Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekilleri, Muhterem Misafirler, Kıymetli Basın Mensupları, Parti Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Konuşmamın hemen başında, insani değer ve ölçülerin çoraklaştığı bir dönemden geçtiğimizi ifade etmek istiyorum. 21.yüzyılın ilk çeyreğinde maalesef yeni bir Ortaçağ’ın, yeni bir karanlık devrin müessir iz ve sonuçlarını yaşıyoruz. Özellikle İslam toplumlarında fikri tutukluk, zihni tutsaklık, vicdani durağanlık ciddi ve ileri boyutlardadır. Akıl, iman ve insaf yolundan sapılmasının Müslüman coğrafyasında ne tür badire ve belalara ortam açtığı da yakinen görülmektedir. İslamiyet’in özü hakkıyla kavranamadığından, Yüce Allah’ın ilahi buyrukları layıkıyla anlaşılamadığından manevi bir buhran hali adeta egemenlik kurmuştur. Müslüman görünümlü münafıklar, mürşit kisveli müşrikler, mümin maskeli müfsitler İslam coğrafyasının mahvına ve mağlubiyetine hizmet etmektedir. Bugün İslamiyet, tarihte hiç olmadığı kadar tehdit kuşağındadır. Haçlıların yapamadığı, batıl emellerin başaramadığı ne kadar kötülük, ne kadar kalleşlik varsa din bezirganları tarafından etap etap gerçekleştirilmektedir. Bu hazin gerçek hepimiz adına kaygı ve üzüntü vericidir. Efendimiz Hz. Muhammed’i hem hayranlıkla anmanın hem de rahmet ve bereket yüklü mesajlarını idrak etmenin önemli bir fırsatı olan Kutlu Doğum Haftası’nda, İslam toplumlarının perişanlığını da konuşmak zorundayız. Bu yılki Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinde insanlığı yüceltmek için birlik olmaya vurgu yapılmakta ve de “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” teması işlenmektedir. Kutlu Doğum Haftası, Resulü Ekrem’in rahmet mesajını bütün insanlıkla buluşturma çaba ve gayretinin aziz bir vesilesidir. Efendimiz her şeyden önce Tevhid’i tebliğ eden, vahdeti öğütleyen insanlığın göz nuru, baş tacı, rahmet çağlayanadır. İslam toplumlarının bugünkü krizi, bugünkü derin sıkıntısı Efendimizi samimiyetle özümsemekten oldukça uzak olmalarıdır. Peygamberimiz ne demiş, neyi tavsiye etmiş, neleri yasaklamışsa şu anda tam tersi yapılmaktadır. Meselenin odak noktasındaki asıl sorun Tevhid inancından ve vahdet çizgisinden savrulmaktır. En vahşi cinayetler İslam adına işleniyorsa, mezhepçilik kanser hücresi gibi yayılıp tefrika tüm değerlere meydan okuyorsa ortada elbette devasa bir problem var demektir. Tevhid Allah’ın varlığına ve birliğine imandır. Vahdet ise bir olmanın ve birlikte yaşamanın iradesidir. Vahdet, Tevhid’in tamamlayıcısı, vazgeçilmez bir parçasıdır. Efendimiz sayısız benin içerisinden, Allah’ın izni ve takdiriyle bizi bulmuş ve çıkarmış; kesret nehrinden vahdete denizine köprü kurmuş, Tevhid meşalesiyle de insanlığı aydınlatmıştır. Bugünlerde İslam toplumları vahdetin neresinde, hangi durağındadır? Peki Tevhid sancağı altında toplanma arzu ve çabası var mıdır? İslamiyet’in itibar ve saygınlığına darbe üstüne darbe vuran şeytani planlara, kirli ittifaklara, şiddet tuzağına sessiz kalmak zımnen ortak olmak değil midir? İsraf ve haram sultasına, isyan ve ihanet kumpasına tavır almak, tepki göstermek için neden gecikiyor, neyi bekliyoruz? Hepinizden ricam, Ortadoğu coğrafyasına dikkatle bakınız. İslam ülkelerini