Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekilleri, Saygıdeğer Misafirler, Kıymetli Basın Mensupları, Bu haftaki Meclis Grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Tam 23 yıl önce Dağlık Karabağ’ın Hocalı kasabasında tarihe kara bir leke gibi geçen soykırım yaşanmıştır. 1992 yılının 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gecesinden itibaren, Azerbaycan Türklüğü çok ağır, çok vahşi bir yıkıma maruz kalmıştır. Rusların 366. Alayı ve tepeden tırnağa silahlı Ermeni çeteler masum canları vicdansızca katletmiştir. Hocalı’da etnik temizlik yapılmış, insanlığın gözü önünde belgeli, delilli ve ispatlı soykırım suçu işlenmiştir. Nitekim Hocalı soykırımında 106’sı kadın, 63’ü çocuk olmak üzere 613 soydaşımız şehit edilmiştir. 487 soydaşımız ağır yaralanmış, bin 275’i de rehin alınmıştır. 150 kardeşimizin akıbeti ise hala meçhuldür. İşkence Hocalı’yı mesken tutmuş, gözyaşı ve dram Hocalı’nın bağrını delmiştir. Hocalı 23 yıldır azapta, 23 yıldır çukurda, 23 yıldır karanlıktadır. Yıllardan beri soykırım masalı anlatan, uyduruk iddialarını yalan ve iftira üzerine bina eden Ermeni diasporası milletimize yönelik intikam hevesinden hiç vazgeçmemiştir. Gelişmiş ülkeler esas soykırımı, gerçek soykırımcıları ne hikmetse itiraf etmemek için bin dereden su getirmektedir. Hocalı’nın hesabını veremeyen yüzsüzler Türk milletine parmak sallamaktadır. Eskiye dayalı mütecaviz emellerini terk etmek şöyle dursun, günden güne şiddetlendiren devrin Taşnak komitacıları Türk milletine tehdit savurmaktadır. Asıl mezalimi yaşayan Türk milletidir. Bizim geçmişimizde hesabını vermekte zorlanacağımız, sıkılıp, bunalıp başımızı öne eğeceğimiz bir yanlış yoktur. Bizim geçmişimizde vicdanları iflasa sürükleyen, insanlığı karartan cürüm yoktur, cinayet yoktur, hele hele soykırımın izi aransa bile kat’iyen bulunamayacaktır. 1915 olaylarıyla ilgili çetele tutan, on yıllardır aynı ezberlerle havanda su döven Ermeni çeteleri önce nehir gibi akıttıkları mazlum Müslüman Türk kanının bedelini ödemelidir. Hocalı 23 yıldır kanamaktadır, peki nerededir Ermeni olmakla övünenler; sokak sokak pankart taşıyıp hepimiz Ermeni’yiz gürültüsü çıkaranlar hangi deliktedir? İzmir’de şehit edilen gencecik ülküdaşımıza ses çıkarmayan, tepki göstermeyen çevreler, bu evladımızın ismi ‘yan’lı ‘yun’lu bitseydi emin olun kıyameti koparırlar, hazırlanmış dövizleriyle cadde cadde gezerlerdi. Fakat Fırat’ımız bir Müslüman Türk olarak doğmuş, Müslüman Türk olarak da ruhunu teslim etmiştir. Türk olmaktan utanıp zalimlerin kuyruğuna takılan içimizdeki besleme tip ve marazlı ruhlar, öldüren, yok eden, kıyan, kast eden gerçek katillere özgürlük savaşçısı, demokrasi bekçisi diyecek kadar kötürümleşmişlerdir. Bunların ağzından ömürleri boyunca Hocalı çıkmaz, çıkmamıştır. Bunların dilinden şehidimize, şühedamıza bir Fatiha dahi işitilmemiştir. Seri katillere hayranlık duyanlar, Türk milletine kin ve husumet beslemektedir. Ermeni tezlerini avaz avaz bağırıp özür lobisinde buluşanlar, Türkiye’nin önünü kesmekte, milletimizin tökezlemesini ummaktadır. AKP ise bunların moral ve motivasyon karargahıdır. Türk milletine nerede bir kumpas varsa, altını kaldırın bakın ya saraydaki adam çıkacaktır, ya da onun teşvik edip desteklediği yozlaşmış bir yandaş görünecektir. Geçen yıl Ermeni diasporasına özür mektubu yazan, Türk milletini suçlu gibi gösteren şahıs bugün Cumhurbaşkanlığı koltuğundadır. Bu yılki Çanakkale Deniz Zaferi kutlamalarını 24 Nisan’a alarak tarihimizi sözde soykırım iddialarının yedeğine düşüren, suyu bulandıran ve şehitlerimizin ruhunu sızlatan da aynı kişidir. Erdoğan, Ermenistan Devlet Başkanı’nı ülkemize 24 Nisan’da davet etmesine