Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekilleri, Muhterem Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Hiç şüphe yok ki, bugünkü grup toplantımızı olağanüstü bir dönemde gerçekleştiriyoruz. Çünkü ülkemiz yoğun bakımdadır. Her gün oluk oluk kan kaybediyoruz. Her gün cami avlularında toplanarak bayrağa sarılı şehit naaşlarını kaldırıyoruz. Bir saldırı ve kayıp haberiyle sarsılırken, çok geçmiyor bir başkasını alıyor, bunu göğüslemeye çalışıyoruz. Türkiye’miz felaket üstüne felaket yaşıyor. Adeta ölümle imtihan ediliyoruz. Adeta kurşuna diziliyor, günden güne infaz ediliyoruz. Açıkça itiraf edelim ki, acılara gömülmüş, gözyaşlarıyla boğulmuş bir Türkiye gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Dün yapılan vahim hatalar; bugün mermi, bomba, mayın ve düşmanlık olarak önümüze koyuluyor. Dün atılan yanlış adımlar; bugün ihanet, melanet ve rezalet serisine dönüşüyor. Milli Mücadele yıllarında dahi görülmemiş bir fitne kuşatması altındayız. Hırsız içeride olduğu için hiçbir kapının kilit tutmadığını görüyoruz. Yedi düvelle savaşırken bu kadar durgunluk ve çaresizlik yaşanmamıştı. İstiklal mücadelemiz esnasında, cepheden cepheye koşup, imkansızlıkları imanla ve inançla eritirken bu denli umutsuzlukla karşılaşılmamıştı. Geçmişte Osmanlı’ya hasta adam muamelesi yapanlar, şimdilerde işbirlikçileri vasıtasıyla Türkiye’yi içten içe çürütmek ve çökertmek amacıyla tüm güçlerini seferber ediyorlar. Cumhurbaşkanı ne söylerse söylesin, Başbakan hangi bahaneye sığınırsa sığınsın, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kötü, en buhranlı günlerini yaşamaktadır. Ve bu AKP iktidarının mimar ve müellifi olduğu yıkım ve çözülme süreçlerinin eseridir. Yeni anayasa hazırlık sürecindeki tıkanıklık ve artan terör saldırıları kapsamında yapacağım değerlendirmelere geçmeden, 24 yıl önce Hocalı’da yaşanmış insanlık dışı olaylarla ilgili düşüncelerimi yeri gelmişken sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli Milletvekilleri, Yukarı Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında 25-26 Şubat 1992 tarihlerinde Azerbaycan Türklüğü tarihin ibretle kaydettiği zulüm ve saldırılara maruz kalmıştı. Rusların destek ve kışkırtmasıyla harekete geçen Ermeni çeteler masum canlara kast etmiş, insanlık değerlerini yok saymışlardır. Dost ve kardeş ülke olan Azerbaycan’ın egemenlik hakları ihlal edilmiştir. Türk toprakları Rus ve Ermeni saldırganlığıyla kirletilmiştir. Hocalı’da katledilen Türklüktür. Hocalı’da hedef alınan Türk’ün hayat ve varlık haklarıdır. Azerbaycan’ın kopmaz parçaları olan; Kelbecer, Laçin, Kubatlı, Zengilan, Cebrail, Füzuli ve Ağdam’da nice kıyım ve dramlar yaşanmıştır. Hocalı’da çocuk, kadın ve yaşlı demeden 613 soydaşımızın canına kast edenleri Türk milleti asla affetmeyecek, eğer varsa insanlık vicdanı unutmayacaktır. Unutsa bile emin olun biz unutturmayacağız. Türk’ün mührünü tarihin alnına vuran aziz ecdadımıza mahcup olmamak için ne gerekiyorsa