ihtimam ve itinayla bir bir inceleyiniz. Göreceksiniz ki; Adalet yoktur. Anlaşma raftadır. Barış uzaktadır. Kardeşlik laftadır. Paylaşma ve dayanışma itilip kakılmaktadır. Birlik ve beraberlik duyguları ağır hasarlıdır. Şefkat, merhamet ve hoşgörü komadadır. Bunların yerine; Savaş vardır. Taassup ve tahammülsüzlük hâkimdir. İhtilaf ve istismar egemendir. Düşmanlık diz boyudur. İtham, iftira, ikilik had safhadadır. Yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma korkunç noktalardadır. Bizleri kara kara düşündüren bu olumsuzlukların hangi biri Efendimizin ihlaslı söz ve nasihatlerine sığmaktadır? Müslümanın Müslümanı katlettiği bir dünya cehennem değil de nedir? Yüz milyonlarca Müslüman aç ve sefildir. En az bu kadarı demokratik haklardan mahrumdur. Buna karşılık batıya uşaklık yapmaktan utanmayan, küresel senaryolara kapı bekçiliğine soyunmaktan rahatsızlık duymayan krallar, şeyhler, emirler İslam toplumlarını iliklerine kadar sömürmektedir. Görüyorsunuz, Suudi Arabistan Kralı Ankara’ya ayak basmadan yüzlerce lüks araç, korumaya alınmış şatafatlı oteller hizmetine tahsis edilmiştir. Ne var ki, bir dilim ekmek diyen, birazcık hak ve hukuk isteyen milyonlarca gariban, muhtaç ve düşkünü hesaba katan, aklından geçiren, bunlarla ilgili tasalanan yoktur. Bu çelişki yumağı Muhammedi ahlakla, Tevhid inancının ruhuyla bağdaşmakta mıdır? Tevhid adaletsizliğin karşısındadır. Tevhid şirkin hasmıdır. Tevhid müsrifliğin tam karşı cephesidir. Bu yüzden mühürlü kalplerin açılması ancak ve ancak Efendimizin samimiyetle tanınmasına, Tevhid ve vahdet şemsiyesi altında el ele vermeye bağlı olduğu düşüncesindeyim. Eğer bu olursa, İslam toplumları huzuru bulacak, yeni bir asrısaadete uyanacaktır. Eğer bu gerçekleşirse, İslamiyet kılıfı altına saklanarak kan akıtan, can alan bütün cani ve canavarların ürediği bataklık kuruyacaktır. Şu tespit ve kararlılığımızın özellikle altını çiziyorum: İslamiyet’i terörle ilişkilendirmeye, arasında bağ kurmaya çalışan kim varsa; elinde hançer, silah, kılıç, bomba bulunduğu halde haksızlığa, vahşete Allah kelamıyla da olsa hizmet eden kimler bulunuyorsa sapkındır, katildir, iblisle söz kesmiştir. Müslümanlar yeni bir dirilişin yol haritasını dürüstçe arıyorlarsa, bilinsin ki bu çıkış Efendimizin kutlu hayatında, yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’in mübarek sayfalarındadır. Başka rehbere, sahte alim ve fetva makamlarına yer ve gerek yoktur. Niyazım odur ki, Cenab-ı Allah bizleri doğrudan, doğru insan olmaktan, rahmet ve mağfiretinden ayırmasın, yardım ve himayesini üzerimizden esirgemesin. Efendimizin şefaati bizlerle ve tüm samimi inananlarla olsun. Peygamberimizin alemleri nurlandıran tebliğini tam manasıyla idrak edip Tevhid ve vahdet istikametinden milim de olsa ayrılmamayı Rabbim’den nasip ve müyesser eylemesini diliyorum. Efendimizin sahip olduğu ve ümmetine öğrettiği kardeşlik ve birlikte yaşama ahlakıyla her zorluğun yenileceğine, her engelin aşılacağına da yürekten inanıyorum.
