Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekilleri, Saygıdeğer Misafirler, Kıymetli Basın Mensupları, Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 9 Mayıs 2009 tarihinde Prag’dan Ankara’ya dönüş yolunda adını koyduğu “İster terör, ister Güneydoğu, ister Kürt meselesi deyin, bu, Türkiye’nin en önemli meselesidir ve mutlaka halledilmelidir.” sözünün üzerinden 5 yıl 6 ay 19 gün geçmiştir. Yıkımdan sorumlu eski bakanın koordinatörlüğünde, 1 Ağustos 2009 tarihinde Polis Akademisi’nde 12 kötü adamın iştirakiyle düzenlenen ve sözde demokratik açılımın başlatıldığı kirli toplantının üzerinden 5 yıl 2 ay 24 gün geçmiştir. AKP-PKK ortaklığıyla Habur’da sahnelenen terörist karşılama törenlerinin üzerinden de 5 yıl 1 ay 6 gün geçmiştir. Geride kalan seneler devamlı surette PKK’ya yaramış, bölücülüğe güç vermiştir. AKP Hükümeti; “Kürt açılımı, demokratik açılım, milli birlik ve kardeşlik projesi, çözüm ve barış süreci” gibi gerçek mana ve mesajından tamamen soyutlanmış tanımlamalarla PKK’ya teslimiyetin alt yapısını kurmuştur. Türkiye, bizzat AKP’nin itmesiyle, bizzat AKP’nin kumpasıyla dehşet ve şiddet sarmalına sokulmuştur. Bu sayede, terör örgütü PKK, hiç olmadığı kadar etkinlik ve yaygınlık kazanmıştır. İmralı Adası, canibaşının adı konulmamış karargâhı haline getirilmiştir. Hükümet ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm bir teröristi hayalinde bile göremeyeceği tavizlerle diriltmiştir. Bir önceki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan PKK’ya ve bölücü mihraklara yıllarca ödünler vererek Türkiye’nin altını oymuş, milli birlik ve kardeşliğimize mezar kazmıştır. Türk milleti AKP-PKK-HDP-Barzani ile küresel çıkar ve cinayet grupları tarafından ihanet markajına, tehdit çemberine alınmıştır. Daha düne kadar, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP kadroları tarihi ve kültürel tüm değerlerimizle çatışan, çelişen ve çarpışan teklif, söylem, plan ve projelerle adeta zehir saçmışlardır. Şimdi de Ahmet Davutoğlu gündemdedir ve selefini aratmamak için varını yoğunu ihanet mesaisinde harcamaktadır. Zannederseniz ki, AKP ve yönetici pozisyonundaki şahsiyetler, Türkiye’yi yıkmak için özel görevlendirilmişlerdir. Yine zannederseniz ki, Çanakkale’de püskürtülenler AKP’de buluşmuş, İzmir’de denize dökülenler AKP’de doğmuş, Anadolu’dan söküp atılanlar AKP’yle doğrulmuştur. Türk tarihinde ne kadar ihanet eden, ne kadar arkadan hançerleyen emel ve mihrak varsa AKP’nin kundağında bir kez daha gözlerini açmışlardır. Hainler, Davutoğlu’nun gözüne melek gibi görünmektedir. Millet ve memleket düşmanları Erdoğan’a sevimli gelmekte ve hakkı yenmiş mazlumlar olarak görülmektedir. Çünkü ne Erdoğan’ın ne de Davutoğlu’nun durduğu ve baktığı yer doğru ve milli değildir. Geçmişte Türkiye’ye kimin zararı dokunmuşsa Cumhurbaşkanı ve Başbakan onların yanında ve sözcüsüdür. Geçmişte Türk milletinin kanını akıtanlar bugünlerde revaçta, vatan topraklarını parçalamak amacı taşıyan namertler el üstündedir. Yıllardan beri Erdoğan ve yandaşları Türkiye’nin bir bölümünü PKK’ya peşkeş çekmek için uğraşmakta, Türk milli kimliğini imha etmek için provokasyon seferleri düzenlemektedir. Türklükten alerji duyan kim varsa Erdoğan ve Davutoğlu’ndan güç devşirmekte, ilham almaktadır. Ayrıca ecdadımızın muazzam hatıra ve emanetlerinden kim rahatsızsa tarihle yüzleşme adı altında parlatılmaktadır. Ülkemizde çıkan isyanların elebaşlarının avukatlığına soyunan Başbakan ve Hükümeti’nin anlayışına göre, Türkiye; √ Etnik farklılıklar temelinde ayrışırsa demokratikleşecek, √ Milli birlik ve kimlik ekseninde çözülürse özgürleşecek, √ Coğrafi eksen bölünürse, farklılaşırsa çağdaş hale gelecektir. Milliyetçi Hareket Partisi, böyle bir demokratikleşmeyi tanımamakta ve tümüyle de reddetmektedir. Böyle bir özgürleşme mahvoluşu getirecektir ki, bunu kabulümüz mümkün değildir. Böylesi bir çağdaşlaşma tarihten silinip gitmemize çanak tutacaktır ki, bunu normal görmemiz eşyanın tabiatına da aykırıdır. Türksüz Anadolu