Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Saygıdeğer Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum. Muhakkak surette tasdik edersiniz ki, Türkiye belirsizliklerin kemikleşip umutsuzlukların derinleştiği sancılı bir dönemin tüm belirtilerini yaşamaktadır. Ağırlaşan gündem, aksayan siyaset ve afallayan iktidar gerçeği ülkemizin istikbalini, milletimizin istiklalini perdelemektedir. İşin doğrusu istikrar kisvesi altında vahim bir istikrarsızlık döngüsüyle cebelleşiyor, içinden çıkılmaz bir karmaşayla boğuşuyoruz. Bir yanda milli güvenliğimiz açık üstüne açık verip vurgun üstüne vurgun yerken, diğer yanda tehlikeli boyutlara varan iktidar çekişmeleri sahnelenmektedir. Bir yanda milli birlik ve kardeşliğimiz çok yönlü saldırı ve tacizlere uğrarken, diğer yanda nefsani eğilimler ve kişisel hırslar açık ara öne geçmektedir. Şurası açıktır ki, Türkiye’miz çembere alınmış, tuzağa çekilmiş, dara düşürülmüştür. Etrafımızdaki kuşatma kirli, kanlı ve zalimdir. Türk milletinin özlemleri umursanmamaktadır. Türk milletinin hayalleri ve hedefleri dikkate alınmamaktadır. İnsanımızın talep ve beklentilerini duyan yoktur. Huzur ve adalet arayışları her seferinde sonuçsuz kalmaktadır. Türkiye karanlık senaryolar, komplo teorileri, ekonomik açmazlar, sosyal sıkıntılar, hukuki tartışmalarla çok vakit kaybetmektedir. 1 Kasım Milletvekili Genel Seçimlerinden sonra beklenen dirlik, refah ve kalkınma bir türlü gerçekleşmemiştir. Bu nedenle ülkenin kaderini elinde tutan siyasi zihniyet her zamankinden fazla sorumlu ve duyarlı olmak mecburiyetindedir. Türkiye’mizin pek çok meselesi vardır. Milli iradenin vermiş olduğu demokratik kredi ve imkânı çarçur etmemek muhatapları tarafından başlıca görev addedilmelidir. Çatışarak bir yere varamayız. Kavgaya tutuşarak milli gayelere ulaşamayız. Birbirimize girerek, birbirimizden intikam alarak milli toparlanmayı sağlayamayız. Ne var ki, gelişmeler toplumsal sükûneti temin ve teşvikle görevli olanların inatla kutuplaşmayı yaygınlaştırdığına işaret etmektedir. Bize göre bu, doğru ve ahlaki bir yol değildir. Ve bu yolun sonu herkes açısından felakettir. Geçtiğimiz Pazar günü, AKP’nin 2.Olağanüstü Kongresi’nde tek aday olan ve sonuçta 1405 geçerli oyun tamamını alarak genel başkan seçilen Sayın Binali Yıldırım’ı önemli ve tarihi bir sorumluluk beklemektedir. Her şeyden önce bunu görmek, bunu bilmek lazımdır. Yeri gelmişken Sayın Yıldırım’a ve parti organlarına seçilmiş yol arkadaşlarına başarılar diliyorum. AKP’deki yönetim değişimi tabii olarak hükümete de yansımıştır. Bizi ilgilendiren yeni kurulacak hükümetin millet yararına ve ülke menfaatine izleyeceği politikalardır. 64.Cumhuriyet Hükümetini kuran Sayın Ahmet Davutoğlu geçtiğimiz Pazar akşamı istifa etmiş, AKP’nin yeni genel başkanı Sayın Binali Yıldırım 65. Hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir. Hükümet kurma çalışmalarının kısa süre içinde sonuçlanacağı yapılan açıklamalardan çıkardığımız ilk sonuçtur. Bizim asıl ve özenle üzerinde durduğumuz konu Sayın Binali Yıldırım’ın AKP’nin Olağanüstü Kongresi’nde yapmış olduğu konuşmanın içeriği, verdiği mesajların ana fikridir. Dikkatlerimizden kaçmayan bir diğer husus ise Sayın Davutoğlu’nun sitem ve şikâyet dolu değerlendirmeleridir. Bir defa şunu kabul edelim ki, Sayın Davutoğlu’nun görevi bırakması kendi ifadesiyle zaruretten kaynaklanmıştır. Fakat bu zaruri nedenlerin izah ve tavzihi yapılmamış, anladığımız kadarıyla hassasiyetten dolayı boşlukta bırakılmıştır. Elbette kendi takdirleridir, diyecek bir şeyimiz yoktur. Bir gün tarih bu dönemin gizemli ve şifreli yanlarını bütün çıplaklığıyla ortaya koyduğunda gerçekler de bir bir açığa çıkacaktır. Hakikatlerin deşifresi yaşananları tek tek ele verecektir. Sayın Davutoğlu’nun dediği üzere, arzusunun hilafına gelişen, mahşeri vicdanda rahatsızlık yaratan siyasi olayları yorumlamak ağaca bakarken ormanı gözden kaçırmakla eşanlamlıdır. Bu şimdinin konusu değildir. Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiştir. Demem odur ki, bitmiş ve oynanmış bir maçın skorunu konuşmak faydasızdır. Dikiz aynasına bakarak önümüzü görmek de akıl karı değildir. Gerçek olan şudur: Sayın Davutoğlu nasıl gelmişse öyle gitmiş, geride yaklaşık 21 aylık bir Başbakanlık ve genel başkanlık hatırası bırakarak şimdilik köşesine çekilmiştir. AKP’de yeni bir dönem başlamış, yeni bir isim, yeni bir soluk işbaşı yapmıştır. İktidar partisinin kendi iç dinamikleri doğrultusunda ve siyasi tasavvurları sonucunda bir yönetim değişimine gitmesi kendi bileceği bir konudur. Cumhurbaşkanı’nın olağanüstü kongreye tümüyle damga vurup gönderdiği mesajının ayakta ve pür dikkat dinlenmesi de AKP’lilerin tercihidir. Alan memnun satan memnunsa bize yalnızca saygı duymak düşecektir. Sayın Binali Yıldırım’ın konuşmasında özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yoğun sadakat vurgusu esasen bundan sonrasının ipuçlarını vermesi bakımından kayda değerdir. Aslında Sayın Yıldırım’ın kime sözcülük yaptığı ortadadır. Bizim için asıl tartışmaya ve konuşulmaya açık taraf Sayın Yıldırım’ın başkanlık sistemiyle ilgili görüş ve düşünceleridir. AKP’nin 2.Olağanüstü Kongresi başkanlık sisteminin hazırlık ve icrasına göre ayarlanmış, yönetim yapısı ve takip edilecek politikalar buna müzahir tecelli etmiştir. Sayın Yıldırım yaptığı konuşmasında aynen şöyle demiştir: “Bugün yapmamız gereken en önemli iş, fiili durumu yasal hale getirmek, anayasayı ve bu kafa karışıklığını sona erdirmektir. Bunun yolu da yeni bir anayasadır, yeni anayasada başkanlık sistemidir.” Sayın Yıldırım’a göre, deyim yerindeyse Türkiye’nin her sorunu halledilmiş, milletimizin her ihtiyacı karşılanmış ve geriye yalnızca başkanlık sistemini tesis etmek kalmıştır. Bu anlayışa göre yeni anayasayla kast edilen başkanlık sistemidir. Ve başkanlık sistemi yeni anayasanın ta kendisi olarak değerlendirilmektedir. Şayet bu amaç gerçekleşmezse partili cumhurbaşkanlığı teklifi sahneye sokulmak maksadıyla yedekte tutulmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin hem başkanlık sistemi hem de partili cumhurbaşkanlığı konusundaki yaklaşım ve tutumu nettir. Bu kapsamdaki kanaatlerimizi defalarca milletimizle paylaştığımız bilinen bir husustur. Başkanlık sisteminin bize göre mahsurları çoktur. Türkiye’nin bugünkü temel ihtiyacı yeni bir sistem değil, var olanı verimli ve etkin bir şekilde çalıştırmaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan 14 Ağustos 2015 tarihinde sistemin fiilen değiştiğini söylemişti. Buna dayanak olarak da millet tarafından seçildiğini göstermişti. Bu sözler kendi içinde tutarlı olsa da sayın Erdoğan’ın görüşüdür. Ve kahramanlıklarla temelleri kazılmış bir sistemi, fiilen değişti demekle bozmak ve itibarsızlaştırmak; görevi ve makamı ne olursa olsun kimseye bir yarar sağlamayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinin eseridir. Milletin ise başkanlık gelsin dediğine aklı başında hiç kimse şahitlik etmemiştir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak milli ve manevi değerler ekseninde her zaman uzlaşmaya varız. Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye’nin tarihi hak ve çıkarlarını savunmaya, eksikleri gidermeye, tahribatları onarmaya hem hazırlıklı hem de kararlıyız. Ancak başkanlık sistemi gibi dibi görünmeyen kuyudan su içmeye ne irademiz, ne de isteğimiz vardır. Bunun aksine bizi zorlamaya, yönlendirmeye, baskı altına almaya hiç kimse tevessül etmemeli, ilkelerimizi ve sözlerimizi yutmamızı hiç kimse beklememelidir.
