Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin
Aziz Dava Arkadaşlarım, Kıymetli Öğretmenlerimiz, Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler, Konuşmamın başında sizleri sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. ‘24 Kasım Öğretmenler Günü’ münasebetiyle düzenlediğimiz bu anlamlı programa katılımlarınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyor, her birinize ayrı ayrı hoş geldiniz diyorum.
Değerli Arkadaşlarım, Öğretmeni ve öğretmenliği konuşmak için her yılın 24 Kasımını beklemek takdir ve tensip edersiniz ki doğru değildir. Öğretmenlerimizi bir güne, yani 24 saate sıkıştırarak anma ve anlama kolaycılığı ahlaki de olmayacaktır. 24 Kasım Günü söylenen yaldızlı sözlerin bir gün sonra unutulması, 24 Kasım’a damga vuran umut verici vaatlerin kısa süre içinde hiçe sayılması yıllardır tekrarlanan kısır bir döngüdür. Öğretmen demek hayat demektir. Öğretmen şuur ve idrak kilidinin açılmasına önayak olan ilim ve irfan anahtarıdır. Hepimizin içinden geçtiği bir tedrisat sistemi, feyizlendiği öğretmenleri vardır. Bu itibarla öğretmenlerimiz ömür boyunca hürmetle hatırlanmalıdır. Öğretmenlerimizin meseleleri 365 günün tamamında konuşulmalı, eksik ve ihtiyaçları herkes tarafından dile getirilmeli, netice olarak çözüme kavuşturulmalıdır. Şunu bir defa önemle ifade etmeliyim ki, öğretmeni mutsuz olan bir milletin yarınları umutsuz, belirsiz ve risklidir. Öğretmeni bitkin ve yılgın olan bir milletin heyecan pınarları kurumaya, hayat damarları tıkanmaya yüz tutmuştur. Öğretmen; √ Aydınlanmış akılların mimarıdır. √ Bilgiye ve öğrenmeye aç zihinlerin mihrabıdır. √ Terbiye olmuş gönüllerin mihmandarıdır. √ Cehaletin demir perdesini kıran mizaçtır. √ Bir harf öğrenmeye duyulan minnettarlıktır. √ Eğitim ve öğretimin mihenk taşı, kendini bilmenin, gelmişi ve geçmişi tanımanın misyonudur. Büyük İslam düşünürü İbn-i Haldun, 14. asırda, bilime yasak koyanları ya da insanları yalanla meşgul edenleri aklın ve insanlığın en büyük düşmanları olarak tanımlamıştı. İbn-i Haldun’dan yaklaşık üç asır evvel, yine bir başka büyük düşünürümüz olan İbn-i Sina, bilim ve sanatın takdir edilmediği yerden göç edeceğini ikazla söylemişti. Nice Türk ve İslam düşünürü yaşadıkları devirlerin öğretmeni, müctehidi, mürşidi, mütefekkiri olarak öğrenmeye ve düşünmeye çok ayrıcalıklı değer vermişlerdir. Bu kapsamda çok zengin birikim ve tecrübelere milletçe sahip olduğumuz açık bir hakikattir. Öğretmenlerimiz böylesi bir tarihi ve kültürel mirastan güç alıp bilgiye, bilime ve bilmenin itibarına sahip çıkarak geleceğimizi güvenceye almanın amacını taşımaktadır. Öğretmenin huzur içinde görevini yaptığı, öğrenmeyle öğretim arasındaki ilişkinin doğru yorumlandığı bir ortamda taassup zincire vurulacak, önyargıların kökü koparılacaktır. İstismara dayalı sözler, yalana bezenmiş teklifler ayakta kalamayacaktır. Öğretmenin yaydığı ilim ve irfan ışığında sahtelikler yeşeremeyecek, gaflet ve zillet belini doğrultamayacaktır. Öğretmen-öğrenci-okul-veli arasında sağlıklı, istikrarlı, gelişmeye açık bir ilişki ve irtibat bulunduğu müddetçe toplumsal denge, milli birlik ve kardeşlik her daim korunacaktır. Eğitimdeki aksamalar, öğretmenlerdeki bunalımlar sosyal, ekonomik ve siyasal zeminde gecikmeksizin yankı bulacaktır. Esasen bugün yaşadığımız travmaların, kriz ve kargaşanın geri planında eğitim ve öğretimdeki açmazlar ziyadesiyle belirleyicidir. Öteden beri milli eğitim