özleyenler faal haldedir ve bunlar AKP’ye tutunmuş ve yerleşmişlerdir. Türk milletinin birliği ve kardeşliğini çekemeyen odaklar AKP’nin şifrelerini ele geçirmiştir. Başbakan Davutoğlu tıpkı Erdoğan gibi, tarihimizle kavgalı, milli değerlerimizle mesafelidir. Davutoğlu Erdoğan’ın kopyasıdır, ama inanınız bana çok kötü, çok sakil, çok çirkin bir kopyasıdır. Davutoğlu yanlışta ısrar etmekte, zillet de inat etmektedir. Başbakan geçtiğimiz haftanın son gününde Tunceli’ye gitmiştir. Burada partisinin merkez ilçe kongresine katılmasının yanında, bazı etkinlik ve toplantılarda da bulunmuştur. Davutoğlu tarihi gerçekleri bir kez daha çarpıtmış, tarihten husumet çıkarmayı sürdürmüştür. Arifleri, erenleri, Allah dostlarını, hikmet ve keramet sahibi manevi büyüklerimizi istismar ederek millete başkaldıran, devlete isyan eden bölücülere yine toz kondurmamıştır. Davutoğlu kabuk bağlamış yaraları kanatarak siyasi menfaat elde etmenin derdindedir. Dersim isyanının elebaşı terörist Rıza’yı sözde seyit unvanıyla anarak Efendimizin torunu olduğunu söyleyen Başbakan, bir defa İslam’a, kutsal emanetlere, Evlad-ı Resul’ün aziz hatıralarına kara çalmıştır. Alemlere rahmet olarak inmiş Efendimiz Hz. Muhammed’i; bir teröristle anmak, İngiliz’in, Fransız’ın, Rus’un oyuncağı olmuş bir hainle yan yana getirmek utanmazlık olduğu kadar büyük bir günahtır. Davutoğlu, Horasan erenleriyle Dersim isyanına karışan bölücüleri de aynı çerçevede ele alma densizliğini göstermiştir. Davutoğlu’nun maksadı nedir, bu şahıs kimlere hizmet etmektedir? Terörist Rıza’yı aklama ve savunma ihalesi Davutoğlu’na mı kalmıştır? Hz. Ali’yi, iftiharla, duayla, hüzünle andığımız Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan’ı teröristin seviyesine indirmek nasıl bir zeka ve vicdan noksanlığıdır? Davutoğlu’nun terörist Rıza sevdası, isyancılara duyduğu özlem ve şükran; ağzına aldığı Horasan erenlerinin, Ehl-i Beyt büyüklerinin hiçbir söz, tavsiye ve temennisiyle bağdaşmamaktadır. Ali’siz Alevilik inşa etmeye çalışanlara terörist Rıza’nın hakkını helal etmeyeceğini söyleyen Davutoğlu, acaba kendisine, selefine ve zihniyetine Türk milletinin hakkını helal edeceğini mi sanmaktadır? Millet evlatlarını öldürenleri Allah’ın affedeceğini mi düşünmektedir? Davutoğlu, terörist Rıza’nın resmi ideolojiden farklı düşünmesi nedeniyle idama gittiğini iddia etmiştir. Eğer rejime muhalifler, millete hasım unsurlar bu şekilde cezalandırılmış olsaydı; Davutoğlu nasıl Başbakan olacak, AKP 12 yıldır nasıl iktidarda kalacak, Erdoğan hangi güçle Cumhurbaşkanlığına yükselecekti? Davutoğlu boş konuşmakta, boşa kürek çekmektedir. Fakat istismarları da tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Bize göre Dersim isyanıyla ilgili ihanet kampanyası sonlandırılmalıdır. Olan olmuş, yaşananlar geride kalmıştır. Türk milleti asilerin hakkından gelmiş, bu sayfa ilelebet açılmamak üzere kapanmıştır. Hem Osmanlı hem de Cumhuriyet devrinde isyana kalkışanlar ağır şekilde bedel ödemişler ve cezalandırılmışlardır. Erdoğan ve Davutoğlu; Gezi Parkı’ndaki masum ve demokratik itirazlara bile tahammül göstermeyip şiddetle bastırırken, her ne hikmetse demokrasiyi, hak ve özgürlükleri akıllarına getirmemişlerdir. Terörist Rıza’ya sempati duyanlar, Türk gençliğine zalimce davranmıştı. PKK’nın her saldırısına bahane bulanlar, sokaklarda muhalif öğrenci avına çıkmışlar, tomalı ve biber gazlı şiddetle savunmasız ve hiçbir örgütle bağı olmayan gençleri hedef almışlardı. Terörist Rıza’dan özürler dileyip; Ahi Evran’ı, Sarı Saltuk’u, Baba Mansur’u, Eyyüp el Ensari’yi, Hazreti Mevlana’yı, Seyit Burhanettin Veli’yi dilinden düşürmeyenler; tencere tava çalan hanımefendilere dahi acımasız muamele yapmışlardı. Sokakta yürürken sigara içenlere bile hakaretler yağdıran bir zihniyet mi bu ülkede hoşgörüden, anlayıştan, müşfik ve merhamet sahibi olmaktan bahsetmektedir? Geçiniz bunları Sayın Başbakan, geçiniz. Eğer bugün 1937’de isyan etmiş bir hainden özür diliyorsanız, biliniz ki, çok yakında 1984’den