Değerli Arkadaşlarım, Dediğim gibi, Türkiye’nin lehine olacak, milletimizi bir adım ileriye taşıyacak her samimi ve dürüst öneriye her zaman açık olduk, gereği neyse de yaptık. Acil çözüm bekleyen temel sorun alanlarına çekinmeden, kim ne söyler, kim nasıl bakar çelişkisine kapılmadan müdahil olduğumuz bir vakıadır. Hatırlayınız, 2007 yılında, gerilimlerin başlangıcı olan Cumhurbaşkanı seçiminde yeniden bir tıkanmaya izin veremezdik, bu yüzden 367 garabetini Meclis’e girerek bitirdik. Başörtüsü konusunun çözümünde tamamen iyi niyetli girişimlerde bulunduk, kaosa kalkan el olarak suçlandık, buna rağmen oyunu bozduk. Laik-dindar ayrımına dayalı kutuplaşmayı durduracak kucaklaşma siyaseti izledik. Bölücü terörle mücadele çerçevesinde Meclisi ve hükümeti sınır ötesi tezkere kararı almaya davet ettik, destek verdik ve geri adım atmadık. Türklüğe hakareti hoş gören tekliflere, yabancılara toprak satışına, yabancı vakıfların imtiyaz kazanmasına güçlü bir şekilde karşı çıktık, itiraz ettik. AKP hakkında açılan kapatma davasında demokrasinin ve milli iradenin yanında olduk, tereddüt geçirmedik, hiç taviz vermedik. Eğitim sistemiyle ilgili değişiklik tekliflerinde olumlu bulduğumuz yanları destekledik, arkasında durduk. Milli konularda hükümeti yalnız bırakmadık, devlete ve millete meydan okuyan hainlere karşı herhangi bir karşılık ve taltif beklemeden milletimizle aynı tepkiyi gösterdik. Dahası terörle mücadelede güvenlik güçlerimizin ve hükümetin elini güçlendirmek için üzerimize ne düşüyorsa yaptık ve kimse şüphe etmesin ki yine yaparız. Partimiz, iyi niyetini, demokrasiye bağlılığını ve kendisine olan güvenini göstermiştir. Türkiye’nin çözüm bekleyen sorunları dururken, kısır tartışmaların geleceğimizi ateşe atmasına izin veremezdik. Nitekim vermedik. Bize gönül vermiş vatandaşlarımızın destekleri ile sorunların üzerine gittik ve Türkiye’nin gerçek gündemle yüzleşmesini sağladık. Yapay çatışmaları durdurduk ve karşımızdaki tehlikelerin görünmesine yardımcı olduk. Yıllardır gerginliklerle milletimizin gözünü boyayanların tuzaklarını bozduk. Ağır istismarların ve zihinleri meşgul eden kavgaların nispeten azalmasıyla milletimizin yoksullaştığının, oyalandığının farkına varmasını sağladık. Biliyor ve teyit ediyoruz ki, ülkemizin sorunları mutlaka demokrasi içerisinde ve demokratik yöntemlerle aşılmak mecburiyetindedir. Bunun başka yolu ve çaresi yoktur ve asla aranmamalıdır. Bizler, bu topraklar üzerinde yüzyıllardır yaşayan, müşterek değerleri ve hedefleri farklılıklarından fazla ve anlamlı olan büyük bir milletin mensuplarıyız. Bugün üzerinde kara bulutlar gezinen demokrasimizin kök salması, öncelikle bir arada yaşama kültürünün varlığına ve buna ait kuralların yerleşmiş ve diyalog kanallarının açılmış olmasına bağlıdır. Önümüzdeki süreçte, siyasetin ahlaki bir temele dayanacağı, ucuz siyaset tacirlerinin artık Türk milletini aldatma imkânı bulamayacağı yeni ve milli bir anlayışın hâkim kılınması temennimizdir. Bir ahlak ve fazilet rejimi olan demokrasinin, bunca şeyden sonra kök salması ve gelişmesi böyle bir ortamda mümkündür. Ancak, Milliyetçi Hareketi anlamayanların, anlamak istemeyenlerin, alışkanlıklarını değiştirmeyi düşünmeyenlerin eleştirilerini anlamlandırmak bize göre imkansızdır. Gelişmeler, bizim önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben ilkemizin, bazı siyasiler için ne kadar anlaşılmaz olduğunu göstermiştir. Bugüne kadar; uzlaşma kültürünün merkezinde bulunduğu yeni bir siyaset anlayışının şart olduğunu söyledik. Bunun neresi yanlıştır? Cepheleşmenin önce ülkemize sonra demokrasimize zarar vereceğini öngörerek rejim ve sisteme sahip çıkılmasını önerdik. Bunda nasıl bir sakınca vardır? Kutuplaşmanın son bulması, sağırlar diyalogunun bitmesi için siyasi irtibat ve görüşme zeminlerinin açılmasını teklif olarak sunduk. Bunda ne gibi bir hata görülmektedir? Ahlak ile siyaset arasındaki kaçınılmaz ilişkinin iyileştirilmesi, şeffaflaştırılması, yolsuzlukların bitirilmesini gündeme getirdik. Bu önerinin neresinde tehlike vardır? Şimdi bizden başkanlık sistemiyle ilgili olumlu tavır bekleniyor. Ve bizden partili cumhurbaşkanlığı konusunda iyimser ve yapıcı bir adım isteniyor. Milliyetçi Hareket Partisi sistem tartışmalarının çok ciddi badirelere yol açacağını görmektedir. Başkanlık sisteminin veya fiilen uygulansa da partili cumhurbaşkanlığının ileride aşırı bedellere mal olacağını bilmektedir. Ekonomik göstergeler alarm vermekte, vatandaşımız giderek yoksullaşmaktadır. Çiftçimiz, esnafımız, memurumuz, işçimiz, küçük sanayicimiz ve emeklimiz zordadır. Mayıs ayında döviz yükselmiş, yabancı yatırımcılar kaçmaya başlamıştır. Gene kaybeden millet, gene kazançlı çıkan zillettir. Türkiye üretim yoksulu, yatırım yoksunudur. Ne var ki, bunları konuşan yoktur. Yol yapılıyor güzel, köprü yapılıyor tamam, havalimanı inşa ediliyor ve hızlı trenler işliyor bunlara da diyecek yoktur. Fakat milletimiz hala açtır, hala işsizdir, hala gelirsizdir, hala adaletsizliklerle boğulmaktadır. Bunlar yetmiyormuş gibi, Türkiye’nin etrafındaki küresel gerginlikler giderek artmaktadır. Irak, Suriye ve sınırlarımızın hemen yanı başındaki kanlı tablo Türkiye’nin bekasını tehdit etmektedir. Sormak isterim ki; Türkiye huzura ulaşacaksa, tek çare başkanlık mıdır? Türkiye uzaya mekik gönderdi de, buna parlamenter sistem mi engel çıkardı? Türkiye çağ atlayıp muasır medeniyetler üzerine sıçrayacaksa bunun anahtarı başkanlık sistemi midir? Zenginliğin formülü, kalkınmanın sihri, büyümenin, yükselmenin, kudret kazanmanın yegane ilacı başkanlık sisteminde mi görülmektedir? Bu nasıl bir propaganda, nasıl bir algı oyunudur? Çift başlılıktan şikâyet ediyorlar. Devlet hızlansın, hızlı karar alsın diyorlar. Patinaj bitsin, Türkiye kazansın iddiasındalar. Bunlara itirazımız yoktur ve parlamenter sistem revize edilerek bu hedeflere de rahatlıkla ulaşılabilecektir. Bize göre çift başlılıktan yakınanlar, hızdan, süratten bahsedenler sanıyorum milletimizle alay etmekten hicap duymayanlardır. Partimiz Türkiye’nin bütün meselelerinin güçlü bir iktidarla ve namuslu siyaset kadroları ve yüksek vatan sevgisi ile aşılacağına inanmaktadır. Önemle bildirmek isterim ki, başkanlık sisteminin doğası gereği yasama ve yürütme arasında paylaşılan iktidar ve onun ürettiği çift başlılık bugünkü sorunları emin olunuz mumla aratacaktır. Buna dair birçok örnek vermemiz mümkündür. ABD’de zaman zaman görüldüğü üzere, başkanın siyasi tercihlerini her adımda sorgulayan bir yasama lideri hükümeti kilitleyebilmektedir. Başkanlık sisteminde çift başlılık giderilmesi neredeyse imkansız bir zorluk olarak mevcut bulunmaktadır. Bu durum başkanlık rejimlerinde zaman zaman etkinliğini tamamen yitiren hükümet uygulamalarına yol açmaktadır. Başkanlık sisteminin kabulüyle yasama, yürütme ve yargı arasındaki hassas denge bozulacak, güç bir elde toplanabilecektir. Her fırsatta söylediğim gibi, demokrasi ararken despotizm bulunması