Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 3 Mayıs 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
3 Mayıs 2016

 

Saygıdeğer Milletvekilleri,

Muhterem Misafirler,

Değerli Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi içtenlikle temenni ediyorum.

Türkiye risklerin katlandığı, belirsizliklerin koyulaştığı tramvatik bir dönemden geçmektedir.

Milli güvenliğimize yönelmiş tehditler iyice bilenmiş, iyice keskinleşmiştir.

Ülkemiz kör bir terör çıkmazında, kandan göz gözü görmeyen dar bir koridordadır.

İktidarın gaflet ve yanlışlarıyla derlenen ve dirilen terör, cinayetlerini artan oranda tırmandırmaktadır.

Terör her yerdedir.

Şiddet her zemindedir.

Türk milletinin aziz varlığı taarruz ve taciz altındadır.

Sancılı gelişmeler milletimizi tedirgin ettiği kadar yormakta ve kaygılandırmaktadır.

Her vicdan sahibi insanımız Türkiye’nin nereye gittiğini haklı olarak sorgulamaktadır.

Her duyarlı ve hassas vatan evladı içine düşülen kanlı döngünün ne zaman ve nasıl sonlanacağını isabetle sormaktadır.

Hiç kuşku yok ki, gidişat iyi değildir.

Türk milleti ateşle imtihan edilmektedir.

Küresel ve bölgesel ayak oyunları doğrudan doğruya vatanımızı ve mukaddesatımızı hedef almıştır.

Hükümetin düne kadar terörizme tartışmalı bakışı, bölücülüğü tersinden okuması, pazarlık ve tavizlerle günü kurtarma çabası bugünkü hüsran tablosunu hazırlamıştır.

Mücadele yerine müzakerenin tercihi melun ve melanet emelleri canlandırmış, başımıza da bela etmiştir.

Teröristler vatan topraklarına kademe kademe yerleşirken hükümet önemsememiş, oralı bile olmamıştır.

Tonlarca bomba katiller tarafından göstere göstere taşınıp il ve ilçelerimize tuzaklanırken sorumluluk sahipleri uykuya dalmış, rehavete kapılmıştır.

İhmaller serisi, şehit ve saldırı haberleriyle alenileşmiştir.

İradesizlik, ihanetin yol ve mıntıka temizliğini yapmıştır.

İşbirlikçiliğin yüz hatları, Türkiye’nin dibine yuvarlandığı uçurumla somutlaşmıştır.

Ülkemizde olaysız, kayıpsız ve acısız bir gün geçmiyorsa müsebbipleri ötelerde, başka mecralarda aramaya gerek yoktur.

Hükümetteki gevşeklik, kafa ve karar karışıklığı felaketleri kışkırtmış, korkunç boyutlara çıkarmıştır.

Böylesi bir acıklı manzara karşısında ağlamadık anamız, ateş almadık ocağımız kalmamıştır.

 Ve kahramanlığın kitabını yazan evlatlarımıza vahşice, kahpece, kalleşçe kast edilmiştir.

Dün Hakkâri Şemdinli’de askeri üs bölgesine teröristler tarafından yapılan saldırıda iki kahraman Mehmedimiz şehit düşmüştür.

Mayıs ayının ilk günü biri Şırnak’ta, biri Diyarbakır’da, üçü Mardin Nusaybin’de olmak üzere beş evladımız şehit olmuş, otuz dördü de yaralanmıştır.

Yine 1 Mayıs günü, caniler bu defa da Gaziantep’te meydana çıkmışlardır.

Gaziantep Emniyet Müdürlüğü’nün önünde bir ton bomba patlatan şerefsizler iki polisimizin şehadetine, on sekizi polis olmak üzere yirmi iki kardeşimizin yaralanmasına yol açmışlardır.

20 Ağustos 2012’den sonra Gazi unvanlı şehrimiz ikinci kez vurulmuştur.

Bu terör eylemlerini nefretle lanetliyorum.

Hiçbir terörist saldırının amacına ulaşamayacağını, hiçbir Türkiye düşmanı emelin sonuç alamayacağını güçlü ve kararlı bir şekilde ifade ediyorum.

Aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine, silah arkadaşlarına ve milletimize sabır ve başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Yaralı kardeşlerimize ise acil şifalar temenni ediyorum.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Bir yanda PKK, diğer yanda IŞİD Türkiye’yi ablukaya almıştır.

Doğu ve Güneydoğu illerimizde asayiş ve güvenlik sıfırdır.

Hiç kimsenin can güvenliği garanti değildir.

Sınır ötesinden ateşlenen ve yerçekiminden dolayı düştüğü dalga geçer gibi söylenen roketlerin ne zaman can alacağı, bombaların ne zaman patlayacağı belirsizdir.

Türkiye Ortadoğu’daki tüm istikrarsızlıkları ithal etmiş durumdadır.

Siyasetten ekonomiye, sosyal ve kültürel hayattan ticaret, sanat ve spora kadar zarar görmemiş, zaaf geçirmemiş hiçbir alan hemen hemen kalmamıştır.

Terörizm çok cepheden ülkemize yüklenmektedir.

Maalesef iktidardaki dağınıklık ve koordinasyon eksiklikleri endişelerimizi daha da artırmaktadır.

Terör Bursa’dan Manisa’ya, Giresun’dan Mardin’e, İstanbul’dan Kilis’e kadar girmedik, etki etmedik, provokasyon yapmadık yer ve bölge bırakmamıştır.

Sınır ötesi kaynaklı tehlikeler azmış ve fazlalaşmıştır.

PKK ve IŞİD saldırılarını eş zamanlı düzenlemektedir.

Bu olaylar karşısında Dışişleri Bakanı geçen haftaki bir demecinde şöyle demiştir: “Bizim esas amacımız 98 km’lik Menbiç bölgesini IŞİD’ten temizlemektir.”

Sayın Bakan sanıyorum düşünmeden konuşmuş, telaşının kurbanı olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin esas amacı önce vatanını ve milletini korumaktır, diğer gayeler yalnızca ikinci planda olmalıdır.

Madem iş bu noktaya gelmiştir, madem Menbiç’in IŞİD’ten temizliği yapılacaktır, o halde beklenen nedir, bu zaman kaybı niyedir?

Afrin-Cerablus arasındaki bölgenin IŞİD’ten temizledikten sonra PYD’ye teslimi edilmeyeceğinin bir teminatı var mıdır?

Dışişleri Bakanı, ABD ile Menbiç bölgesinin kapatılması konusunda anlaştıklarını, sınırlarımıza Mayıs ayı içinde90 kmmenzilli topçu roket sistem bataryası konuşlandıracaklarını söylemektedir.

Demek ki Türkiye, milli bekasının parametrelerini başka ülkelerin inisiyatifine terk etmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti egemen bir devlettir.

Milli, üniter ve güçlü bir devlet sınırlarını hiç kimsenin himmet ve desteğine ihtiyaç duymadan koruyacak, siyasi tasarruf ve stratejilerini bizzat kendisi tayin edecektir.

Türk milleti kendi söküğü varsa kendi dikecek, kendi göbek bağını kendi kesecek dirayet ve tecrübeye haizdir.

Türkiye’nin sınır emniyetini temin edebilmek için ABD’ye el açılması, avuç ovuşturulması onur kırıcı, yürek yaralayıcıdır. Ve kabulü de mümkün değildir.

AKP’li Dışişleri Bakanı, IŞİD’i bölgeden arındırmak için ılımlı muhalefete hem karadan hem de havadan destek verilmesinden bahsetmektedir.

IŞİD’in roket ve füzelerine karşı yalnızca obüs toplarıyla karşılık verilip bir tek savaş uçağımızı dahi kaldıramazken, sözü edilen desteğin nasıl olacağı muammadır.

Almanya’ya İncirlik’ten üs verilmesiyle ilgili haberler bize göre üzerinde durulması gereken bir başka mahsurlu ve pürüzlü konudur.

Merkel’in Türkiye’ye niçin sık sık geldiği de böylece netleşmiştir.

Almanya Başbakan’ın mülteci kamplarını ziyareti aslında gerçek niyetin örtülmesinden başka bir şey değildir.

