Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin TBMM Grup Toplantısı Konuşma Metni
6 Kasım 2007
Muhterem Milletvekilleri,
Basınımızın Kıymetli Mensupları
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum,
Türkiye’mizin içine sürüklenmek istendiği terör destekli bölünme senaryolarının hız kazandığı son zamanlarda, vatandaşlarımızın ve Mehmetçiklerimizin hayatlarını kaybettikleri vahim gelişmeler hepinizin malumudur.
Bu kapsamda, 22 Ekim 2007 tarihinde, bir çatışmadan sonra teröristler tarafından alıkonulan sekiz askerimizin vatan görevlerine geri dönüşlerinden duyduğum buruk memnuniyeti ifade etmek istiyorum.
Askerlerimizin serbest bırakılması sürecinde yaşanan vahim manzaralar bölücü terör örgütünün kendisini meşru kılabilmek için yeni bir propaganda dönemini başlatmak istediğinin açık bir işaretidir.
Oynanan senaryo ve olayın aktörleri ortaya çıkmıştır. PKK militanları, Türkiye’den bölücü temsilciler, Amerikalı askerler, Irak Hükümeti ve aşiret reislerinden oluşan bir sevk zinciri, terörizmin ve bölücülüğün kimler tarafından himaye edilip yönetildiğini itiraza yer bırakmayacak şekilde göstermiştir.
Terör örgütünün yuvalarını bilmediklerini ısrarla söyleyen ABD’li yetkililer ile “bulmak imkânsız” diyerek yaygara kopartan aşiret reislerinin niyetleri bu hadise ile tüm gerçekliğiyle anlaşılmış bulunmaktadır.
Genişletilmiş Irak’a Komşu Ülkeler Konferansında, Irak Başbakanı tarafından sunulan öneri paketinde yer alan; PKK mensubu olduğundan şüphe duyulan herkesin tutuklanması ve sorgulanmasına yönelik vaadinin hemen akabinde, askerlerimizi bırakan teröristlerin neden tutuklanmadığı da ayrıca sorgulanması gereken bir konudur.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün “Askerlerin bırakılması nedeniyle Irak hükümetinin çabalarını alkışlıyoruz” ifadelerinin de ikiyüzlü bir yaklaşım olduğunu buradan belirtmek istiyorum.
Olayı daha da vahim hale getiren ise senaryoya, TBMM’nde temsil edilen bir partinin üç milletvekilinin de başrolde katılmış olmasıdır. Yol kenarına konmuş ve üzerinde PKK paçavrası ile İmralı canisinin resmi bulunan bir masada, sözde teslim belgeleri imzalanmaya yeltenen bu güruhun maksadı tam bir ihanet örneğidir.
Bu olayın bütün ayrıntıları ile ortaya çıkarılması hükümetin görevidir. Türkiye, bu şahıslar hakkında hükümetin tutumunu ve adaletin vereceği kararı merakla beklemektedir.
Değerli Arkadaşlarım,
Özellikle son aylar içinde ardı ardına gelen kanlı eylemlerin, milletimizde uyandırdığı infialin devam ettiği, al bayrağımızın yurdumuzun her köşesinde, vatandaşlarımızın ellerinde yükseldiği bir dönemi yaşıyoruz.
Tepkilerin sona ermesi ve gönüllerin huzur bulması, ancak hükümetin almış olduğu kararları etkinlikle uygulaması ve teröre beklenen cevabı vermesi ile mümkün olacaktır.
Hükümet, verilecek karşılık ve alınacak acil tedbirler için yavaş davranmakta, tüm dünyayı ikna etmek gibi gereğinden fazla bir kaygı ile zaman kaybetmektedir.
Elbette uluslararası camianın desteğinin, sorunların çözümünde en önemli unsur olması çağımızın bir gerçeğidir. Ancak, sıcak bir müdahaleyi gerektirecek olan bu aşamaya kadar, gerekli ikna ve destek alınmış olmalı, Türkiye bir harekât için diplomasinin gereklerini önceden yapmış olmalıydı.
Oysa hükümetin geçmiş yıllarda yapması gerekenleri, birkaç aya sığdırmak üzere yoğun bir girişim başlatmış olduğu görülmektedir.