sistemine muhalif bakan gayri milli ve gayri ahlaki siyaset zihniyetin var olan tedrisattan sivrilerek bugünkü durumlarına nasıl geldikleri teferruatlı şekilde sorgulanmalıdır. Demek ki eğitim sistemindeki zafiyetler öyle noktaya gelmiştir ki, hainler arka arkaya üremiş, milli ve manevi değerleri istismar eden defolu yüzler anormal ölçüde çoğalmıştır. Müşterek doğrularımızı reddeden, milli kimliğimizi tahrip eden, tarihi ve kültürel kazanımlarımızı hazmetme zorlukları çeken güruh yıllar içinde kinlerini büyüte büyüte, öfkelerini bileye bileye bu noktaya gelmiştir. Bir yanda “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünden gurur duyan bizler, diğer yanda bundan ürken ve rahatsız olan iktidardaki bozuk kafalar aynı eğitim sistemden süzülerek çıkmıştır. Bir yanda Türk’e ve Türk’üm seslenişine düşman, milleti 36’ya ayıran, Cumhuriyetle ve kurucu kahramanlarla ters düşmüş bir siyaset ve zihniyet akımı vardır. Diğer yanda Türk olmaktan iftihar eden, Türk milletine aidiyetlikten onur duyan, ecdat yadigarı emanetleri şeref gibi gören bizler samimiyetle ortadayız, meydandayız. Ne talihsizliktir ki, malum çevrelerle aynı eğitim ve öğretim süreçlerinde yollarımız kesişse de, onlar ıslah olmadan, vicdanen aklanmadan, kulaklarına üfürülen dedikodularla yönlerini tayin etmişler, taraflarını belirlemişler, milletten kopmuşlardır. Aslına bakarsınız, milli eğitim sisteminin böylesi çelişkilere bulanması bir bakıma herkesin ayıbı, herkesin kusurudur. Buna çoğulculuk diyenlere şu hususu hatırlatırım ki, asgari ortak değerlerdeki karmaşa ve inkarcılığı çoğulculuk diyerek örtbas etme kurnazlığının asal gayesi çözülme ve bölünmedir. Bu itibarla, Türkiye’nin aleyhine kurulan ittifaklara çok dikkat etmek lazımdır. Türk milleti ve Türk devleti ancak bu uyanıklık ve kavrayış çerçevesinde varlığını idame ettirecektir. Şüphesiz ki, öğretmenlerimize şükran duyduğumuz, çok şey borçlu olduğumuz su götürmez bir gerçektir. Öğretmenlerimiz fedakarca, samimiyetle çalışmaktadır. Dünden bugüne, hiçbir tehdit, hiçbir tehlike sınıflardan parlayan eğitim ve öğretim aydınlığını engelleyememiştir. Öğretmenlerimiz zulüm görmüş, çile çekmiş, parasız kalmış, mağdur olmuş, teröristlerin saldırısına uğramış; ne var ki sahip oldukları saygınlıklarından ödün vermemişlerdir. Bugüne kadar, PKK’nın hunhar saldırılarında meydana gelen kayıplarımız sadece güvenlik güçlerinden oluşmamaktadır. Zor şartlar altında öğrencilerine bir kelime öğretebilmek için çırpınırken PKK saldırılarında hayatını kaybeden yüzlerce öğretmenimiz hala kalbimizde, hala aklımızdadır. Ve bugünkü toplantımız onların aziz anısına düzenlenmiştir. Görevi başındayken kaybettiğimiz öğretmenlerimizin acısı henüz dinmiş değildir. Hangi birisini söyleyelim, hangi birisinin isminden bahsedelim? 15 Mayıs 1987 tarihinde, Tunceli İli Mazgirt İlçesi Gümüşgün Köyü İlkokulu Öğretmeni iken şehit edilen Manisalı İsa Karaaslan’ı, 5 Kasım 1988 tarihinde, ilk kez atandığı Mardin Dargeçit ilçesi Sümer Köyü İlkokulu Öğretmeni iken şehit edilen Ordulu Mithat Eren’i, 19 Eylül 1990’da Kars’ın Selim ilçesi Yukarı Damlapınar Köyü İlkokulu Öğretmeni iken şehit edilen Kütahyalı Ali Karaoğlan’ı, 11 Haziran 1993 tarihinde, Diyarbakır merkez Buçuktepe Köyü İlkokulu öğretmen iken şehit edilen Malatyalı Elif Livan’ı ve Çanakkaleli Nuriye Ak’ı, 7 Eylül 1993’de Diyarbakır’ın Silvan ilçesi Darköprü Köyü’nde şehit edilen Adanalı Osman Çiçek’i, 25 Ekim 1993’de Bitlis’in