itibaren devlete, millete ve kutsal değerlerimize başkaldıran bir hainden de özür dileyeceksiniz demektir. Başbakan, isyankarlardan özür dilemenin bir erdem olduğunu ileri sürebilmektedir. Bizim erdem tanımımızda; ahlakın övdüğü iyi olma hali, alçakgönüllülük, yiğitlik ve doğruluk vardır. Davutoğlu’nun erdem tanımında ise alçaklara taviz, ahlaksızlara boyun eğme, vatan ve bayrak muhaliflerine kucak açma söz konusudur. Başbakan, güçlü ihtimaldir ki, Tunceli’ye Erdoğan tarafından gönderilmiş, ihanet sürecine psikolojik destek toplamak için görevlendirilmiştir. Tunceli Üniversitesi’nin isminin Munzur olarak değiştirileceğini, kentteki eski kışlanın müzeye dönüştürüleceğini ve adının da Dersim müzesi olacağını, bunun için 10 milyon liralık ödeneğin talimatını verdiğini bildiren Davutoğlu fütursuzca hareket etmektedir. Bundan sonra Davutoğlu ilk fırsatta Tunceli ismini Dersim olarak değiştirecek, kendi ismini de ‘Ahmet Rıza’ olarak yenileyebilecektir. Başbakan’ın elini tutan, önüne geçen, engel olan yoktur. Erdoğan ile Öcalan ikilisi nasıl kardeş ve dost olmuşsa, Davutoğlu da kendisine yoldaş olarak terörist Rıza’nın hain anılarını ve iğrenç emellerini seçebilecektir. Nasılsa, AKP’de teröristlerle düşüp kalkmak oldukça popülerdir ve terfi almak için ön şarttır. Davutoğlu önümüzdeki Milletvekilliği Genel Seçimlerinden sonra, Başbakanlığı kaybedeceğini bildiğinden dolayı, hiç olmazsa parti genel başkanlığında kalabilmek için her rezilliğe tamam demektedir. Erdoğan’ı İmralı ve Kandil nasıl kurtaramayacaksa, Davutoğlu’nu da Dersim’de isyan eden teröristlerin geride bıraktıkları fitne vasiyeti öyle kurtaramayacaktır. Toroslar’dan Munzur’a selam götürdüğünü söyleyen Davutoğlu’na Türk milleti sandıkta öyle bir selam çakacaktır ki, mizah gibi, şaka gibi, korkuluk gibi duran Davutoğlu bir daha yerinden kalkamayacaktır.
Değerli Milletvekilleri, Başbakan Dersim isyanıyla Alevi İslam inancına sahip kardeşlerimizi aynı karede değerlendirerek tarihi bir hataya imza atmaktadır. Bu küstah ima ve kirli propagandaya Alevi kardeşlerimizin itirazı olmalıdır. İncinen ve hırpalanan Alevi kardeşlerimiz seslerini yükseltmeli, Davutoğlu’nun tezgahına düşmemelidir. Altını çizerek söylemek istiyorum ki, Alevi İslam inancına sahip kardeşlerimizin teröristlerle yollarının kesişmesi imkansızdır. Efendimize ve Ehl-i Beyt’e gönül vermiş hiçbir vatan evladının isyancıların arasında olması düşünülemeyecektir. Edep yahu diyen, hepimizin saygı ve inançla benimsediği 12 İmamın sevgi ve hayranlığıyla hayatlarını geçiren kardeşlerimize Dersim isyanının iftirasını atmak ayıptır, zulümdür. Takdir edersiniz ki, Türkiye, siyasi bölücülük ve silahlı terörün meşruiyet kazanma yolunda mesafe aldığı çok tehlikeli bir döneme girmiştir. Terör destekli etnik bölücülük siyaset sahnesine konuşlanmış, PKK’nın siyasallaşma stratejisinde yeni bir aşamaya geçilmiştir. Son gelişmeler Türkiye’nin milli birliğine, toprak bütünlüğüne ve üniter devlet yapısına kastetmeyi amaçlayan cephenin iki yönden nifak ürettiğini göstermektedir. Etnik tahrik ve taleplerle ilerletilmeye çalışan siyasi bölücülük gündemi ile silahlı terör saldırılarının ortak hedefi bütün açıklığıyla ortadadır. Amaç, Türk milletine ve devletine vücut veren bütün ortak değerleri yıkmaktır. Arkasından ülkemizi parçalayarak çok milletli, çok kimlikli, çok dilli ortaklık devleti yapılanmasını Türkiye’ye zorla kabul ettirmektir. Biz bu kapsamdaki uyarılarımızı yıllardır yaptık, yıllardır muhataplarımızla paylaştık. Türkiye’de bir Kürt sorunu değil terör ve bölücülük sorunu olduğunu, PKK’nın ve İmralı’da yatan caninin Kürt kökenli kardeşlerimizin temsilcisi sayılamayacağını defalarca vurguladık. Alevi İslam inancına sahip kardeşlerimizle, Kürt kökenli vatandaşlarımızın duygularını, beklentilerini ve geçmişteki bazı talihsiz vakaları kaşıyıp kavga ve hizip ortamı oluşturmak için AKP-CHP-HDP-PKK bloğunun nazik ve hassas zeminde istismar yarışına girdiklerini söyledik. Milliyetçi Hareket Partisi hiç kimsenin