Görüldüğü kadarıyla Merkel, İncirlik’e yerleşebilmek için vize muafiyetiyle birlikte parasal imkanları havuç olarak kullanmaktadır.

Üzüntümüz, AKP’nin bu oyuna gelmesi, bu tuzağa düşmesidir.

Ortadoğu’nun enerji kaynaklarında ve jeopolitik avantajlarında kimin gözü varsa Türkiye üzerinde hesap yapmaktadır.

24 Kasım 2015 tarihinde Rusya’yla içine girdiğimiz kriz, hemen yanıbaşımızdaki hadiselere müdahil olmamızı engellemektedir.

IŞİD’e havadan bir tek sorti yapamayışımızın nedenleri de burada aranmalıdır.

Hükümetin elinde sınır ötesi harekât için kapı gibi tezkere vardır.

Vatanımıza kast eden hainlerin ve canilerin inlerinde, üredikleri bataklıklarında imha edilmesinin önünde hukuken mani bir hal de yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti meşru müdafaa konusunda hiçbir odak veya güçten izin ve icazet almayacak, aksini düşünenler de ancak havasını alacaklardır.

Vakit geç olmadan, toprak bütünlüğümüze, tarihi hak ve çıkarlarımıza, insan varlığımıza düşmanlık yapan hangi pis örgüt varsa hepsinin cezası verilmeli, toptan yok edilmelidir.

Türkiye kudretli bir devlettir; pısırıklıkla, korkaklıkla, başkalarının müsamahasına sığınarak bu aziz vatanı, bu büyük milleti geleceğe taşımak hayaldir.

IŞİD neredeyse bulunup tepelenmeli, PKK nereden nemalanıp takviye alıyorsa oralar işaretlenip tümden kurutulmalıdır.

Biz kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Türk polisinin her zaman yanında ve arkasındayız.

Hükümet çekinmesin, terörizmle mücadelede milli ve ahlaki politikalar takip ettiği sürece Milliyetçi Hareket Partisi destekçisi, Türk milleti her zaman duacısıdır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Anlaşılan odur ki, küresel güç merkezleri bizim de içinde bulunduğumuz geniş bir coğrafya üzerinde sinsi bir planlama yapmaktadır.

Geçen hafta Bağdat ve Erbil’i ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in kendi askerlerine yaptığı konuşması, malum ve çarpıcı gerçekleri daha da teyit etmiştir.

Biden’in, Irak için; “Bunlar tarihte suni sınırlar çizdiğimiz, birbirinden tamamen ayrı etnik, dini, kültürel gruplardan suni devletler yarattığımız, bunu alın birlikte yaşayın dediğimiz yerler” itirafında bulunmuştur.

Elinde Türkmen kanı bulunan peşmerge başı Biden’i yüzsüzce ağırlamış, Tuzhurmatu’da dökülen masum soydaş kanının hesabını sormak ise hiç kimsenin aklına gelmemiştir.

Geldiğimiz bu aşamada, uluslararası toplum Irak’ın muhtemel parçalanmasını nasıl yöneteceği üzerine fikirler çerçevesinde kafa yormaktadır.

Ya konfederasyon ya bölünme dayatması Irak’ın önüne koyulan iki zalim seçenek olarak karşımızdadır.

Emperyalizm yine harita başında, yine zulüm peşindedir.

Figüranlar başkalaşsa da, senaryolar aynıdır.

Dün Osmanlı’yı yıkan ve parçalayan uluslararası şebeke bir kez daha devrededir.

İnsanlık değerlerini yok sayan, terörizmi açıktan kullanan, bu yolla Ortadoğu’yu yeniden tanzim ve tasarlamanın hevesinde olan çevrelerin elbette ki asıl ve yegâne hedefi Türkiye’dir.

HDP Eşbaşkanının ABD ziyareti, Türk siyasetindeki çalkantılar güncellenen bildik projelerin ara durakları şeklinde değerlendirilmelidir.

Irak ve Suriye’deki bölünme dalgasının Türk vatanına sıçrayacağını şimdiden öngörmek için kahin olmaya lüzum da yoktur.

PKK ve IŞİD gibi terör çeteleri bu maksatla kiralanmışlardır.

