip ve tahrif etme teşebbüsünde bulunan Hükümet’in yıkım ve çözülme sürecinde yeni bir safhaya geçtiği görülmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yabancı tavsiye, tazyik ve telkinlerle başlattığı, Başbakan Davutoğlu’nun ise canla, başla ve köle gibi sürdürdüğü terörle müzakereler Türkiye’yi alacakaranlık bir kuşağa hapsetmiştir. Türk devletinin eli kolu zincirlenmiştir. Teröristlerden medet uman, iyilik bekleyen, insaf ve merhamet dilenen sefil ve zelil AKP zihniyeti, mücadeleden mütarekeye dümen kırmış, müzakereden teslimiyete ani dönüş yapmıştır. Artık zalim ile mazlum birbirine karışmış, katil ile maktul aynı kefeye konulmuş, şehit ile cani arasındaki kalın perde yırtılmıştır. Sözde açılım, çözüm, barış, milli birlik ve kardeşlik aldatmasıyla girilen stratejik kabus sürecinde; PKK silahla ulaşamadığı, öldürerek, saldırarak, pusu kurarak alamadığı ne varsa elde etmeye başlamıştır. Her taviz bir yenisinin müjdesi olmuştur. Bu acı verici gerçekler Türkiye için yıkımın, dağılmanın ve kanlı bir parçalanmanın adeta habercisidir. Meydanlarda kazandığımız zaferlerle tescil edilen, fedakarlıktan nur gibi doğan Türkiye Cumhuriyeti, sokaklardaki şiddet görüntüleriyle, masalardaki pazarlıklarla tutsak alınmak üzeredir. Düne kadar Türkiye için ayak bağı olan, kırmızı çizgilerimizi yarmasına rağmen AKP’nin müttefiki mertebesine çıkan ve kongre salonlarında “Türkiye seninle gurur duyuyor” seslenişiyle ödüllendirilen Barzani mükâfat gibi imkanlara küresel şantajla erişmiştir. Irak’ın kuzeyinde PKK’yı himaye eden, Mehmetçik ve polis katillerini besleyen, büyüten ve barındıran peşmerge zilleti AKP Hükümeti’yle aynı amaçlar etrafında buluşmuş ve kenetlenmiştir. Cumhurbaşkanı’nın kardeşi, Başbakan’ın abisi Barzani bir tarafta aziz milletimize kurşun sıkanların sırtını sıvazlarken, diğer yanda küresel planlarda figüranlık görevini, dört parçalı Kürdistan’ın hamisi pozisyonunu iştahla yürütmektedir. Cumhuriyetimizin 91.Yıldönümünde Habur Sınır Kapısı’ndan vatan topraklarına girip; sınır il ve ilçelerimizden tezahüratlarla, alkışlarla, sevinç gösterileriyle geçerek Ayn el-Arap’a intikal eden peşmergeler Türk milletini derinden yaralamıştır. 91 yıllık mirasa gölge düşürülmüştür. Türk askerine taşla, sopayla, molotof kokteyliyle ve silahla saldıran PKK’lı gruplar peşmergeyi bağrına basmış, zafer işaretleri ve zılgıtlarla selamlamıştır. Ayn el-Arap, diğer ismiyle Kobani’ye yardım bahanesiyle ağır silahlı peşmergelere Türk vatanı çiğnetilmiştir. Bu ihanet geçidi herkesin gözü önünde cereyan etmiştir. Türkiye bir kez daha küçülmüş, büyük milletimiz bir kez daha küçük düşürülmüştür. Ellerinde PKK paçavraları, cani posterleri ve sözde Kürdistan bayrakları olan kalabalık yığınlar peşmerge konvoyuna Şırnak’ın Silopi ve Cizre ilçelerinden Mardin Nusaybin’e ve buradan da Şanlıurfa Suruç’a kadar tezahürat yarışına girmişlerdir. AKP-PKK anlaşmasıyla, 19 Ekim 2009’da Habur’dan sokulan 34 PKK’lıya düzenlenen terörist karşılama törenleri aynısıyla tekrarlanmıştır. Habur’dan giriş yapan ve 16 Kasım 2013 tarihinde Diyarbakır’da göklere çıkarılan Barzani yeniden milletimizin sinir uçlarıyla