Değerli Arkadaşlarım, Elbette ülkemizin pek çok meselesi vardır. Üzücü olanı bunun görülmemesi, görülse bile çözülememesidir. Siyasetteki kördüğüm ve kayıkçı kavgası milletimizin esas gündem ve beklentilerini perdelemektedir. Çatışmacı üslup kutuplaşmayı teşvik edip kışkırtmaktadır. Siyasete hakim olmasını ümit ettiğimiz nezaket ve zerafet yerine; kaba ve yaralayıcı suçlamalar belirgin ve etkin hale gelmiştir. 14 yıldır siyasi ahlak ve seviye diptedir. Türkiye’nin ortak çıkarlarını gözetmekten aciz, Türk milletinin özlem ve beklentilerine tercüman olmaktan habersiz siyaset esnafı huzursuzluğu daha da derinleştirmektedir. İşbirliği ve uzlaşma kanalları tıkanmış, gelişme ve kalkınma dinamikleri fos çıkmıştır. Bilhassa iktidar partisi ile ana muhalefet partisi arasındaki hakaret yarışına Cumhurbaşkanı’nın da eklenmesi, üstelik açık taraf haline gelmesi ülkemiz adına üzüntü vericidir. Hâlbuki insanımız gerilimden yorulmuştur. Cepheleşmenin acı faturası her seferinde vatandaşlarımıza çıkmıştır. Kaldı ki Türkiye’nin beka düzeyinde iç ve dış sorunları gittikçe karmaşıklaşmakta, kronikleşmektedir. Meşrutiyet yıllarını aratmayan ucuz söz düelloları, ahlak ve edep yoksunu karşılıklı atışma ve tariz dolu ifadeler aleyhimize olacak şekilde tırmanmaktadır. Türkiye iyi yönetilememenin sancısını her düzeyde hissetmektedir. Ahlak ve adalet bunalımı sürekli kamçılanmaktadır. Devlet adeta sahipsiz, adeta başıboştur. Siyasi tansiyondaki yükseklik, iktidar partisindeki pervasızlık ve kontrolsüzlük ülkemizi uçuruma sürüklemektedir. Toplumsal güven iniştedir. Demokratik değerler buharlaşmaktadır. “Gemisini yürüten kaptandır” anlayışı, “devletin malı deniz” mantığı öne çıkmaktadır. Kanunsuzluk ve kanun kaçakları revaçtadır. Haram yiyenler, hıyanete yandaş ve teşne olanlar rağbet görmektedir. Suç ve suçluları caydıracak adalet mekanizmaları çalışmamaktadır. Kırıkkale Silah Fabrikası Müdürü’nün, TSK’nın temel saldırı silahı olarak tasarlanan milli piyade silahlarının çizim ve tüm üretim planlarını yabancı bir firmaya satarken suçüstü yakalanması aslında her şeyin özetidir. Bu vatan haini milli sırları kişisel menfaate dönüştürmeye cüret ve cesaret edecek kadar gözünü karartmıştır. Kırıkkale Silah Fabrikası’nı şaibe altında bırakan söz konusu hainliğin başka ayak ve işbirlikçilerinin olup olmadığını; Türkiye’nin milli güvenliğine zarar verecek benzeri ihanetlerin gerçekleşip gerçekleşmediğini hükümet mutlaka açıklığa kavuşturmalıdır. Milli güvenliğimiz açısından tehlike saçan bir diğer konu da vatandaşlarımızın kimlik bilgilerinin çalınmasıdır. Yaklaşık 50 milyon vatandaşımıza ait temel kimlik ve adres bilgilerini içeren bir veri tabanı Romanya kökenli bir siteye yüklenmiş ve buradan da dünyanın dört bir yanına dağıtılmıştır. Bu sonuç tam bir skandal, tam bir iflas halidir. Vatandaşlarımızın mahremi sayılabilecek kimlik ve adres bilgilerine bilgisayar korsanları nasıl ulaşabilmiş, siber güvenlik duvarlarına ne olmuştur? Dile kolay, sayıları 50 milyona yaklaşan vatandaşımızın kişisel kimlik bilgileri hangi amaçla elde edilmiş, kimlerin eline geçmiştir? Hükümetin eften püften açıklamalarla konuyu basite indirgemesi bir defa sorumsuzluk örneğidir. Türkiye’nin kozmik şifrelerinin çözülmesi neyse, vatandaşlarımızın kimlik bilgilerinin karanlık çevrelerin kontrolüne geçmesi aynı şeydir. Sızdırılan veri tabanında; 2011 Milletvekilliği Genel Seçimi öncesinde seçmen sıfatı kazanmış 