Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 22 Aralık 2015
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
22 Aralık 2015

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Misafirler,

Basımızın Kıymetli Temsilcileri,

Uzun, yorucu ve bir o kadar da karmaşık bir yılın bitimine çok az bir süre kala sizlerle bir kez daha birlikte olmanın kıvancını yaşıyorum.

Sözlerime hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlayarak başlıyorum.

Geçtiğimiz Pazar günü sabahın erken saatlerinde, Ankara’nın Keçiören ilçesinde kurulu bulunan Osmanlı Halk Pazarı’nda yangın çıkmıştır.

Güçlükle kontrol altına alınan bu yangın sonucunda 253 işyeri kullanılamaz hale gelmiştir.

İlk tespit ve açıklamalar yangının elektrik kontağından çıktığına işaret etmektedir.

Neden her ne olursa olsun, yangından zarar gören esnaflarımızın zarar ve ziyanlarını karşılamak hükümetin öncelikli görevidir.

Bu kış kıyamette ekmeğini kazanmanın, çorbasını kaynatmanın telaşında olan kardeşlerimiz yüzüstü bırakılmamalı, kaderine terk edilmemelidir.

Parti olarak Keçiören Osmanlı Pazarı esnafının talep ve ihtiyaçlarını yakından takip edeceğimizi, onların dertlerine ortak olacağımızı ifade ediyor, tüm esnaf kardeşlerimize geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Bildiğiniz gibi, bu gece Mevlid Kandili’ni idrak edeceğiz.

Bu gece alemlere rahmet elçisi olarak inmiş Efendimiz Resulullah’ın dünyaya teşrifini hasretle, hürmetle ve hayranlıkla yad edeceğiz.

Sizlerin, milletimizin ve Türk-İslam dünyasının Mevlid Kandili’ni tebrik ediyorum.

Ne mutlu bizlere ki adalet, ahlak, merhamet ve şefkat zirvesi; iman, inanç, insaf, izzet kutbu aziz Peygamberimizin izinden yürüyoruz.

Bu mübarek günde Allah’tan niyazım, bizleri helalin yolundan ayırmamasıdır.

Zira helale yüz çevirmek, haramla sözleşmek, haramla nikahlanmak demektir.

Bir toplumu içten içe çürüten en ağır sorun rüşvetle birlikte haramın açıktan savunulmasıdır. Ve dinimiz bunu net olarak yasaklamıştır.

Rüşvet ve yolsuzluk kamu düzenini sarsan bir suçtur.

Rüşvet veren devlete taarruza geçmiştir ve bu yüzden suçludur.

Rüşvet sosyal düzenin bozulduğu dönemlerde ortaya çıkmaktadır.

Rüşvet insanlığın reddettiği, inancımızın ve kültürümüzün telin ettiği bir sapma halidir.

Ecdadımız rüşvet alana mürteşi, rüşvete verene raşi diyor ve bu ikiliyi mahkum ediyordu.

Barbar kavimler bile rüşvetle mücadele etmişlerdir.

Peçevi tarihinde anlatılmaktadır: İslam tarihinde ilk rüşvet olayı; Halit Bin Velit’in, Hz. Osman’ın huzuruna girebilmek için kapıcıya iki altın vermesiyle başlamıştır.

Rüşvet devletin selametine karşı işlenmiş ağır bir cürümdür.

Devlet otoritesinin zayıflamasıyla rüşvet arasında doğru bir bağlantı vardır.

Darbe diyerek savuşturulan ve kapatılan 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturmasını bir de bu göz ve bilgi dağarcığıyla değerlendirmek lazımdır.

17-25 Aralık milli vicdanda kapanmamış bir yaradır.

Yedirmeyiz diyenler, ne var ne yok yemiştir.

Birlikte yürüdük diyenler, yürütmede, götürmede ustalaşmışlardır.

Kibirli ve küstah bir dille rüşveti günah işleme özgürlüğü sayanlar ahlak ve adaleti kilitlemişlerdir.

Hala rüşvetle çarkları dönen vakıflar söz ve güç sahibidir.

Hala ayakkabı kutularından çıkan deste deste banknotlar hafızalardadır.

Yatak odalarındaki haram madenleri, bakan ve başbakan çocuklarının çevirdiği dolaplar, dört yüzsüz bakanın hırsızlıkları dillerdedir.

Ve hala Erdoğan’ın zeki oğluyla para eritme üzerine yaptığı konuşması akıllardan çıkmamıştır.

Gün gelecek devran dönecek, rüşvetçi, hortumcu, haramzade, millete küfreden, yüzdelerle ihale alan kim varsa doğruca adaletin önüne çıkacaktır.

Bu ya olacak ya olacaktır. Başka bir seçenek kesinlikle yoktur.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Maalesef Efendimizin mirası karalanmakta, kanlı ve karanlık çekişmelere gerekçe yapılmaktadır.

Bu en başta İslamiyet’in özüne ve ruhuna büyük bir saygısızlıktır.

Dini kılıf yapan azılı teröristler Peygamberimizin hatıra ve emanetlerine acımasızca, ahlaksızca kast etmektedir.

İslam alemi, Müslüman coğrafyası öyle bir buhrana sürüklenmiştir ki, katliamlar seriye bağlanmış, ardı arkası kesilmeyen cinayetler volkan gibi patlamıştır.

Şu kadar ki ölen Müslüman, öldüren yine Müslüman’dır.

Medeniyet beşiği Ortadoğu’nun haline bakınız.

İslam ülkelerinin perişanlıklarına; halkından, ahlaktan ve maneviyattan kopuk yönetimlerinin kokuşmuşluğuna özellikle dikkat ediniz.