oynamıştır. AKP, Irak’ın toprak bütünlüğüne hançer sallayan peşmergeyi emniyetle geçirmek için kortej içine alarak Türk düşmanlarına düğün bayram yaptırmıştır. Türkiye’de daha yaşanmadık ne kalmış, daha görülmedik ne bırakılmıştır? Düşmana kucak açan, teröristlere ve destekçilerine mihmandarlık yapan, ülkemizi terör koridoruna çeviren Başbakan ve Hükümeti bu haysiyetsizliğin, bu omurgasızlığın altından kalkamayacaktır. Peşmergenin, PKK-PYD’ye yardım amacıyla 29 Ekim’de topraklarımızdan geçirilmesinin ayrı bir anlam ve mesajı olduğu açıktır. 91 yıl önce defedilen işgalcilerin değişik bir versiyonu hudutlarımızdan gözümüzün içine baka baka içeri girmişlerdir. Erdoğan ve Davutoğlu ne kadar hain mihrak ve amaç varsa hevesle bir araya gelmiş, yan yana durdukları karanlık adamlarla Türkiye’nin kuruluş ilke ve esaslarına savaş açmışlardır. Cumhuriyeti’mizin 91.Yıldönümünde Türkiye’ye meydan okunmuş, Türk milletine ölüm yağdıranlar sanki fethe çıkmış fatihler gibi taltif edilmişlerdir. İlaveten aziz şehitlerimizin kemikleri sızlatılmış, ecdadımızın ruhu incitilmiştir. Cumhuriyet’in kuruluş yıldönümünde, ABD’nin tertip ve dayatmasıyla PKK-peşmerge şovunu hazırlayanlar, sınır boyunca sahnelenen acıklı ve alçak manzaraları izletenler küfrün ve batılın yanında konuşlanan vatan düşmanlarıdır. Peşmergelerin giydikleri kamuflajlarda gururla taşıdıkları ABD bayrak ve armaları, bu ülkenin başkanına yönelik kabına sığmayan sevgi seli oynanan oyunun taraflarını gün yüzüne çıkarmıştır. Hem Türk vatanına sığınıp, hem ekmeğimizi yiyip hem de yabancı devlet başkanlarına minnet duymak nankörlük ötesi bir haldir. Ayn el-Arap için kalbi çarpanların, Barzani ve Obama için şükran duyanların vatan topraklarında nefes almaları, Türkiye’de ikamet etmeleri talihsizliktir. Nitekim Türkiye, AKP-ABD-AB-PKK-PYD-HDP-CHP, İmralı canisi ve Barzani işbirliğiyle teşekkül ettirilen husumet cephesinin çok açık, çok yakın hedefine alınmıştır. AKP Hükümeti, PYD-PKK terör örgütüne silah, mühimmat ve lojistik yardım yapmak için görevlendirilmiş, şeref ve iradesini tümden kaybetmiştir. Başbakan Davutoğlu’nun ezberleri, Erdoğan’ın sinsi çıkışları bu yalın gerçeği değiştiremeyecektir. PKK terör örgütü silahsız, müdafaasız ve sivil kıyafetlerle gündelik işlerini yapan askerlerimize peşpeşe suikast düzenleyip canlarını alırken, Hükümet’in terör örgütlerine yanaşması, katillere escortluk yapması hazmedilecek bir alçalma değildir. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Hükümeti Anayasa’yı kasten ihlal etmekte ve suç işlemektedir. Aralarına PKK’lı teröristlerin de karışması güçlü ihtimal olan peşmerge unsurlarını muzaffer bir ordunun temsilcileri gibi sunmak, göstermek, bu şekilde propaganda yapmak ancak ve ancak işgal edilmiş bir ülkeye has rezalettir. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali sırasında aynısı olmuştur. 