nereli olduğuna, ana diline, etnik kaynağına merak salmamış, bunları mesele yapmamıştır. Geleceğini Türk milletinin içinde gören, Ay Yıldızlı Al Bayrağın altında yaşamaktan onur duyan herkesi Türkiye kabul ettik; bunları canımızdan bir parça ve varlığımızın da nişanesi olarak belledik. Parti olarak tarihi süreç içinde Türk milleti ailesine mensup olarak varlıklarını sürdüren bütün değerlere ve kültür mirasına sonsuz hürmet ve muhabbet besledik, besliyoruz. Ve bu konulara yaklaşırken bizim için esas olan ayrışmak ve ayrıştırmak değil, birleşmek ve birleştirmektir. AKP iktidarı ile işin başında ayrıldığımız temel nokta da burasıdır. Biz, önü alınmayan ayrışma ve ayrımcılık dinamiklerinin çözülme ve dağılmaya neden olacağına inanıyoruz. Türk milletinin bin yıllık tarihi süreç içinden çıkardığı dersler bize bunu göstermektedir. Geçmişin kötülenmesiyle eş zamanlı yürüyen farlılıklara yapılacak vurguların, kanlı ve tehlikeli bölünmelere davetiye çıkaracağını bilmek için kahin olmaya lüzum yoktur. Devletin ve hükümetlerin temel görevi, vatandaşları arasında, onları birbirlerine bağlayan duyguları, hatıraları ve müşterek değerleri canlı tutmaktır, yoksa tahrik edip ayrıştırmak değildir. Daha işin başından beri, siyaset anlayışını ayrılma ve ayrıştırmaya bina etmiş olan AKP’nin, yabancıların icazetiyle sürdürdüğü çözülme sürecine ısrarla karşı duruşumuzun ana sebebi de budur. Ve sonuna kadar da karşı durmaya devam edeceğimiz iyi bilinmelidir. Bu konuda kararımız kesindir. Partimizin ayrılma, farklılaşma, bölünme, ufalanma gibi arayışlarla uzaktan yakından bağı, bağlantısı ve desteği olmamış, olmayacaktır. Bu konuda da duruşumuz belli, ilkelerimiz nettir. Ülkemizin temel meselelerini çözme yolunda vazgeçilmez siyaset önermemiz yalnızca ve yalnızca “milli kimlik ve kardeşlik” üzerinedir. Biz, ülkemizdeki diğer sorunlar gibi mezheplerin sorunlarına da aynı dikkatle ve kucaklaştırıcı ilkelerimizle bakmaya özen gösterdik ve dikkat ettik. Alevi İslam inancına sahip vatandaşlarımıza bakışımızın özü ve esası da buna göre temellenmiştir. En son 4 Kasım 2014 tarihli Meclis Grup toplantımız da olmak üzere, Alevi kardeşlerimizle ilgili düşünce ve onların sorunlarına yönelik samimi tutumumuzu devamlı gündeme getirdik. Siyasi kaygılardan uzak ve iyi niyetli bir anlayışla Alevi kardeşlerimizin meselelerine eğildik ve dedik ki; “Cami de bizim Cemevi de bizimdir.” Ne var ki, 2008 yılından beri iyi niyetle attığımız adımlar Hükümet nezdinde karşılık bulmamıştır. 2009 yılının Haziran ayının başında Hükümet tarafından başlatılan ve bizim de ümit verici gelişme olarak gördüğümüz “Çalıştay” adı verilen toplantılarda herkes eteğindeki taşları dökmüş, ancak bugüne kadar somut bir sonuç elde edilememiştir. Partimiz ilk “Alevi Çalıştayı”nın toplandığı hafta da konuyu yine önemle dile getirmiş, somut tekliflerle birlikte Çalıştay sürecine olan açık desteğini ve iyi niyetini göstermiştir. Konunun sürüncemede bırakılarak yalnızca istismarının yapılmak istendiği az çok belli olmuştur. Başbakan Davutoğlu ve Partisine bir çağrıda bulunuyorum: Geride kalmış bir ayaklanma üzerinden “Evlad-ı Kerbela” istismarını yapıyorsunuz ve Alevi kardeşlerimizi sevdiğinizi söylüyorsunuz, o halde; Gelin, sahibi olduğunuz ayrımcı ve ayrıştırıcı sözde demokrasi paketlerinin içerisine katmadan, sorunun acilen halli yönünde ilk adımları atalım ve TBMM zemininde bu konuyu tamamıyla çözelim. Bu kapsamda öncekilerin topluca tekrarı olan önerilerimiz şunlardan ibaret olacaktır: 1- Aleviliğin öncelikle nitelikli eğitim ve nitelikli kadro ihtiyacını karşılayacak “Türkiye Alevilik Araştırmaları Merkezi” devlet desteğinde kurulmalıdır. 2- Bu merkez genel bütçeden ayrılacak ödenekle desteklenmeli ve idari bakımdan özerk olmalıdır. 3- Alevi inanç önderlerinin akademik seviyede eğitilmesi için İlahiyat Fakültelerinde “Tasavvuf İlimleri Bölümü” kurulmalıdır. 4- Milli Eğitim Bakanlığınca din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin müfredatına, doğrudan Alevi toplumunun katılımıyla şekillenmiş doğru, objektif ve bilimsel bilgiler dahil edilmelidir. 