Aslında bu sorunların hepsinin ortak paydasında Hz. Peygamber’in hayatına, tebliğine ve mesajlarına duyarsızlık, ilgisizlik ve münafıkça yaklaşım bulunmaktadır.

İslam’a en büyük kötülük yine İslam adına şiddeti ve nefreti bir siyaset ve çıkar aracı olarak kullanan günahkârlardan gelmektedir.

Yüce dinimiz ne diyor, ne buyuruyorsa tam tersi yapılmaktadır.

Kuran’ın, “Bir cana kıyan tüm insanlığın canına kıymış gibidir” bağlayıcı hükmü hiç kimsenin gündeminde yoktur.

İçimizde dışımızda bu kadar felaket yaşanırken, lafa gelince alimliğiyle övünen zevat, sıra sorumluluk almaya gelince ortadan kaybolmaktadır.

Allah dostları suskundur.

Ortak akıl paslanmış, ortak vicdan kurumuştur.

İslamiyet’in kalbi hançerlenip tüm uzuvları hakaret ve kesif bir harekata uğrarken çağın manevi rehberlerinden herhangi bir tepki ve tesirli bir itiraz işitilmemektedir.

Bu çarpıklık en az İslamiyet’i içine alan kaos kadar hazin ve düşündürücüdür.

Diline bakarsak alim, kalbine bakarsak kapalı ve mühürlü olduğu ortaya çıkacak bir çok sözde alim, sürekli ivme kazanan zulüm düzeninden rahatsız değildir.

Çünkü bunların samimiyet kapısı sürgülüdür.

Çünkü bunların dışı hoca, içi bacadır.

Müslümanların itikat, fıkıh ve hatta siyaset konusunda farklı mezheplere ayrılmış olması örtülemez, telafi edilemez düşmanlıklar doğurmaktadır.

İslam dünyası eşitsizliğin, vicdansızlığın, ölçüsüzlüğün kurbanıdır.

Her gün beş vakit okunan ezanların hatırına, her gün Allah diye semaya kalkan eller, her gün yürekten amin, gönülden şükür diyen tertemiz vicdanlar adına var olan kin ve kirliliğe ne zaman dur diyeceğiz?

Bu sorunun cevabını mutlaka düşünmek mecburiyetindeyiz.

Yoksa dehşet girdabı her geçen gün genişleyecektir.

İslamiyet’in terörle anılması, terörle özdeş gösterilmesi konusunda sinsi ve çok yönlü propaganda çalışması yürüten çevrelere müsaade edemeyiz.

Ve elinde silah, dilinde küfür, belinde bombayla önüne gelen ateş açan, hedef gözetmeksizin gözüne kestirdiğini yok eden, doğrayan ve parçalayan canileri İslam dairesinde göremeyiz, görülmesine sessiz kalamayız.

Küresel güçlerin maşası IŞİD, El Nusra, Boko Haram, Eş-Şebab, El Kaide ve benzeri cinayet örgütlerinin İslamla uzaktan yakından bir ilişkisi olamayacak, kıyısından köşesinden irtibatları kurulamayacaktır.

Masum canlara kıyanlar Müslüman değil, kafir işbirlikçisidir.

Mürşit kisveli müşrikler, Müslüman görünümlü müfritler İslam’ı can evinden vurmaktadır.

Bunlar emperyalizmin uşağı, İblisin Truva Atı’dır.

Ne yazık ki, İslam âlemi tümden karıştırılıp istikrarsızlığa gömülürken bu çeteler yüksek fiyatlardan kiralanmakta, her pis işte kullanılmaktadır.

Batı, doğudaki, bilhassa İslam alemini çerçevesine alan stratejik hedef ve hesaplarını ele geçirmek maksadıyla devşirdiği militan kadrosuna tetikçilik yaptırmaktadır.

İslam coğrafyası terörle yıldırılmak, terörle teslim alınmak istenmektedir.

Emperyalist ülkeler bazen tek, bazen de yek vücut olarak Ortadoğu Bölgesi’nin zenginliklerini bölüşebilmek ve bölgeye de hakimiyet kurabilmek için çeşitli senaryolar üretmektedir.

Bölgenin mihenk taşı olan Türkiye bu senaryolardan dün de, bugün de ziyadesiyle etkilenmiş ve zarar görmüştür.

Ortadoğu’da sürdürülen kavganın temelinde bölüşüm ve hakimiyet mücadelesi yatmaktadır.

Bu nedenle bölgede topraklar parçalanmakta, insanlar kimi zaman etnik, kimi zaman mezhebi motivasyonla istismar edilmektedir.

Söz konusu istismarı emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçileri yapmaktadır.

Yüzyıllardır süren ekonomik çıkarlar ve karanlık ideolojiler İslam ve Türk düşmanlığına dönüşmüş, bu düşmanlığın körüklenmesinde ve genç kuşaklara aşılanmasında kilise örgütleri ve kalem sahipleri birbirleriyle yarışmışlardır.

İstenen zayıf ve kukla devletlerdir.

İstenen batının nüfuz alanlarının genişletilmesidir.

Ortadoğu’nun ve İslam ülkelerinin kanlı bıçaklı duruma getirilmesinin nedeni budur.

Sonuç itibariyle Arap Baharı’ndan kara kış çıkmış, güdümlü selefi çeteler tıpkı Roma İmparatorluğu’nu yıkan barbar kavimler gibi her tarafa yayılmışlardır.

Bu bir sonuçtur. Sonuçla uğraşmak, sonuca kafa yormak ise zaman kaybıdır.

Musibetlerin kaynağında asırlardır değişik kılık ve görünümde devam eden emperyalist vahşilik vardır.