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali esnasında yaşananların 29 Ekim’deki ibretlik tablodan bir farkı yoktur. Terör baronları AKP’nin yataklığıyla 29 Ekim’de aziz milletimize gövde gösterisi yapmıştır. Bu sineye çekilecek bir durum değildir. Mehmetçiğe silah çekenlerin peşmergeyi havai fişeklerle kucaklamaları, Türk vatanını yakıp yıkan mikrop ve fesat yuvalarının Ayn el-Arap için fedakârlıktan bahsetmeleri henüz sözlüklerde karşılığı olmayan bir çarpıklıktır. AKP, askerimizi ensesinden vuran aşağılık teröristlere, topraklarımızda aklı kalan Kürdistan tetikçilerine onurunu ipotek ettirmiş, izzet-i nefsini emanet etmiştir. Erdoğan’a esasen sekretarya hizmeti veren ve hiçbir ağırlığı, hiçbir inandırıcılığı, hiçbir samimiyeti olmayan Davutoğlu çaresiz ve aciz bir şekilde gelişmeleri seyretmektedir. Bu zihniyet hala yüzü kızarmadan konuşmakta, hala devletin dimdik ayakta olduğunu pişkince ileri sürmektedir. Oysa ki, devlet mahcup, millet mahkum, vatan mahpus haldedir. AKP, Türkiye aleyhine faal halde bulunan ihanet blokuna artan oranda ilgi göstererek, umut vererek tarafını ve tercihini ispatlamıştır. PKK’yı düşman olarak tarif eden Başbakan Davutoğlu’nun, yine bu terör örgütüyle görüşmelere vize vermesi, Kandil ve İmralı arasında sıkışıp kalması, canibaşının yol haritasını sahiplenmesi kendisi adına tamiri imkânsız milli vakar kaybıdır. 29 Ekim’deki PKK-peşmerge geçiş sahneleri unutulmayacaktır. Milletimize yaşatılanlar yeni bir Haçlı kampanyası, yeni bir istila ve isyan teşebbüsüdür. Verilmek istenen mesaj, Anadolu’nun Türklerin yurdu olmadığı, burada başkalarının da hak ve payı olduğu uydurmasıdır. Bu itibarla milli güvenliğimiz linç edilmiş, devletimizin hak ve itibarı öğütülmüştür. Sınırlarımız teröristlerin kullanımına çözülme sürecinin idame ve devamı şartıyla devredilmiştir. PKK’ya açılan koridor, PYD’ye verilen destek; Kobani diyerek Ankara’yı gözden çıkarmaya ve varlığımıza dinamit döşemeye azmetmektir. Türk hukuk mevzuatında bunun karşılığı kesinlikle ihanettir. Ve bunun failleri elbette hesap vereceklerdir.
Değerli Basın Mensupları, AKP’nin sonu gelmeyen kimlik arayışları ve tahrikleri; bölücülüğün ümit ve cesaret kaynağının kimler olduğunu belgeleyen somut veriler olarak inkâr edemeyecek gerçeklerdir. Son dönemlerde AKP ile HDP arasında yaşanan yakınlaşma, İmralı canisinin Hükümet’e çağrıları, Başbakan’ın cüret kazandıracak beyanları, Cumhurbaşkanı’nın tavizkarlığı Türkiye’nin düşürüldüğü tuzak ve tramvanın kavurucu boyutunu göstermektedir. Ülkemizin birikmiş ve tahammül sınırlarını çoktan aşmış güvenlik sorunları kokmaya yüz tutmuş ceset gibi orada duruyorken, dün toplanan MGK’nın gündemine paralel yapılanmanın girmesi izansızlık ve vicdansızlıktır. MGK, Türkiye’nin güvenliği yerine Erdoğan’ın kişisel hesaplarına ve kapanması ahlaken mümkün olmayan 17-25 Aralık sürecini göğüslemeye odaklanmıştır. PKK’nın hain ve hunhar saldırıları MGK’nın sonuç bildirisine yansımamış, Ortadoğu’da ABD’nin müdahalesiyle meşrulaşma yoluna giren Kürdistan meselesi kayda değer bulunmamıştır. IŞİD terörünün toz bulutu altında bütünleşen, toparlanan ve toplanan dört parçalı Kürdistan iskeleti MGK sıralarında oturan zevatın ilgisini çekmemiştir. 