Küresel vahşet projeleri Türk ve Müslüman coğrafyasına sadece ölüm vaat etmektedir.

Biden’in küstahça ifadeleri, ABD yönetiminin PYD-YPG konusunda tutarsız ve çelişkili açıklamaları fazla söze gerek bırakmamaktadır.

ABD, Ortadoğu’nun kuytu köşelerinde büyük Kürdistan’ın beşiğini sallamakta, insan ve toprak temelli yıkımın önünü vicdansızca açmaktadır.

Bizi de tesiri altına alan sömürge dizaynı yapılıyorken, ne ilginçtir ki, 29 Nisan günü ülkemizde Kut’ül Amare zaferinin 100. yılı kutlamaları yapılmıştır.

Türk milletinin tarihinde pek çok göğüs kabartan, şapka çıkartılan başarıları vardır.

Çünkü Türk milletinin kaderi zaferdir, nitekim muzaffer olmak alın yazısıdır.

Uzun bir mücadeleden sonra elde edilen Kut’ül Amere zaferi bunlardan yalnızca birisidir.

Merhum Enver Paşa’nın kendisinden bir yaş küçük amcası olan Halil Paşa ve kahraman Türk askerinin Bağdat’ın 170 km güneyinde bulunan Kut’ül Amare kasabasında destan yazması elbette hayranlıkla anılmalıdır.

Biz de bu kanaatteyiz.

Hatırlatmak isterim ki, 29 Nisan 1916’da; 5’i general, 481’i subay, 13 bin 309’u er mevcuduyla Birleşik Krallık ordusu teslim bayrağını çekmişti.

Ancak bu başarı kalıcı olmuş mudur?

Ortadoğu’nun geleceğine nasıl ve hangi yönde etki yapmıştır?

Beklenen sonuçları vererek, topraklarımızın elimizden kayıp gitmesine engel teşkil etmiş midir?

Asıl sorulması gereken sorular bizim açımızdan bunlardır.

Dönemsel başarılarla avunmak yeterli görülmemelidir.

Öncelikle bu zaferin ne getirip ne götürdüğünü en iyi bilecek ve tartışacak olan da tarihçilerimizdir.

Türk tarihinin her dilimi eşsiz, her sayfası emsalsizdir.

Yüz sene önce Ortadoğu’da hangi kirli ve kinli eller varsa, bugün de aynıları, belki de daha zalimleri vardır, tüm yönleriyle ortadadır.

Yüz sene evvel üzerimizde hesap yapanlar, benzer bahane ve kılıflarla tekrar faal hale geçmişlerdir.

Başbakan Davutoğlu, geçen hafta gittiği Katar’da gazetecilere bazı açıklamalar yaparak, dikkatimizi çeken şu tespiti paylaşmıştır:

“Ya Kut’ül Amare kazanacak ya Sykes Picot. Bütün meselemiz bölgeyi bütünleştirmek.”

Davutoğlu’nun tarih bilgi ve yorumuna diyeceğim bir şey yoktur.

Yine de bilinmesini isterim ki, biz, Kut’ül Amare’de kazandık, diğer cephelerde fedakarlıkla, cefakarlıkla mücadele ettik; ama Mondros’ta belimizi büktüler, Sevr’de idamımıza hükmettiler.

Gerçekten de Kut’ül Amare’de yendiğimiz muhasım güçlere, çok geçmeden boyun büktük, işgallerine uğradık.

O zaman Davutoğlu’nun sözlerini düzeltmek lazımdır.

Sykes Picot’un kazanmaması için Türk milletinin var olması şarttır.

Biz Düvel-i Muazzama’nın oyunlarına Samsun’da itiraz ettik, İnönü zaferleriyle reddettik, Sakarya’da durdurduk, Büyük Taarruzla püskürttük.

Ya zafer ya zillet, ya kahramanlık ya kölelik, ya milliyetçilik ya da teslimiyetçilik; Sayın Davutoğlu bilsin ki, bizim görüşlerimiz de bunlardır.

Kardeşçe yaşamak dururken, birbirimize girip düşmana koz vermemeliyiz.