İslam ülkeleri ise adeta felç geçirmiş, adeta vurgun yemiştir.

Çünkü bu ülkelerin yöneticileri batıya payandalık ve uyduluk yapmaktadır.

Sözde kral, emir ve şeyhler için öncelik halklarının huzuru, ülkelerinin onuru, İslamiyet’in itibarı değil, kan ve haksızlık üzerinde kurulu bulunan taht ve taçlarıdır.

Osmanlı’dan ayrılan her toplum, her devlet şimdilerde kriz geçirmekte, şok yaşamaktadır.

Buna Türk’ün bedduası mı tuttu demeliyiz bilemiyorum, ama bildiğim şu ki, Ortadoğu ateş almış, insan hayatı aynısıyla karanlık çağlarda yaşandığı gibi ucuzlamış, bir değeri kalmamıştır.

Meselenin tuhaf yanı tehlikenin hala kavranamamış olmasıdır.

Teröre karşı, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı 34 ülkenin Suudi Arabistan öncülüğünde bir İslam İttifakı kurması, terörist gruplarla mücadele edileceğinin ilan edilmesi bu gerçeği değiştiremeyecektir.

Bir yönüyle 34 ülkenin teröre karşı aynı cephede buluşması umutlu bir gelişme idiyse de, diğer yönüyle terör örgütlerini aşırı ve haddinden fazla büyütmenin örtülemez neticesidir.

NATO “Müslümanlar için savaşmayacağız” diyerek gizli tarafını, tercihini ve gelişmelere sancılı bakışını açığa vurmuştur.

34 ülke bir araya gelip ne yapacaktır?

IŞİD yine saldırılarına devam etmektedir. PKK-PYD kan dökmeyi, ihaneti resmileştirmeyi hızla sürdürmektedir.

Bu 34 ülke önce samimiyet testinden geçmelidir.

Bu 34 ülke önce birbirilerinin aleyhine terör örgütlerini nasıl ve hangi kanallarla provoke ettiklerini açıklamalıdırlar.

Madem 34 ülke terör örgütlerine karşı bir araya geldilerse, ABD’sinden Rusyası’na, Birleşik Krallık’tan Almanya’sına kadar batılı ülkelerin bölgemizde ne işi vardır?

Kendi söküğümüzü kendimiz dikmemiz gerekirken, vesayetçi güçlere ne ihtiyaç vardır?

Yoksa İslam ülkeleri arasındaki ittifak emperyalizmin yeni bir oyalama ve oynama taktiği midir?

Ya da planlanan, 34 ülkeyi terör örgütleriyle eşitleme, eşit güçte gösterme sinsiliğiyle beraber Şii-Sünni kutuplaşmasının derinleştirilme arayışı mıdır?

Her ülke teröre karşı ise teröristlerin yaşama şansı doğal olarak olmayacaktır.

Peki bu terör örgütleri ağır silahları nereden, hangi silah baronlarından, kimlerin gözetim ve denetiminde almaktadır?

Berlin’de, Londra’da, Paris’te, Washington’da, Brüksel’de, Roma’da, Madrid’de, Moskova’da, Şam’da, Bağdat’ta ve hatta Tahran’da terör örgütlerine silah satmak için kuyruğa giren, terörizmi diri tutmak için faal halde bulunan çevrelere ne diyeceğiz, bunları nasıl izah edeceğiz?

Bu terör örgütleri mali, lojistik ve insan kaynaklarını nereden temin etmektedir?

Önce sorun yaratıp peşinden silah pazarı kurmak, önce ara bozup hemen arkasından müdahale gerekçesi oluşturmak bildik bir sömürgeci komplosudur.

Saddam’ı silahlandırıp, Mübarek’i cesaretlendirip, Kaddafi’yi destekleyip, Bin Ali’yi pışpışlayıp, sonra da bahar geldi bahanesiyle kalabalıkların önüne atan bu emperyal edepsizliktir.

Ortadoğu’nun omurgası çökmüştür.

Ortadoğu ve İslam toplumlarının iradesi kırılmış, bağımsız karar alma mekanizmaları laçkalaşmıştır.

Bu furyaya, bu curcunaya Türkiye’de katılmış, daha doğrusu katılmak zorunda bırakılmıştır.

İslam ülkeleri manevi kalkınma, maddi silkinme yaşamadan, birlik ve dirliğine sahip çıkmadan facialar sürecek, daha çok kan akacaktır.

Yoksulluk İslam ülkelerine sinmiştir.

Yozlaşma İslam ülkelerine nüfuz etmiştir.

Yolsuzluk İslam ülkelerini pençesine almıştır.

Bir yanda petrol ve dolar içinde yüzen küçük bir zümre, diğer yanda bir dilim ekmek, birazcık hak, özgürlük ve demokrasi için çırpınan milyarlarca insan herkesi kahretmelidir.

Bir yanda haksız kazanç sağlamış, zor kullanarak servet edinmiş, israf ve harama batmış elit bir tabaka, diğer yanda helal rızkı için ömrünü veren milyarlar hepimizi kara kara düşündürmelidir.

Bu vahim ve iç yaralayıcı düzenin tek yüzü güleni, tek memnunu zalimlerdir.

Ve inanıyoruz ki, mazlumun ahını almış hiçbir zorba ne sarayının, ne parasının, ne de saltanatının hayrını göremeyecektir.

Tarihin akışına baktığımızda nice bedbahtın, nice haramzadenin, nice nefsine kul köle olmuş gafilin ibret verici acı sonlarını görürüz.

Allah mutlak ve galiptir; kimse karamsarlığa kapılmasın, bunu yine görecek, yine şahit olacağız.

 

Değerli Arkadaşlarım,

İçinde bulunduğumuz coğrafyada her yer karışıktır.