yapacağız. Bedelse, ödeyeceğiz. Çileyse, çekeceğiz. Fakat Türk’ün namus ve şerefini kesinlikle yere düşürmeyeceğiz. İster Azerbaycan, ister Doğu Türkistan, ister Türkmeneli, isterse de Bayır-Bucak olsun, Türklük gurur ve şuurunun, İslam ahlak ve faziletinin son ferdimize kadar davacısı olacağız. Hocalı’da etnik temizlik yapanlar hala işbaşındadır. Hocalı’da yuva yıkan, yurt yakan, eziyet ve işkenceleri bir yöntem olarak kullanan zalimler emellerinden hala bir şey kaybetmemiştir. Sözde Ermeni soykırım şakşakçılarının Hocalı’yı ağızlarına almaması, bir milyon kardeşimizin mağduriyetine gözlerini yummaları pek nadir göreceğimiz bir ikiyüzlülüktür. Küresel adalet Hocalı’da batmış, taktığı maskesini de düşürmüştür. İnsan hakları lobileri, özgürlük ve demokrasi havarileri, felçli halde bulunan uluslararası toplum bugüne kadar Hocalı’yı yok saymıştır. Çünkü ölen, yaralanan, kaybolan, vatanını kaybeden Türk’tür. Aynı işgüzarlık Balkanlar’da yaşanmış, Bosna’da görülmüştür. Aynı çifte standarda Kaşgar, Kerkük, Musul, Tuzhurmatu ve Türkmen Dağı’nda şahit olunmuştur. Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sinin işgal atında bulunması ne hikmetse hiç kimseyi rahatsız etmemektedir. Uluslararası hukuk 24 yıldır çiğnenmekte, buna karşılık dünyanın gıgı çıkmamaktadır. Bu örtülemez çelişki devasa boyutlara ulaşmıştır. Ermenistan silahlı unsurları Karabağ etrafındaki yedi reyondan önşartsız geri çekilmeden, burada Azerbaycan egemenliği yeniden tesis edilmeden Kafkaslara huzur gelmeyecektir. Yukarı Karabağ’ın esaret altına alınmasından sonra mülteci durumuna düşen soydaşlarımız evlerine dönmeden, topraklarına kavuşmadan ve zararlarının ödenmesi sağlanmadan Hocalı’nın yarası devamlı kanayacaktır. Karabağ meselesinin çözümü amacıyla kurulan ‘MİNSK’ üçlüsünün yıllardır Azerbaycan’ın haklı ve meşru davasını savsakladığı, zamana yayarak oyaladığı ortadadır. Bize göre, Yukarı Karabağ sorunu Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü içinde muhakkak çözülmeli ve hak yerini bulmalıdır. Hınçak kafası, Taşnak mantığı, Asala gözlüğü, Rus dayatması barışçıl taleplerin önündeki en bariz engeldir. Bir kez daha söylemeliyim ki, Hocalı’nın Türk kimliğini hiçbir güç silemeyecektir. Hocalı Türk’ün öz yurdudur ve Türk’tür. “Hepimiz Ermeni’yiz” beyanıyla milletini ve vatanını inkar etmiş köksüzlerin bunu anlaması zaten beklenmeyecektir. Onlar her fırsatta döviz ve pankart açıp Ermeni çetelerine isimlerini yazdırmaya devam etsinler. Yıllardır yaptıkları da budur. Biz de Türk milletinin tarafında, Turan coğrafyasının safında tarihi doğruları eğmeden bükmeden, hiçbir korkuya kapılmadan haykıracak, zulme ortak olanlarla son nefesimize kadar mücadele edeceğiz. 13 Şubat 2009 tarihinde kaybettiğimiz Azerbaycan Türklüğünün zirve isimlerinden şair ve yazar Bahtiyar Vahapzade bakın ne diyordu: “Dünya kuru bir ses, gam çekmeye değmez. Yüz yüz yiten olsa, bir bin de biten var. Şükreyleyelim ki, bizden hem önce hem sonra vatan var.” Diyorum ki, Hocalı vatandır, dün var olmuştur, gelecekte de var olacaktır.