rağmen reddedilmiş, bunu da suya sabuna dokunmayan birkaç açıklamayla geçiştirmiştir. Erdoğan ve zihniyeti Türk tarihine kör, Türkiye’ye tamamen şaşı bakmakta, diaspora hedefleriyle de ortak noktalar, kucaklaşacak zeminler aramaktadır. Henüz Hocalı’nın çığlık ve feryadı ortadayken, mazideki acılar hala dinmemişken, Ermenilerin topraklarımızla ilgili talep ve gayeleri belliyken Erdoğan ne yapmaya çalışmakta, neyin peşinden koşmaktadır? Amacı, Çanakkale destanını sorgulatmaksa, Seyit Onbaşı’nın ülkülerini temsil eden Milliyetçi Hareket Partisi buna izin vermez. Hedefi, punduna getirip özürle birlikte toprak ve tazminat talebini kabullenmek ise, 57.Alay’ın sancağını manen taşıyan Milliyetçi Hareket buna asla şans tanımaz. Bu aşamada son olarak diyeceğim şudur ki, Hocalı’da şehit edilen bütün soydaşlarımıza, tarihin herhangi bir devrinde Ermeni çetelerinin saldırısıyla hayatını kaybetmiş bütün mazlumlara Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Hocalı’yı unutmayacağız, unutturmayacağız. Bu vesileyle bir kez daha uyarıyorum: Hocalı’nın kanı kurumadan, her düzeyde canlılığını koruyan Ermeni şiddetinin açtığı derin yara kabuk bağlamadan hiç kimse Ermenistan’a yanaşmaya, bir şey olmamış gibi davranmaya kalkışmamalıdır.
Değerli Arkadaşlarım, Geçtiğimiz hafta Cuma günü, Ege Üniversitesi’nden gelen acı bir haberle hepimiz kahrolduk, hepimiz hüzünle kavrulduk. Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü öğrencisi, evladımız, ülküdaşımız Fırat Yılmaz Çakıroğlu hainlerin saldırısına uğradı. Emin olunuz, duygularımızı ifade etmek için kelimeler kifayetsiz, cümleler yetersizdir. Kaybettiğimiz gencecik, pırıl pırıl bir çocuğumuzdur. Düşünüyorum da, ne çok ölüyor, ne çok üzülüyoruz? 46 yıldır tabutlar omuzlardan inmiyor, 46 yıldır şehitlerimizin, gözyaşlarının ardı arkası kesilmiyor. Geçen yıl Yusufiyeli Cengiz Akyıldız’dan sonra, bu yıl da Fırat evladımızı ebediyete uğurlamak hiçbirimiz için kolay olmamıştır. Fakat bunu da aşacağız. Biz “şehitler ölmez, vatan bölünmez” demeyi sürdürecek, tarafımızı ve duruşumuzu hiç gevşetmeden ülkülerimize yıldırım hızıyla koşacağız. Bundan en ufak kuşkum yoktur. Ege Üniversitesi İzmir’dedir. Ve İzmir Türkiye’nin 3’nci büyük şehridir. Şu iş bakınız ki, PKK’lı katiller Ege Üniversitesi’ne üst kurmuş, her yerine yuvalanmıştır. Aylardır süren gerilim ve gerginlik üniversitede huzur bırakmamıştır. Üniversite yönetimi uyumuş veya sorunları ağırdan almıştır. İl valisi ve emniyet güçleri güvenlikle ilgili şikâyet ve beklentileri karşılayamamıştır. Fakülte koridorları sanki Kandil’deki mağaralar gibidir. PKK’nın şehir uzantıları Milliyetçi-Ülkücü gençleri hiç durmadan tahrik etmişler, kesintisiz kavga ve karışıklık ortamı yaratmaya çalışmışlardır. Fırat evladımızı şehit eden katil, dikkat edin, bu hunhar eylemi herkesin gözü önünde yapmıştır. Yaklaşık 45 dakika ambulans gelmemiştir. Fırat sere serpe yerde yatarken hiçbir insan evladı, hiçbir vicdan sahibi ilk yardımda bulunmamış, bulunmaya çalışan arkadaşları da güvenlik çemberini aşamamıştır. Anlayacağınız bir evladımız göz göre göre ölüme terk edilmiştir. Sorarım sizlere, Ege Üniversitesi Rektörü ne iş yapmakta, neye yaramakta, neyle uğraşmaktadır? Öğrencisi öldürülen bir Rektör koltuğunda oturmayı hala onursuzca sürdürecek midir? Olay mahallinde görevli polisler can çekişen bir gencimize hangi saiklerle el uzatmamıştır? Ve ambulansın gelmesi niçin bu kadar gecikmiştir? Bu sorularımıza doyurucu, makul ve vicdani cevap duymak en doğal arzu ve beklentimizdir. Ege Üniversitesi Senatosu hunhar saldırıdan sonra bir açıklama yapmış, ahlaksızca tavır takınmıştır. Bu kapsamda PKK’lıların saldırısı öğrenciler arasındaki