Bu karışıklığın Türkiye’ye maliyeti günden güne büyümektedir.

Suriye konusu uluslararası toplumu üst düzeyde meşgul etmektedir.

Geçtiğimiz günlerde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Viyana’da varılan Suriye’de Siyasi Çözüm Planını oy birliğiyle kabul etmiştir.

Buna göre,

√       Ocak ayında Şam yönetimiyle muhalifler arasında ateşkes ve siyasi geçiş görüşmelerinin başlaması,

√       IŞİD ve Nusra gibi terörist grupların görüşmelere dahil edilmemesi,

√       Teröristlere ABD ve dikkatinizi çekiyorum, Rusya öncülüğündeki koalisyon unsurlarının saldırılarına devam etmesi,

√       BM Genel Sekreteri’nin 18 Ocak’ta ateşkesin nasıl denetleneceğine dair raporunu paylaşması,

√       6 ay içinde kapsayıcı, muteber, hiçbir mezheple bağlantısı bulunmayan bir hükümetin kurulması,

√       Özgür ve adil seçimlerin 18 ay içinde BM gözetiminde düzenlenmesi,

√       Siyasi geçişin Suriye halkının denetiminde olması kararlaştırılmıştır.

Mutabakata varılan başlıklardan hangilerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini zaman gösterecektir.

Ama bir gerçek vardır ki, Suriye’de insani, tarihi ve kültürel miras yok edilmektedir.

Esad zalimliği ve Rus acımasızlığı özellikle Bayır Bucak’taki soydaşlarımıza göz açtırmamaktadır.

Ne çelişkidir ki, Türkmen Dağı’ndaki katliamlar görülmemektedir.

Rusya, IŞİD’i bombalıyorum diyerek Türkmenlere saldırmaktadır.

Putin’in gözünü kan bürümüştür.

AKP hükümeti ise ne yaptığını bilmez bir haldedir.

Hükümet henüz Türk devletinin caydırıcılık vasfını kullanmaktan aciz, soydaşlarımıza arka çıkacak sorumluluk şuurundan mahrumdur.

Milli Güvenlik Kurulu’nun 18 Aralık’taki toplantısında, Bayır Bucak bölgesinde yaşayan kardeşlerimizin durumu ele alınmış ve duyarsız kalınmayacağı ifade edilmiştir.

Ancak her şey laftadır ve Türkmen Dağı’nın kaybı an meselesidir.

Türkmenler denizden, havadan ağır bombardıman altındadır.

Esad ise karadan kalleşçe bindirmektedir.

Erdoğan Kısıklı’daki villasında poz verip aile boyu fotoğraf çektirirken soydaşlarımız katledilmektedir.

Davutoğlu sosyal medyadan görücüye çıkar gibi icraatlarını sıralarken Türkiye’nin güvenliği erozyona uğramaktadır.

Sayın Davutoğlu Türkmenler öldürülüyor, neredesin?

Ülkemiz dört bir koldan tahriklere uğruyor, ne yapıyorsun?

Bunlar için Türk’ün ölmesi önemsiz bir ayrıntıdır.

Bu Davutoğlu ki, 2012 yılının Kasım ayında İsrail saldırısı sonrası ziyaret ettiği Gazze’deki Şifa Hastanesi’nde iki gözü iki çeşme ağlıyordu.

Aynı Davutoğlu Dağlıca’da şehitlerimizin toprağa düştüğü gün, bir futbol müsabakasına katılıyor, yanına aldığı şehit yavrusunu istismar ederek tezahüratlar eşliğinde sevinç çığlığı atıyordu.

Erdoğan da Mısırlı Esma için yanıp kavruluyor, göz pınarlarından akan yaşları ekranlarda göstere göstere siliyordu.

Bunların vicdanında Türklük yoktur.

Düne kadar İsrail’e terörist devlet diyorlardı.

Düne kadar İsrail’e katil diyorlardı.

Düne kadar İsrail’den Mavi Marmara’nın hesabını soruyorlardı.

Şimdi ne değişti de İsrail’in dost bir ülke olduğu birden bire hatırlandı?

Ne oldu da İsraille gizli kapaklı görüşme ve anlaşma zeminlerine gerek duyuldu?

Erdoğan hangi tehdit ve tavizlerle Ortadoğu’nun Türkiye-İsrail yakınlaşmasına ihtiyacını olduğunu seslendirdi?

Erdoğan, İsrail’in barışı tehdit ettiğinden şikayet etmiyor muydu?

“Şahsen ben bu görevde bulunduğum sürece hiçbir zaman İsrail ile olumlu bir şey düşünemem” diyen Erdoğan değil miydi?

İsraille cepheleştiği günlerde halkın ve hakkın rızasını kazanmak, egemen güçlere şirin görünmemek amacında olduğunu ısrarla söyleyen Erdoğan nerededir?

Hani İsrail çocukları öldürüyor, plajlarda masumları katlediyordu?

Erdoğan bunları unutmuş ve Türkmenistan seyahatinden dönerken İsraille ilişkilerin normalleşmesi Türkiye ve Filistin’e çok şey kazandırır görüşüne gelmiştir.

İsrail’e karşı ileri sürülen üç şarta ne olmuştur?

Özür şartı yerine gelmiş midir?

İddia odur ki, Obama’nın nezaretinde İsrail Başbakanı Netanyahu telefonla özür dilemiştir.

Mavi Marmara’da ölenler için tazminat verilmiş midir? Hayır.

Gazze’ye uygulanan abluka kalkmış mıdır?  Bu da hayır.