5- Bu kapsamda olmak üzere Alevi İslam inancı önderlerinden, konusunda uzman ilahiyatçılardan ve akademisyenlerden oluşan “Özel İhtisas Komisyonu” kurulmalıdır. 6- Kültür Bakanlığı ve ilgili kuruluşların işbirliği ile Alevi İslam inancının ve tarihi-kültürel şahsiyetlerinin envanteri ve külliyatı çıkarılmalı varsa yabancı dilde olanlar Türkçeye çevrilmelidir. 7- Diyanet İşleri Başkanlığı ortaya çıkacak külliyatın orijinallerine sadık kalarak yayınlanmasında istişare ve işbirliği içinde olmalıdır. 8- Alevi İslam inancını da bünyesinde temsil edecek şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı’nda yapısal ve radikal düzenlemeye gidilmelidir. 9- Cemevi gerçeği, siyasi dürtülerden uzak, önyargılara takılmadan ve ‘Cami-Cemevi’ karşıtlığına dönüştürülmeden tam olarak kabul edilmelidir. 10- İnanç, ibadet ve kültür hayatımızın bir unsuru olan Cemevlerine devlet yardım etmeli, genel bütçeden ödenek tahsis edilmelidir. Biz, Alevi kardeşlerimizin ihtiyaç ve taleplerine günübirlik siyasetin dışında ve üstünde bir anlayışla yaklaşıyoruz. Meclis’te grupları bulunan bütün partilere bu sorunu kucaklaştırıcı ve kaynaştırıcı bir yaklaşımla çözmeleri noktasında teklifte bulunuyor ve işbirliği öneriyoruz. Çünkü bu konu kaşınacak bir tahrik ve istismar alanı değil, bütün samimiyetimizle çözümlenmesini dilediğimiz ve canı gönülden istediğimiz gerçek milli bir kardeşlik projesidir. Konunun beklemeye, tavsamaya, zamana bırakılmaya tahammülü kalmamıştır. Geçmişin acılarını ve hatta varsa hatalarını kışkırtarak ulaşacağımız sonuç da yoktur. İki Türk hükümdarı olan Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’in 500 yıllık dargınlığını onların torunları olarak bizler bitirmeliyiz. Devamlı surette geçmişin tozlu raflarında ihtilaf izi sürerek varabileceğimiz bir seviye yoktur ve olamayacaktır. Bu sorumluluk herkesindir. Milliyetçi Hareket Partisi Alevi kardeşlerimizin yararına olacak her düzenlemeye destek vermeye ve varsa başka teklifleri değerlendirmeye açıktır.
Muhterem Milletvekilleri, Türkiye’nin “açılım, demokratikleşme, çözüm ve barış” sözleriyle sürüklendiği karanlık tünel felaketlerle doludur. Hükümet terör örgütüyle masaya oturduğu andan itibaren, İmralı canisinin elinden tuttuğu aşamadan beri inandırıcılığını hepten kaybetmiştir. Ülkemiz çok tehlikeli bir girdaptadır. AKP, PKK’nın denetim ve kontrolündedir. Terör örgütü ne isterse almakta, neyi dayatırsa yaptırmaktadır. AKP ipin ucunu kaçırmış, terör örgütünün çekim alanına hapsolmuştur. Son zamanlarda gündeme yansıyan haber, rapor, bilgi ve yorumlar AKP ile PKK’nın Türkiye üzerindeki paylaşım mücadelesine hız verdiklerini ve pazarlıklarını kızıştırdıklarını göstermiştir. Uluslararası Kriz Grubu’nun 6 Kasım’da Brüksel’de yayımladığı, geçtiğimiz günlerde de Ankara’da bir basın toplantısıyla duyurduğu, “Türkiye ve PKK: Barış Sürecini Kurtarmak” başlıklı raporu tam bir rezalettir. Bu rapor bir defa ihanet sürecinin içinde üçüncü gözün fiilen varlığını kanıtlamaktadır. Başbakan Davutoğlu Avustralya ve Filipinler ziyaretlerinin ardından Türkiye’ye dönüş yolunda, ‘süreç ihanetinde üçüncü göz olarak yabancı bir aktörün devrede olmasına izin vermeyeceklerini, bunu Oslo’da yaşadıklarını açıklamıştır. Uçakta konuşma gibi amansız bir hastalığı olan Erdoğan ise, Afrika dönüşü sırasında; “kendi göbeğimizi kendimiz keselim” diyerek, Amerika’nın süreç ihanetine üçüncü göz olarak katılmasına soğuk bakmıştır. ‘Üçüncü göz’ olarak tarif edilen İzleme Kurulu’nda kimlerin yer alacağı çarşaf çarşaf medyada yer bulmuştur. Sözgelimi TOBB Başkanı üçüncü gözlüğe razı gelirse; Anadolu’da üreten, Türkiye’nin kalkınması ve büyümesi için mücadele veren milli ve manevi değerlerle yönünü çizmiş kardeşlerimiz bu işe ne diyecektir? Onlar PKK’ya göz olan TOBB Başkanı’na nasıl yaklaşacaklardır? Erdoğan ve Davutoğlu ne derse desin; süreç rezilliğinin içinde dünya alem vardır ve küresel tezgah Hükümet’i