Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin 16 Ekim 2007 Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Basınımızın Değerli Mensupları, Çok kritik bir dönemde yapmakta olduğumuz Grup toplantımızda Türkiye'nin güvenliğini, milli birliğini, hayati çıkarlarını ve uluslararası itibarını ilgilendiren önemli iç ve dış gelişmeler hakkındaki görüşlerimizi ortaya koymak istiyorum. Bu vesileyle hepinizi kalbi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Bildiğiniz üzere son dönemde Irak'tan Türkiye'ye yönelik terörist sızmalarında çok büyük artış yaşanmış, PKK terörü çok tehlikeli boyutlara tırmanmıştır. Büyük şehirleri de tehdit etmeye başlayan PKK terörünün güvenlik güçlerimizi ve vatandaşlarımızı hedef alan kanlı eylemleri son dönemde hız kazanmıştır. Hedef gözetmeksizin, her kesime yönelmiş olan kanlı terör eylemleri karşısında aziz milletimiz büyük bir milli tepki ile ayağa kalkmış bulunmaktadır. Yıllardan beri, Avrupa'nın ülkemizdeki bölücülüğün önünü açmak için sürdürdüğü açık ve gizli çabalar, ABD'nin terörle mücadele konusunda tedbir almakta isteksiz olması, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak'taki terör yuvalarına askeri bir müdahalede bulunmasını tek çare olarak karşımıza çıkarmıştır. Bölücülük ve terörün önlenmesi hususunda Türkiye, diplomatik ve siyasi bütün yol ve imkânları tüketmiş ve terörü kendi imkânlarıyla bitirme noktasına gelmiştir. Hükümet, etkisiz ve içeriksiz müzakereler ve ikili görüşmeler, karşılıklı ziyaretler ve stratejik vizyon belgesi adı verilen oyalanma metinleri ile geçen sürenin ardından terörle mücadelede hiçbir mesafe kat edememiştir. Her kanlı cinayeti "teröristlerin son çırpınışları" olarak geçiştiren hükümet, bugüne kadar gereken siyasi ve hukuki tedbirleri almakta isteksiz davranmış, terör gibi çok organize bir faaliyeti sözde etnik kimliklerin okşanması ile çözeceğini zannetmiştir. AKP, teröristin insafa gelmesini bekleyerek gününü doldurmuş, bu acz ve zafiyetiyle PKK'nın cüret kazanmasına ve Peşmergenin elini güçlendirmesine neden olmuştur. Bu sakat yaklaşım yurt içinde ve dışında bölücülüğün zemin kazanmasına yol açmış, ayrışma ve bölünme dinamikleri bütün unsurlarıyla harekete geçirilmiştir. Türkiye'nin milli birliği, devlet yapısı ve milli kimliği içeride ve dışarıda sorgulanır hale gelmiş, demokratikleşme ve geçmişle yüzleşme adı altında Türkiye'nin parçalanma modelleri ve reçeteleri alenen tartışılmaya başlanmıştır. Terör örgütünün güdümündeki bölücü mihrakların ele geçirdiği belediyeler, sözde federal bir yapılanmanın atlama taşları olarak kullanılmıştır. AKP'nin yıllardır yaptığı hatalar ve etnik ayrıştırma siyaseti, teröristlere "dağdaki yurttaşlar" ve "kardeşlerimiz" diyerek PKK sözcülüğü yapan, Türk Silahlı Kuvvetlerine dil uzatacak kadar ihanet içinde bulunan terör maşalarının yıllar sonra Meclis çatısı altına yeniden gelebilmelerine de zemin hazırlamıştır. ABD himayesinden cesaret kazanan Kuzey Irak'taki Peşmergenin PKK'yı Türkiye'ye karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmak ve Kuzey Irak'taki federe devlet modelini Türkiye'de de uygulatmak istedikleri artık bilinmektedir. Irak'a dört yıl önce bölgede yalnızca bir rejim değişikliği amacıyla başlatılan Amerika Birleşik Devletleri'nin askeri müdahalesi, günümüzde Irak'ın üçe bölünmesiyle sonuçlanmak üzeredir. Irak'ın