10 saat 25 dakika sürdüğü söylenen ve böylelikle rekor kırdığı ifade edilen MGK toplantısında Türkiye ve Türk milleti lehine hiçbir karar alınmamıştır. MGK üyeleri bu kadarlık sürede ülkemizin hangi sorununa isabetle eğilmiş ve öneri getirmiştir? İç ve dış legal görünümlü illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma diyerek hala samanlıkta iğne arayan MGK isimli kuruluşun felaketimize neden olacak terör ve bölücülükle ilgili hiç mi kaygısı yoktur? PKK terör örgütü Cizre’de özerklik ilan edip yol kontrolleri yaparken, mahkeme kurup TSK ve Emniyet mensuplarına kurşun sıkarken MGK üyelerinin aklı nereye gitmiş, kalpleri ne için atmıştır? Şu anda musibetin ve melanetin bir numaralı kaynağı olan çözülme sürecinin olumlu atmosfer ve huzur ortamı yarattığını, buna karşılık provokatif olaylara karşı kamu düzeni ve güvenliğini koruma kararlığını açıklamak MGK’nın Türkiye gerçeklerinden koptuğunu işaret etmektedir. Türkiye’nin güvenliğindeki açık ve tahribatlar bu kurul üyeleri tarafından ciddiye ve görüşmeye değer bulunmamıştır. Güneydoğu’da asker ve polislerimize yönelik suikast eylemleri artarken, KCK’nın şehir yapılanmasının Diyarbakır’da görev yapan güvenlik görevlilerimizin oturdukları ev ve apartmanları yakın takibe almaları güvenlik sorunu olarak görülmemiştir. Teröristbaşının sözde ‘Misak-ı Milli Komisyonu’ istemesiyle tam olarak alenileşen sınırların yeni baştan çizilme arayışı güvenlik buhranı olarak kabullenilmemiştir. PKK’nın siyasi taşeronu olan HDP’nin 1 Kasım’da yandaşlarını sokağa davet etmesi sorun olarak da görülmemiştir. MGK, Türkiye’nin güvenliğinden ziyade hain niyetlerin, hain gayelerin emniyete ve güvenceye kavuşmasına hizmet etme noktasına gelmiştir. Cemaati tehdit olarak görenler, PKK’yı kollamış, imtiyazlarla donatmıştır. Bu körlüğün, bu bulanık, bu müflis ve gayri milli tutumun izahı asla yapılamayacaktır. Erdoğan ve Davutoğlu Türkiye’ye yabancılaşmış, yabancı merkezlerin yörüngesine tümden girmiştir. Bilinmelidir ki, bugün ülkemiz için en ciddi güvenlik sorunu bölücü ve emperyalist komplonun yanında; Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden, Başbakanlık koltuğunu ve Bakanlar Kurulu sıralarını dolduran şahıslardır. Türk milleti oyunu görmüş, piyonların şifresini çözmüştür. “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü koruyacağına“ dair and içmiş makam ve mevki sahiplerinin Anayasa’yı açıkça ihlal etmesinin sonucu olan suçluluk, suskunluk ve eziklik sarmalı her yanı kaplamıştır. Bu itibarla, dağdan beslenen çözülme sürecinin şehirdeki sözcüleri haline gelen Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık makamı, “barıştan, fırsattan ve çözümden” ne anladıklarını, kavramları karıştırmadan, zihinleri bulandırmadan Türk milletine bütün yönleriyle açıklamak durumundadır.
Değerli Basın Mensupları, Hükümet’in girdiği yol tehlikelerle, belalarla, kayıplarla, facialarla yüklüdür. Ulaşılacak sonuç Anayasamızın değişemeyecek maddelerini değiştirmeye yönelik girişim olup “vatana ihanet”le eş değerdir. Bunu yapmaya yeltenenlere “Yüce Divan” yolu uzun zaman önce açılmıştır. Gelişmeler maalesef yıllardır yaptığımız uyarılarda öngördüğümüz talihsiz sonuçlara kapı aralarken, Adalet ve Kalkınma Partisi için ise seneler içerisinde Sevr sevdalıları ve bölücülerle girdiği benzeşmenin mukadder akıbetini somutlaştırmıştır. Milleti tartışmaya