Bu sıkışık süre içinde sonuç alınması elbette hepimizin dileğidir. Ancak bu konuda, her gün şehit cenazeleri kaldıran aziz milletimizin bekleyecek sabrı kalmamıştır.
Bugün itibariyle, Irak’tan ülkemize sızarak, Şırnak’ın Beytüşşebap Kırsalında kurşunlanan aziz vatandaşlarımıza yönelik katliamın üzerinden tam 37 gün geçmiştir.
Şırnak’ta 13 askerimizin şahadeti ile sonuçlanan saldırının üzerinden 29 gün, Hakkari'nin Yüksekova İlçesi kırsalında 12 Mehmetçiğimizin şahadetinin üzerinden ise tam 15 uzun gün geçmiş bulunmaktadır.
Yaşanan bu toplu kayıplar, aziz milletimizin sabrını taşırmış, teröre bir son verilmesi, teröristlerin saklandıkları inlerinde bir an önce imha edilmesi için milli bir kararlılığa vesile olmuştur.
Nitekim, milletimizin beklentisine cevaben, artık meşru ve haklı hale gelmiş bulunan sınır ötesi operasyon için Türkiye Büyük Millet Meclisi süratle karar almış ve hükümete gereği için yetki vermiştir. Tezkere kararının üzerinden ise tam 19 gün geçmiş bulunmaktadır.
Aradan geçen bu sürede, hükümetin teröre karşı acil tedbirler alması ve müdahalede bulunması için isteksizlik gösterdiğine yönelik olumsuz kanaatler kamuoyuna yerleşmeye başlamıştır.
Bu, milletimizin, hükümetine ve devletine olan güvenini sarsacak ve toplumu kontrol dışı ve münferiden tepki vermesine yöneltecek tehlikeli bir sürecin önümüzde bulunduğunu göstermektedir. Ortaya çıkan bu tehlikenin kaynağı, konuya hazırlıksız yakalanan hükümetin ihmallerinde aranmalıdır.
Değerli Arkadaşlarım,
Önümüzdeki günler, hükümetin, yıllardır göz ardı ettiği bölücülük ve bölücü terör konusunda, kalıcı bir karar gerektiren, keskin bir yol ayrımına yaklaştığını göstermektedir.
Sayın Başbakan’ın, bundan tam 29 gün önce, teröre müdahale için bir milat ilan ettiği toplantı nihayet dün gerçekleşmiştir. ABD Başkanı ile Sayın Başbakan ve heyeti umutla beklenen görüşmeyi gerçekleştirmiş bulunmaktadır.
Türkiye'nin terörle haklı mücadelesinde yanında yer almaktan kaçınan ve tezkere sonrasında Türkiye'ye "Bize üç gün süre verin" diyerek zaman kazanan Beyaz Saray yönetimi ile yapılan görüşmenin somut neticeleri elbette birkaç gün içinde anlaşılacaktır.
Ancak görülmektedir ki, Türkiye’nin milli güvenliği konusunda atması gereken adımlar için Bush’un onayını almak amacıyla Washington’a giden Başbakan, aradığını bulamamış, içi boş güvenceler ve etkisiz bazı adımlar atılacağı vaatleriyle geri dönmek zorunda kalmıştır.
ABD’nin Türkiye’ye böyle bir muameleyi reva görmesinden ve Başbakan’ın Türk milletini böyle bir duruma düşürmesinden büyük bir esef ve infial duyduğumuzu belirtmek istiyorum.
Bu görüşme müttefikimiz ABD için Kuzey Irak’taki bir avuç Peşmergenin istikrarının, Türkiye’nin güvenliğinden ve toprak bütünlüğünden daha önemli ve öncelikli olduğunu göstermiştir.
Türkiye’nin beka sorunu, ABD’nin bölgedeki küçük hesaplarına feda edilmiş başkan Bush Türkiye’yi yaralama pahasına teröristleri himaye eden Barzani’yi koruma yolunu seçmiştir.
Dün akşam Beyaz Saray’da yapılan görüşme sonrasında oval ofiste iki liderin yaptığı açıklamada;
- PKK’nın tasfiyesi,
- Türkiye’nin Kuzey Irak’a sınırötesi askeri harekatı,
- PKK’ya karşı Türkiye ve Amerikanın etkili sonuç verebilecek çapta ortak operasyonu,
- Kuzey Irak’taki PKK kamplarının dağıtılması,
- Lider kadrolarının yakalanarak Türkiye’ye iadesi,
- Lojistik desteğinin kesilmesi,
- Mahmur kampı ve
- Kandil dağı yoktur.