Bu düşüncelerle Hocalı katliamında hayatlarını kaybeden soydaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, benzeri acıların tekerrür etmemesini içtenlikle niyaz ediyorum.
Muhterem Milletvekilleri, Siyasi ve toplumsal kutuplaşma ülkemizin elini zayıflatmaktadır. Bu nedenle işbirliği ve uzlaşma kanalları tıkanmaktadır. Her kesim, her ideolojik grup ve her siyasi çevre kendi dünya görüşüne uygun olarak içe kapanmaktadır. Çok tehlikeli bir hal alan bu durum Türkiye’nin milli güvenliğini de zedelemektedir. Doğal olarak toplumsal güven aşınmaktadır. Gidişatın önüne geçilemezse, var olan tehditlerin önü kesilemezse ülkemizin milli birlik ruh ve iradesi, kaygım odur ki, paramparça olacaktır. Yeni anayasa yapım veya anayasanın yenilenme sürecinin kesintiye uğramasının temelinde ifadeye çalıştığım bu kutuplaşma konusu esas etkendir. Bildiğiniz üzere, TBMM Başkanı Meclis’te grubu bulunan partilerin genel başkanlarına 8 Ocak 2016 tarihinde bir mektup yazarak kurulacak komisyona isim bildirmelerini istemiştir. Biz bu davete elbette olumlu yaklaştık. Milliyetçi Hareket Partisi olarak herhangi bir gecikmeye müsaade etmeden belirlediğimiz üç değerli milletvekilimizin ismini muhatabına ilettik. Peşi sıra diğer partilerde tespit ettikleri isimleri TBMM Başkanlığına bildirmişlerdir. Teşkil eden komisyon ilk toplantısını 4 Şubat 2016, ikincisini 10 Şubat 2016, üçüncüsünü de 16 Şubat 2016’da gerçekleştirmiştir. İlk iki toplantında komisyonun çalışma usulleri ele alınmıştır. Görüldüğü kadarıyla, komisyonun adı ve görevine ilişkin maddelerin müzakereleri sırasında kurulan masa devrilmiştir. Yapılan açıklamalardan çıkardığımız sonuç şudur: Cumhuriyet Halk Partisi, komisyonun kuruluş adı ve amacı dışında farklı farklı isteklerde bulunmuş, sudan bahanelerle uzlaşma sürecini sabote etmiştir. 24. Dönemde ismi belirlenen; “Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonu” tabirini beğenmeyen CHP, söz konusu komisyonun ismini Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma Komisyonu şeklinde değiştirilmesini dayatmıştır. Elbette CHP’ye göre komisyona isim bahane, uzlaşma masasını yıkmak şahanedir. Ayrıca CHP’nin darbe hukukunun tasfiyesi, ilk dört maddenin müzakere dahi edilemeyeceği ve parlamenter sistem haricinde başkaca bir sistem önerisinin getirilemeyeceği düşünceleri kamuoyuna yansımıştır. Darbe hukukunun muhafazası elbette düşünülemeyecektir. Anayasa’nın ilk dört maddesi herkesten evvel bizim vazgeçilmezimiz, üzerinde pazarlık kabul etmeyecek kırmızı çizgilerimizdir. Fakat hem AKP’nin hem de CHP’nin bu konuda kafaları oldukça karışıktır. CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Anayasa’nın ilk üç maddesine tutarsız bakışı aslında sır değildir. Geçtiğimiz yılın Ekim ayında, katıldığı bir televizyon programında Anayasa’nın ilk üç maddesinin değişebileceğini söyleyen CHP lideridir. Aradan kısa bir süre sonra u dönüşü yapan da yine