Türkiye’nin talepleri tam karşılanmadığı ortadayken el altından İsrail ile uzlaşma arayışlarının, barış masası kurma niyetlerinin asıl gayesi nedir?

Erdoğan’ın İsrail’e yanaşması, bu ülkeye zeytin dalı uzatması nasıl okunmalıdır?

Irak, Rusya ve Suriye gerilimini kaldıramayan, bu nedenle küresel güçlerin dayatmasıyla İsrail’e yakınlaşan AKP hükümeti bütünüyle hayal kırıklığıdır.

Bölgesinde yalnızlaşan Türkiye’nin tutacak son dalı İsrail kaldıysa düne kadar hakim olan bunca sövgüye, bunca itiş kakışa ne gerek vardı?

7 Haziran seçimlerinden sonra Tel Aviv’de bayram yapıldı diyen yandaş asalaklar, asıl bayram hediyesinin bizzat Erdoğan’ın diliyle verildiğini görmeyecek kadar vicdan ve iradenizi aldırdınız mı?

Hepsini geçtik de, Gazze’de ölen mazlumların yakınlarına ne diyeceksiniz?

Türkiye’ye ziyarete gelen ve kongrelerde defalarca alkışlattığınız Hamas lideri Meşal’in yüzüne nasıl bakacaksınız?

Biz demiyoruz ki İsrail’le düşman olalım.

Biz dilemiyoruz ki İsraille ilişkilerimiz hepten kopsun.

Fakat önce Erdoğan ve Davutoğlu’nun İsrail’e yağmur gibi yağdırdığı ağır sözlerinden dönüş gerekçesini, eriyen buzların asıl sebebini öğrenmek istiyoruz.

Türk milleti; Erdoğan’ın, farklı ülke ve liderlerle “canım sıkıldı küstüm, keyfim yetti barıştım” demesinde tiksinme noktasına gelmiştir.

Böylesi cehalet dolu, hamaset yüklü, basiret yoksunu dış politika nerede görülmüştür?

Türk milleti Erdoğan’ın insafına mı kalmıştır?

Recep Tayyip Erdoğan filmi hep bildik sahnelerle doludur:

Hava sahamızı ihlal eden Rus uçağı düşürüldü, Erdoğan yine olsa yine yaparız, hesap sorarız dedi, bir gün sonra Rus uçağı olduğunu bilsek farklı davranırdık noktasına geldi.

Esad kardeşiydi, ailece görüşüyorlardı, sonra katil olduğunu hatırladı.

Emevi Camiinde namaz kılacaktı, üç aya kalmaz Esad gidecekti, böyle diyordu, dört yılı aştı ne giden var, ne de gitmeye niyeti olan.

Sisi’yle görüşmeler yapıyordu, Ankara’da ağırlıyordu, sonra darbeci olduğunu söyledi.

Cemaatle can ciğer kuzu sarmasıydı, sonra paralel olduğunu itiraf etti.

Mehmetçiğe darbeci çamuru attı, sonra dönüp meğerse kumpasmış, yanlış yaptık, dedi.

PKK’yla çözüm masasında iştahla oturuyordu, sonra terörist olduğunu anladı.

Erdoğan hem kandırıldım dedi, hem de herkesi kandırdı.

Davutoğlu derseniz, onda gürültü var, görüntü yoktur.

Bitmedi.

5 Aralık’ta Musul’a zırhlı birlikler sevk ettiler.

Biz bunu olumlu bulduk, destek verdik.

Erdoğan çok geçmedi, 11 Aralık’ta Musul’dan çekilmenin söz konusu olmadığını kararlı yüz hatlarıyla ileri sürdü.

Davutoğlu durur mu, o da aynı havayla oynamaya başladı.

Ne oldu, 14 Aralık’ta Beşika Kampı’ndaki askeri birliğimizin bir bölümü Irak’ın kuzeyindeki Bamerni Kampı’na kaydırıldı.

Buna da yeniden tanzim denildi.

Yetmedi, geri adımlar durmadı.

Obama’nın 18 Aralık’ta Erdoğan’a bir telefonuyla AKP’nin yelkenleri suya indi, Dışişleri Bakanlığı Beşika Kampı’ndan çekilmenin süreceğini 19 Aralık’ta açıkladı.

Sormazlar mı adama; Musul bahanesiyle Beşika’ya gittiniz gitmesine de, niçin dönüyorsunuz?

Nedir sizi korkutan?

Sayın Erdoğan, Obama’ya soramadın mı; ABD, binlerce kilometre uzaklıktan gelip Irak’ta operasyon yapıyor da, Türkiye güvenliği ve soydaşlarının varlığı için sınırının hemen öte yakasına geçemeyecek midir?

Obama Irak’ın onurundan bahsediyor da, sen ve başında bulunduğun korkaklar kafilesi Türk milletinin onurunu müdafaa edemiyor musunuz?

Böyle bir devlet idaresinin inandırıcılığı nasıl olacaktır?

Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu millete yalan destanı yazıp, başkanlık sistemi ve yeni anayasa edebiyatı yaparken;

Kırım Rusların oldu. Hiçbir şey yapılamadı.

Kıbrıs Rumlara peşkeş çekildi, Doğu Akdeniz’de mevzi kaybedildi. Hiçkimsenin umurunda olmadı.

Türkmen Dağı Esad’ın eline kaldı. Hiçbir etkili tedbir alınamadı.

Kerkük peşmergeye, Musul IŞİD’e terk edildi. Geriye yalnızca Türkmenlerin acı dolu hikayeleri, yitirilmiş yurtları, dağıtılmış umutları, kaybolmuş hayatları bırakıldı.