merkez Düzköy Erikli Köyü İlkokulu Öğretmeni iken şehit edilen Kırşehirli Yasemin Tekin’i, 26 Ekim 1993 tarihinde, Diyarbakır’ın Bismil ilçesi Babahaki Köyü İlkokulu öğretmeni iken şehit edilen Denizlili Aşye Konakçı ve eşi Numan Konakçı’yı, 22 Nisan 1996’da Kahramanmaraş’ın Ekinözü ilçesi Altunyaprak Köyü’nde şehit edilen Edirneli Aydın Yılmaz’ı, Ve bunların yanında, 22 Haziran 1996’da, Diyarbakır’ın Ergani Kız Meslek Lisesi Öğretmeni iken eşi ve tek çocuğuyla birlikte şehit edilen Ankaralı Aynur Sarı’yı vicdan sahibi, insanım diyen, Allah korkusunu yüreğinde taşıyan hangi fani unutabilir? Burada, ismini paylaşamadığımız aziz şehitlerimiz bizleri affetsin. Ayrıca Van depreminde kaybettiğimiz öğretmenlerimizi de saygıyla yad ediyorum Tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun. Rabbim hepsini rahmetiyle bereketlendirsin. Kadın erkek demeden, genç-yaşlı dinlemeden önüne gelen insanımızı katleden canilerin bugünlerde muhatap kabul edilmesi, bunlarla pazarlık masalarına oturulması en başta şehitlerimize haksızlık, vefasızlık ve saygısızlıktır. Yüzlerce öğretmenimize kıyan alçaklar bugün sütten çıkmış ak kaşıktır. Tüm infazların emrini veren canibaşıya, İmralı Adası’nda sekreterya hizmeti sunulması ayrı bir zulmet, apayrı bir alçalmadır. PKK’nın hatırını kırmamak, bir dediğini iki etmemek için olağanüstü çaba harcayan Hükümet, masum öğretmenlerimizi ne olarak görmektedir? Başbakan bize cevap versin, şehit edilen öğretmenlerimizin hesabını kim verecek, dökülen gözyaşlarını, katlanılan acıları kimler telafi edecektir? Dün Tunceli’ye giderek terörist Rıza ve çetesinden özür dilemenin erdem olduğunu ifade eden Davutoğlu, PKK’dan ve Öcalan canisinden ne zaman özür dileyecektir? Nasıl olsa özür dileme furyası modadır, hainlerden özür dilemek için AKP kuyruğa girmiştir. Geçmişin karanlık isimleri birbir övülmektedir. Ancak öğretmenlerimizi kimlerin, hangi kansızların şehit ettiğini konuşan, kendisine mesele yapan yoktur. Başbakan Davutoğlu yüreği varsa cevap vermelidir: Öğretmenlerimizin yanında, vatana bağlılığı, millete sadakati vaz eden sayısız din görevlisinin PKK tarafından katledilmesinin hesabını kim verecektir? Gece yarısı yaptığı baskınlarla maden ocaklarında, inşaat sahalarında katlettiği mühendislerimizin, işçilerimizin hesabını kim verecektir? Şehirlere yaymaya çalıştığı eylemleri esnasında ateşe verdiği evlerde, çarşılarda, dükkânlarda yanan kadın, kız, çocuk ve yaşlılarımızın hesabını kim verecektir? Kardeşim dediği insanlara sağlık vermekten başka bir derdi olmayan fedakâr hemşireleri, doktorları öldürenlerin hesabını kim verecektir? Elektrik götürmekten, su bağlamaktan, yol açmaktan başka bir niyeti olmayan masum kamu görevlilerine yönelik cinayetlerin hesabını kim verecektir? Ülkelerini korumaktan başka bir amaçları olmayan kahraman korucuların köylerindeki bebeklerin, kadınların katliamlarının hesabını kim verecektir? Bize göre hesap verecekler bellidir: PKK isimli kiralık tetikçi örgüt, döktüğü şehit kanından, sahip olduğu hain emellerden dolayı suçludur. İmralı’da yatan vampir, onbinlerce insanımızın ölüm emrini vermekten dolayı suçludur ve ömür boyunca cezasını çekecektir. AKP ve HDP isimli terör yedekleri, bölücülüğü meşrulaşması için her türlü ayak oyunlarından dolayı millet ve tarih önünde müştereken suçludur. Ve suçluların cezasız kalmamasının, hukukun ve hukuk devletinin vazgeçilmez ilkesi olduğunu herkese bildirmek isterim.