Millet ve devletimize bu kutlu vatan üzerinde sahip çıkmak varken, küselim, kırılalım, darılalım, birbirimizi gözden çıkaralım diyenlere hoşgörüyle bakamayız.

Doğrudur, bizim için tarih asla 1919’da başlamadı. Cumhurbaşkanı’nın hakkı vardır.

Türk milletinin binlerce yıllık tarihini görmezden gelmek, yok saymak, hatta inkâra kalkışmak en büyük suç ve vebaldir.

Ancak 1919, Türk tarihinin övünç madalyası, ağırlık merkezi, bağımsızlık iradesinin emperyalizme meydan okumasıdır.

Tarihi bir bütün olarak ele almak gerekiyorken, 1919’u örtülü olarak küçümsemek, küçültmek, değersizleştirmek doğru ve hakkaniyetli bir tavır da sayılamayacaktır.

Cumhuriyet dönemi, şerefli Türk tarihinin şanlı bir sayfasıdır.

Ve 1919, Kut’ül Amare’de yarım kalan milli ülküleri ruhunda özümsemiş, Çanakkale’yi kalbinde taşımış, Türk asırlarını pusula yapmış milliyetçi bir şuurun anısı ve ebedi hatırasıdır.

Bu muhterem hatıra da mutlaka yaşayacak ve yaşatılacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili süreç resmen şiddete hapsolmuş, buhrana kıvrılmıştır.

HDP’liler hem TBMM Genel Kurulu’nda hem de komisyon çalışmalarında çok iyi bildikleri terör yöntemlerini utanmandan, sıkılmadan kullanmaktadır.

Gazi Meclisimizin yasama faaliyetlerinin kavgalarla kesintiye uğraması utanç vericidir. Ve bunu milletimiz hak etmemektedir.

Üstelik bu olumsuzluklar son derece yakışıksız ve seviyesizdir.

Millet iradesinin tecelli ettiği TBMM’de tekme tokat kavga sahneleri şiddetin hangi boyutlara ulaştığını göstermesi bakımından oldukça çarpıcıdır.

Meclis’te itiş kakış varsa, sokaktakine ne diyeceğiz?

Meclis’te anlaşma ve uzlaşma sağlanamıyorsa, milli iradeyi nasıl hakkıyla temsil edeceğiz?

HDP, TBMM’ni terörize etmektedir.

HDP, TBMM çalışmalarını kilitlemektedir.

Uzak Doğu Asya ülkelerinin meclislerinde yaşanan arbedeler TBMM’de adeta olağanlaşmıştır.

Şüphesiz kaybeden demokrasimizdir.

Kaybeden milletimizin ta kendisidir.

Bu konuda herkesi insaf ve sağduyuya çağırıyor, aklıselime davet ediyorum.

Halen Mecliste milletvekillerine ait 600’e yakın fezleke vardır.

Parti olarak, yasama ve denetleme dışındaki dokunulmazlıkların kaldırılmasından yana olduğumuzu zaten açıklamıştık.

Ne var ki bu kaos ortamında terörle mücadelenin bütün yönleriyle sürdürülmesi gerekirken fezleke tartışması bu mücadeleyi savsaklayabilecektir.

Milletvekili dokunulmazlığının, milli vicdanının kabul edeceği makul esaslara bağlanması, TBMM içerisindeki yasama ve denetleme faaliyetlerinin dışında kalan hususlardaki dokunulmazlıkların kaldırılması gerektiğine inanmaktayız.

En doğrusu; öncelikle PKK sevici sözde milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, millî iradenin tecelli yeri olan TBMM’nin ve milletvekilliğinin terörizmin propaganda alanı ve vasıtası haline getirilmesinin önlenmesidir.

Türkiye’nin bugünkü şartlarını 90’lı yıllarla mukayese etmek fevkalade abestir.

Zaten bugün 90’lı yıllardan daha kötü şartlar yaşanmaktadır.

Esas olan Türkiye’nin terör girdabından bir an evvel kurtarılmasıdır.

Bireysel sorumluluğunun bir gereği olarak milletvekili dokunulmazlığının yeni bir düzenlemeye kavuşturulmaması, bireysel sorumluluğa dayalı yaptırım sistemini baştan işlevsiz hale getirecek ve kağıt üzerinde kalması sonucunu doğuracaktır.