21 Şubat’ta Süleyman Şah Türbesini nakliye kamyonuna yükleyip gece yarısı operasyonuyla kaçıran, buna da zafer, başarı diyen Erdoğan ve Davutoğlu milli vicdanda ebedi mahkumdur, ebediyete kadar lekelidir.

Çekile çekile nereye kadar gelinecektir?

Her diklenene, her tehdit savurana boyun bükersek, biz bu topraklarda nasıl yaşayacağız?

Erdoğan’a, bu çağın Selahattin Eyyubi’si diyerek yalakalık yarışına girenler merakı mı mazur görsünler, bunlar hiç mi tarih okumamışlar, hiç mi vicdanları sızlamamıştır?

Kaçmanın, tornistan yapmanın, u dönüşünün, anında çark etmenin ismi ne zamandır Selahattin Eyyubi olmuştur?

Unutmayınız, korkak her gün, cesur bir gün ölür.

İnsan sürgünden, zindandan, ölümden değil, sadece korkak olmaktan korkmalıdır.

Erdoğan ve Davutoğlu sıkıştı mı taviz limanına demirlemektedir.

Bu ikili dara düştü mü, pabucun pahalı olduğunu gördü mü, uydurulmuş onca mazerete bel bağlayarak fırıldak gibi dönmektedir.

Bunların önü açıktır, sirkte iyi cambaz olabilirler.

Bunların talihi yaver giderse, güldürü programlarında, komedi dizilerinde iyi ve bol kazançlı rol kapmalarında engel yoktur.

Bunların çiğnenmiş sözlerin, yutulmuş vaatlerin, sanal yiğitliklerin aktörü olarak da yıldızları parlayabilir.

Şansları bol olsun, bugün başlarlarsa bir seneye kalmaz hasılat rekoru kıracak işlere imza atabilirler.

Fakat bunlar bir tek Türkiye’yi layıkıyla yönetemezler, Türk milletine yeni ruh ve ufuk sunamazlar ve de asla sunamamışlardır.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Türk dış politikası, yeni Türkiye parolasıyla un ufak olmuştur.

Bunun ağır faturasına tüm vatandaşlarımız katlanmaktadır.

Sayıları 2,5 milyonu bulan Suriyeli sığınmacıya, dişimizden tırnağımızdan arttığımız 9 milyar dolar civarında para harcanmıştır.

Bu aziz vatan AB’nin sığınmacı odasına rüşvetle dönüştürülmek istenmektedir.

Çevremizdeki denizlerde binlerce Suriyeli boğulmuştur.

Tam bir insani trajedi yaşanmaktadır.

Sokaklar Suriyeli dilencilerle dolup taşmaktadır.

Suriyelilerin ilave külfet ve maliyeti sosyal ve ekonomik hayatımızı tarumar etmektedir.

Bu yüzden işsizlik, huzursuzluk ve asayişsizlik daha da artmaktadır.

Son yurdumuzun bize ait olmadığı farklı yol ve yöntemlerle ima edilmekte, alttan alta fısıldanmaktadır.

Anadolu farklı farklı etnik ve kültürel kimliklerin toplanma yeri olarak projelendirilmektedir.

Tekrar söylüyorum, üstüne basa basa haykırıyorum; bu vatan bizlere ecdadımızın ve aziz şehitlerimizin can pahasına bıraktığı kutsal bir emanettir.

Ve burası ebedi Türk vatanıdır.

Hiçbir küresel mihrak, hiçbir hain emel bu gerçeği değiştiremeyecektir.

Görüyorsunuz, günlerdir Sur, Cizre, Silopi ve Nusaybin başta olmak üzere, teröristler her değerimize saldırı düzenlemektedir.

Öğretmenler çekilmekte, devletin kanadı kolu kırılmakta, vatan evlatları şehit düşmektedir.

Dün Bitlis’in Sehi Ormanları bölgesinde, önceden yerleştirilen el yapımı patlayıcı düzeneğinin PKK’lı teröristlerce infilak ettirilmesi sonucunda 1 Mehmedimiz şehit, 9’u da yaralanmıştır.

Yine dün Diyarbakır’ın Sur ilçesinde bir Mehmedimiz şehit düşmüştür.

18 Aralık’ta Cizre’de, 19 Aralık’ta Sur’da, 20 Aralık’ta bir kez daha Cizre’de teröristlerle çıkan çatışmada üç kahramanımız şehit olmuştur.

1 Kasım’dan bu tarafa 17 polisimiz 19 askerimiz bir hilal uğruna kara toprağa girmiştir.

Şırnak Cizre’de, PKK’lı katiller, evinin mevzi haline getirilmesine karşı çıkan 70 yaşındaki Selahattin Bozkurt’u öldürmüşlerdir.

Cizre’nin Nur Mahallesi’nde 8 aylık hamile Güler Yanalak isimli hanım kardeşimiz teröristlerce kurşunlanmıştır.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara şifa diliyor, hepimizin başı sağolsun diyorum.

Türkiye fikren, fiilen ve fiziken bölünmenin eşiğindedir.

Şu anda Türkiye’nin bir bölgesi kundaklanmakta, hainler tarafından yakılıp yıkılmakta, kırılıp dökülmektedir.

Her yere tonlarca bomba yığılırken istihbarat uyumuştur.

Sokaklara hendekler açılırken, hükümet uyuşarak seyretmiştir.

Barikatlar dikilmiş, evler silah ve cephaneliklerle doldurulmuştur.

Erdoğan çözüm diyordu, terör örgütünün silah bırakacağını söylüyordu.

Biz hayal görmeyin, milleti aldatmayın, çözüm çözülmedir, PKK silah bırakmaz dedikçe, Erdoğan renkten renge giriyor, yüzü öfkeden kapkara kesiliyordu.