aynı kişidir. Bugünkü şartlarda CHP’nin malum nedenlerden dolayı anayasa uzlaşma sürecini tıkaması doğru ve isabetli olmamıştır. Yeni anayasa yapılması ya da anayasanın baştan ayağa yenilenmesi ertelendikçe tartışmalar artarak sosyolojik taban bulacak ve görüş ayrılıkları yoğunlaşacaktır. Milletimizin beklentisine, milli ve manevi gerçeklere uygun olacak bir toplumsal mutabakat belgesini hazırlamak siyasetin görevidir. Ancak bizim dışımızda hiçbir partinin anayasa konusunda samimi olmadığı meydandadır. AKP anayasayı başkanlık sistemiyle peşinen kilitlemiştir. Erdoğan üstüne vazife olmadığı halde anayasa sürecine vadeler biçmiştir. Başkanlık sistemi çerçevesindeki sakat yaklaşım AKP’nin yeni anayasa sürecine bakışını tamamen tesir altına almıştır. TBMM Başkanı da buna açıkça hizmet etmektedir. Erdoğan’ın dümen suyunda hareket edip kaçak saraya fiili sözcülük yapan TBMM’nin Sayın Başkanı’nın anayasadan ziyade başkanlık sistemine odaklanması büyük bir talihsizliktir. Ne var ki bu sözünü ettiğim hususlar yeni olmayıp herkesin bildiği çarpıklıktır. CHP’nin uzlaşmadan kaçması bu yönüyle inandırıcı görülemeyecektir. Parti içi dengelerin ve son günlerde ivme kazanan tartışmaların anayasa uzlaşma komisyonuna yansıması CHP adına bir kayıptır. Fırsattan istifade eden TBMM Başkanı’nın CHP olmadan da, diğer partilerle anayasa yapılabileceğini söylemesi maksat ve haddini aşan bir değerlendirmedir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak tam bir mutabakat zemini oluşmadan anayasa hazırlığının sonuç vermeyeceğini, verse bile kapsayıcı olmayacağını düşünüyoruz. Bize göre ana muhalefet partisi olmadan anayasa yazımına teşebbüs etmek kesinlikle sakıncalı ve mahsurludur. Bu itibarla CHP’nin ikna edilip masaya davetinin sağlanması lazımdır. Aksi takdirde anayasa hazırlığı ölü doğacaktır. 78 milyonun birliği ve beraberliğinin asgari şartlarını ihtiva etmesi gereken yeni anayasa kesinlikle bir kişinin ihtiraslarına kurban verilemeyecektir. Biz Recep Tayyip Erdoğan’ı mutlu etmek, başkanlık hayaline temin etmek için anayasa yapamayız, yapmayacağız. Biz Türkiye’nin bölünmesini maskelemek, kuruluş ilkelerini yıkmak için yeni anayasayı fırsat görenlere katkı vermeyiz, vermeyeceğiz. Biz Türklüğü ve Türk milletini anayasa kanalıyla tasfiye etmek için el ovuşturan Türkiye muhalifi hainlere fırsat veremeyiz, şüphesiz vermeyeceğiz. Değişen toplumsal taleplere cevap vermek zaruridir. Bunda muhataplarımızla hemfikiriz. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokratikleşme alanında milli ve tarihi ilkelerimize göre yeni baştan bir toplum sözleşmesine ihtiyaç olduğunu da görüyor, bunu söylüyoruz. Ancak bu sözleşmeyi yaparken milletin ve devletin tekliğinden, varlığından ve bin yıllık kardeşliğin sorumluluğundan fedakârlık yapmamızı hiç kimse beklememelidir. Böyle bir şey de mümkün değildir. Bizim için Cumhuriyet, demokrasi, özgürlük ve milli kimlik birbiriyle çelişen, birbirinin alternatifi değerler değildir, böyle