bir anlaşmazlık şeklinde gösterilmiş, tüm güvenlik tedbirlerinin alındığı ileri sürülmüştür. Ege Üniversitesi’nde bir öğrenci anlaşmazlığı falan değil, dağ eğitiminden geçmiş, öldürmeye programlanmış, kan tutkunu bölücü militanların kanlı eylemi yaşanmıştır. Gerçekleri çarpıtmak, doğruları saptırmak kimseye, hele ki Rektöre ve bilim insanlarına bir fayda sağlayamayacaktır. Bunun yanında, Fırat’ımızın şehit olduğu terörist saldırısı medyada karşıt görüşlü öğrencilerin çatışması olarak servis edilmiştir. Karşıtlı görüşlü demek, iki gurubun eşitlenmesi, terazinin iki kefesine ayrı ayrı koyulması demektir. Daha önce söyledim, yine söylüyorum; üniversitelerde karşıt görüşlü öğrencilerin değil, PKK’lıların saldırı ve provokasyonu vardır ve bunun sorumlusu da aciz Başbakan ve sünepe Hükümeti’dir. Teröristler ne zamandan beri görüş sahibi olmuştur? Katiller ne zamandır görüş ve fikir sahibi haline gelmiştir? Karşıt görüşlü uydurmasını hayasızca kamuoyuna servis edenler, Milliyetçi-Ülkücü Hareket’i ne zannetmektedir? Biz susarsak, biz durursak, biz alttan alırsak mesele kalmayacak, bu mu istenmektedir? Hadi biz sustuk diyelim, peki tarih susar mı, vicdan susar mı, millet durur mu? Milliyetçi-Ülkücü Hareket’e hiç kimse istikamet çizemeyecektir. Ve hiç kimse de sabrımızla daha fazla oynamayı aklından geçirmemelidir. AKP’nin teröre verdiği tavizler, Kandil Dağı’nı, terör kamplarını, terörist inlerini yurdumuzun her yerine taşımıştır. İzmir’de sadece Fırat’a değil, topyekûn Türk gençliğine saldırılmıştır. İzmir’de sadece Fırat değil, insanlık bıçaklanmış, insani değerler biçilmiştir. Fırat’a inen bıçak gençliğin umutlarını perdelemiş; güvenlik, demokrasi, özgürlük, eğitim ve yaşama hakkına ağır bir darbe indirmiştir. Şurası tartışmasızdır ki, AKP-PKK ortaklığı Fırat’ın cinayetine açıktan hizmet etmiştir. Hükümet’in Kandil’de sıktığı, Ankara ve İmralı’da tuttuğu kirli ve lanetli eller İzmir’de bıçağa sarılmış, Fırat’ı kurban seçmiştir. Pazarlık masalarında yanağı okşanan, sırtı sıvazlanan caniler İzmir’de vatanını sevmekten başka bir suçu olmayan evladımıza kıymışlardır. Mısırlı Esma için aylarca sızlanan, ekranlarda gözyaşı döken; Gazzeli gençlerin avukatlığına soyunan Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi; Fırat sizin için ne ifade etmektedir? Fırat’ı bir nehir görüyorsanız, bilesiniz ki kıyısındaki tüm koyunları çaldınız ve çaldırdınız; eğer insan olarak kabul ediyorsanız, yine bilesiniz ki kanına girdiniz, canından ettiniz. Milliyetçi Hareket’i sokağa çekmek için bir plan ve proje varsa, bunu düşünenlerin hesabı da tutmayacaktır. Milliyetçi-Ülkücü Hareket’e sızarak, tepkileri ajite ederek, heyecanları kışkırtarak dava arkadaşlarımı provoke etme amacında olanların hiçbir şart altında oyununa gelinmeyecek, aleti olunmayacaktır. Şehadetiyle hepimizin yüreğine ateş düşüren evladımıza ve tüm şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, bir kez daha hepimizin başı sağolsun diyorum.
Muhterem Milletvekilleri, İttifakla söyleyebiliriz ki, Türk milleti tarih boyunca nice acılara katlanmış, nice zorluklara göğüs germiştir. Sevinçlerimiz kadar hüzün ve kayıplarımız da hiç eksik olmamıştır. Bizi bir millet yapan en sağlam harç ise tasa ve kıvançta ortak oluşumuz, bir araya gelişimizdir. Türk milleti büyük bir ailedir ve bugün dünyada geniş bir coğrafi alana yayılmıştır. Türklük en temel tarihi ve kültürel mirasımız, en haklı gururumuzdur. Siyasi sınırlar soydaşlarımızla kurduğumuz gönül bağını, kaderdaşlığı, kardeşlik hissiyatını elbette zayıflatmamış, dahası zayıflatamayacaktır. Türkmeneli denilince yüreğimizin titremesi, kalbimizin parçalanırcasına çarpması bu yüzdendir. Doğu Türkistan