Değerli Misafirler, Muhterem Öğretmenlerimiz, Öğretmenlerimizi senede bir güne sıkıştırılmış övgü dolu sözlerle oyalamak, bu kutsal meslek mensuplarının yaşadıkları ağır sorunları ve eğitimin sıkıntılarını hafife almak demektir. Yurdumuzun her yöresinde, gidilen en ücra köşelerde bile, her şart ve ortamda, etrafında cıvıldayan çocuklarla beraber bir okul bahçesinde karşımıza mutlaka bu mukaddes görevin temsilcileri çıkacaktır. Teessüfle ifade edeyim ki, öğretmenlerimize layık oldukları şekilde destek verebildiğimizi, onları yeterince koruyabildiğimizi maalesef söylemekten uzağız. Eğitim ve öğretimin yapısal yetersizliklerine ilave olarak, maddi sıkıntılarla boğuşan değerli öğretmenlerimizin sorunlarını çözememiş olmanın mahcubiyetini özellikle ve en başta Hükümet duymalıdır. Parti Programımızda yer aldığı gibi çocuklarımızı ve gençliğimizi geleceğimizin teminatı olarak görüyor ve onları; √ Türk milletine mensubiyetin gurur ve şuuruna sahip, √ Manevî ve kültürel değerlerimizi özümsemiş, √ Düşünme, algılama ve problem çözme yeteneği gelişmiş, √ Yeni gelişmelere açık, √ Sorumluluk duygusu ve toplumsal duyarlılığı yüksek, √ Bilim ve teknoloji üretimine yatkın, √ Girişimci, demokrat, kültürlü, inançlı, ahlaklı nesiller olarak yetişmesini eğitim politikamızın temel amacı olarak kabul ediyoruz. Elbette ki bu donanım ve seviyede olmasını arzu ettiğimiz evlatlarımızın yetişmeleri milli bir eğitim sisteminin varlığına bağlıdır. Daha önemlisi, bu nitelikleri öğrencilerine aktaracak yetişmiş öğretmenlerimizin mevcudiyeti de gereklidir. Çağın gerekleri, modern insan ve toplum yetiştirme anlayışı öğretmenin kaçınılmaz rehberliğinden başka bir eğitim yöntemini henüz ortaya çıkaramamıştır. O halde bu yüksek hedefler ancak öğretmenlerimizle yakalanabilecektir. Bunun başka yolu ve formülü de görünmemektedir. Fakat öğretmenlerimizin kaygıları artmış, sıkıntıları yaygınlaşmıştır. Milli eğitim sistemi laçkalaşmış, iyice siyasileşmiş, ehil olmayan ellere ve çetelere teslim edilmiştir. Kayırmacılık had safhaya ulaşmıştır. Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik yapılmasına Dair Kanunun 14 Mart 2014’de Resmi Gazete de yayımlanmasıyla Hükümet eğitim hayatına bir darbe daha vurmuştur. İlaveten 10 Haziran 2014 tarihinde Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe giren, Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik kanalıyla büyük bir kıyım ve tasfiye yapılmıştır. Binlerce okul müdürü veya yardımcısının bir kalemde üzeri çizilmiş, hakları gasp edilmiştir. Hükümet alın terlerini çalmış, yıllarca verilen emekleri çiğnemiştir. Yandaş sendikanın onay ve referansını alanlar mevki ve koltuk sahibi olurken, hakkıyla, bilgisiyle ve tecrübesiyle görevini yapan arkadaşlarımız kenara itilmişlerdir. Şunu önemle ilan ediyorum ki, Milli Eğitim’de bugün zulmedenler, zalimlerle ittifak kuranlar; MHP iktidarında misliyle cevap bulacaklar, hakkı yenilen ve mağdur olanlar da mutlaka taltif edilecektir. Adaletsizliğin önüne geçmek hepimizin boynunun borcudur. Yandaş sendikanın oyunlarına, yandaş bürokratların düzenbazlıklarına, menfaatlerinden başka hiçbir şey düşünmeyen ilkesizlere ne yapacağımızı, nasıl mukabele edeceğimizi Allah can