Bunun yerine iki lider havanda su dövmüş ve bazı tali konularda ortak hareket görüntüsü vermek için özel çaba sarfetmiştir.
Türkiye için bıçağın kemiğe dayandığı ve sözün bittiği yerde iki lider; Terörle mücadelede istihbarat değişimi, diplomasi, siyasi ve askeri düzeylerde ortak çalışmaların devamı ve bu amaçla askeri makamlar arasında yeni bir üçlü bir mekanizma kurulmasıyla sınırlı bir mutabakata varmışlardır.
Başbakan Erdoğan’ın Beyaz Saray’da Başkan Bush’la yaptığı ortak açıklama, Beyaz Saray görüşmesi öncesi başkan Bush’tan acil ve somut adımlar atılmasını isteyeceğini açıklayan Başbakanın, aradığını bulamadığını göstermiştir.
ABD Başkanı’nın PKK’yı Türkiye’nin, ABD’nin ve Irak’ın ortak düşmanı olduğunu söylemesiyle, iki müttefik ülke arasında esasen yapılması gereken istihbarat değişimi ve ipe un sermek amacıyla yeni bir mekanizma kurulmasıyla yetinmiştir.
Bütün bunlar içi boş temenniler ve soyut niyet beyanları olmaktan öte bir anlam ifade etmemektedir.
Daha önce denenmiş ve başarısız olduğu kısa zamanda anlaşılmış mekanizmalara Terörle Mücadele Ortak Platformu adı altında bir yenisinin daha eklenmesi, Başbakan Erdoğan’ın, terörle mücadele anlayışının ibret verici bir göstergesi olmuştur.
Sonuç itibariyle Başbakan Erdoğan’ın Bush’la yaptığı görüşmede dağ fare doğurmuş, netice Türkiye için her manada bir hüsran ve hezimet olmuştur.
Karşımızdaki tablo çok ciddi ve endişe vericidir: Türkiye’nin milli güvenliğini ve birliğini ilgilendiren böylesine hayati bir konuda çok hazin bir orta oyunu oynanmaktadır.
Herkes zaman kazanmaya Türkiye’yi etkili tedbirler almaktan caydırmaya ve oyalamaya çalışmaktadır. ABD topu Irak Merkezi hükümetine, Bağdat’ta Barzani’ye atarak karşılıklı paslaşmaktadır.
Görünen odur ki, ABD, Irak merkezi yönetimi, Barzani, PKK teröristleri ve bölge ülkeleri, sınır bölgesinde ağır kış şartlarının hüküm sürmesi için gün saymaktadır.
Bu arada PKK militanları Kuzey Irak’taki inlerine çekilme sürecini tamamlayacak, kış şartları nedeniyle PKK saldırıları duracak ve uluslararası camia Türkiye’nin sınırötesi askeri harekatını haklı ve meşru kılacak şartların ortadan kalktığını söyleyerek Türkiye’nin elini ve kolunu iyice bağlayacaktır.
Kuzey Irak’taki PKK unsurları rahat bir nefes alacak, yeniden mevzilenerek Türkiye’ye kanlı eylemler için ilkbaharı bekleyeceklerdir.
AKP hükümetinin böyle bir hesabın ve oyunun tarafı ve aleti olmayı kabul etmesiyle her yıl oynanan senaryo bir kere daha sahnelenecek, sınırötesi operasyon gündemden düşecek, PKK, Barzani, ABD ve AKP hükümeti zaman kazanacak ve Türkiye Kuzey Irak’taki PKK tehdidi karşısında bir kere daha sessiz ve tepkisiz kalacaktır.
TBMM’nin onayladığı 17 Ekim tezkeresi ise, kullanılmaması önceden planlanan “sanal ve sahte” bir tezkere olarak hatırlanacaktır.
Değerli Milletvekilleri
Bugün milletimiz genç yaşlı, kadın erkek, her yöreden olmak üzere ayağa kalkmıştır. Hükümetin bölücülük ve terörle mücadele için atacağı adımları beklemekte ve desteklemektedir. Böylesi bir durum, hamle yapmak için niyeti olan bir hükümet için bulunmaz bir fırsattır.