açan, mensubiyet şuuru üzerinde kuşku uyandıranlar hukuk devletinde cezasız kalmayacaktır. Türk vatanını eşkıyaya peşkeş çekenler, Türk Bayrağı’nın yakılmasına ve parçalanmasına müsaade edenler hece hece kayda alınan eylem ve icraatlarının sonuçlarına katlanacaklardır. ABD’nin kuyruğuna takılarak siyasi ikballerini garantiye alma pervasızlığına girenler rüzgar ektikleri yerden fırtına biçeceklerdir. İhanet süreciyle PKK’ya koz veren Cumhurbaşkanı’ndan Başbakanı’na, siyasetçisinden memuruna kadar sayıları yüzü bile bulmayan hıyanet lobisi Türkiye’yi çözemeden, çöküşe sürükleyemeden tökezleyeceklerdir. Kanlı terörün otuz yıldır yapamadığını şimdi AKP eliyle hayata geçirmek için başlatılan bölünme süreci, Türkiye’deki yıkıcı ve bölücü dinamikleri harekete geçirmiştir. Büyük bir aile olan Türk milleti arasında etnik husumet ve ayrışma tohumları ekilmeye başlanmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, hangi etnik kökenden gelirse gelsin Türk milletine ortaklaşa vücut veren bütün vatandaşlarımızı büyük Türk milleti ailesinin ayrılmaz bir parçası olarak bütünüyle kucaklayan bir siyasi anlayışın sahibidir. Bin yıldır birlikte yaşadığımız, ortak kardeşlik hukuku ve akrabalık bağları geliştirdiğimiz Kürt kökenli kardeşlerimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit haklara sahip onurlu bireyleridir. PKK terörü ile etnik bölücülük hevesleri peşinde koşanlarla bütün Kürt kardeşlerimizin bir tutulması tarihi bir yanılgı ve gaflettir. AKP hükümetinin bu konudaki yaklaşımının temel sakatlığı, etnik bölücülük sorununu Kürt kökenli vatandaşlarımızın tamamını ilgilendiren ve kapsayan bir sorun olarak takdim etmesi ve ayrıştırıcı bir zeminde çözüm arayışlarına girmesidir. Bölücü terörün taleplerini tüm Kürt kökenli vatandaşlarımıza yaygınlaştırmaya çalışmak, PKK’nın bunların tümünün sözcüsü ve temsilcisi olduğu anlamına gelecektir. Böyle bir yaklaşım Kürt kökenli vatandaşlarımızın çok büyük çoğunluğuna yapılacak bir hakaret olacak, buna da herkesten önce Milliyetçi Hareket Partisi karşı çıkacaktır. Vatanını seven hiç kimsenin tepkisiz kalamayacağı, suskun duramayacağı; hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği bugünkü tablo karşısında, ne öne sürülecek bahaneler, ne mazeret olacak gerekçeler ve nede sözde “devlette uyum var” mesajları konunun vahametini azaltmayacaktır. Türklük tarih içerisinde çok ağır bedeller ödenerek kazanılan milli ve manevi bir hazine, tarihi ve kültürel bir cevherdir. Milletine mensubiyet duyan hiçbir fert, Türklüğün çöküşüne seyirci kalmayacaktır. Unutulmasın ki aziz millet varlığının uyanan ve doğrulan iradesi süreci gömecek, çözülmeyi kazıyıp atacak, mezarı kazılan Türklüğü yine hak ettiği iftihar verici seviyelere çıkaracaktır. İhanete ortak olanlar ile vesile olanlar ise makûs akıbetlerine katlanarak sicillerine işlemiş kir, rüşvet ve karanlık hesapların bedelini hukuk ve demokratik zeminlerinde er ya da geç mutlaka ödeyeceklerdir. Konuşmama son verirken basın toplantımıza katılan siz değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyor, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Sağ olun, var olun.
|