46 milyon 611 bin 709 vatandaşımızın TC kimlik numaraları, kişisel bilgileri ve Mernis’e kayıtlı adresleri vardır. Geçtiğimiz yıllarda bu hırsızlığı inkar eden, fakat şimdilerde kabullenmek zorunda kalan hükümetin; yıllarca hiçbir tedbir geliştirmemesi ayrıca değerlendirilmesi gereken bir aymazlıktır. Bize göre bu aymazlığın affı ve bahanesi de yoktur. AKP hükümeti iddiaları yavaştan almış ve hatta kulağının üstüne yatmıştır. Konu milli güvenliğimizi birçok cepheden ilgilendirmektedir. Türkiye çadır devleti, yeni yetme bir ülke değildir. Türkiye bir grup bilgisayar korsanının, üç beş suç örgütünün eline avucuna düşmeyecek kadar onurlu ve güçlü bir devlettir. Şayet kişisel verilerin çalınmasında yabancı ülke ve istihbarat teşkilatlarının parmağı varsa bu da süratle aydınlatılmalı, gerçekler milletimizle paylaşılmalıdır. Böyle bir devlet idaresi nerede görülmüştür? Türk milletinin özeline kast etmek kimin haddi, kimlerin harcıdır? Bir gerçek varsa o da şudur: AKP hükümetinin, milletimizin kimliği aşırılırken ruhu bile duymamış, duysa bile önüne geçememiştir. Kimliksizler için kimliğin bir önemi olmayabilir. Kimliğini kaybetmişler için kimlik bilgilerinin çalınması önemsiz bir ayrıntı olarak da görülebilir. Fakat Türk milletinin milli kimliği, tüm vatandaşlarımızın her birini özel kılan şahsi bir kimliği vardır ve bunlara da el uzatanın eli kırılmalı, göz koyanın cezası verilmelidir. Konuyla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı soruşturmanın sonuna kadar götürülmesi ve gerçeklerin ortaya çıkarılarak vatandaşlarımızın kimlik bilgilerinin emniyete alınması en tabii, en haklı, en acil beklentimizdir. Değerli Milletvekilleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 29 Mart-1 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen ABD ziyareti hakkında geçtiğimiz hafta kanaatlerimi sizlerle paylaşmıştım. Bu ziyaretin ardından çok yorumlar yapıldı. Şu sıralar, Türkiye ve ABD’nin birbirlerine ilettikleri talepler de fazlasıyla medyada yer bulmaktadır. Hangi haberin doğru, hangisinin asılsız olduğunu bilmemiz takdir edersiniz ki mümkün değildir. Ancak ABD tarafının, PYD’nin mütecaviz ilerlemesine Türkiye’nin sessiz kalmasını istemesi esasen sürpriz değildir. Gündeme yansıyan bilgilere bakarsak, ülkemize 40 km’lik uzaklıkta bulunan Suriye’nin Münbiç ilçesinin PYD’ye teslim edilmemesi yönündeki beklentiye ABD tarafının sıcak baktığı anlaşılmaktadır. Fakat bunun sınır ve şartlarının nelerden ibaret olduğu ise belirsizdir. PYD, Kobani’yle Afrin arasındaki bağlantıyı kurduğu takdirde Cerablus’un etrafı boşaltılmış ve Kürdistan yapılanmasının ikinci ayağı gerçekleşmiş olacaktır. ABD’nin, Türkiye’nin tüm itiraz ve karşı tezlerine rağmen PYD’yi desteklemeye devam etmesi kötü niyetlilik ve müttefiklik hukukuna uygun düşmeyen bir körlüktür. PYD terörü, Azez-Cerablus hattını ele geçirmek istemektedir. ABD ise buna dolaylı olarak destek ve umut vermektedir. PYD’nin ana amacı Suriye’nin kuzeyini tümüyle kontrolüne almaktır. Bu terör örgütü, sınırlarımızın hemen yanı başında milli güvenliğimizi ve toprak bütünlüğümüzü ABD’nin ikircikli tutumuyla tehdit etmektedir. Görüldüğü kadarıyla, ABD, süreç ihanetinin tekrar başlatılması konusunda