Milletvekili dokunulmazlığı, bu bakımdan yeni arayışlarda kilit konumdadır.

Bu konuda eski anlayışlarda ısrar edilmesinin, geniş tabanlı mutabakat arayışlarının önündeki en büyük engel olacağı görülmektedir.

Siyasi kriz ortamının demokrasi ve hukuk devleti üzerindeki tahribatını bertaraf etmek için bulunacak çözüm ve çıkış yolunun adresi kuşkusuz Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.

Meclis’te terör propagandası yapan, kürsülerde nefret kusan, komisyon çalışmalarını sabote eden, genel kurulu karıştıran, her değerimize söven hainlerin dokunulmazlığını kaldırmak artık en büyük milli görevler arasındadır.

TBMM’nin itibarına yakışmayan, saygınlığına gölge düşüren kavgaları çıkaranlar millet vicdanında çoktan mahkum olmuşlardır.

Dokunulmazlık konusu süratle sonuçlandırılmalı, HDP’lilerin dışarıdan getirdiği yedek militanlarıyla birlikte Kandil taşeronları adalete mutlaka teslim edilmelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin durduğu yer belli, aldığı tavır nettir.

Şimdi söz ve karar sırası AKP ile CHP’dedir ve Türk milleti her şeyi izlemektedir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Bugün 3 Mayıs Milliyetçiler Günü’nün 72. seneyi devriyesidir.

3 Mayıs milliyetçiliğin duygu ve düşünce havzasından hareket ve eylem sahasına inmesinin eşiğidir.

Bu tarihte milliyetçilik demokratik refleksini göstermiştir.

O günlerde Türklük ve Türkçülük tıpkı bugünkü kötülenmiş ve karalanmıştı.

Mesela, Merhum Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ın evine baskınlar düzenlenmiş, Türk tarihi ve Türkçülükle ilgili eserler suç delili sayılmıştı.

Özellikle 3 Mayıs 1944’de milliyetçi gençlerin haksızlığa tepkileri, zulme eğilmeyen, güce boyun bükmeyen tavırları gıpta edilecek bir asalettir.

Bu tarihteki milli öfkeden çekinen siyasi iktidar, 165 milliyetçiyi tutuklamış, bunlardan 23’ü hakkında vatana ihanet, gizli cemiyet kurma, iktidarı devirme suçlamalarından dolayı dava açılmıştır.

Aralarında Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in de bulunduğu milliyetçiliğin yüz akları insanlıkla bağdaşmayan muamelelere maruz kalmışlardır.

3 Mayıs’ın kahramanları her türlü eziyet karşısında davalarından ödün vermemişlerdir.

Bir insanın içinde ancak ayakta durabileceği, oturmanın, sağa sola dönmenin imkânsız olduğu tabutluklarda Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in tohumları yeşermiştir.

Reva görülen işkence ve kötü muamele kutlu hareketimizin temellerini kazmıştır.

Uydurulan Irkçılık ve Turancılık davasında atılan iftiralar, yapılan itibar cellatlığı ters tepmiş, milliyetçiliğin durgun yatağı millet denizine doğrudan doğruya çevrilmiştir.

Milliyetçiliğin 1944 şahlanışına; milli birliğin düşmanı dediler, hayalcilik dediler, ütopya dediler, bela dediler, üç beş kendini bilmezin nümayişi diyerek değersizleştirmeye kalkıştılar.

İthal malı anarşi cereyanları ithamlarıyla sulandırmaya, memleket havasını bulandıranların fesadı sözleriyle mahkum etmeyi denediler.

Ne var ki çok şükür başaramadılar. İnanıyor ve biliyorum ki bugün de başaramayacaklar, bu suru aşamayacaklardır.

Şimdi dönüp geriye baktığımızda kimin haklı, kimin haksız olduğunu tarihin hakemliğinde, milletimizin hâkimliğinde çok açık şekilde görmek mümkündür.