kaçınılmaz olacaktır. Bizim AKP hükümetine desteğimiz terörle mücadeleyle sınırlıdır. Başkanlık sistemi ve partili cumhurbaşkanlığı konusunda vereceğimiz destek, sunacağımız herhangi bir katkı zamanın ve şartların ruhuna uygun olacak şekilde yoktur. Yeni kurulacak hükümetin önce terörün kökünü kazıması, Türkiye’nin belini doğrultması en içten beklenti ve tavsiyemizdir. Amaç bu olursa AKP hükümeti korkmasın, Milliyetçi Hareket Partisi cesurca destekçisi olacaktır. Doğru yapılan ne varsa yanındayız, yanlışta da karşı çıkışlarımızı mutlaka sürdürecek, milletimizin hak ve hukukunu her daim müdafaa edeceğiz.
Değerli Milletvekilleri, TBMM geçen hafta tarihi bir oylamaya sahne olmuş ve girdiği sınavdan yüz akıyla çıkmıştır. İlk turu 17 Mayıs’ta, ikinci turu 20 Mayıs’ta yapılan ve milletvekili dokunulmazlığının görüşüldüğü anayasa değişiklik teklifi referandum eşiği aşılarak kabul edilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin 40 değerli milletvekili oylamalara eksiksiz ve tam katılım sağlayarak milli vicdanın beklentisini harfiyen yerine getirmiştir. Bu itibarla sizleri ve milletvekili dokunulmazlığının kalkması için oy kullanmış farklı partilerden arkadaşlarımı yürekten tebrik ediyorum. Şahsımın da fezlekesi bulunmasına rağmen halkın ve hakkın safında durmaktan dolayı bahtiyarım, kıvançlıyım. Çünkü bizim korkacak, saklanacak, yüzümüzü kızartacak hiçbir suçumuz yoktur. Çünkü bizim kararlarımıza ipotek koyacak, başımızı öne eğecek, ayağımıza dolanacak yanlışımız, ihanetimiz hamd olsun olmamış, olmayacaktır. Diyarbakır Dürümlü’de tonlarca bombaya kurban gitmiş vatandaşlarımızın hesabını sormak için dokunulmazlık zırhının delinmesi şarttı. 20 Temmuz’dan buyana 550 şehidimizin kanına giren katillerin sırtını sıvazlayan, terörist tabutlarını omuzlayan, otomobillerinin bagajlarında silah taşıyıp şerefsizlere övgüler yağdıran bölücüleri adalete teslim etmek için dokunulmazlık bariyerini yıkmak elzemdi. Gazi Meclis bunu yapmış, bunu başarmıştır. Teröre bulaşmış, teröriste yardım ve yataklık yapmış kim varsa şimdi derdini hâkime anlatacaktır. Özellikle ilk tur oylamada CHP ile HDP’nin aynı çizgide buluşması ibretlik bir sonuçtur. CHP Genel Başkanı, milletvekili dokunulmazlığının bir defaya mahsus kaldırılmasıyla ilgili anayasa değişiklik teklifine evet diyeceklerini daha önceden açıklamasına rağmen, bunun tam tersini yapmıştır. İkinci tur da zor oyunu bozmuş, bir kısım CHP milletvekili doğruyu görmüştür. 7 Haziran Milletvekilliği Genel Seçimleri sonrası yüzde 60’lık bloktan bahsediyorlar, iktidarın bu bloğun hakkı olduğunu söylüyorlardı. Milliyetçi Hareket Partisi’ni Kandil’in yanına çekmek istiyorlardı. Akıllarınca şahsıma başbakanlık öneriyorlardı. Yüzsüzce Milliyetçi Hareket Partisi’ni İmralı’nın vesayetine teslim etmeyi planlıyorlardı. Utanmadan Milliyetçi Hareket Partisi’ni tarihi rotasından çıkarıp bir iktidar uğruna PKK’yla yan yana getirmeyi projelendiriyorlardı. Çok şükür başaramadılar, bugün olsa yine başaramazlar. Mehmetçiğin kanını döken hainleri kucaklayanlarla bir hükümet çatısı altında buluşmak bizim yok oluşumuz, 47 yıllık mirası inkar etmemizdir. Biz gerekirse bit için dam yakarız, yine de Türk düşmanlarıyla bir araya gelmeyiz. Senaryosu Türkiye hazımsızı çevrelerce yazılmış her tezgahı, her kumpası elimizin tersiyle iter, milli ülkülerimizden asla vazgeçmeyiz. Biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz. Kırmızı plaka uğruna kırmızıçizgilerimizi silemeyiz, AKP’den kurtulmak hesabına PKK’ya yanaşamaz, ihaneti temize çıkarmak için kökümüzden kopamayız. HDP’yle aynı hizaya düşmüş CHP elbette millete bunun açıklamasını yapacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin özlemlerine tercüman olmuş, dokunulmazlığın arkasına saklanmış bölücülere mahkeme yolunun açılmasına sonuna kadar destek vermiştir. Artık söz ve karar Türk adaletinindir. Muhterem Arkadaşlarım, Kıbrıs’ta kalıcı barış anlaşmasına yönelik yeni dönem müzakereler, KKTC’de yapılan son Cumhurbaşkanı Seçimlerinin ardından hız kazanmıştır. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Sayın Mustafa Akıncı, çözüme dair konunun bu dönem içerisinde elde edilmediği takdirde, gelecekte bu şansın yakalanmasının zor olduğunu ifade etmişti. Bu tutum Güney Kıbrıs Rum Kesimi tarafından makul karşılanmış ve BM gözetiminde yeni dönem müzakereler başlamıştı. BM’nin ilkesel olarak müzakerelere dair benimsediği yeni dönem stratejisinde öncelikle adada bulunan iki kesimin gerekli olan tüm konuları müzakere etme metodu kararlaştırılmıştı. Bu süreçte garantör ülkelerin uzak tutulacağı, ancak güvenlik ve güvence konularının ele alınacağı son aşamada konuya dâhil edileceği anlaşılmaktadır. Rum yönetiminin 2004 yılında Avrupa Birliği’ne üye olması, adada tesis edilmeye çalışılan kalıcı barışın sağlanmasında Türkiye ve KKTC’nin elini zora sokmuştur. Bu tarihten sonra Annan Planı başlığı ile yeni çözüm arayışları devreye sokulsa da Rum Kesimi’nde yapılan referandumda elde edilen “hayır” sonucu ile plan gerçekleşmemiş ve Kıbrıs meselesi bir bakıma sürüncemeye bırakılmıştır. Görüldüğü kadarıyla, Doğu Akdeniz’de keşfedilen zengin doğalgaz ve petrol yatakları adada kalıcı barışın sağlanması yönündeki ivmenin birincil nedenleri arasındadır. Özellikle ABD yönetiminin Kıbrıs’a olan ilgisinin arka planında yatan gerekçelerin başında da bu gelmektedir. Geride kalan son iki yıllık dönem içerisinde ABD yönetimi adaya üst düzey ziyaretler gerçekleştirerek, bir anlaşma zeminin oluşması için yoğun gayret sarf etmiştir. Bu anlamda ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry adayı ziyaret ederek iki kesimle görüşmeler gerçekleştirmiştir. ABD’nin Kıbrıs sorununa yaklaşımı, Doğu Akdeniz’den çıkarılacak doğalgaz kaynaklarının Kıbrıs üzerinden Avrupa Birliği’ne taşınması temelinde şekillenmektedir. Biden’ın, Davutoğlu’yla geçen Ocak ayında İstanbul’da yaptığı görüşmede “çözümün Avrupa’nın enerji güvenliğini güçlendireceği” değerlendirmesini ilettiği de bilinmektedir. Şimdiye kadar yürütülen müzakereler “iki toplumlu, iki bölgeli federasyon” çerçevesinde gerçekleştirilmiş olsa da konuşulan meseleler geçmişte masaya konulan ve büyük ölçüde sıkıntıları bulunan Annan Planı ile aynı ölçüdedir. Anlaşılacağı üzere masada bulunan planın öncekilerden bir farkı yoktur. Aradaki fark sadece müzakerelerin metodu ve yine geçmişe göre “daha mahrem düzeyde” seyretmesidir ki, buradaki amaç da plana karşı oluşabilecek tarafların ve ilgili toplumların tepkisini mümkün olan en düşük seviyede tutabilmektir. Mülkiyet meselesi müzakerelerin en sıkıntılı alanı olma durumunu geçmişte olduğu gibi bugün de sürdürmektedir. Adada bulunan pek çok Türk’ün düzenlenecek nüfus ayarlaması ile tekrar Türkiye’ye gönderilmesi bahsi plan dâhilindedir. Yine mülkiyet başlığı altında Rumlara verilecek son derece ağır tazminatlar müzakere edilen konular arasındadır. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın tutumuna bakıldığında bu anlamda Türk tarafının neticeyi kabul ettiği, fakat bunun için başta ABD olmak üzere diğer taraflardan destek görmeyi arzu ettiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla müzakerelerde ele alınan konuların sonuçları hem Türkiye hem de adada bulunan Kıbrıs Türklüğü için büyük sıkıntılar doğuracaktır. Türkiye’nin bu kritik ve bunalımlı döneminde Kıbrıs Türklüğünün kaderine terk edilmemesi milli şereftir. Zira Kıbrıs Türk’tür, Türk’ün yurdudur ve Türk kalacaktır.