sağlığı verdiği sürece herkes şahit olacaktır. Atama bekleyen 300 bine yakın öğretmenimizin sorunu bizim sorunumuzdur. Maaşını borca yatıran, bankaların ve tefecilerin eline düşmüş öğretmenlerimizin sorunu bizim sorunumuzdur. Suriyeli mültecilere 4,5 milyar dolar harcayıp, IMF’ye borç vermekten bahseden; ama sıra öğretmene, işsiz gençlerimize gelince, bütçe imkanlarını hatırlatan Hükümet’ten hesap sormak da bizim hedefimizdir. Okul varken, öğrenci varken, öğretmen de ortadayken, çürümüş eğitim politikalarıyla geleceğimizi karartan rüşvetçi ve soyguncuların fitil fitil burunlarından getirmek bizim için en önemli sorumluluktur. Öğretmenlerimiz mazlum ve yoksul halde inim inim inlerken, Amerika’nın fethiyle ilgili polemik yapanlara, kaçak ve karanlık sarayları dikip öğretmenin hakkında çalanlara Türk milleti mutlaka itiraz edecektir. Öğretmenlerimiz yoksulluk sınırının altındadır. Öğretmenlerimiz dardadır, zor durumdadır. Ek ders ücretleri yetersiz, sosyal imkanlar zayıftır. Öğretmenlerimiz siyasi baskı ve tasallut altındadır. Öğretmen fakirleşirken havuzcular büyümekte, haramiler zenginleşmektedir. Öğretmene komik zamlar yapan Hükümet, konu saray, uçak, otomobil olunca müsrifliğin zirvesine tırmanmaktadır. Öğretmene ve öğretmen emeklisine çok görülen hazine ve bütçe kaynakları 17-25 Erdoğan’a oluk oluk akıtılmaktadır. 2013 yılı Ağustos ayında imzalanan toplu sözleşme sonucunda 2014 yılı için sadece 123 lira zam alan kamu çalışanları enflasyona ezdirilmiştir. Bu şartlar altında yüzde 12’lik ek zam talebinin çok haklı, çok gerekli olduğunu düşünüyor, bu yürekli çıkışı yapanları desteklediğimizi de söylemek istiyorum.
Değerli Dava Arkadaşlarım, Geleceğimizin teminatı olan evlatlarımızı yetiştirmesi gereken öğretmenlerimiz, eğitim problemlerinin yanında başka sorunlarla da boğuşmak durumunda kalmaktadır. Bugün, öğretmenleri ikinci bir işte çalışmaya mecbur bırakan ekonomik geçim şartlarındaki felaket tablosu, Yozlaşan ahlak değerlerinin etkisiyle her gün medyada karşımıza çıkan okul içi disiplin ve öğretmen-öğrenci sorunları, yani şiddet vakaları, Çağın gerektirdiği niteliklerden uzak kalmış, yetersiz eğitim imkân ve ortamları ile çok kalabalık öğrenci sayıları, Özellikle mahrumiyet bölgelerinde görev yapan öğretmenlerin daha sık karşılaştığı ikamet ve lojman yetersizlikleri, Sürekli değişen ve bir türlü son bulmayan sistem arayışları ve öğretmenlerin bunlara intibaklarındaki güçlükler, Bilgi, yetenek ve birikimlerinden yararlanmaya çok açık olmayan idari ve bürokratik işlemlerdeki yapılanma, Öğrenciyle mekanik ve yüzeysel bilgiler kazandırmaya, ancak içeriğine nüfuz etmesine ve milli kültürü geliştirmelerine imkân vermeyen kısır eğitim vizyonu, İlk yıldan son yıllarına kadar tamamen sınav maratonu için şartlandırılmış öğrenci yapısı ve bunun üzerine kurgulanmış hayattan uzak eğitimin çarpıklığı, Çocuklarının sorunlarını görmezden gelerek öğretimi paylaşmayan ve yeterince ilgi göstermeyen velilerin duyarsızlıkları, Ve bu karmaşık sistemi idare etmekten çok uzak, siyasi kadrolaşmanın yol açtığı güvensizlik ortamı, öğretmenlerimizin başlıca sorunları olarak karşımızdadır. Türkiye ve Türk milleti için kim, hangi iyi hedefleri düşlüyor ve