bütünüyle kuşatmıştır. Bunun yanında süreç ihaneti dış kaynaklı olup, Türk milletinin imhası için AKP-PKK-İmralı canisinin eline tutuşturulmuştur. Bize göre, Uluslararası Kriz Grubu’nun 40 sayfalık raporu; ihanet sürecine verilen bir ayar, çizilen bir rota, gösterilen bir istikamettir. Özellikle; Anayasa’nın yeniden yazılarak sözde etnik kimliğe dayalı her türlü ayrımcı ifadenin kaldırılması, Terörle Mücadele Kanunu’nun ve Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerinin değiştirilmesi, Talep olan yerlerde anadilde Kürtçe tam eğitim verilmesi için çalışmalara devam edilmesi, Daha fazla yerinden yönetim için planlar açıklanması, PKK’nın yerinden yönetim mi, federal özerklik mi, yoksa bağımsızlık mı istediğinin açıklığa kavuşturması dile getirilmektedir. Bölücü terör örgütü ve müzahir çevresi; √ Silahı bırakan militanların kamuda çalışmalarını, √ Hasta ve hükümlülerin serbest bırakılmasını, √ Ana dilde eğitimin serbest olmasını, √ Valilerin seçimle görev yapmalarını, √ Anayasa’dan Türk ifadesinin çıkarılmasını, √ Yerel parlamentonun kurulmasını, √ Yerel yönetimlerin eğitim, sağlık, kültür ve turizm alanlarında söz sahibi olmasını, √ Teröristlere tazminat ödenmesini, √ Terörle mücadelede aktif rol üstlenen kamu görevlilerin cezalandırılmasını, √ Koruculuğun kaldırılmasını, √ Statü ve kimlik sorunlarının çözülmesini, √ Bazı şehirlerde yerel polis ve öz savunma güçlerinin kamu düzenini sağlamasını, √ İmralı canisinin önce ev hapsine çıkarılmasını, sürecin sonunda serbest kalmasını tehditlerle dayatmaktadır. Sandıktan çıkan bir siyasi zihniyet terör örgütüyle bir olmuş, beraberlik kurmuş Türkiye’yi sağından solundan yontmaya başlamıştır. İmralı canisine sekretarya hizmeti verilmesinin gündeme gelmesi bile AKP’nin tepeden tırnağa pisliğe battığını ve teröre boyun eğdiğini göstermektedir. Dünya’nın hangi ülkesinde, müebbet hapse mahkûm bir terörist iki odalı, bahçeli, televizyonlu villa tipindeki sözde hücresi ve 5 eşkıyadan mütevellit sekretaryasıyla birlikte örgütünü yönetmektedir? Hükümet utanmasa, siyasi bedelinden çekinmese, emin olun; bin odalı kaçak ve karanlık sarayda İmralı canisinin kullanımı için manzaralı ve büyük bir oda tahsis etmekten kaçınmazdı. Yargının hakkında kesin ve kat’i hüküm verdiği bir terör elebaşına kanun ve ahlak dışı imkânlar sunmak adaleti katletmek değil midir? Her seferinde girdiği söz düellolarında aklının dibini döken Hükümet Sözcüsü Başbakan Yardımcısı, dün Bakanlar Kurulu toplantısından sonra milletimizin gözünün içine baka baka teröristbaşını savunmuştur. Dikkatinizi çekiyorum, bu Başbakan Yardımcısı, sözüm ona HDP’yi hedef alarak, “siz kimin sözcülüğünü yapıyorsunuz da Öcalan'ı itibarsız hale getirmek istiyorsunuz?” sorusunu sormuştur. Bir Başbakan Yardımcısının, canibaşının itibarıyla ilgili kaygı taşıması siyasi ve ahlaki iflastır. Bunun yanı sıra, Cumhurbaşkanı Erdoğan yine dün İstanbul’da Kadın ve Demokrasi Derneği tarafından düzenlenen Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde hepimizi hayret ettiren bir konuşma yapmıştır. Erdoğan, adaletin devreye girmediği hiçbir meselenin hakkaniyetli şekilde çözüme kavuşturulamayacağını söylemiştir. Peki adalet bölücübaşıyla ilgili devreye girmemiş midir? Adalet devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü yıkmak ve yok etmek için nifak kusan çevrelere karşı devrede değil midir? Erdoğan ve Davutoğlu niçin adaletin önünde köstek olmaktadır? Erdoğan, çifte standartları, ikircikli yaklaşımları adalet duygusundaki eksikliğe bağlamıştır. Her şey iyi güzel de, 17-25 Aralık 2013 tarihlerinden bu tarafa yaşananları Erdoğan nasıl izah edecek, nasıl açıklayacaktır? Önümüzdeki 17 Aralık’tan 25 Aralık tarihine kadar geçen dokuz günlük süreyi Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Haftası ilan edip, Türkiye’nin dokuz ayrı bölgesinde hırsızlığı, soygunu ve rüşveti cesaretle anlatacağız. Bu ve buna benzer faaliyetlerle AKP’nin 12 yılının foyasını bütünüyle ortaya çıkaracağız. Erdoğan adalet mülkün