toprak bütünlüğünün, milli ve siyasi birliğinin korunması Türkiye için hayati önem taşımaktadır. Irak'ın etnik ve mezhep temelinde bölünmesi ihtimali, Türkiye'nin bekasını doğrudan etkileyecektir. Üniter yapının ortadan kalkacağı, etnik temelde bölünme dinamiklerinin hız kazanacağı ve en önemlisi bin yıllık kardeşliğimizin ağır yara alacağı çok vahim bir süreç önümüzde durmaktadır. Değerli Arkadaşlarım, Bu gelişmeleri etkileme iradesi kırılmaya çalışılan ve bu duruma katlanması dayatılan Türkiye, bir beka meselesi haline gelen terör ve bölücülükle mücadelede artık yalnızca kendi imkânlarına ve milli gücüne dayanmak durumundadır. Bıçak kemiğe dayanmış, sabır taşı çatlamıştır. Sözün bittiği yere çoktan gelinmiştir. Ancak, bütün milli meselelerde olduğu gibi, terörle ve bölücülükle mücadele askeri bir karar değil, arkasında çok güçlü bir siyasal iradenin bulunması gereken milli bir karardır. Türkiye'nin en büyük talihsizliği ise, TBMM'deki sandalye sayısının çokluğuna rağmen, hükümetin bu konuda etkisiz, zayıf ve isteksiz oluşudur. Son dönemde Şırnak, Beytüşşebap ve Diyarbakır'daki hain saldırıların yurt çapında yarattığı öfke seli, terörle mücadele konusunda bugüne kadar affedilmez bir acz içinde olan hükümetin gaflet uykusundan nihayet uyanmasını sağlamıştır. Son haftalarda artan alçakça saldırılarda vatan evlatlarımızın kahramanca şehit olmalarından büyük bir infaal duyan aziz milletimizin şehitlerimize sahip çıkmak üzere yaptığı büyük tel'in gösterileri ile örgüte yönelik öfkeli tepkiler, terörün bitirilmesi konusunda artık kesin kararını verdiğini göstermektedir. Bu milli tepki ve güçlü destek, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve gerekse terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin kesin sonuca ulaşmalarında en önemli moral güç olacaktır. Anadolu'ya hergün toplu şehit cenazelerinin taşındığı bu ortamda, iktidarın ürkek ve teslimiyetçi tavırları karşısında artık sabrı taşan milletimiz bu milli konuya sahip çıkmış ve toplumun bunaltıcı baskısı hükümeti nihayet bir karar almaya itmiştir. Yıllardan beri, yurt içinde ve yurt dışında bölücü mihraklardan gelen güvenlik tehditlerini ve haysiyetimize yönelik en ağır hakaret ve tahrikleri "diyalog ve masaya oturma" pişkinliği ile sürekli sineye çeken Adalet ve Kalkınma Partisi, bölücülükle mücadelede yeni bir sürece girmek zorunda olduğunu artık idrak etmelidir. Değerli Dava Arkadaşlarım, Hükümetin Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının Kuzey Irak'a gönderilmesine Anayasa'nın 92. maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesi hakkındaki tezkeresi dün akşam Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi, terörün kökünün kazınması, amacıyla sınır ötesi operasyon yapılması kararını, çok gecikmiş ancak olumlu bir adım olarak görmektedir. Başbakanlık tezkeresi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yarın görüşülecektir. Milliyetçi Hareket Partisi, bu düşüncelerle öteden beri ısrarla savunduğu bu girişimi tam olarak destekleyecektir. Başbakanlık tezkeresinin içeriği hakkındaki ilk değerlendirmemizi ortaya koymadan önce, bu konunun gündeme gelmesiyle başlayan tartışmalara ve beliren eğilimlere kısaca değinmek istiyorum. Tezkere ile verilecek yetki sonucunda sınır ötesi operasyon ihtimalinin artması üzerine, ortak paydası Türkiye düşmanlığı