bir dayatma ve tazyik içindedir. Geçtiğimiz hafta ABD’nin Ankara Büyükelçisi sorunlu açıklamalarını sürdürmüş; PKK’yı şiddet kampanyasına son vermeye, silahları bırakmaya, meşru müzakereyi kabul etmeye aklınca davet etmiştir. Hemen arkasından PKK’nın Avrupa’daki elebaşlarından birisi, ABD’nin arabuluculuğunu önermiş, PKK’yı ve Türkiye’yi masaya getirsin diyecek kadar hayasızlaşmıştır. Şu işe bakınız ki, Erdoğan ABD’yken arabuluculuk teklifleri ABD’li muhataplar tarafından Türk heyetine iletilmiştir. Geçen hafta, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği bir kez daha vatandaşlarını uyararak; başta İstanbul ve Antalya’daki meydan ve limanlar olmak üzere, turistik bölgelere yönelik inandırıcı tehditler olduğunu duyurmuştur. ABD ne yapmaya, neyin altyapısını kurmaya çalışmaktadır? PKK’yla, eski müzakere ortağı AKP’yi görüştürmek için arabuluculuk teklifinde bulunmaya ne hakkı vardır? Bu cüreti nereden almaktadır? ABD, PKK’nın çöpçatanı olacak kadar Türk ve Türkiye düşmanı mıdır? ABD Büyükelçiliği, Vashington’un yönlendirmesiyle ikide bir terör uyarısı yapıp kafasında bölünmüş bir coğrafyanın temellerini mi atmaktadır? Barzani, son aylarda defalarca bağımsızlıktan söz etmiştir. Bu yılında Ekim ayında yapacakları referandumla da bağımsızlık ilanını karara bağlayacaklarını peş peşe gündeme taşımıştır. Henüz hükümetten buna yönelik bir tepki ise gelmemiştir. Hatta Başbakan Davutoğlu son derece düşündürücü ve ipe sapa gelmez açıklamalarla Barzani’nin etrafında adeta etten duvar örecek kadar şuur kaybına uğramıştır. Davutoğlu Finlandiya’da seyahati esnasında diyor ki, “PKK, Erbil’deki yönetimi tehdit ederse bu tehdidi bize yapılmış sayarız.” Başbakan’a aldanan birileri çıkarsa, PKK’nın Türkiye’yi tehdit etmediğini sanacaklardır. Başbakan’a inanan olursa, Türkiye’nin terör gibi bir sorunu olmadığını, 20 Temmuz 2015’den bu tarafa 400’ü aşkın şehit haberinin gerçek dışı olduğunu düşünecektir. Sayın Davutoğlu, Serok oldun, hadi bunu anladık diyelim. Milliyetçilikle hesaplaşma vakti geldi dedin, bundan da şimdilik yakayı kurtardın sayalım. Diyarbakır’a gittin Kobani’yi selamladın, bunu da yedirdin, yutturdun görelim. Ama Mehmetçik katili Barzani’ye siper olduğunu, böylelikle Serokluktan çürüklüğe, buradan da peşmerge zabitliğine geçişini nasıl yok sayacak, nasıl görmezden geleceğiz? Sayın Başbakan, sana mı kaldı Barzani’yi korumak? Sana mı düştü peşmergeyi kollamak? Türkiye’ye ölüm saçan fitneye destek vererek nereye varmak istiyorsun? Aklının bir köşesinde Irak’ın kuzeyinin peşmergeye, Suriye’nin kuzeyini PKK’ya teslimi mi vardır? Bunun Türkiye’nin yıkımına yol açacak dört parçalı Kürdistan’a davetiye çıkarmak olacağını hala anlamıyor musun? Almanya’nın Köln kentinden otomobilinde Bozkurt amblemi taşıdığı gerekçesiyle bir vatandaşımıza alçakça saldıran, Fransa’da Azerbaycanlı kardeşlerimizi tahrik eden bölücüler Barzani’nin elinden yemiş, onun kundağında büyümüştür. Davutoğlu bilmiyorsa söyleyeyim, Barzani PKK’nın ta kendisi, bölücülüğün markası, ihanetin kanlı yüzü, Türk milletinin dostane görünümlü karanlık hasmıdır. Diyarbakır-Erbil arasında tarifeli uçak seferlerinin başlamış olması Başbakan’ın bir başka gafleti, hükümetin bir diğer