Değerli Milletvekilleri, Türk milleti tanımını kapsayıcı ve yeterli bulmayıp iç ve dış etki ve baskılarla hukuki ve siyasi bir karşılığa oturtulma çabası Türkiye’nin yıkımıdır. Bu şartlarda Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği ulus-devleti ve üniter yapıyı korumak ve yönetmek tamamen imkânsız hale gelecektir. Buradan, önce bir Türk milliyetçisi, sonra Milliyetçi Hareket Partisi’nin bir mensubu ve nihayet Genel Başkanı olarak aziz milletimizi aydınlatmayı bir milli sorumluluk ve vatan görevi telakki ediyorum. Biliniz ki, göz ardı edilemeyecek, basit tedbirlerle geçiştirilemeyecek, masum talepler olarak küçümsenmeyecek derecede önemli olan, karşımızdaki ağır tehdit; Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını, geleceğini ve sınırlarını hayati derecede yakından etkileyecek düzeyde bir beka sorunudur. Aziz milletimizin bin yıllık kardeşliğini ve milli kimliğini aşındırarak, milletleşmeyi alt kimliklere; ulus-devleti ise çok kimlikli ve çok dilli bir yapıya dönüştürecek olan sosyolojik parçalanma sorunudur. Türkiye’nin kendi coğrafyası ve insanlarını kendi başkentinden yönetemez hale geleceği ve hükümranlık gücünü kaybedeceği, devlet yapısına yönelik bir tehdit olarak stratejik çözülme ve siyasal dağılma sorunudur. Türkiye’nin ayrışma dinamiklerinin etkisini tırmandırması ve etnik bölücülüğün siyasallaşması halinde yaşanabilecek çatışma ortamı nedeniyle, birliğimize de tehdit teşkil eden bir milli güvenlik ve asayiş sorunudur. Türkiye’nin karşısındaki tehlikenin ana hatları özetle bunlardır. 65. Cumhuriyet Hükümetini; bu sorunlara kafa yorması, tedbir geliştirmesi ve direnmesi halinde tek başına bırakmayacağımızı, sağlam bir şekilde destek çıkacağımızı peşinen ifade etmeliyim. Büyük Türk milletinin kaderi üzerinde kumar oynayanların maksadı, Türkiye’yi ayrışma, ayrıştırma ve çatışma ortamına yönlendirmektir. İhtiyacımız olan, Türkiye’nin karşısına çıkartılan bu zorlu süreci yönetebilecek ve bu çok yönlü tehditleri bertaraf edecek vizyona, inanca, stratejiye, bağımsız karar mekanizmaları ve iktidar gücüne sahip olmaktır. Bu olumsuzluklara ilave olarak, üzerinde bulunduğumuz bölge coğrafyasında yaşanan küresel gelişmeler de Türkiye’nin içine sürüklendiği süreci hızlandırmaktadır. Bölgemizde etkisi hissedilen küresel güç; tehdit, telkin, dayatma, işbirliği veya sözde iyi ilişkiler gibi elastiki ve değişken mekanizmaları kullanarak Türkiye’yi bölmeye ve kontrol etmeye çalışacaktır. Bunun önüne geçilmesi için milli ve güçlü bir iktidar tarihi zorunluluktur. Bu süre içinde ülkemizi denetim altında tutacak ekonomik ve siyasi tuzaklar döşenmiş, Türkiye komşu ülkelerdeki gelişmelere müdahale sürecinden tamamen dışlanarak, başta Türkmen nüfusun hakları olmak üzere sözde milli tez ve iddiaları defalarca ihlal edilmiştir. Türkiye’nin başka devletlerin izni ve müsamahası ile kurulmuş bir lütuf cumhuriyeti ve sömürge artığı olmadığı bir gerçektir. Üzerinde yaşadığımız cennet ülke; şehit kanı ve emeği ile doğmuş; aklın, cesaretin ve kahramanlığın milliyetçilikle yoğrulduğu milli, üniter ve laik bir devlettir. Bin yıla yakın bir süredir beraber yaşayan ve ortak bir kaderi paylaşan bütün Türk vatandaşları, bu yapı içinde Türk milletinin eşit ve onurlu evlatlarıdır. Türk milli kimliği Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel harcıdır. Türk milletinin en büyük zenginliği ve güç kaynağı ise bu temel