temelidir diyor. Irkçılığın çözümü adalettir diyor. Beyaz adam ile siyah adam arasındaki ayrımcılığı kaldırmanın yegâne yolu adalettir diyor ve tanımlamalarına devam ediyor. Tamam da, Erdoğan’a sormak lazımdır ki, rüşvet ve yolsuzluğun üzerine gitmek adalet değil midir? Demokrasi ve insan hakları ihlallerinin gerçek çözümü adalettir de, vatana ihanet edenin, Anayasa’yı çiğneyenin, yasaların suç saydığı fiilleri pervasızca işleyenin yakasından tutmak adalet değil midir? Sayın Erdoğan söyle bize, yoksulluğun ve işsizliğin azaltılmasında adalete ihtiyaç var ise, Ermenekli Recep Gökçe’ye yırtık lastik ayakkabıyı reva gören, sana da haram sarayları layık bulan bu düzenin neresinde adalet, neresinde hukuk vardır? Milletin alın terini saraylara gömmek adalet midir? Milletin yarısından fazlası oturacak bir göz ev bulamazken, kaçak ve karanlık sarayın yanına yüzlerce odalı yeni bir rezidans yapmak bırakınız israfı, tek kelimeyle haram değil midir? Erdoğan daha önemli bir şey söylemiş ve Hz. Ömer’e atfedilen bir söze değinerek şunları ifade etmiştir: “Yasalar ne kadar kötü olursa olsun, eğer adil bir sultanın elindeyse oradan güzel neticeler doğar. Yasalar ne kadar güzel olursa olsun, zalim bir sultanın elindeyse oradan zulüm doğar.” Erdoğan bu sözü söylerken kendisini nerede gördüğünü elbette bilemeyiz. Fakat bildiğimiz bir şey varsa, zalimlikle, zorbalıkla yasaları tanınmaz hale getirdiği, hukuk cinayetleriyle Türkiye’yi ilkel ve küme düşmüş bir ülke kategorisine soktuğudur. Erdoğan ülkemizi temsil etmek yerine gittiği, gezdiği her yerde aklı, fikri paralel yapılanmada kalmıştır. Ekvator Ginesi’nde, “2. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi”ne katılarak, bazı Afrika ülkeleri ile Türkiye arasında sivil toplum örgütü ya da eğitim gönüllüsü maskesiyle çeşitli tehlikeli yapılanmaların nüfuz etmeye çalıştıklarını iddia etmiştir. Ajanlık faaliyeti içinde olan bu örgütlere karşı zirveye katılan devlet ve hükümet başkanlarını uyarmıştır. Erdoğan’ın kimleri kast ettiği bellidir. Cumhurbaşkanı’nın Afrika’da zirveye katılıp da, paralel yapılanma var diyerek ihbar ve şikayette bulunması Türkiye’nin saygınlığıyla bağdaşmayacaktır. Erdoğan’ı korkutan, ürküten, bu kadar asabi yapan nedir? Cumhurbaşkanının tek işi, tek meselesi, tek uğraşı hayali bir düşman yaratıp onunla kavga mı etmektir? Paralel diye suçlananlarla, 12 yıllık iktidar döneminin 11 yılında içiçe olurken, aynı kader gemisine binerken Erdoğan’ın aklı neredeydi? Erdoğan’ın Afrika’da paralel safarisine onu bunu davet etmekten başka işi gücü kalmamış mıdır? Devlet ciddiyeti böyle korunmaz, milletimizin hak ve çıkarları bu kafa yapısıyla asla savunulamaz. Kadın erkek eşitliğinin fıtrata ters olduğunu söyleyerek tüm kadınların hakkını gasp eden ve saygısızlık yapan Erdoğan’ın, bize göre fıtratında doğru iş yapmak, adaletli davranmak, milli ve ahlaki duruş sergilemek yoktur, bundan sonra da olmayacaktır.
Muhterem Milletvekilleri, Geçtiğimiz hafta Cuma günü ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden Türkiye’ye gelmiş, Cumhurbaşkanı ve Başbakanla görüşmüştür. Anlaşılan ABD’nin, AKP Hükümeti’nden IŞİD başta olmak üzere, bölgesel planlamalarda istekleri vardır ve bir kısmı da medyaya yansımıştır. Biden-Erdoğan görüşmesinin iç yüzünü bilmemiz doğal olarak mümkün değildir. Kamuoyuna yansıdığı şekliyle, görüşmede; Suriye ve Irak’taki gelişmelerin ele alındığı, iki ülkenin stratejik ilişkilerinin öneminin bir kez daha teyit edildiği anlaşılmaktadır. Kanaatimiz odur ki, Başbakan Davutoğlu’nun kısa süreli Irak ziyaretinin Biden’in temaslarıyla yakından bağlantısı vardır. Erbil’de Barzani tarafından karşılanmayarak, sözde mevkidaşı yeğen Barzani’yle muhatap olmak zorunda kalan Davutoğlu, dünün aşiret reisine karşı Türkiye Cumhuriyeti Devletini küçük düşürmüştür. Peşmergeyi eğitmenin kararını alan bu zihniyet, bir bakıma PKK’ya silahlı eğitim vereceğinin farkında mıdır? Başbakan’ın, “Türkiye’nin, Kürt bölgesinin güvenliği için gereken her türlü desteği