mahsurlarla dolu sakat politikasıdır. Başbakan’ın PKK’yla yeniden müzakere süreci başlayabilir sözleri, çözüm sürecini övmesi küresel bir tasarım ve dizayn faaliyetinden bağımsız düşünülemeyecektir. ABD’nin süreç ihanetine tekrar dönülmesiyle ilgili bastırması, arabuluculuk ısrarları, Davutoğlu’nun müzakere çemberine tutunması hayra alamet değildir. Hem Nusaybin’de, Yüksekova’da, Şırnak’ta ev ev, sokak sokak teröristlerin peşine düşülecek, hem de Barzani’ye kol kanat gerilecektir. Bu çarpıklık bir art niyet değilse, kesinlikle siyasi tutsaklığın eseridir. İktidarın HDP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldırma sürecini yokuşa sürmesi, dahası yeni anayasa kapsamında başkanlık ısrarları; diğer yandan bölgesel oyun ve senaryolar Türkiye’nin bir felakete alıştırılması olarak değerlendirilmelidir. Bu ortamda, Türkiye’nin tarihsel hak ve çıkarlarını korkusuzca savunan, Türk milleti için fedakârlıkta sınır tanımayan Milliyetçi Hareket Partisi’yle uğraşılması ise boşuna değildir.
Muhterem Arkadaşlarım, Milliyetçi Hareket Partisi, ayak oyunlarına, sinsi operasyonlara, ahlaksız tuzaklara hazırlıklıdır ve 47 yıllık birikimiyle her musibeti def edecek cesarettedir. Türkiye’nin üzerinde hesap ve hevesleri olan mihrakların bizimle karşı karşıya gelmesi, bize şaşı bakması normaldir, beklenmelidir. Türk milletinin varlığına ve birliğine kin ve nefret duyanların Milliyetçi Hareket Partisi’yle ters düşmesi de olağandır, aksi takdirde bizden şüphe duyulmalıdır. Her zaman söyledim, yine söylüyorum: Biz oranlarda değil gönüllerdeyiz, rakamlarda değil kalplerdeyiz, yüzdelerde değil Türklüğün yüz akıyız. Biliyorsunuz, 1 Kasım’dan sonra fırsatı ganimete çevirmeye kalkışan bazı isimler MHP’yi içten kemirmenin, içten çökertmenin arayış ve sevdasına kapıldılar. Neymiş, her şeye hayır demişiz, iktidarı elimizin tersiyle itmişiz. Neymiş, milletvekili sayımız 80’den 40’a inmiş. Neymiş, paradigma değişmeli, büyük kurultay toplanmalıymış. Neymiş, MHP’de yönetim değişirse iktidar yakınmış. Milletvekili adayı olmayan veya olsa bile seçilemeyen ya da milletvekili olup da sorumluluktan kaçan kim varsa birden bire aynı mevzide toplanmışlardır. Bunların hepsi değişim korosunda buluşmuşlardır. Kimisi Okyanus ötesine umut bağlamış, kimisi de müzmin ve malum muhaliflerle ve MHP hasmı kalemşörlerle söz ve ağız birliği etmişlerdir. Bu sırada imza toplama furyası başlatılmış, partimiz ve dava arkadaşlarımız aylarca meşgul edilmiştir. Samimiyetle ifade ediyorum, Tüzük Kurultayı için imza veren her kardeşim benim için değerlidir. Hepsinin iradesine saygı duyuyor, taleplerini biliyor ve anlıyorum. Anlamadığım, asla da anlamayacağım ön plandaki çığırtkanlar, MHP’yi bir plan çerçevesinde etkisizleştirmek, bağımlı ve pasif hale getirmek isteyenlerdir. Bunlar kırk fırın ekmek yeseler, ağızlarıyla kuş tutup dağları titretseler yine de MHP’yi kafalarına göre tanzim edemeyeceklerdir. Çünkü bu davanın hamuru şehit kanıyla yoğrulmuştur. Ve ülkü sancağı emin ve ehil ellerdedir. Çünkü bu dava var olmanın bedelini çileyle, mahkûmiyet ve yokluklarla ödemiş, şükürler olsun ki, ülkü fidesi bu sayede çınarlaşmıştır. Sonunda olan olmuş ve Milliyetçi Hareket Partisi mahkemeye verilmiştir. Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi 8 Nisan’da kararını açıklamış, üç kişiden oluşan kayyum heyetini atamış, sözde kurultayın önünü açmıştır. Öncelikle doğru, adil, tarafsız, bağımsız olması kaydıyla hukuka hürmet ve her zaman da riayet ederiz. Bundan sonra sırayı bizim müracaatımızla Yargıtay safhası alacak, temyiz işlemi yapılacaktır. Bize AKP’nin stepnesi, yedek lastiği, bastonu, kurtarıcı meleği diyen müfteriler şimdi ne diyecek, hangi bahaneyi üreteceklerdir? Hani iktidar bizim menfaatimize olmak üzere yargıya müdahale edecekti? Hani mahkemenin lehimizde karar vermesi için gerekli girişim ve teşebbüslerde bulunulmuştu? Bu ucubeler, MHP’yi defalarca sırttan hançerleyen, başka başka kapılarda gezip de hak iddia edenler nereye gitmiştir? Saraya 25 bin kişiyle yürüme iddiasında bulunanlar, düne kadar partimizin başarısı için kılını dahi kıpırdatmayanlar dilini mi yutmuştur? Bizim paralele teslim edecek bir partimiz yoktur. Bizim Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in ülkü ve hissiyatını yürekten sahiplenmeyenlere teslim edeceğimiz bir bayrak da yoktur. Eğer istenen büyük kurultay ise, bu yılın Ocak ayında Merkez Yönetim Kurulumuzun kararıyla belirlenen 18 Mart 2018 tarihini herkes sabırla beklemelidir. Bir iddiası olan, ben daha iyi yaparım diyen, kendine güvenen ve inanan kim varsa 18 Mart 2018’de demokrasinin imkanlarından istifade ederek iradenin sahibi Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in karşısına çıkabilecektir. Bu süreçte şartları taşıyan her Ülkücü aday olma hakkına sahiptir. Buna diyeceğim bir şey yoktur. Bunun dışında olağanüstü kurultay yoktur, yapılmayacaktır. Olağan büyük kurultay takviminin işlemesini beklemek yerine telaşla olağanüstü kurultay talep edilmesinde samimiyet ve iyi niyet arayamayız. Şimdiden sevinç çığlıkları atanları görüyorum. Şimdiden bayat zafer turlarına, yapay bayram havalarına tevessül edenleri tek tek fark ediyorum. Hele hele MHP’ye nüfuz etmek, yuvalanmak ve operasyon partisi olarak kullanmak isteyen okyanus ötesi kaçgınlarının, paralel artıklarının mutluluğunu da ibretle izliyorum. Kendi kurum ve kuruluşlarına kayyum atandığında kıyameti kopartan, kayyumun gölgesi MHP’ye değince güvercin taklaları atan zevat ve zümreye diyorum ki, bugüne kadar ne yaşamışsanız müstahaktır. Bunlar ikiyüzlü ve Türkiye’nin karşısındaki husumet kutbudur. Bunlar dini paraya dönüştüren, imamlığı şirkete çeviren, ABD’nin kuklası, İslamiyet’in yüz karalarıdır. Kimse boşuna heveslenmesin. Hiç kimse boş yere el ovuşturmasın, bulanık suda balık avlamasın. Bizde inecek sancak, devredecek miras, üzeri çizilecek hatıra yoktur. Biz de tertiplere tamam diyecek acziyet görülemeyecek, kalemizi içten düşürecek adımlara geçit de verilmeyecektir.