ismini duyunca gözlerimizin nemlenmesi, içimizin kıpır kıpır olması bu nedenledir. Orta Asya’dan bahis açılınca, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne uzanan anılar konuşulunca heyecanlanmamız boşuna değildir. Bu itibarla hep dedik ya; vatan ne Türkiye’dir Türklere ne de Türkistan; vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Turan. Hafızamızda taşıdığımız, hatıralarımızda yaşattığımız her toprak parçası bizim için vatandır. Bunda tereddüt ve tartışma götürecek bir yan yoktur. Bizi diğer siyasi akım ve aktörlerden ayıran başlıca mümeyyiz vasfımız, ilk akla gelen muazzez özelliğimiz şüphesiz ki vatan kavramına yüklediğimiz anlamda gizlidir. Türklüğün görkemli kervanı inanıyorum ki, ebediyetin bitiş çizgisine kadar sevdalarını, ülkülerini ve hayallerini rehber ederek yoluna devam edecektir. Engellere ve tuzaklara rağmen Bilge Kağan’ın sancağı inmeyecektir. Caber Kalesi’ne giderken Fırat’ın koynunda son nefesini veren Süleyman Şah ve neslinin çağrı, ilke, hedef, öğüt ve emanetleri incitilmeyecek, itibarına leke sürdürülmeyecektir. Başkalarını bilemem, ama Milliyetçi Hareket Partisi bu görüşte, bu anlayışta, bu kararlılıktadır. Maalesef ki, Türkiye, 26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruzdan beri ilk kez geri çekilmiş, ilk defa vatan bildiği toprakları geride bırakmıştır. Göre göre, bile bile AKP vatanımızın bir parçasını koparıp atmıştır. Türk tarihinde böylesi bir zillet, böylesi zelil bir vaka pek az yaşanmıştır. AKP Hükümeti ‘Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nu tehdit ve şantajlara boyun eğerek arkasına bakmadan terk etmiştir. Korkaklar kafilesi, ürkekler koalisyonu vatanın bağrına hançeri saplamıştır. Kimse meraklanmasın, biz bu hançeri mutlaka çıkaracağız. 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması’nın 9. maddesiyle vatan toprağı olarak teyit edilen, muhafız bulundurma ve bayrak çekme hakkını elde ettiğimiz Süleyman Şah Türbesi 94 yıllık aradan sonra aniden yok sayılmıştır. Lozan’da vatanımızın bir parçası olarak sağlam esaslara bağlanan topraklardan gece yarısı apar topar kaçılmıştır. Cumhuriyet’i reklam arası olarak aşağılayan, yaftalayan sorumsuz ve güdük zihniyetler ne durumdasınız, nereye sıvıştınız? Hatırlatırım ki, sizin filminiz buysa biz ömrü billah reklam izlemeye razıyız. Süleyman Şah Türbesi 1931 tarihinde Gazi Mustafa Kemal’in bizatihi emriyle elden geçirilmiş ve aynı zamanda karakol haline getirilmiştir. 1939 tarihinde eski türbenin tamiri imkansız hale gelince belirlenen yeni yerine taşınmış ve nakil işlemi bu şekilde tamamlanmıştır. Suriye’yle 1956 tarihinde imzalanan Halep Protokolü, Süleyman Şah Türbesi’nin Türkiye’ye ait olduğu tekraren kayda almıştır. 1973 yılında Suriye’de yapımına başlanan Tabka Barajı’nın Caber Kalesi’ni sular altında bırakma riskine karşılık aziz ecdadımızın manevi mekanı 1975’de sınırlarımıza 37 km’lik mesafede bulunan Karakozak Köyü’ndeki 10 dönümlük bir araziye taşınmıştır. Bir kez daha söylüyorum, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu vatan toprağıdır, Ankara’dan, Kayseri’den, Manisa’dan da hiçbir farkı yoktur. Kaldı ki, Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, AKP’li bakan, yönetici ve milletvekilleri çok değil, daha geçtiğimiz yıl bu yönde defalarca açıklamalarda bulunmuştur. Erdoğan, 25 Mart 2014’te Süleyman Şah Türbesi’ne yönelik tehdit ile ilgili soruya; “Böyle bir yanlışlık olacak olursa gereği neyse yapılacaktır. Bu topraklar bizim toprağımızdır. Bu topraklarda yapılacak bir saldırı aynen Türkiye’ye yapılmış bir saldırıdır” diye cevap vermiştir. Arkasından devam etmiş ve “oradaki Mehmetçiklerimizin güvenliği, bizim için 75 milyon vatandaşımızın