Sayın Başbakan’ın ABD görüşmelerinde, ülkemizde uyanan toplumsal heyecan ve öfkeyi çok güçlü ve etkili bir müzakere desteği olarak kullanmış olması dileğimizdir. Bunu yapmış ise zaten haklı ve meşru olan terörle mücadelede cesaret kazanacak ve bu konuda önünde artık hiçbir engel kalmayacaktır. Ortaya çıkan manzara bu gücü kullanmaktan çok uzak olduğunu göstermektedir.
Aslında, Sayın Başbakanın kamuoyunun beklentisini ve Türkiye’nin mücadelesini, ABD Başkanı ile yapılacak görüşmeye bağlaması ve indirgemesi en büyük hata olarak görülmelidir.
Bu görüşmeden sonra ne cevap alınmış olunursa olunsun, hükümetin tezkere ile kendisine verilen yetki çerçevesinde, terörle mücadele ve sınır ötesi operasyon için artık mazereti ve bahanesi kalmamıştır.
Sayın Başbakan’ın da ifade ettiği gibi inceldiği yerden kopartarak, yalnız başımıza bile olsa sınır ötesi operasyon ve caydırıcı tedbirler için harekete geçilmelidir.
Ülkemizde son haftalarda devlet, Meclis ve hükümet nezdinde üst düzeyde yapılan toplantılarda alınan kararlar, bir sonuca ulaştırılarak derhal uygulanmalı, caydırıcı, kesin sonuç alıcı tedbirler acilen yürürlüğe girmelidir.
Türkiye, PKK bürolarının kapatılması ile asla yetinemeyeceği, istihbarat işbirliğini yeterli bulamayacağı bir dönemi yaşamaktadır. Yapay, etkisiz ve oyalamaya yönelik jestlerle tatmin olunmamalıdır.
Son zamanlarda ortaya çıkan ve işbirliğinin de ötesinde bir ortak operasyon çağrısı ise Türkiye için onur kırıcı ve elini zayıflatıcı bir tedbir olarak görülmelidir. Türkiye kendi güvenliğine musallat olan teröristlere yönelik bir operasyon için yeterli güce, inanca, tecrübeye ve orduya sahiptir.
Terör yuvalarına yönelik olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapacağı bir sınır ötesi operasyon için, Mehmetçiğimize refakat edecek bir güce asla ihtiyaç yoktur.
Bu tür bir teklif, ancak ordumuzun harekâtına yönelik bir güvensizliğin, denetim ve kontrol altına almak maksatlı bir niyetin işareti sayılmalıdır.
Bu teklifin kabulü halinde, yarın Türkiye içindeki terör eylemlerinde de Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte yabancı bir güçle ortak operasyon önerisinin gelmesi tehlikesi hesaba katılmalıdır.
Bugün gelinen aşamada, maruz kaldığımız tehdit ve tehlike günü birlik ve geçici tedbirlerle geçiştirilmeyecek kadar büyük ve hayati derecede önemlidir.
Artık, yıllardır ülkemize musallat olan bu beladan kurtulmanın zamanı gelmiştir. Tek çözüm, PKK terör örgütünün tam olarak yok edilmesi veya ele geçirilmesidir.
Türkiye geçmişte, bölücülük ve bölücü terörle mücadelede cılız girişimler, basit ve etkisiz tedbirlerle yetinerek bu güne kadar gelmiştir. Bu açıdan bir sonraki baharda yeniden ortaya çıkmasını kökünden önlemek ve terör yuvalarını Irak’tan çıkarmak için her yöntem kullanılmalıdır.
Bugün Türkiye, terörle ve bölücülükle mücadele noktasında çok önemli ve kritik bir kavşağa gelmiş bulunmaktadır. Şayet bu aşamadan sonra da terör ortadan kaldırılamaz ise bölücülüğün ve terörün önlenemeyecek boyutlarda bir yükselişe geçmesi ve tam bir cesaret bulması karşımızdaki en büyük tehlikedir.
Tedbirlerin sonuç vermemesi halinde Türkiye içte ve dışta büyük bir itibar ve güç kaybedecek; milletimizin devletine, ordusuna ve milli değerlerine olan inancı derinden sarsılacaktır.