Özellikle belirtmek isterim ki, Türkçülükle milliyetçiliği iki ayrı kutba koyup sanal medya üzerinden fitne ve dedikodu imali yapanlar kesinkes iyi niyetli değillerdir.

Türkçülüğü milliyetçiliğe rakipmiş veya antiteziymiş gibi gören ve gösteren zavallıların bozguncu ve edepsiz telaşları hiçbir şekilde maya tutmayacaktır.

Türk milliyetçiliğinin fikri ve siyasi mücadelesinde nereden nereye geldiğini aklı körleşmemiş, zekası paslanmamış herkes itiraf edecektir.

Çok şükür Türk milliyetçiliğinin haklı davasını dün engelleyemediler, bugün de emellerine muvaffak olamayacaklardır.

3 Mayıs’ın emanetleri her daim bizimledir.

72 yıl önce, milliyetçiliğin varlık mücadelesini korkmadan veren, ülkülerini çekinmeden savunan ve şu anda hayatta olmayan büyüklerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, hepsini şükranla anıyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Dört yüz çadırlık Türkmen obasında üç kıtanın düşünü kurmuştuk.

Cihat ve gazayla fütuhatımızın rotasını belirlemiş, Mehteranımızın gür sesini aleme işittirmiş, Üç Hilali kürenin başına tuğ diye dikmiştik.

Coğrafyaları, ülkeleri, milletleri, kültürleri, dinleri, mezhepleri Ötüken ilkeleriyle, Söğüt ruhuyla, Oğuz nesliyle, Türk milletiyle tanıştırmıştık.

Fakat her zaferimizi bir bozgun, her sevincimizi bir hüzün takip etti.

Yine de yılmadık, yine de vazgeçmedik.

Türk milliyetçiliği geçmişte yaşanılan acılardan ve ihanetlerden ders çıkarmıştır.

Aziz milletimiz, son yurduna, şehit kanıyla çizilmiş sınırlarına, asli unsurun ocağına gözleri ve hatıraları arkada kalarak dönmüştür.

Şimdi ise ya bu vatanda yaşayacağız, ya da bu vatan uğruna seve seve can vereceğiz.

Ya bu topraklar ve üzerinde yaşayan millet bir ve kardeşçe kalacağız, ya da Türk milletinin kayıplarına yenilerinin eklemlenmesini izleyeceğiz.

Onun için diyoruz ki, bu topraklar Türk vatanıdır, öyle de kalacaktır.

Bu aziz vatan, yaklaşık bin yıl önce asıl ve hak eden sahiplerini ilk ve son defa bulmuştur.

Aradan geçen on asır, bu topraklardan yerküreye damgasını vurmuş bir büyük milletin varlığını ve kudretini tescil etmiştir. Bunun adı ise Türk milletidir.

Bu iftihar ettiğimiz kültürel varlık, köklerin, kökenlerin, dillerin, mezheplerin üstünde maddi ve manevi bir bağ ile kaynaşmış ve kucaklaşmıştır.

Nereli olursak olalım, nerede doğarsak doğalım, nasıl konuşursak konuşalım bizleri bir araya getiren, acılarımız, anılarımız, zaferlerimiz, hüzünlerimiz ve ülkülerimiz olmuştur.

Her çekilen halay, her dövülen davul, her buluşulan düğün, her açılan duvak, her doğan çocuk, her tüten ocak, toprağa düşen her şehit bizi bir millet yapmıştır.

Bin uzun yılda yokluklar birlikte göğüslenmiştir.

Fetihlerin sevinci beraberce yaşanmıştır.

Yenilgilerin burukluğu birlikte paylaşılmıştır.

Ankara’da dökülen gözyaşı Diyarbakır’da silinmiştir.

Kuşkusuz, Sakarya’nın kaderi Dicle’yle aynıdır.

Fırat’ın özlemleri Kızılırmakla benzerdir.

Van Gölü’nün hayalleri İznik Gölü’yle örtüşmektedir.

Erciyes olmadan Ağrı Dağı mahzun, Allah-ü Ekber Dağları olmadan Toroslar yapayalnızdır.

Horon olmadan bar olmaz, karşılama olmadan zeybek oynanamaz.

Bizi korkular değil, umutlar biraya getirmiştir.