güvenliğidir. O bakımdan her türlü tedbir alınmıştır” şeklinde konuşmuştur. Bu sözlerin yılı dolmadan tam aksi yönde bir hareket klasik bir Erdoğan davranışından başka bir şey değildir. TBMM'nin 94. açılış yıl dönümü resepsiyonunda gazetecilerin sorularını cevaplayan Davutoğlu, Süleyman Şah Türbesini kast ederek, “oradaki askerlerimizin güvenliği için ne tedbir alınması gerekiyorsa yapılır” demesinin üzerinden de çok geçmemiştir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, 20 Mart 2014 tarihinde; "Süleyman Şah Türbesi Türkiye'nin kendi sınırları dışındaki Türk toprağı olan nadir bir yerdir. Ankara, İstanbul, Sinop, Hatay nasılsa o türbe de öyledir” diyerek görüşünü paylaşmıştır. 26 Mart 2014 tarihinde Davutoğlu, "Türkiye, Süleyman Şah Türbesi dahil ulusal güvenliği tehdit edilirse, uluslararası hukuk çerçevesinde meşru her adımı atmaya hazır" ifadelerini kullanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan 3 Ekim 2014 tarihinde yayımladığı Kurban Bayramı Mesajında yine sallamış, yine yalana sarılmış ve şunları iddia etmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, vatanının her karış toprağını savunmak için bir an bile tereddüt etmeden tüm imkanlarını seferber etmekten asla kaçınmayacaktır.” İlaveten, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nda görev yapan Mehmetçiklere yönelik; “gerektiğinde, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz tereddüt etmeden ve bir an bile gecikmeden yanı başınızda olacaktır” güvencesi de şimdilerde balon gibi patlamıştır. Genelkurmay Başkanı, 2 Ekim 2014’de Süleyman Şah Saygı Karakolu’nda görev yapan TSK personeli için özel bir Kurban Bayramı mesajı yayımlamış ve şunlardan bahsetmişti: “Gözümüz, kulağımız ve gönlümüz hep sizlerle beraberdir. Sizden gelecek tek bir haberle, Silahlı Kuvvetlerimizin anında yanınızda olacağının güvenini içinizde hissedin.” Özel Paşa’nın Süleyman Şah’a nasıl yetiştiğini tecrübeyle herkes öğrenmiştir. 2 Ekim 2014 tarihinde, Irak ve Suriye tezkereleri görüşülürken TBMM Genel Kurulu’nda konuşan Milli Savunma Bakanı, hepinizin dikkatini çekiyorum, aynen şöyle konuşmuştur: “Türk ana vatanının ayrılmaz bir parçası olan Süleyman Şah Saygı Karakolunu korumak devletimizin asli vazifesidir. Türkiye Cumhuriyeti bu sorumluluğunun gereğini yerine getirme konusunda hiçbir tereddüt göstermeyecektir.” Madem Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu Türk ana vatanının ayrılamaz bir parçasıdır, o halde ey Cumhurbaşkanı, ey Başbakan, ey Özel Paşa ne hakla, hangi yetkiyle, kime sorarak vatandan vazgeçtiniz? Bunu tarihe nasıl anlatacaksınız? Bunu millete nasıl izah edeceksiniz? “Ortadoğu’da bizden habersiz yaprak kımıldamaz” diyerek atıp tutan Davutoğlu, vatan topraklarını korkakça bırakıp kaçtığınızı hala görmeyecek misiniz? Şam’daki Emevi Camiinde namaz kılacağız, Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacağız, Bilal Habeşi’nin Türbesi’nde dua edeceğiz diyen Erdoğan, ceddimizin kemiklerini nakliye araçlarına yükleyip vatanı yüz üstü bıraktınız, hala anlayamayacak, pişman olmayacak mısınız?
Değerli Arkadaşlarım, AKP’nin “Al At, Ah Mat Operasyonu” 21 Şubat 2015 akşamı saat 21 itibariyle başlamış, eş zamanlı iki ricat harekâtıyla yaklaşık 9 saat sürmüştür. Türk devleti vatanından çekilmiştir. Bu olacak, yenilecek, yutulacak şey değildir. Davutoğlu buna başarı demekte, bu rezillikle övünmektedir. Cumhurbaşkanı söz konusu bozgun için her türlü takdirin fevkinde başarılı bir operasyon yorumunda bulunmaktadır. Özel Genelkurmay Başkanı, ‘geride değerli emanetler bırakılmadığını’, Davutoğlu da ‘manevi emanetler alındıktan sonra geride kalan yapıların kullanılmaz hale getirildiğini’ şuursuzca dile getirmişlerdir. Demek ki vatan değerli görülmemektedir. Büyük atamızın kemiklerini oradan buraya taşımak marifet olarak sunulmaktadır. Bugün Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’ndan rahatlıkla ve gurur duyarak vazgeçenler, Allah muhafaza yarın Erzurum’u, Diyarbakır’ı, Edirne’yi önüne gelene peşkeş çekeceklerdir. Sayın Özel Paşa, senin için vatan nedir? Yoksa Harbiye’de vatan konusu işlenirken dersi mi kırdın, okuldan mı kaçtın? Sayın Davutoğlu ya sana ne demeli? Ya seni nasıl izah etmeli? Stratejik derinliğin çuvalına her şeyi koydun da bir tek vatanı mı unuttun? Sayın Erdoğan bu çerçevede sana bir şey demek zaman israfıdır, zira sen vatanla yollarını çoktan ayırdın, çoktan bu defteri kapattın. Genelkurmay Başkanı Suriye’de ortaya çıkan güvenlik sorunları ve askeri zaruretleri bahane göstererek kaçma operasyonunu gerekçelendirmeye çalışmıştır. Suriye’deki güvenlik sorunları yeni değildir ve 4 uzun yıldır sürmektedir. Bize göre, Genelkurmay Başkanlığı Hükümet kanalıyla askeri zaruretlerin neler olduğunu derhal açıklamak durumundadır. Hani ihtiyaç olduğu anda Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’na gidilecek, Türkiye’nin vatanı savunulacaktı? Nerede kaldı kararlılık mesajları, nereye gitti meydan okumalar? Davutoğlu ile birlikte Özel Paşa karargahta an be an geri çekilmeyi izlerken en küçük bir utanma, mahcubiyet hali göstermemişlerdir. Başbakan ceketi çıkarmış, masaya serilmiş harita üzerinde incelemeler yaparak sanki fethe çıkmış muzaffer komutan edasıyla pozlar vermiştir. Öyle ya, AKP’nin lügatında erkekliğin onda dokuzu kaçmak, kalan kısmı da susmaktır. Korkaklığın sembolleri koruyamadığı vatan topraklarımızı algı yönetimiyle örtmeye kalkışmışlar, zaaflarını fuzuli hamlelerle telafi etmeye çabalamışlardır. Bu çerçevede Hükümet, sınırlarımızdan 200 metrelik uzaklıkta bulunan Suriye’nin Eşme Köyü’ne askeri birliği intikal ettirmiştir. Sanki gece gündüz ziyaret edecekmiş gibi, Milli Savunma Bakanı’na göre bu uzaklık yürüme mesafesidir. AKP bir tarafta bayrak indirirken, diğer tarafta bölücülerin denetim ve kılavuzluğunda bayrak dikmiştir. Geride iz bırakmamak adına, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nu imha eden AKP Hükümeti, böylelikle vatan topraklarını bombalayan siyasi bir yönetim olarak Türk tarihinin kara sayfalarına adını yazdırmıştır. IŞİD’ten kaçan Başbakan ve Hükümeti, Süleyman Şah Türbesi’ne ABD’nin izni, PKK’nın yardım ve desteğiyle ulaşmıştır. AKP’nin, PKK-PYD’den ricacı olduğu bölücü çevreler tarafından devamlı gündemde tutulmuştur. Şu işe bakınız ki AKP’nin işbirlikçiliği resmilik ve alenilik kazanmıştır. Erdoğan, Davutoğlu ve Özel Paşa; şehit yuvası, Peygamber Ocağı TSK’yı, Türk milletine ölüm yağdıran PKK’yla aynı çizgiye getirmişlerdir. Ayn El-Arap’tan, yani Kobani’den açılan koridordan geçen birliklerimiz PKK’nın mihmandarlığıyla hareket etmiş, caniyle kahraman aynı kefeye konmuştur. Bunu yapanlara yazıklar olsun ve hakkımız varsa da haram olsun.
Değerli Arkadaşlarım, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu IŞİD tehdidiyle boşaltılmış, bir şehidimiz dışında diğer askerlerimiz çok şükür sağ salim vatanlarına dönmüşlerdir. Buna diyecek bir şeyimiz yoktur. Fakat IŞİD’ten kaçarken, PKK-PYD’nin hâkimiyetinde bulunan Eşme Köyü’ne konuşlanmak da neyin nesidir? Bir yanda Türk bayrağı dalgalanırken, hemen yakınında Öcalan canisinin ve PKK’ya ait paçavralarının direklerde sallanmasına nasıl tahammül edilecektir? Burada da bir sorun olursa, nakil işlemi nereye yönelik olacaktır? Cizre’de tehdit var diye, Silopi’de terör saldırısı oluyor diye, Hakkari’de güvenlik zafiyeti olur bahanesiyle buraları da kamyonlara yükleyip nereye götürelim? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inde askeri zaruretler çıkarsa, ne yapacağız, Kıbrıs’ı da Mersin’e, Antalya’ya, Yozgat’a mı nakledeceğiz? AKP Hükümeti Suriyeli muhaliflerin çıkarını gözeten eğit-donat anlaşmasını muhataplarıyla 19 Şubat’ta imzalamıştır. Böylece Suriye rejimine yönelik düşmanlığını belgelemiş, IŞİD’e cephe açmıştır. Şam yönetimi, uluslararası hukukun ve BM kararlarının hilafına fiili işgal karşısında misilleme yaparsa, bu pısırık ve yandan çarklı Hükümet bununla nasıl başa çıkacaktır? PKK’nın gölgesinde Eşme Köyü ve mücavir alanına mevzilenmek akıllara gelmiştir de, sınırlarımızdan Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’na kadar uzanan 37 km’lik derinliğe Türk devletinin gücü niçin yerleştirilememiştir? IŞİD kimdir ki Hükümet kaçmaktadır? Askeri zaruretler ve güvenlik sorunları geri çekilmeyi gerektiriyor idiyse, değerli arkadaşlarım söyler misiniz, biz Çanakkale’yi niçin müdafaa ettik, milli mücadeleyi niye verdik? Mondros Antlaşması’ndan sonra silah bırakmaya yanaşmayarak beş ay direnen, Medine’yi canı gibi savunan, Efendimizin emanetlerini korkusuzca sahiplenen, askerlerine çekirge yedirerek hayatta tutan çöl kaplanı Fahrettin Paşa’yı unutalım mı? Balkan Savaşlarında aç kalma pahasına Edirne’yi yaklaşık 150 gün savunan Şükrü Paşa’yı hafızamızdan silelim mi? Allah-u Ekber Dağlarında donduk, ama onurumuzda taviz vermedik. Plevne’de aylarca direndik, ama iffetimizden olmadık. Budin’in kaybına senelerce ağıtlar yakıldı, Yemen’den Anadolu’ya kadar yalın ayak yüründü, buna rağmen Türk milleti pes etmedi, asla kaçmadı. Aziz ecdadımız Süleyman Şah korksaydı, ezikliği başarı gibi görseydi üç kıtaya nam salmış Osmanlı İmparatorluğu vücuda gelir miydi? Ne büyük bir ayıp ve ahlaksızlıktır ki, atamızın naaşını defnedecek bir toprak dahi bulunamamaktadır. Sayın Erdoğan, Sayın Davutoğlu, bu toprakların kilidini açan, bize yurt ve şöhret bırakan Ertuğrul neslinin bedduasını daha fazla üzerinize çekmeyin. Onlar bize devasa bir vatan bıraktı, siz elleri öpülesi ecdadımız Süleyman Şah’a 2,5 metre küplük vatan toprağı bulamıyorsunuz. Bu nankörlük, bu vefasızlık hayatınız boyunca bir gölge gibi peşinizi bırakmayacaktır.
Değerli Milletvekilleri, İç Güvenlik Paketi’nin görüşülmesi olağanüstü şartlarda devam etmektedir. Gazi Meclis arenaya dönmüş, kavgalar, yaralanmalar, protestolar, oturma eylemleri milli iradenin saygınlığını hafifletmiştir. Benzerlerine Uzak Doğu parlamentolarında görmeye alışkın olduğumuz şiddet sahneleri TBMM’de sıradanlaşmıştır. AKP her türlü uzlaşma ve diyaloğa kapalıdır. Nezaket kalmamış, demokratik adap ve seviye dip yapmış; Meclis’in itibarı baştan ayağa sarsılmıştır. AKP bir yanda iç güvenlik paketini hınç ve hırsla geçirme amacındayken, diğer yanda TBMM’nin güvenliğini sabote etmiştir. Biz öncelikle AKP’nin üslup ve izlediği usulü kabul etmiyoruz. Güvenlik böyle temin edilmez, edilemeyecektir. Biz parti olarak AKP’nin Anayasa, hukuk ve demokratik ilkelere aykırı tekliflerine sıcak bakmıyoruz. Elbette İç Güvenlik Paketi’nde evet dediğimiz değişiklikler vardır ve olacaktır. Görüşülmekte olan tasarının toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa, “havai fişek, molotof, demir bilye ve sapan” ibarelerini ekleyerek, bunlarla toplantı ve gösteri yürüyüşlerin katılmayı yasaklayan tasarının 7. Maddesine, Hava fişek, molotof, demir bilye ve sapan ile; ayrıca yasadışı örgüt ve topluluklarının kıyafetleriyle toplantı ve gösterilere katılanların cezalandırıldığı 8. Maddesine, Yine 2911 sayılı kanun çerçevesinde şiddet olaylarında ortaya çıkan zararın, zararı verenler tarafından ödenmesine ilişkin rücu maddesi olan 