olan çeşitli mihraklar, bir söz ve eylem biriliği içine girmiş ve Türkiye'yi muhtemel bir operasyondan alıkoymak için seferber olmuştur. Irak'a sınır ötesi askeri harekat konusunda son günlerde yapılan tartışmalar, Türkiye'de bazı çevrelerin milli güvenlik konularında terör örgütünün ve Barzani'nin çizgisinde tutum aldıklarını esefle göstermiştir. PKK'nın siyasi cephe örgütü olarak faaliyet gösteren bir siyasi partinin yöneticileri ve milletvekilleri, bu konuda adeta devlete meydan okumuşlar ve halklar arası savaş hezeyanlarında bulunmuşlardır. Kuzey Irak'a askeri harekat konusunda Barzani ve PKK'nın yanında saf tutan bu cepheye bazı AKP milletvekillerinin de katılması ve askeri operasyona Türkiye içinden büyük tepki olacağını, İstanbul, İzmir, Antalya, Diyarbakır ve Şırnak'ta ne gibi tepkiler olacağının hesap edilmesinin gerektiğini söylemesi ibret vericidir. Bölücü emeller peşinde koşan bu AKP milletvekiline ve kendisi gibi düşünenlere hatırlatmak isteriz ki, terörle mücadele bir bütündür ve bunun alanı da terörün yuvalandığı bütün bölgelerdir. Kandil'de ne yapılacaksa, Kuzey Irak'taki terör inlerine karşı ne yapılacaksa, buna içeride direniş göstermeye yeltenecek bedbahtlara karşı da aynı şey yapılacaktır. Başbakan'ın yakın çevresinde bulunan ve PKK çizgisindeki geçmişi çok iyi bilinen bu AKP milletvekilinin şantaj ve tehdit dolu bu zırvaları, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altına sızan bölücülerin sadece 20 milletvekiliyle sınırlı olmadığını göstermiştir. AKP'nin kırılgan iç bünyesinin hazin bir fotoğrafı olan bu durum, bu partinin terörle mücadele konusunda bugüne kadar gösterdiği acz ve zafiyetin nedenleri hakkında da bir fikir verebilecektir. Bu gerçekler karşısında, PKK'nın terör örgütü olduğunu kabul etmeleri için bir siyasi parti milletvekillerine haklı olarak sürekli çağrı yapan Sayın Başbakan'ın kendi grubu içinde aynı frekanstan konuşan arkadaşlarıyla da ilgilenmesinin yerinde ve gerekli olduğunu düşündüğümüzü buradan belirtmek isterim. Bu mihrakların askeri operasyona karşı çıkmada söz ve eylem birliği içine girmeleri aslında bir bozgun psikolojisini yansıtmaktadır. Bu red cephesinin terörün sadece askeri güçle çözülemeyeceği yönündeki beyanları, bir gerçeğe işaret etmenin ötesinde, derin bazı sinsi hesapları da dışa vurmaktadır. Askeri bir harekâtın teröre tamamen son vermeyeceği bir vakıadır. Ancak, yaşadığımız tecrübeler bizlere, yöre halkının üzerindeki terör ve silah tehdidi kaldırılmadıkça, ne özgür olabileceklerini, ne de ne Anayasamızın çizdiği çerçevede demokratik haklarını tam anlamıyla kullanabileceklerini göstermiştir. Yapılacak operasyonun risk taşıdığını belirterek milletin kararını etkilemeye çalışan ve kafaları bulandırma gayretinde olan sözde aydınlara rağmen, asıl risk ve tehlike, operasyon yapılmayarak bu acz ve atalet politikalarının sürdürülmesinde yatmaktadır. Bu noktada herkes şu gerçekler üzerinde çok dikkatli düşünmelidir: Terörle mücadelede gösterilecek acz sonucunda verilen acı kayıpların artarak devam etmesi, Türkiye'yi önlenemez bir kardeş kavgasına sürükleyebilecektir. Terörün ve kayıpların bu şiddette devamı halinde, yükselen milli tepki kontrol dışına çıkabilecek ve Türk milleti sorunları kendi imkânlarıyla çözme arayışlarına yönelebilecektir. Asıl risk ve tehlike buradadır. Türkiye'yi hain bir