de görülemeyecektir. Bunlardan birini yükseltirken diğerini alçaltmak, birini göz ardı ederken diğerini önemsemek anayasanın lafzına ve ruhuna aykırı bir sapma halidir ki, bizim buna destek vermemiz imkânsızdır. Eğer mümkün olursa, yeni anayasayı Türk milleti adına hazırlayacağız. Adına ve şanına müzahir bir toplumsal sözleşme yapalım derken, Türk milletinin hiçe sayılacağı bir siyasi iklim doğarsa, Milliyetçi Hareket Partisi bu kirli iklimle sonuna kadar da mücadele etmekten çekinmeyecektir. TBMM Başkanı, Erdoğan’ın telkin ve yönlendirmesinden uzak duracak basiret ve cesareti gösterebilmeli, parlamenter sistemden ve anayasanın ilk dört maddesinden taviz verecek bir ilkelliğin tarafı olmamalıdır. Kaldı ki işgal ettiği makam her şeyden önce tarafsızlığı şart koşmaktadır. TBMM’nin saygınlığına gölge düşürülmemesi hepimizin hassasiyet göstermesi gereken bir konudur. Biz Sayın Kahraman’dan TBMM’ni onurlu bir şekilde temsil etmesini bekliyor, siyasi parti gruplarına parmak sallayan, Erdoğan’ın gizli gündemine kurşun asker gibi uyan tavrından vazgeçmesini ümit ediyoruz. CHP’nin uzlaşmaz tutumunu bırakarak insiyatif almasını diliyor, anayasa yapımıyla ilgili sürecin kaldığı yerden bir an önce devamını arzuluyoruz.
Değerli Arkadaşlarım, Kelimenin tam manasıyla söylersek, Türkiye darboğazdadır. İç ve dış düşmanlar milli dirliğimizi, milli birliğimizi hedef almışlardır. Türk milleti kategorik bir saldırı altındadır. Yıkılmak istenen istiklalimizdir. Yok edilmek istenen istikbalimizdir. Kırılmak istenen hayata tutunma irade ve iddiamızdır. Türkiye AKP’nin işbirlikçiliği sonucunda çekile çekile çembere alınmış, itile itile tuzağa düşürülmüştür. Oyun büyüktür. Senaryo vahşidir. Piyonlar acımasızdır. Türk milletiyle hesabı olan bütün şerefsizler kuyruktadır. Bu hesap; Türk milleti ile kapanmamış defterlerin, Al bayrağımıza karşı silinmemiş nefretlerin, İslam’a karşı bitmemiş öfkelerin, Kahraman ecdadımıza karşı bin yıldır unutulmamış yenilgilerin hesabıdır. Şu anda Türk milletiyle hesaplaşılmaktadır. Bu hesabın kökü tarihte, failleri günümüzdedir. Bugünkü yaşadıklarımız; Bizans İmparatoru Diyojen’in Selçuklu Sultanı Alparslan’la, İstanbul’u kaybeden Konstantin’in Sultan Fatih’le, Denize gömülen sömürge donanmasının Çanakkale şehitleriyle, Anadolu’dan sökülüp atılmış işgalcilerin Mustafa Kemal’le, Beşparmakta aklı; Şırnak’ta, Hakkari’de, Diyarbakır’da gözü kalmış alçakların kahraman Mehmetçikle, Açılım, çözüm, çare, reform ismiyle diriltilen yıkım belgesi Sevr’in, kuruluş senedi Lozan’la hesaplaşmasının son perdesi, son eşiğidir. Türk milletiyle 14 yıldır kıyasıya mücadele edilmektedir. Bunun gerçekleşmesi için de Türk siyasetinden devşirilen kimliksizler yüreklendirilmiş, sivriltilmiş, önleri açılmıştır. BOP’la doğanların Sur’da peydahlanan ortakları evlatlarımıza kurşun yağdırmışlardır. BOP sevdalıları Cizre’de, Silopi’de, Nusaybin’de, İdil’de, Dargeçit’te, Yüksekova’da çözümden bomba imal etmişlerdir. Hezimetlerin kapaklarını açınız, bunları göreceksiniz. Hüsranların kapısını aralayınız, bunların istismarcı, inkarcı ve hıyanetten kapkara kesilmiş yüzlerini fark edeceksiniz. Türkiye zelzele geçiriyorsa, sorumluları bellidir. Her gün ağlıyor, her gün yanıyorsak buna ortam açanlar çok uzakta değil; kimileri saraylarda, kimileri köşklerde, ama hepsi de iktidardadır. Türkiye baştan ayağa terörün kıskacındadır. 