Bugün karar alamaz hale gelmenin tetikleyeceği böylesi bir tehlikeli netice, terörün verdiği aktif zarardan çok daha büyük bir zararı davet edecektir.
Bu ataletin sürmesi halinde bunun bedeli yakın gelecekte, kardeş kavgasına sürüklenme, ayrışma ve bölünme olarak Türkiye’nin karşısına çıkaracaktır.
Bu nedenle, hükümet, bugün oluşan toplumsal destekten yararlanmanın yollarını aramalıdır. Bugün bu kuvvetten yararlanılamaz ise Türkiye bir daha bu kadar büyük kamuoyu desteğini arkasında bulamama ihtimali ile karşı karşıya kalabilecektir. Mutlaka şimdi ve kesin bir sonuç alınmalıdır.
Türkiye, Irak’tan kaynaklı terör saldırıları karşısında tamamen haklı olduğu mücadele konusunda yapılan yanlışların bedelini ödemekle yüz yüze gelmiştir.
ABD’nin bugüne kadar sergilediği tutum çok ciddi bir endişe kaynağıdır. Irak’taki askeri gücüne ve kontrolüne rağmen ABD bu konuda somut bir adım atmakta isteksizdir. Son ABD ziyareti de bunu göstermiştir.
Kuzey Irak reislerinin PKK terör kartını Türkiye’ye karşı bir şantaj aracı olarak kullanmak ve Kuzey Irak modelini Türkiye’de uygulatmak istedikleri artık bilinmektedir.
ABD’nin askeri gücü ve siyasi himayesinden cesaret alan Barzani her gün Türkiye’ye karşı husumetini açıklamakta ve Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye düşürmekle tehdit etmektedir. Bu yolla, terörün ve bölücülüğün siyasi sözcülüğünü ve hamiliğini yaparak, kendisine pozisyon elde etmiş ve bölgede etkin olmak istemiştir.
Özellikle son zamanlarda Irak’ın kuzeyindeki oluşumun adı açıkça ve her ortamda telaffuz edilmeye başlanmıştır. Kürdistan ifadesi ABD dışişleri bakanının beyanından sonra şimdi de Papa’nın Pazar ayinine kadar girmiş, karşımızdaki sorun ve tehlikenin adı her platformda seslendirilmeye başlanmıştır.
Hükümet, terörün son derece azdığı bu aşamada bile Türkiye’nin haklılığını anlatmakta zorluk çekmekte, tutarsız ve birbiriyle çelişen beyanlarla ciddiyetimizin sorgulanmasına neden olmaktadır.
Bugün gerek Peşmerge reisleri ile yaşanan gerilim, gerekse de ABD ile yaşanan gelişmeler, hükümetin seviyesini bir türlü ayarlayamadığı hatalı diplomatik ilişkilerin sonucudur.
Nitekim hala “artık bizi anlayın” diyerek başkalarından haklılık dilenmek, muhataplarını insafa davet etmek yanlışı sürmektedir. Her görüşmede yeni bir plan Türkiye’nin önüne dayatılmaktadır. Bu da hükümetin tezlerimizi savunmada yetersiz kalışının bir işareti olarak yorumlanmalıdır.
Hükümetin sınır ötesi bir operasyon için tüm dünyayı ısrarla ikna çabası, ülkemizin arkasında diplomatik bir yığınağın oluşturulmasından ziyade, haklı ve meşru bir harekâtı sorgulatacak yaygın bir tereddüttün doğmasına neden olmaktadır.
Diplomaside söylediklerinizi destekleyecek hareket imkânına sahip değilseniz, sözlerinizin muhatabında bir yankı bulması ve etki uyandırması söz konusu olmayacaktır. Şu ana kadar elinde tezkere kararından başka hiçbir yaptırımı olmayan Türkiye’nin yalnızca söze dayalı önlemlerle sonuç alması mümkün değildir.
Değerli Arkadaşlarım,
Bilindiği gibi, Irak’ın yaşayacağı iç sorunlar, komşu ülkeleri doğrudan etkileyecek gelişmelere açıktır. Bu açıdan hükümetin komşu ülkelerde mutabakat arama çabası gecikmiş, ancak gerekli bir girişimdir.