suikastın hedefi haline getirmek için yola çıkan bu ihanet cephesinin değişmeyen amacının böyle bir iç çatışma sürecinin önünü açmak olduğu unutulmamalıdır. Türk milleti, ilk eylemin gerçekleştiği 1984 yılından bu yana geçen tam 23 yıldır, her türlü tahrik ve tertibe rağmen aralarındaki kardeşlik bağlarını ve dayanışmayı korumuştur. Terörün yakın zamanda bitirilememesi halinde, aziz milletimizin bu hasletlerinde bir kırılma ve çözülme yaşaması kaçınılmaz hale gelebilecektir. Milliyetçi Hareket'in Türkiye'nin milli birliğinin korunmasında gösterdiği hassasiyet ve hiçbir ayrım gözetmeden bütün vatandaşlarımızın bu aziz vatanda kardeşçe yaşamaları için sarfettiği çabalar, iflah olmaz karşıtlarımızın dahi inkâr edemeyeceği bir gerçektir. Türk milliyetçileri Türkiye'nin bölünmesine, büyük bir aile olan Türk milletinin bin yıllık kardeşlik hukukunun etnik heveslere kurban edilmesine ve Türkiye'nin bir kardeş kavgasına sürüklenmesine hiçbir şart altında izin ve geçit vermeyecektir. Milliyetçi Hareket Partisi bu mülahazalarla eksik ve yetersiz bulmasına rağmen Başbakanlık tezkeresine tam destek verecektir. Değerli Arkadaşlarım, Bu noktada Başbakanlık tezkeresinin görüşülmesi sürecinde önemli olduğunu düşündüğümüz bir husus üzerinde durmak istiyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yurtdışına gönderilmesi ve askeri harekat gibi hassas konuların Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kapalı oturumlarda görüşüldüğü bir gerçektir. Hükümet'in bu son tezkere için de kapalı oturum talebinde bulunacağı anlaşılmaktadır. Kapalı oturumlardaki görüşmelerin devlet sırrı olarak saklanmasının İç Tüzüğün amir hükmü olduğu bilinmektedir. Ancak, yarın yapılacak tezkere görüşmelerinde kapalı oturumu gerektiren bir sebep bulunup bulunmadığı çok iyi düşünülmelidir. Yukarıda değindiğimiz gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bugünkü yapısı ve bazı milletvekillerinin alenen Barzani ve PKK çizgisinde tutum almış olmaları, kapalı oturumu gerekli hale getirecek sebepleri ortadan kaldırmaktadır. Kimin ne olduğu ve ne düşündüğü ortadadır. Bu durumda gizli oturum yaparak neyi kimden saklayacaksınız? Bu şartlarda yapılacak kapalı oturum, sadece gerçeklerin ve kimin bu konuda ne söylediğinin ve nasıl oy kullandığının Türk milletinden saklanması amacına hizmet edecektir. Bu düşüncelerle yarınki görüşmelerin ve oylamanın açık olması ve her şeyin Türk milletinin gözleri önünde alenen cereyan etmesi için Sayın Başbakan Erdoğan'a buradan çağrıda bulunmak istiyorum. Şimdi izninizle Başbakanlık tezkeresinin içeriği, siyasi ve askeri gerekçeleri, hedefleri ve amaçları ile AKP iktidarının niyetleri konularındaki değerlendirmemizi sizlerle paylaşmak istiyorum. İlk olarak vurgulamak istediğim husus, gecikmiş bu tezkerenin arkasında siyasi irade ve kararlılık zafiyetinin bulunduğudur. Tezkere Meclis'e gelmeden önceki dönemde Sayın Başbakan'ın ve AKP yetkililerinin çelişkili beyanları, hükümetin bu konudaki siyasi iradesi ve kararlılığı konusunda haklı tereddütler uyandırmıştır. Bu beyanlar, hükümetin TBMM'nin bu amaçla vereceği yetkiyi fiilen kullanmak konusunda isteksiz olduğunu göstermiştir. Sayın Başbakan'ın "bugüne kadar 24 sınır ötesi operasyon yapılmış, bunlardan çok büyük netice alınamadığı da görülmüş" şeklindeki beyanları hükümetin bu konudaki ciddiyetine ve