17 Şubat 2016 Çarşamba saat 18.31’de, İnönü Bulvarı’nı Dikmen Caddesi’ne bağlayan Merasim Sokak’ta tam bir vahşet yaşanmıştır. Devlet Mahallesi sanki ateşe verilmiştir. Sivil ve askeri personel taşıyan servis araçlarına canlı bomba saldırısı düzenlenmiş, 12’si asker, 16’sı sivil olmak üzere 28 kardeşimiz hayatını kaybetmiştir. Bu hain saldırıda 61 kardeşimiz de yaralanmıştır. Acımız çok derindir. 20 Temmuz’dan bu tarafa verdiğimiz şehit sayısı 356’ya çıkmıştır. 1 Kasım’dan bu tarafa verdiğimiz şehit sayısı ise 167’yi bulmuştur. Yalnızca 1 Ocak 2016’tan 21 Şubat tarihine kadar 121 vatan evladı şehit düşmüştür. Yine aynı tarihler arasında hayatını kaybeden sivil vatandaş sayısı ise 200’ü aşmıştır. 20 Temmuz 2015’ten 21 Şubat 2016’ya kadar sayıları bini aşan asker, polis, korucu ve sivil vatandaşımız yaralanmıştır. Türkiye sanki savaştadır. Ülkemizin her yerinde cenaze namazı kılınmaktadır. Şehitlerimize, hayatlarını kaybeden tüm sivil vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Şu anda tedavisi devam kardeşlerimize Allah’tan şifa niyaz ediyorum. Bir kez daha Türk milletinin başı sağolsun diyorum.
Değerli Milletvekilleri, Deyim yerindeyse Türkiye Cumhuriyeti’nin ana karargâhına canlı bomba saldırısı yapılmıştır. AKP’nin müsamahası ve çözüm süreciyle bomba ve silah depolayan terör örgütü iyice azmış, ülkemizi kan gölüne çevirmiştir. Bir yanda Meclis, diğer yanda Genelkurmay Başkanlığı; bir tarafta kuvvet komutanlıkları diğer yanda Başbakanlığın bulunduğu bir alanda 300 kilo TNT kullanan rezil bir canlı bomba saldırı düzenleyebilmiştir. Bu bombalar hazırlanırken hiç mi görülmemiş, hiç mi duyulmamıştır? Vatanımıza silahlar stoklanırken hiç mi vicdan sahibi bir devlet adamı ayağa kalkıp tepki göstermemiştir? Süreç ihaneti devredeyken Türkiye’nin bombayla doldurulması, yabancı ajanların, bölgesel ve küresel aktörlerin ayak oyunları hiç mi fark edilmemiştir? Bu nasıl bir devlet yönetimidir? Bu nasıl bir istikrar, bu nasıl bir uyuşma halidir? Anlaşılan başkent Ankara bedenlerine bomba saran teröristlerin ve arkalarında duran şer güçlerin yeni eylem sahasıdır. 10 Ekim 2015’de Ankara Tren Garı’nda 104 vatandaşımızın hayatına mal olan canlı bomba saldırısından sonra, 17 Şubat 2016 tarihli yeni bir şiddetin vuku bulması çok düşündürücü, hatta ibret vesikasıdır. Başbakan ve Cumhurbaşkanı saldırıdan hemen sonra terörist saldırıyı Salih Neccar isimli YPG’li bir katilin yaptığını açıklamışlardır. Bu caninin Temmuz 2014 yılında Kamışlı’dan Türkiye’ye girdiği, daha sonra birçok defalar Suriye-Türkiye arasında mekik dokuduğu