düşünüyorsa öncelikle yapması gereken öğretmenlerine sahip çıkmak ve sorunlarını aşmak olmalıdır. Bu konuda öğretmenlerimiz bize göre üzerlerine düşeni fazlasıyla yapmaktadır. Toplumun her kesimini sarmış ekonomik, kültürel ve ahlaki sorunlara takılmadan görevlerini sürdürmeye çalışan öğretmenlerimizin, yaşadıkları zorluklara rağmen evlatlarımızı yetiştirmek için gösterdikleri fedakârlıklar her türlü takdirin üzerindedir. Taviz ve teslimiyetin yaygınlaştığı; bilim ve teknoloji üretemeyen, bilgi toplumunun gereklerini yerine getiremeyen ülkemizde, karamsarlığın dağıtılması için en önemli görev her şeye rağmen yine öğretmenlerimize düşmektedir. Milletimizin binlerce yıldır yüreklerinde taşıdığı insan sevgisi, barış ve yardımlaşma, üstün ahlak ve fazilet gibi değerleri yeni nesillere kazandıracak olanlar da öğretmenlerdir. Dünyanın en değerli varlığını, yani insanı yine insanın mutluluğu ve huzuru için yetiştirerek, hem insanlığı, hem büyük Türk milletini yüceltecek olanlar yine saygıdeğer öğretmenlerimizdir. Öğretmenler, bir yandan bilgi ve bilim üretebilecek dinamik beyinler yetiştirirken, onların şerefli geçmişimizden ilham almalarını, tarihimiz ve büyük Türk kültürü ile köprü kurmalarını temin etmelidir. Devletimizin, milletimizin, bağımsızlığımızın, demokrasimizin, milli kültürümüzün bekasını ilgilendiren ”fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerin yetişmesi de yine siz değerli öğretmenler eliyle mümkün olacaktır. Memleketimizin her yöresinde kutsal bir görevi fedakârca yürüten eğitim camiasının tüm değerli mensuplarının, heyecanlarını asla söndürmeden millete hizmeti sürdürmeleri en samimi dileğimizdir. Hedefimiz ise şahsi ve mesleki sorunları çözülmüş, her türlü sıkıntıları ortadan kalkmış bir meslek grubu olarak öğretmenlerimizin enerjilerini yalnızca nesillerin yetişmesine harcamalarını sağlamak olmalıdır. Bu vesileyle, Türk milletinin mutluluğu ile Türk devletinin gelişmesi için yüreklerini ortaya koyarak gözlerini gönül huzuru ile hayata kapamış öğretmenlerimiz ile görev başında şehit edilmiş öğretmenlerimizi rahmet, şükran ve minnet duygularımla anıyorum. 23 Kasım 1970 tarihinde, Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nda bir öğretmen adayı iken şehit edilen Zileli Ertuğrul Dursun Önkuzu’yla birlikte tüm vatan ve dava şehitlerimizi de bir kez daha rahmet ve şükranla hislerimle yad ediyorum. Bugün hayatta olan emekli öğretmenlerimize Allah’tan uzun ömürler diliyor, görevdeki öğretmenlerimize başarı temennilerimle birlikte bu mutlu ve anlamlı günlerini kutluyorum. Bilinmelidir ki fert, toplum, millet ve devlet olarak dünya üzerinde ve insanlık aleminde ulaşacağımız seviye, ancak öğretmenlerimizin bizi götürmek istedikleri ve götürebildikleri yere kadar olacaktır. Daha iyi insan, daha mükemmel vatandaş, daha saygın millet ve daha büyük devlet olabilmek için onlara her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır. Bu düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Aramızda bulunan muhterem öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü kutluyor, en iyi dileklerimi sunuyorum. Tekrar görüşmek, tekrar buluşmak üzere hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.
|