vereceğini” söylemesi ne anlama gelmektedir? AKP, bunun Kürdistan’a çanak tutmak olduğunu bilmeyecek kadar cahil, görmeyecek kadar kör müdür? Davutoğlu ve Erdoğan heyecanla, Biden’e bu vahim gelişmeleri mi yetiştirmiştir? Erdoğan’ın Türkiye-ABD ilişkilerini ve Biden ile görüşmeleri öve öve bitiremediği bariz bir şekilde görülmüştür. Hâlbuki ortada halledilmesi ve izah edilmesi gereken bir “özür diledim, dilemedim” anlaşmazlığı vardır. Biden 2 Ekim 2014 günü, Harvard Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmasında, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bölgedeki bazı ülkelerin IŞİD’e yardım ettiğini, Erdoğan’ın Suriye’ye çok fazla insan geçişine izin verme konusunda kendilerine hak verdiğini açıklamıştır. Biden, Erdoğan’ın Esadla savaşacak herkese yüz milyonlarca dolar para ve on binlerce ton silah akıttığını duyurmuştur. Erdoğan ise 4 Ekim 2014 günü, bir bayram sabahında, “Biden bu tür ifadeleri kullandıysa benim için tarih olmuştur” diyerek meydan okumuştur. Daha sonraki süreçte Biden’ın özür dilediği yandaş basın tarafından servis edilmiş, ancak Beyaz Saray’ın resmi internet sitesinde buna dair bir ifadeye tesadüf etmek mümkün olmamıştır. Peşinden Biden özür dilemediğini açıkça söyleme gereği duymuştur. Erdoğanla Biden arasında geçen diyalogların sızdırılması veya deşifre edilmesi gündemi epey meşgul etmiştir. Erdoğan’ın sözlerinin yalan olduğunu hiçbir ABD’li yetkili, bilhassa Biden ileri sürmemiştir. Erdoğan için bir ara tarih olan Biden; geçtiğimiz Cumartesi günü Beylerbeyi Sarayı’nda Erdoğan’la can ciğer kuzu sarması haline gelmiş ve bunlar sanki kırk yıllık dost gibi poz vermişlerdir. ‘Deliğe süpürmeyin’ yalvarmasından ‘tarih olmuştur’ fos ve ucuz diklenmesine kadar çiğnenmedik yemin, inkar edilmedik gerçek, çark edilmedik söz kalmamıştır. Erdoğan ne dediyse tersini yapmış, neyi vaat ettiyse bilahare unutmuştur. Çünkü 17-25’cilerin en temel özelliği yalan ve riyaya batmalarıdır. Biden yolculuğuna devam etmek için havalanırken, Erdoğan mahcubiyet duymayan yüz hatlarıyla saraylardaki köşe kapmacalarına arzu ve şevkle devam etmektedir.
Değerli Arkadaşlarım, İçişleri Bakanlığınca hazırlanan, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun tasarısı TBMM’ne intikal etmiştir. Görüldüğü kadarıyla rütbesi olan, ancak aktif görevde bulunmayan tüm birinci sınıf emniyet müdürleri ile görevi ne olursa olsun tüm ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıf emniyet müdürleri İçişleri Bakanı tarafından res’en emekliye sevk edilebilecektir. 17-25 Aralıktan sonra polislerimizin acımasızca, insafsızca baskı ve eziyete maruz kalması yetmezmiş gibi, şimdi de toplu emeklilik düzenlemesiyle tehdit edilmeleri insaflı, adil değildir. İçişleri Bakanlığı’nın tasarısı baştan savma olup, herhangi bir ihtiyacın ürünü olarak değerlendirilemeyecektir. Bu tasarı ile suç işlenmesinin önlenmesi, vatandaşlarımızın kendilerini güvende hissetmelerinin sağlanması, can ve mal emniyetinin temin edilmesi, suçun aydınlatılması ve suçluların yakalanması gibi asli görevleri olan kolluk güçlerinin arama ve gözaltına alma yetkileri yeniden düzenlenmektedir. Bugüne kadar asayişi sağlayamayan Hükümet’in bundan sonra asayişi hayata geçirmesi akıl ve mantık dışıdır. Jandarma teşkilatında, müşterek kararnamelerle atanan generaller hariç olmak üzere, daire başkanlarının, il ve ilçe jandarma komutanlarını atama yetkisinin İçişlerine Bakanı’na verilmesi çok sakıncalı ve mahsurlu bir yaklaşımdır. Bu çerçevede TSK’nın eli zayıflatılmaktadır. Ülke savunması riske atılmaktadır. AKP, polisi güçlendirirken, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ikinci plana itmektedir. Parti olarak, söz konusu tasarının üzerinde ayrıntısıyla durmakla birlikte gerekli demokratik müdahale ve eleştirimizi sonuna kadar yapacağımızdan hiç kimse şüphe duymamalıdır. Bu düşüncelerle konuşmama son verirken muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyor, hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun. |