ifade edilmiştir. Yine bu teröristin Gaziantep’te biyometrik kayıt başvurusunda bulunduğu söylenmiştir. Kanlı eylemi düzenlediği aracın çalıntı olduğu, Diyarbakır’dan Ankara’ya iki kez gidip geldiği, hız ihlalinden üç defa ceza yediği medyaya yansımıştır. Ankara’da patlayan bombanın Diyarbakır Lice’de yerleştirildiği, ateşleme düzeneğinin ise Ankara’da kurulduğu, teröristin patlama günü gece saat 2.30’da başkente gelip 16 saat boyunca saldırı anını beklediği gazetelerde yazılmış, çizilmiştir. Ancak çok geçmeden Ankara saldırısını TAK isimli PKK’nın taşeron örgütü üstlenmiştir. Hatta bu saldırıyı düzenleyen terörist için Van’da utanmadan, sıkılmadan taziye çadırı dahi açılabilmiştir. Milletimiz şehitlerine ağlarken, aynı anda katilleri sahiplenen çürümüşlerin varlığı ne hale geldiğimizin en açık göstergesidir. Başbakan Davutoğlu ise Ankara’daki saldırı için “TAK’ın üstlenmesi YPG bağlantısını ortadan kaldırmaz” sözleriyle önceki söz ve duruşundan kısmen sapmıştır. Ha TAK, ha YPG; ha PKK, ha PYD; hiç fark etmeyecek, hiçbir şekilde gerçekleri değiştirmeyecektir. Meselenin özü bir terör saldırısıdır ve Ankara’nın beyni bombalanmıştır. Bu caniliği çok yönlü araştırıp arkasındaki güç ve azmettiricileri bulmak hükümetin işidir. Gizlemeye, geçiştirmeye de gerek yoktur: Türkiye’nin güvenlik ayarları bozulmuştur. Huzur ve emniyet kalmamıştır. Vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğinden bahsedilemeyecektir. Bir terörist mülteci kisvesi altında olsun olmasın ülkemize girip; bomba yüklü bir aracı Ankara’ya kadar taşıyabiliyorsa karşımızda büyük bir sorun var demektir. Bu istihbarat nerededir? Bu emniyet ne iş yapmaktadır? Vatandaşının güvenliğini sağlayamayan, başkentini dahi koruyamayan bir hükümetle nereye kadar gidilecektir? Caniler ellerini kollarını sallayarak ölüm kusmaktadır. Hükümet ise kayıptır. Erdoğan başkanlık derdinde, Davutoğlu eylem planları açıklamanın peşindedir. Erdoğan altın varaklı koltuklarda keyif sürmekte, Davutoğlu sarayın elinde oyuncak olduğuyla kalmaktadır. Diyorlar ki, sabrımız taşmak üzere. Diyorlar ki, bıçak kemiğe dayandı. Diyorlar ki, şu kadar kişi yakalandı, bu kadar kişi tutuklandı. Hep aynı hikayeler, hep aynı suya sabuna dokunmayan diklenmeler. Gelin görün ki, canlı bombalar Türkiye’de cirit atmaktadır. Suikastçılar her yerde, ajanlar, casuslar her köşededir. Şu anda katillerin nerede keşif yaptıkları, nereyle ilgili ölüm planları yaptıkları meçhuldür. Sorarım sizlere; Milli İstihbarat Teşkilatı niye vardır ve ne işe yaramaktadır? Bu kuruluşumuz ihmalin mi yoksa derin uykunun mu pençesindedir? İçişleri Bakanı neyle meşguldür? Varsayalım ki, Ankara katili YPG’li veya değil; ne değişecektir? Dahası, PKK’yı kiralayanların, kullananların, silahlandırıp saldırı emri verenlerin hangi odaklar olduğu hala görülmeyecek, karşı tedbir alınmayacak mıdır? Obama 19 Şubat’ta Erdoğan’la yaptığı 80 dakikalık telefon görüşmesinde, Türkiye'nin ulusal güvenliğini destekleme ve meşru