samimiyetine gölge düşürmüştür. Sayın Başbakan, bu sözleriyle Meclis'in vereceği izni kullanmama niyetinin gerekçesini baştan hazırlama çabasına girmiştir. Bu durumda, hükümetin tezkere sürecini kamuoyundaki infiali yatıştırmak için göstermelik olarak başlattığı ve kerhen Meclis'e sevkedilen bu tezkerenin sanal bir tezkere olarak tasarlandığı sonucuna varmak kaçınılmaz olacaktır. PKK terörünü ortadan kaldırmak için Kuzey Irak'a karşı alınacak tedbirlerin niteliği ve askeri harekatın zamanı tabiatıyla hükümet tarafından tespit edilecektir. Bu konuda Genelkurmay Başkanlığımızın görüş ve değerlendirmeleri belirleyici olacaktır. Bunun için en uygun zaman ve ortamın tespiti, askeri harekattan beklenen sonucun alınabilmesi için büyük önem taşımaktadır. Burada hükümetin yetkiyi elde tutarak Barzani, Talabani ve ABD'yi PKK'ya karşı harekete geçirmek için zorlama amaçlı kullanmayı düşündüğü söylenebilecektir. Ancak, Kuzey Irak'a karşı alınacak askeri tedbirlerin zamanlamasında şu hususların önem taşıdığı unutulmamalıdır. Sürenin uzaması PKK'ya yeniden tertiplenmek için zaman ve geniş bir harekat alanı kazandıracaktır. Bölgede çok yakında çetin kış şartlarına girilecektir. Kuzey Irak'taki inlerine çekilen teröristler zaman kazanacaklar ve yeni saldırılar için rahat bir ortamda ilkbaharı bekleyeceklerdir. Atılması gereken adımlarda gecikilmesi halinde Türkiye'nin inandırıcılığı ve caydırıcılığının yara alması da kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir zaaf PKK'ya ve hamisi Kürt gruplara ilave bir cesaret ve cüret kazandıracaktır. Öte yandan Meclis'in verdiği yetkinin ve beklenen zorlayıcı etkiyi yapabilmesi için, bunun bir dizi siyasi ve ekonomik baskı tedbirleri ve fiili yaptırımlarla desteklenmesi ve tamamlanmasının gerekli olacağı da unutulmamalıdır. Değerli Dava Arkadaşlarım, Başbakanlık tezkeresinin gerekçelerinin tam bir hayal kırıklığı olduğunu belirtmek isterim. Bilindiği gibi Meclis'ten yetki isteyen tezkerenin gerekçeleri ve ana unsurlarının, bu yetki kullanılarak silahlı kuvvetlere görev verildiğinde, askeri harekatın siyasi amaç ve hedefleri ile siyasi çerçevesini de ortaya koyacağı bilinen bir gerçektir. Tezkerenin gerekçeleri ile askeri makamlara verilecek siyasi direktifin özde aynı unsurları taşıması da doğal ve kaçınılmazdır. Bu açıdan bakıldığında, tezkerenin içerikten yoksun olduğu ve böyle önemli bir konuda gerekli kararlılık ve ciddiyetin asgari icaplarını karşılamaktan çok uzak bulunduğu görülmektedir. Bu çerçevede dikkat çeken hususlar şu noktalarda toplanmaktadır: Kuzey Irak'tan kaynaklanan çok yönlü güvenlik tehdidi karşısında alınacak tedbirlerin, bu fiili tehdidin bütün unsurlarını ve kaynaklarını kapsaması elzemdir. Türkiye'nin göstereceği tepkinin niteliği, kapsamı ve hedeflerinin belirlenmesinde esas alınması gereken temel husus, bu tehdit denkleminin bütün unsurları olmak zorundadır. Başbakanlık tezkeresinden Kuzey Irak'ta sadece terör örgütü PKK'nın hedef alınacağı anlaşılmaktadır. Ancak, Kuzey Irak terör haritası bize şu gerçekleri göstermektedir. Kuzey Irak'ı Türkiye'ye karşı saldırılarda bir harekat üssü olarak kullanan PKK teröristlerinin en büyük koruyucusu Barzani ve bölgedeki peşmerge gruplarıdır. Terör unsurları Kandil Dağı'ndan inmiş ve peşmerge gruplarıyla iç içe yaşamaya başlamıştır. Barzani ve peşmergelerin siyasi