Değerli Milletvekilleri, Türkiye'nin onca yoğun gündemine rağmen tartışmaların odağında MHP'nin yer alması; partimizin siyasette ne kadar önemli ve kilit bir rol üstlendiğini ortaya koymaktadır. Söz konusu tartışmalar, partimize yönelik küresel ve gayri milli bir operasyon çabasının yansımalarını da gözler önüne sermektedir. Ankara, Vashington ve Pensilvanya arasında MHP düşmanlığının üçgeni kurulmuştur. Vaktiyle Merhum Başbuğumuz Türkeş Bey’i reddeden kafanın temsilcileri bu defa da “kurultay tacirleri” kılığında işbaşındadır. Geçmişte Başbuğumuzu devre dışı bırakmak ve MHP’yi ele geçirmek üzere harekete geçen bir grup başarısızlığa uğramış ve sinmiştir. Bunlar, konjonktür ve vasatı uygun bularak harekete geçmiş, iktidar partisiyle kavgalı paralelin de desteğini alarak sahneye yeni aktörler sürmüşlerdir. Kurultay tacirlerinin kullandığı en ilginç taktiklerden biri, geçmişte Türkeş Bey’e karşı bayrak açanların gerekçe gösterdikleri gibi; bunun bir taban hareketi olduğunu iddia etmeleridir. “Şu kadar delegenin imzası var” diyenler, imza vermeyen, gelişmeleri esefle takip eden ülküdaşlarımızın hakkını nasıl ödeyeceklerdir? Onlar neden göz ardı edilmektedir? Bu acele nedendir? Bir diğer taktik ve yöntem de yargı süreci devam ederken karar vericileri etki altında bırakma gayretidir. Kurultay tacirlerinin hedefi; sanıldığı gibi MHP’yi selamete çıkarmak, iktidara taşımak değil, aksine MHP'yi ele geçirerek güçten düşürmektir. Geleceğimizi mahkeme kararlarına ipotek ettirmek isteyenlerin safiyane ve samimi olduğunu hiç kimse söyleyemeyecektir. MHP’nin varacağı yer, alacağı tavır doğrudan Türkiye'nin geleceğini, ülkenin birlik ve bütünlüğünü ilgilendirmektedir. Özellikle ülkemizin en hayati sorunu olan terörle mücadelede MHP'nin tutumu çok belirleyicidir. İşte küresel aktörler bundan rahatsızdır ve bu itibarla MHP'nin zayıflatılması öngörülmektedir. Varılmak istenen hedefin arka planında partimizin oynadığı bu milli ve tarihi sorumluluğun elinden alınması yatmaktadır. Olağanüstü Kurultay komplosu; düpedüz MHP'yi geriletme, AKP'nin işini kolaylaştırma ve paralel örgütü siyasallaştırma stratejisidir. Birileri tersini iddia etse de gerçek tablo budur. Partimizin dinamiklerini yok sayan, yetkili kurullarının aldığı kararları görmezden gelen, geleceğini tehlikeye sokan, elini kolunu bağlamak isteyen kirli bir süreç devrededir. Ve biz buna asla suskun, seyirci kalmayacağız, müsaade de etmeyeceğiz. Parti bünyesinde her şeyin normal mecrasında işlemesi, hareketimizin istikbali açısından önem taşımaktadır. Şüphesiz eşyanın tabiatına aykırı siyasi girişimler, MHP'nin dokusuna ve mücadelesine zarar verecektir. MHP; Türk milletinin şu badireli günlerinde çölde bir vaha, bir ümit ışığı gibi parlamaktadır. Bir ve bütün hâldeki MHP’ye ülkenin her zamankinden fazla ihtiyacı vardır. Küsecek, küstürecek, darılacak, dargın bırakacak hiçbir dava arkadaşım olmamalı ve de olmayacaktır. Milliyetçi Ülkücü Hareket bir ve bütündür. Şahsi ikballeri gereğince başkalarının projelerinde ara eleman gibi kullanılanlara fırsat vermeyiz, buyur etmeyiz. Unutmayınız ki, büyük olan davadır, kişiler sonra gelecektir. Kerameti kendilerinde görenler, davanın büyüklüğünü unutup kendilerini büyük addedenler eninde sonunda hüsrana uğramışlardır. Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin yegâne ümidi, son kalesidir. Biz başarmaya azmettik, biz ulvi emaneti korumaya yemin ettik; bunun dışında tek kişinin verdiği kararla da 47 yıllık hatıra ve kutlu ülküyü çiğnetmemeye de ant içtik. Bu düşüncelerle sözlerime son verirken sizleri bir kez daha saygılarımla selamlıyor, hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.
|