harca ruh ve anlam katarak tarihin her döneminde koruduğu ve yücelttiği milli birliği ve kardeşliğidir. Bu birliğin ve kardeşliğin devamı her arayış ve gayenin önünde ve üstündedir. Bize göre, bu topraklara vatanım, bu insanlara milletim, bu bayrak ve bu ülke benim diyen herkesle kucaklaşmak, üç kıtayı asırlarca yönetmiş aziz ceddimizin manevi mirası ve kutlu bir emanetidir. Milliyetçi Hareket Partisi, Türk milletini; Ortak bir tarihîn sunduğu zemin üzerinde, Birlikte yaşama arzu ve iradesini ortaya koyan, Tarihî süreçte ortak bir kaderi paylaşma duygusunu ve gelecek ülküsünü taşıyan, Milletler camiasında kendine has vasıf ve kimliğe sahip olduğuna inanan sosyal, tarihi ve kültürel bir bütün olarak mütalâa etmektedir. Bu itibarla, büyük Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözünde anlamını bulan millet gerçeği, Türkiye’mizin bağımsız, güçlü ve demokratik bir ülke olarak ilelebet var olmasının da temeli ve olmazsa olmaz ön şartıdır. Önümüzdeki dönem, önemli siyasi ve sosyal gelişmelere açık gerilimlerle dolu yeni bir çatışma alanının yaklaştığına işaret etmektedir. Geren ve gerilen arasındaki ince çizgi kopma noktasına gelmeden gösterilecek hassasiyete büyük gereklilik vardır. Bölücü emelleri için Türkiye’yi karanlık bir tünele zorla itmek isteyenlerin hesaplarını boşa çıkarmak da hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır. İnanıyorum ki, Türk milleti böylesi bir ülkü birliğiyle, sağduyu, irfan ve basireti gösterecek ve ne derece vahim olursa olsun her felaketi aşacak güce sahip olduğunu, dosta ve düşmana bir kez daha ispat edecektir. Bizim kavramları putlaştırarak “milletsiz demokrasi” peşinde koşmak gibi bir lüksümüz yoktur. Parçalanmış, birliği bozulmuş, çözülmeye yüz tutmuş bir millet varlığının, yalnızca demokrasi ile yaşatılmaya çalışılması, yoğun bakım şartlarında solunum cihazına bağlı bir hayatı bilinçsizce sürdürmek gibi anlamsız ve yetersiz bir çabadır. Milliyetçi Hareket Partisi ve ona gönül vermiş Türk milliyetçilerinin asırlık fikriyatını ve sarsılmaz karalılığını buradan bu vesile ile aziz milletimizle paylaşmak istiyorum: Devletimizin adı Türkiye Cumhuriyeti, mensup olduğumuz beşeri cevher Türk milletidir. Büyük Türk milleti asla ayrılık kabul etmeyen ve etmeyecek olan bölünmez bir bütündür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, büyük Türk milletinin kalpgâhı, hayat ve varlık alanıdır. Başkentimiz Ankara, Cumhuriyetimizin yönetim merkezi ve Milli Mücadele kahramanlarının Türklüğe bir emanetidir. Bayrağımız, hiçbir renk ve işaretle değişmesi ve ortak koşulması mümkün olmayan, rengini şehit kanından almış ay yıldızlı albayraktır. Yüksek kahramanlığı abideleştiren, Milli Mücadeleyi destanlaştıran manzum şaheserimiz, asla yenisi yazılmayacak olan İstiklal Marşı’dır. Türk milletine binlerce yıldır ihtişamlı eserler kazandıran, varlığımıza mana katan kültür ve gönül pınarımız ise Türkçe’dir. Her milliyetçinin bütün benliği ile savunduğu bu mukaddesat, gerek bizimle uzlaşma arayanlar için asgari düzeyde kabul edebileceğimiz yegâne ortak zemin, hem de yanlış hesaplar içinde olanlar açısından dikkat edilmesi gereken hususlardır. Çünkü Milliyetçi Hareket, yıllardır yapılan ağır tahribatlara rağmen Türk milletinin dimdik ayakta kalmış son kalesi, derin çatışmaların yaşandığı bölgemizde Türk devletinin son siperidir. Ve bu siper teslim alınamayacaktır. Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, siz değerli milletvekilli arkadaşlarımı, saygıdeğer misafirlerimizi bir kez daha saygılarımla selamlıyor, her birinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.
|