Bölgede mevcudiyeti olan her ülke ile görüşerek Türkiye’nin haklı davasının anlatılması ve mutlaka ikna edilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda Suriye ve İran ile yapılan görüşme ve ilişkileri önemsiyor ve destekliyoruz.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da yapılan Genişletilmiş Irak'a Komşu Ülkeler Dışişleri Bakanları Toplantısı, terörle mücadele arayışı içindeki dönemde zamanlama açısından bir şans olarak görülmelidir.
Ancak toplantıdan haklı mücadelemize açık destek yerine cılız beyanların hükümeti memnun ettiği görülmektedir. Toplantıdan çıkan netice “malumun ilamı”ndan başka bir yenilik getirmemiştir.
Oysa bize göre, sonuç bildirgesinde “Irak’ın içişlerine karışılmamasına yönelik vurgunun Amerika’yı kastetmediği düşünülürse, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonunu önlemeye yönelik bir uyarı olarak görülmesi gerekmektedir.
Yine bu toplantıda dile getirilen Irak’ın çözüm sürecine aktif katımı için Birleşmiş Milletlerin devreye girmesi konusu dikkat edilmesi gereken bir husustur. Bu gelişme, ileride sınırımıza bir tampon bölge tehlikesi ile dönme ihtimalini ihtiva etmektedir.
Böylesi bir sonuç Türkiye ile Irak arasındaki irtibatın kesilerek özellikle Türkmenlerin Türkiye’den tecridine neden olacak, ileride ülkemiz içindeki muhtemel terörist eylemler için bir müdahale noktası olarak kullanılmak istenebilecektir.
Bu itibarla Türkiye’nin önüne her konan teklifin uzun vadeli perspektifle incelenmesi, ülkemizin geleceği açısından analiz edilmesi önemlidir.
Değerli Arkadaşlarım,
Özellikle son aylar içinde şiddetini artıran terör eylemleri ile bu eylemleri basamak yaparak yükselişe geçen bölücülüğün ulaştığı vahim gelişmeler, milletimizin gözü önünde cereyan etmektedir.
Bir taraftan Irak’ın kuzeyinde yuvalanan ve bu bölgeyi yerel destek ve himayeden yararlanarak Türkiye’ye karşı üs bölgesi olarak kullanan terör örgütünün kanlı eylemleri ve cinayetleri vardır.
Diğer yanda ise yurt içinde yuvalanarak siyasal imtiyazlar elde etmiş bölücü odakların artık dile getirmekten kaçınmadıkları bölünme ve parçalanma senaryoları ve tehditleri bulunmaktadır.
Türkiye üzerinde haince hesapları ve emelleri olan bütün ihtirasların ve bölücü heveslerin silahlı bölücülüğün açtığı yolda, bugün tam bir seferberlik içinde tahriklerini tırmandırdıkları görülmektedir.
Hükümet yıllardan beri bölücülüğün silahlı boyutu ile oyalanırken, siyasal uzantıları ise yıkma ve parçalama projelerinde diledikleri hıyaneti sergilemekten kaçınmamışlardır.
Bu tahriklerin sürmesi ve bu gidişatı durduracak etkili tedbirlerin alınmamasının Türkiye’ye faturası çok ağır olacak; muhtemelen ve maalesef karşımıza bir bölünme felaketi olarak çıkacaktır.
Ciddi, köklü ve kalıcı tedbirlerin alınmaması halinde beka düzeyinde bir sorun olarak karşımıza çıkacak olan bu vahim gelişmelerin kontrolü, ne yazık ki hükümetin elinden çıkmış görünmektedir.
Yıllardan beri, hiçbir gelişmeye müdahil olamayan iktidar zihniyeti, ABD makamları ile iyi geçinme adına gelişmeleri kendi akışına bırakmıştır.
Hükümetin sevdası haline gelen Avrupa Birliği’nin de “Güneydoğu Sorunu” ve Türkiye’de “yeni azınlıklar yaratmak” mülahazası ile ortaya çıkması, ayrışma ve bölünme projelerinin desteğini büyütmüş, terör ve bölücülük iki koldan himaye görerek bugüne gelinmiştir.
Yanlış ve tavize dayalı politikalardan cüret kazanan dışta Irak’lı aşiret reisleri ve içte siyasal bölücüler, bir süreden beri Türkiye üzerinde sürdürdükleri şantaj ve tehdidin boyutlarını artırmış ve bunu açıkça beyan etmeye başlamışlardır.