AKP’nin çözümü buzdolabında değil, hendektedir.

Sözde hendek siyaseti uydurup bununla ilgili lehte ya da aleyhte ahkam kesmek hızla mesafe alan bölücülüğe açıktan hizmettir.

Kaldı ki AKP’nin süreç ve barış masalı teröristlerin silah depolamasına yaramıştır.

Erdoğan da bunu ilk ağızdan itiraf etmiştir.

Çözüm diyenler şimdi söyleyiniz, cevap veriniz, bu hendekler kazılırken neredeydiniz?

Sözde akiller peki siz ne yapıyor, hangi delikten, hangi yalıdan, hangi melun hevesle terörü seyrediyordunuz?

Bir ara, durmadan konuşuyor, özgürlük nutku atıyor, demokrasi türküsü söylüyor, terörü bitiriyor, sorunları çözüyor, barışı getiriyordunuz.

Şimdi nerede gizleniyor, nerelerde keyif çatıyorsunuz?

Bu hendekler yeni kazılmadı.

Hendeklere ilk kazma yıkım projesiyle vuruldu.

Hendeklerin yayılması süreç ihanetiyle gerçekleşti.

Sur’dan Suriye, Cizre’den Cezire, Silopi’den savaş çıkartmak için yıllarca PKK el bebek gül bebek bakıma alındı, müzakerelerle güçlendirildi.

Şimdi Erdoğan çıkmış, “O evlerde, o binalarda, açtığınız o hendeklerde yok olacaksınız, oraya gömüleceksiniz” demektedir.

Davutoğlu da, “Hendekleri başlarında parçalayacağız” iddiasındadır.

Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz yaratıklar tarafından Cizre yakılmakta, Silopi kırılmakta, Sur Ayn el Arab’a dönüştürülmektedir.

Hastanelere roketler isabet etmekte, okullar bombalanmakta, camiler harabeye çevrilmekte, vatandaşlarımız göç etmektedir.

Terörden olumsuz etkilenen 21 ilimizde bu yılın ilk 10 ayında 11 bin 354 esnafımızın kapısına kilit vurduğu, kapanan şirket sayısının bin 549’a ulaştığı medyaya kadar yansımıştır.

Örgüt sözde mahkemeler kurmuş, hükümetin haberi olmamıştır.

Örgüt sözde şehitlikler açmış, hükümetin ruhu duymamıştır.

Alan almış, satan satmış, çözümün içinden hendek çıkmış, barikatlar dikilmiş, ne çelişkidir ki hükümet bile bile kulağının üstüne yatmıştır.

Bunlara rağmen, Erdoğan ve Davutoğlu hendeklere öfke saçacağına, nerede hata yaptık diye dönüp geçmişe bir türlü bakmıyor, bakamıyor.

Öcalan’ı takdirle karşılıyorum diyen Şırnak eski Valisi, bu hendeklerde senin payın vardır.

TBMM’de “Bu coğrafyada üç hedef vardı son dönemde: Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, bir; İmralı, iki; Barzani, üç.” diyen AKP Milletvekili, bu hendeklerde senin izin vardır.

“Türk üst kimliği bölücüdür, Türk bayrağı değil, Türkiye ve devlet bayrağı diyelim” diyen zehirli dil, bu hendeklerde senin dahlin vardır.

“Türk diye bir ırk yoktur” diyen sefil zihniyet, sana söylüyorum, bu hendeklerde senin rızan, senin sözün, senin kapkara ümidin vardır.

Türk bayrağını tahrik unsuru gören, Ne Mutlu Türküm Diyene seslenişinden rahatsızlık uyan hainler, duyun bu milli çığlığı, hendekler önce vicdanınızda açılmıştır.

“Milliyetçilikle hesaplaşma zamanı” geldi diyen hele sen Davutoğlu, bilesin ki günahın büyüktür ve hendekler seninle anılacaktır.

İmralı canisini sütten çıkmış ak kaşık gösteren, gençliğinde namaz kılmasından oruç tutmasına kadar ballandıra ballandıra anlatan siyasi mevtalar hendeklere ilk kazmayı vuran asıl sizlersiniz.

Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini kaldırıp, milleti 36 parçaya ayırıp milliyetçiliği ayaklarının altına aldığını söyleyen 17-25 Erdoğan, gerçek hendek kaçak sarayın içinde, 7 Aralık’ta taşındığın 250 odalı saray yavrusunun tam ortasındadır.

“Sayın Öcalan demek, PKK’nın kendine ait bayrağını ve Öcalan posterini elinde taşımak suç olmaktan çıktı” sözlerini kurşun gibi savuran namertler, şimdi beni dinleyiniz, ilk hendek sizlerin ruhunda kazılmıştır.

İmralı canisine methiyeler düzüp barış güvercini gösteren, Türk milliyetçilerine hakaretler yağdırıp morg bekçisi suçlamasını yöneltenler, sizin ön isminiz hendek ise soy isminiz haysiyetsizdir.

Oslo’dan İmralı’ya kadar Türkiye’nin önüne sıra sıra hendek kazdılar, sırtına kaldırmayacağı yük yüklediler. Şimdi de bundan gocunuyorlar.

Teröristlere müdahale etmek isteyen güvenlik güçlerimizin elini tutan,

Süreç zarar görmesin, Erdoğan kızmasın gerekçeleriyle teröristlerin alan hakimiyetine göz yuman siyasetçisinden, aktif veya merkezdeki valisinden, kaymakamından, emniyet müdüründen ve diğer görevlilerden bu dünya gözüyle hesap sormazsam, içtikleri sütü, yedikleri lokmayı burunlarından getirmezsem hayat bana zehir olsun.