9. Maddesine, 3713 sayılı terörle mücadele kanununun içine derç edilen molotof ve kimliğini gizlemek amacıyla yüzünü kapatanlara ilişkin düzenlemeyi içeren 10. Maddeye Milliyetçi Hareket Partisi olumlu oy kullanmıştır. Tasarının bonzaiyle ilgili 11 ve 12. Maddesi ve diğer bazı teklifler tarafımızca desteklenmiştir. Fakat vali, kaymakam ve polisleri hakim ve savcılara ait yetkilerle donatmak bize göre yanlıştır ve güvenlikle ilgisi yoktur. Keyfi telefon dinlemeleriyle ilgili yasal kılıf mahsurludur. Savcılık kararı olmaksızın 48 saate varan önleyici gözaltı kararı tehlikelidir. Valilerin aşırı yetkilendirilmesi, Jandarma ve sahil güvenlik komutanlıklarının askeri görevleri göz önüne alınmadan hiyerarşik yapısı bozulacak şekilde iktidarın kontrolüne verilmesi bize göre sorunludur. Biz molotofun, bonzainin, maske takıp suç işlemenin ve her türlü suç aleti kullanmanın cezai sorumluluğunun pek tabiidir ki arttırılmasını istiyoruz. Ve Davutoğlu’nun demokratik itirazlarımızı püskürtmek amacıyla bizi HDP’yle yan yana gösterme kurnazlığını da şiddetle reddediyoruz. Geçen hafta dediğim gibi, HDP’nin kuyruğuna kimin takıldığını, kimin ihanet resminde beraber gülücükler saçtığını milletimiz görmektedir. Davutoğlu bu ucuz siyasi yollara tevessül etmemelidir. Erdoğan’ı takip edip örnek alırsa, bilsin ki, sarayın ayazında titreye titreye yolda kalacaktır. Zorla, baskıyla, saldırganlıkla güvenlik paketi çıkmayacak, çıksa da inandırıcılığı ve yaptırım kudreti tartışmalı olacaktır. Erdoğan’ın dışarıdan “öyle ya da böyle çıkacak” diyerek dikte etmesi, Davutoğlu’nun benzer sözleri bir defa demokrasinin ruhuna terstir. TBMM Erdoğan’ın maşası, oyun alanı değildir. AKP’nin onurlu milletvekilleri de sarayın kölesi olmayacaktır. Erdoğan; Elazığ ve Malatya’da yine meydanlara çıkmış, yine 400 milletvekili istemiş, yine başkanlık sistemiyle ilgili konuşmuştur. Anlaşılan bu şahsın akıllanmaya, izanlı davranmaya ve kendisine çeki düzen vermeye niyeti yoktur. Biz de bildiği ve anladığı dilden kendisiyle konuşacak, sözlerimizi hiç sakınmayacağız. Erdoğan ve havuz medyası seçimler yaklaştıkça mağduriyet butonuna tekrar basmıştır. Bu kez da kızına suikast iddiası kokuşmuş yandaş medyada çarşaf çarşaf yer yayımlanmıştır. Erdoğan kızına siyaset yaptıracaksa bu kadar mide bulandıran yollara sapmasına gerek yoktur. Bunu doğrudan sağlayabilecektir. Artık Cumhurbaşkanı iftiraların, düzmece suçlamaların üzerine bodoslama atlamakta, sosyal medyada ki malum bir isimle meydanlardan atışacak kadar gözünü karartmaktadır. Erdoğan, Twitter’deki belalısına, Twitter’deki kabusuna ‘delikanlıysan çık ortaya’ diyecek kadar gözü dönmüştür. Bu ikili arasına girmek bize düşmeyecektir. Kendi hesaplarını kısa süre içinde görmeleri en samimi dileğimdir. Ancak şunları söylemeden geçmek de doğru olmayacaktır: Sayın Erdoğan eğer sen delikanlıysan, 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonun iç yüzünü, villada oğlunun eritemediği servetin kaynağını açıkla da görelim. Eğer delikanlıysan PKK’ya ne vaat ettin, söyle de bilelim. Eğer mertsen, eğer yiğitsen; Musul Başkonsolosluğu’nda rehin alınan vatandaşlarımıza karşılık IŞİD’e ne verdin, İmralı canisine hangi sözleri lütfettin, anlat da ilk ağızdan öğrenelim. Yine cesaretin varsa, delikanlılığına güveniyorsan, AKP’yi sana kim kurdurdu, seni kim görevlendirdi, Türk milletinin bölünmesi için seni kim tembihledi, bahset de merakımızı giderelim. Biz seni biliyor ve tanıyoruz; velakin milletimizin de gerçek yüzünü görmesinin hakkı olduğunu düşünüyor ve buna yürekten inanıyoruz. Bu düşüncelere sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum, Yüce Rabbim’e emanet ediyorum. Sağ olun var olun.
|