Nitekim adı siyasi parti olan bir ihanet merkezinin Diyarbakır’daki toplantısında, İmralı canisi övgülerle kutsanmış, özerk bir başkent talebi ile hıyanet, milli tarihimizde görülmemiş boyutlara ulaşmıştır.
Federasyon çağrılarının ve özerklik beyanlarının açıkça yapıldığı bu ortamda ihanet merkezleri, kendilerince yörelere ayırdıkları ülkemizde, ayrı bayrak, renk ve marş önerebilecek kadar zıvanadan çıkmışlardır.
Milli devlet, üniter yapı ve milli kimliği parçalamaya yönelik bu hain projenin, AKP’nin Anayasa tartışmalarını başlatmış olduğu bir döneme rastlamış olması ayrıca dikkat çekicidir.
Türkiye’nin karşısına çıkan bu kara tablo dünden bugüne oluşmamıştır. Kriz ortamının şartları sinsi ve planlı bir biçimde hazırlanmış ve Türkiye bu noktaya hükümetin gafleti ile adım adım getirilmiştir.
Türkiye’nin güvenliğini, milli birliğini ve bütünlüğünü hedef alan husumet cephesinin, hayata geçirmeye çalıştığı alçak senaryo karşısında Türkiye’nin hareketsiz kalması mümkün değildir.
Türk milletinin, bölücülüğün cezalandırılmasına yönelik acil beklentileri hala cevap bulmamış, öfke ve heyecan haklı olarak yatışmamıştır. Milletimiz, geleceğimize kastetmek isteyen iç ve dış merkezli şer ittifaklarına ve ihanet odaklarına hak ettikleri karşılığı verme zamanının geldiğine inanmaktadır.
Bilinmelidir ki, bu aziz vatan hepimizindir. Aynı kader gemisinin yolcuları olarak Türkiye’mizin bir kaos ortamına sürüklenmesini önlemek, hepimiz için tarihi bir görevdir.
Herkes üstüne düşen sorumluluğu basit siyasi hesapları bir kenara bırakarak yerine getirmelidir. Aksi halde yarın üzerinde siyaset yapılacak bir ülke ve uygun bir zemin de bulunmayacaktır.
Bu amaçla Milliyetçi Hareket, bütün kesimleri milli hassasiyetlerimiz konusunda çok dikkatli düşünmeye davet etmektedir. Bunu herkes çok iyi değerlendirmeli ve azami basiret ve sorumluluk duygusuyla hareket etmelidir. Aksi halde yarın çok geç olacaktır.
Gelişmeler ne şekilde cereyan ederse etsin bilinmelidir ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesine, ortak değerlere dayanan milli birliğimizin tahrip edilmesine hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Bundan kimse şüphe duymamalıdır.
Huzurunuzda bu vesile ile bir kez daha Milliyetçi Hareketin kararlılığını vurgulamak istiyorum. Son sözümüz şudur: Verilecek toprağımız, çizilecek sınırımız, kaybedilecek insanımız ve terk edilecek ilimiz yoktur.
Değerli Arkadaşlarım,
Konuşmama burada son verirken, önümüzdeki hafta sonu başlayacak olan 10 Kasım Atatürk’ü anma haftası münasebetiyle, Milli mücadelenin kahraman önderi, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmet, minnet ve en derin şükran duygularım bir kez daha anıyorum.
Vefatından 69 yıl sonra bile milletimiz için bir yüksek değer olmayı sürdüren ve muhteşem bir mücadele yöntemi ile hepimize örnek olan Atatürk’ün ortaya çıkış şartları, bugün benzer yönleriyle de belirginleşmeye başlamıştır.
O’nun, bağımsızlığımızın sağlanması ve sürdürülmesi, milli bir tarih şuuru oluşturulması, milli dilimize sahip çıkılması, milletimizin çağdaş uygarlığın üzerine yükseltilmesi, birlik ve beraberliğin tesisi için verdiği mücadelelerin gerekçeleri bugün de yeni şekilleri ile maalesef karşımızdadır.
Her şeye rağmen, Büyük Türk Milleti, onun emaneti olan ve benim en büyük eserim dediği Cumhuriyetinin birliği, bütünlüğü ve bekasına yönelecek tehditleri bertaraf edecek güçtedir.
Hepinize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
|