Düşmanlık saçan, hendekleri kutsayan, PKK’lı militanları öve öve bitiremeyen HDP’li siyasetçilerle ilgili hukuki işlem başlatmak için Cumhuriyet Savcıları neyi beklemektedir?

Yok mudur hukuku müdafaa edip koç gibi duracak yiğit ve korkusuz bir savcı?

Köküne kıran mı girdi bu adaletin?

HDP’nin bir eşbaşkanı yarın Rusya’ya gideceğini ve Moskova’da temsilcilik açacaklarını söylemektedir.

26-27 Aralık’ta Demokratik Toplum Kongresi’nin Diyarbakır’da yapacağı sözde kongrede özyönetimin tartışılacağı duyurulmaktadır.

KCK Yürütme Konseyi’nin, HDP’li milletvekillerinin Meclis’ten çekilmeyi tartışmaya açmaları yönünde çağrı yaptığı medyada yer almaktadır.

Erdoğan’ın kardeşi Barzani, bağımsız Kürdistan için referandum kartını ileri sürmektedir. 

HDP, Türkiye düşmanlarıyla iş tutmakta, özerklik ve Kürdistan desteği alabilmek için yüzyıllardır amacı malum olan ülkelere sırtını yaslamakta bir sakınca görmemektedir.

Milletin kesesinden para alan HDP’li belediyeler PKK’ya çalışmaktadır.

Bu ne düşmanca bir tavırdır?

Kürdistan nedir, neresidir ve Türk milleti son ferdine kadar fedakârlık yapmadan bu nasıl kurulacaktır?

Diyarbakır’ı ihanetin ağırlık merkezi yapmak hangi aklın ürünüdür?

Gazi Mustafa Kemal Atatürk 26 Eylül 1932 tarihinde, Diyarbakır isimli bir gazeteye verdiği beyanatta aynen şunları söylemiştir: “Ben Türk elinin kahraman bir bucağındayım.  Bizim diyarımız Oğuz Türk’ünün has kaynağıdır. Biz bu yüce kaynağın çocuklarıyız.”

Çözüm ve açılımcılar, terörist ve hıyanet odakları hatırdan çıkarmayınız ki, Diyarbakır, Hakkari, Şırnak ve daha niceleri Türk’ün öz yurdudur ve asla kaybedilmeyecektir.

Emperyalizme piyonluk yapanlar, Kürdistan’ın oluşumuna seyirci kalanlar, Sevr’de Hain Ferit Paşa’nın durumuna düşmeyecekler midir?

Gaflet, dalalet ve hatta ihanet herhalde bu olsa gerektir.

Kardeş kardeşe kırdırılsın mı? İstenen bu mudur?

Türkiye’nin en ücra köşesine kadar dağılmış, birçoğu ve özellikle İstanbul, İzmir, Adana ve Mersin’de yaşayan Kürt kökenli kardeşlerimize, Güneydoğu’da birkaç ili Kürt devleti olarak verdik, buyurun yeni vatanınıza desek acaba tek bir kişi yerini yurdunu bırakıp da gidecek midir?

Diyarbakırlının İzmir’de yaşayan oğlunu ne yapacağız?

Ankaralının Şırnak’tan aldığı gelini nereye koyacağız?

Kürt kökenli kardeşlerim, sizler yalnız değilsiniz.

Ve sizler sahipsiz bırakılmayacaksınız.

Terörden çok çekmiş, milletine mensubiyeti bir şeref madalyası gibi taşıyan kardeşlerim, PKK elbette sizin temsilciniz değildir, hiç de olmamıştır.

Batı’nın uydurduğu Kürt sorunu ve Türkiye mozaiği bölücülüğe kılıftır. Hiçbir Kürt kökenli kardeşim bu oyuna gelmeyecektir.

Kronikleşen terörizm ve Kürdistan melaneti emperyalizmin silahıdır. Kürt kökenli kardeşlerim ona buna aldanmayacak, tehditlere aldırmayacaktır.

Etnik kimlikler asırlar içinde kültür ve tarih potasında eriyerek, ortak üst değerlere ulaşıp vatandaşlık şuuruna, millet ruhuna kavuşmaktadır.

Herhangi bir ayrım gözetmeksizin kaderde, kıvançta ve tasada bir ve beraber olan herkesle bir millet hali tezahür etmektedir.

Ve biz anıda, acıda, atinin umut sancağında buluşarak bir millet olduk, biz bin yıllık kaynaşmayla kardeş olduk, biz bölünmez, bükülmez, parçalanmaz sağlam bir millet varlığıyla hep birlikte doğrulduk.

Öyle ki adımız Türk milleti, devletimiz de Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Bundan geriye dönüş yoktur.

Şu anda Cizre’de, Silopi’de, Sur’da can pahasına mücadele veren Mehmetçiklerimizi, kahraman polislerimizi sonsuz güven ve dualarımızla destekliyoruz.

Teröristler ev ev, sokak sokak aranıp bulunmalı, hendeklerle beraber tamamıyla imha edilmelidir. Bunu bekliyoruz.

Vatan hainlerden temizlenmelidir.

Türk milleti hükümete tarihi bir görev vermiştir.

Sayın Davutoğlu terörle ve nifakla mücadelede samimi olduğunuz müddetçe, endişeniz olmasın, Milliyetçi Hareket Partisi siyasi iradeyi yalnız bırakmayacak, şunun bunun ağzına baktırmayacaktır.

Durmayın, yılmayın, dağdan, taştan, ovadan ve şehirden bu hainleri kazıyın, sökün, silin ve Türkiye’yi bu darboğazdan sağ salim çıkarın.

Konuşmama son verirken, yeni yılınızı şimdiden tebrik ediyor, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.