ve fiili himayesi altında bölgede yuvalanan teröristlerin lojistik desteği ve emniyeti bu gruplarca sağlanmaktadır. Barzani hergün Türkiye'ye karşı husumet ilan etmekte ve Türkiye'nin içini karıştırmak ve güvenliğini tehlikeye düşürmek tehdidinde bulunmaktadır. Bu gerçekler karşısında, PKK terör tehdidi ile etkili bir mücadelenin Barzani ve peşmerge grupları soyutlanarak ve görmezden gelinerek yapılabilmesi düşünülemeyecektir. Bölgeye gönderilecek silahlı kuvvetler unsurlarımıza sadece PKK teröristlerini hedef alma yetkisi ve görevi verilmesi, hem fiiliyatta mümkün olmayacak hem de bu kısıtlama Türk askerlerinin güvenliğini çok ağır ve ölümcül risk ve tehlike altına sokacaktır. Bu bakımdan Kuzey Irak'ta peşmerge dokusunun bir parçası olan PKK teröristlerinin ayıklanarak askeri hedef olarak belirlenmesi ve harekatın askeri amacının bununla sınırlandırılması sınırötesi operasyondan hiçbir sonuç alınamayacağının peşinen kabullenilmesi anlamına gelecektir. Bu durumda, Türk Silahlı Kuvvetleri sadece Kandil Dağı'ndaki birkaç yüz militanı hedef alan sınırlı bir hava harekatı ile yetinecek, terör tehdidinin ağırlık merkezi olan 3000 militan, peşmergelerle birlikte hedef olmaktan çıkacaktır. Değerli Arkadaşlarım, Tezkere'nin ikinci sakatlığı, siyasi hedeflerin çok dar bir çerçevede tutulmasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere Kuzey Irak'ta etnik temelde siyasi yapılanma bağımsız devlet olma yolunda son aşamaya gelmiştir. Bu siyasi yapılanmanın bağımsız devlete dönüşmesi halinde, Türkiye'yi de içine alacak ağır gerginlikler ve bölgesel çatışma riski çok ciddi biçimde artacaktır. Bu nedenle, bugüne kadarki Cumhuriyet hükümetleri bu yöndeki gelişmeleri etkilemek için kararlı bir tutum sergilemişlerdir. AKP iktidarı döneminde ise bu kırmızı çizgilerin çiğnenmesine seyirci kalınmış ve Türkiye çok ciddi bir zemin kaybetmiştir. Başbakanlık tezkeresinde bu konuya hiç değinilmemiş olması çok vahim bir durumdur. Hatırlanacağı gibi AKP hükümeti, 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden sonra 19 Mart 2003 tarihinde Meclis'e ikinci bir tezkere sunmuştur. Bu tezkereyle Türk silahlı kuvvetlerinin Kuzey Irak'a gönderilmesi, etkili bir caydırıcılığın sürdürülmesi amacıyla bu bölgede bulunacak kuvvetlerin gerektiğinde kullanılması için izin istenmiştir. Bu tezkerenin gerekçe bölümünde de Türkiye'nin etkin bir caydırıcılık sürdürülmesini gerektiren olumsuz gelişmeler meyanında bu konuya şu şekilde yer verilmiştir. "Irak'ın etnik temelde parçalanmasına yol açacak siyasi oluşumlara zemin kazandırmak amacıyla sürdürülen çabaların yoğunluk kazandığı bilinmektedir. Bu durum Irak'ın toprak bütünlüğünün ve milli birliğinin tehlikeye düşmesi ve bölgedeki diğer grupların güvenliğini de tehdit edebilecek bir istikrarsızlık ortamının ortaya çıkması riskini de beraberinde getirecektir. Türkiye'nin güvenliği için ciddi bir tehdit potansiyeli taşıyan bütün bu olumsuz gelişmelere karşı etkili bir caydırıcılığın sürdürülmesi, evvelemirde Kuzey Irak'taki fiili askeri mevcudiyetine bağlı olacaktır." TBMM bu yetkiyi vermiş, ancak ABD ve Barzani'nin tepkisi üzerine gerileyen AKP hükümeti bunun gereğini yerine getirememiş, Türk askeri Kuzey Irak'a gidememiştir. 