Bizi çıkarlar değil, tarih ve kültür havuzu buluşturmuştur.

Bizi dönemsel şartlar değil, müşterek değer ve yaşanmış yüzyılların bereketi bir millet yapmıştır.

Verdiğimiz şehitler, çektiğimiz çileler, oturduğumuz semtler, kurduğumuz şehirler, katlandığımız zorluklar, kız alıp vermeler millet olmamızın ispatıdır.

Ne var ki bizi bölmek istiyorlar.

Birbirimize girmemizi, birbirimizden kopmamızı planlıyorlar.

Türk-Kürt diye ayırıyorlar, 36 etnik yapıdan bahsediyorlar.

Eğer bu gelişmeleri milli bir yelpazeden okuyamazsak, gerekli tedbirleri alamazsak ve son vatanımızın siyasi fikriyatıyla eklemleyemezsek mukadderat dağılma olacaktır.

Bugün karşımızdaki tehlike de budur.

İnsanlığın geçmişi, tarihin çöplüğü bu riski öngörememiş yöneticilerin ve devletlerin kalıntılarıyla doludur.

Çok iyi biliyoruz ki, son ikiyüz yıllık zaman zarfında, vatanımız üzerinde oynanan oyunların tamamı bu tertemiz ve soylu milleti parçalamak, bölmek ve Anadolu’dan göndermek üzerine bina edilmiştir.

Türk milletinin, bir zamanlar üç kıtayı avucuna almasını hala aklından çıkaramayan, hala hazım güçlükleri çeken zalimler içimizden devşirdikleri yerli taşeron ve kuryelerle hedefe adım adım ilerlemektedir.

Israrla aklımızda tutalım ki, Türkleri Anadolu’dan söküp atmak yüzyılları aşarak günümüze kadar ulaşan vazgeçilmez bir emeldir ve tarafları bugün bütün çirkin yüzleriyle meydandadır.

Kudretli olduğumuz anlarda pusanlar, zafiyet gösterdiğimiz ilk anda hemen bellerini doğrultmuşlardır.

Asırlarca uygun ortam, müsait zaman kollayan insanlığı mefluç çevreler aradıkları imkânları değişik devir ve şartlarda maalesef ki bulmuşlardır.

Türk milleti devletiyle kenetlenecek ve devasa badireleri aşacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti şehit yadigârıdır, mutlaka payidar kalacaktır.

Üzerinde yaşamaktan iftihar ettiğimiz bu kutlu vatan coğrafyası bin yıllık kardeşliğin göz nurudur, çiğnenmesine, çiğnetilmesine, yutulmasına ve öğütülmesine müsaade edilmeyecektir.

Bayrak düşmeyecek, vatan bölünmeyecek, Allah’ın inayetiyle Türklük sönmeyecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi korkusuzca mücadelesini sürdürecek, sorumlu ve milli siyaset ahlakından taviz vermeyecektir.

Bugün idrak edeceğimiz Mübarek Miraç Kandili münasebetiyle niyazım odur ki, kardeşliğimizin miracına, birliğimizin miracına, huzurun miracına hep birlikte vasıl olalım.

Düşmemizi, tökezlememizi, kopmamızı gözleyenlere Miraç’ın ruhuyla cevap verelim.

Miraç bir yolculuktur, ama en güzel, en mucizevi yolculuktur.

Miraç bir ahlak yüceliği, bir fazilet künhüdür; ama en görkemlisidir.

Miraç halden hale girmenin, sırrın sırrına ermenin, yükseklerden taşmanın, yücelere uçmanın muazzam mükâfatıdır.

Ve Miraç ilahi bir vuslattır, Efendimizin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan da semaların ötesine, ilahi huzura kabulünün lütfudur.

Temennim, Miraç’ın mirasına Türk-İslam alemi olarak layık olabilmemiz, barış ve huzur miracına bir an evvel kavuşabilmemizdir.

Sözlerime son verirken sizlerin, milletimizin ve İslam dünyasının Mübarek Miraç Kandili’ni kutluyor, dualarımızın kabulünü, üzerimizdeki musibet ve afetlerin bitmesini Rabbim’den diliyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.