müdafaa hakkının altını çizmiştir. Garabete bakınız ki, Obama adeta lütfetmiştir. Bir gün sonra da Erdoğan “geldiğimiz yer meşru müdafaa durumudur” diyerek Obama’dan aldığı icazeti saklamaya bile gerek duymamıştır. Yine Erdoğan, terör örgütlerinin yuvalandığı her yerde Türkiye’nin operasyon yapma hakkı olduğunu söylemektedir. Elbette hakkımız vardır. O halde AKP hükümetine çağrıda bulunuyorum. Milli muhalefet olmadığını yalana dolana batarak ilan eden Davutoğlu’na sesleniyorum. Türkiye’nin milli güvenliğini kim tehdit ediyor, Türk milletine kim husumet besliyor ve insanımıza kim kurşun sıkıyorsa aranıp bulunarak derhal cezalandırılmalıdır. Sayın Davutoğlu, gerekirse Kandil’e gidin, gerekirse orayı taş üstünde taş bırakmayacak derecede yakın; gerekirse de Suriye’nin kuzeyine yıldırım gibi saplanın. YPG’ye top atışlarını durdurun diyen, PYD’yi müttefikliğe terfi ettiren ABD’ye aldırmadan, Rusya’nın provokasyonlarına takılmadan Türkiye’nin gücünü dosta da düşmana da gösterin. Meşru müdafaamız için PKK/PYD’nin bulunduğu, nifak saçtığı her yeri tertemiz yapın ve bu aziz milleti terör illetinden kurtarın. ABD-Rusya Suriye’de geçici ateşkeste anlaşması tavşana kaç tazıya tut taktiğidir. Türkiye’nin meselesi öncelikle Esad olmamalı, komşu ülkelerle ters düşülmemeli, anlaşmazlıklar onarılmalıdır. Sayın Başbakan, varlığımızı dinamitlemeye çalışan terör örgütlerine karşı bugünden başlayarak askeri, siyasi ve ekonomik tedbirleri korkmadan kademeli şekilde devreye koyun. TBMM’de terörü kınamaktan, üç partinin hazırladığı metne imza atmaktan dahi imtina eden PKK şubesi HDP’li sözde milletvekillerinin dokunulmazlıkları başta olmak üzere, her caydırıcı önlemi aşama aşama alın. Ve de zihni, fikri, dili kapkara kesilen aydın müsveddelerinin hazırladıkları ihanet bildirilerini de başlarına geçirin. Milliyetçi Hareket Partisi bunları yaparsanız demokratik eleştirileri saklı kalmak kaydıyla her zaman destekçiniz, her daim arkanızdadır. Bilinsin ki, milli bekamızı yıkmaya, tarihi haklarımızı imha etmeye kalkışan fitne kampanyasına karşı her fedakârlığı yapmaya hazırız. Biz Türk milletinin yanındayız. Biz Türkiye Cumhuriyeti’ni yaşatma konusunda yeminliyiz. Haydi Sayın Erdoğan, haydi Sayın Davutoğlu; Türk milleti sizden cesur, kararlı, atılgan ve yürekli adımlar beklemektedir. Verilmiş bir sözünüz yoksa, elinizi tutacak, boynunuzu bükecek bir anlaşmanız bulunmuyorsa PKK’yı kazıyın, PYD’yi yok edin, içimize sızmış ajan provokatörleri meşru müdafaa çerçevesinde tesirsiz hale getirin. Beklemeyin, gecikmeyin, zamana oynamayın ve de Türkiye’nin potansiyel kudretini harekete geçirerek gereğini yapın. Bu ateş çukurundan, bu tehlikeli girdaptan Türk milletini çekin çıkarın. Türkiye’yi hiç kimse Suriye’ye çeviremeyecek, Irak yapamayacaktır. Teminat Türk milletidir. Çok şükür bu millet de henüz ölmemiştir. Sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, bütçe görüşmelerinde her birinize başarılar diliyorum. Sağ olun, var olun. |