2003 yılında bu gerekçeyle Meclis'ten yetki isteyen hükümetin, aradan dört yıl geçtikten sonra, bu tehdit daha da ağırlaşmışken tezkereye bunu koymamasının tek bir anlamı ve sonucu vardır: AKP hükümeti Barzani karşısında teslim olmuş ve bu konudaki kırmızı çizgiden vazgeçtiğini ilan etmiştir. Tezkere hakkındaki kapsamlı değerlendirmemiz yarın yapılacak görüşmelerde tüm yönleriyle ortaya konulacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, AKP hükümetinin sergilediği siyasi irade maluliyetine, tezkerenin eksikleri, sakatlıkları ve sakıncalarına rağmen bunu destekleyecektir. Terörle mücadelenin partiler üstü bir anlayışla ele alınması ve bu konuda topyekün bir seferberlik başlatılması gereğine samimiyetle inanan Milliyetçi Hareket, hükümetin bu amaçla alınacak tedbirler hakkında Meclis'e getireceği düzenlemeler konusunda da üzerine düşen katkıyı yapacaktır. Değerli Arkadaşlarım, Ermeni soykırımı yalanının tanınmasının ABD Temsilciler Meclisi Dışilişkiler Komitesi'nde kabul edilmesi çok çirkin ve esef verici bir gelişme olmuştur. Komite'de kabul edilen tasarının 16 Kasım 2007 tarihinden önce genel kurula getirileceği Meclis başkanı tarafından açıklanmış bulunmaktadır. Benzer tasarıların daha önce Dışilişkiler Komitesinde kabul edilmiş olmasına rağmen, bu sefer durum çok daha farklı ve kritiktir. Zira, önceki durumlarda tasarı genel kurula getirilmeyerek askıya alınmış ve sürüncemede bırakılmıştır. Bu kez ise genel kurula getirilecek tasarının kabul edilme ihtimali çok yüksektir. Türkiye'nin onurlarla dolu tarihini seviyesiz bir şekilde iç politika malzemesi haline getiren ABD Temsilciler Meclisi Türkiye'yi derinden yaralayacak düşmanca bir hareketi genel kurul kararıyla sonuçlandırmak aşamasındadır. Türk milletini derinden yaralayan bu hareketin karşısında sessiz ve tepkisiz kalınması düşünülemeyecektir. Türkiye'nin sağduyu ve soğukkanlılıkla hareket etmesi gerektiğini bir koro halinde seslendiren içimizdeki lobilerin bilinçli faaliyetlerine itibar edilmeyerek, buna vakur ve kararlı bir karşılık verilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu konuda Türkiye'nin elindeki en etkili imkân, Irak'taki ABD güçlerinin lojistik desteğinin ve savaş malzemesi ihtiyacının Habur ve İncirlik üzerinden sağlanıyor olmasıdır. Hükümet, Temsilciler Meclisindeki oylama öncesi, karar tasarısı kabul edilirse bu kolaylıkların son bulacağını hiç vakit geçirmeden açıklamalıdır. Bu konunun Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilerek bir Meclis kararına bağlanması, bunun daha inandırıcı ve etkili olmasını sağlayacaktır. MHP bu konuda hükümete tam destek vermeye hazırıdır. Herkes çok iyi bilmelidir ki, Türk milleti hiçbir utanç lekesi taşımayan temiz ve şerefli tarihine sonuna kadar sahip çıkacak ve bir iftihar abidesi olarak sonsuza kadar yaşatacaktır. Değerli Arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarında yoğun bir döneme girilmektedir. Türkiye'nin siyasi gündemi de her geçen gün ağırlaşan ve acil çözüm bekleyen sorunlarla yüklüdür. Önümüzdeki dönemde Milliyetçi Hareket Partisi'nin bu konularda izleyeceği tutum ve yapacağı faaliyetler büyük önem taşımaktadır. Bu hususlar Merkez Yürütme Kurulu üyeleri ve milletvekili arkadaşlarımızın katılımıyla 26-28 Ekim 2007 tarihlerinde Kızılcahamam'da yapılacak istişare ve strateji belirleme toplantısında bütün yönleriyle ele alınacak ve karara bağlanacaktır. Hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
|